Maddeler
İstanbul Ansiklopedisi'nin A harfinden Z harfine tüm maddelerini bir arada inceleyin.
Ciltler
1944 ile 1973 yılları arasında A harfinden G harfine kadar yayımlanmış olan ciltlere göz atın.
Arşiv
Reşad Ekrem Koçu'nun, G ve Z harfleri arasındaki maddelerle ilgili çalışmalarını keşfedin.
Keşfet
Temalar veya belge türlerine göre arama yapın; ilk kez erişime açılan arşiv belgeleri arasında gezinin.
Hürmüz (Vişnezâdeli Benli) maddesi
HÜRMÜZ (Vişnezâdeli Benli) – Geçen asrın ikinci yarısında Beşiktaşda bekâr çamaşırcısı Elibaklı Zehrâ adında bir mahalle karısının güzel kızı ; bostan yanaşması XXXXX Veli adında güzel bir oğlanı sevmiş , ve o yüzden “Bostan Vak'ası” denilmiş bir garib vak'anın kahramanı olmuşdur , İkinci Sultan Abdülhamidi bir gece sabaha kadar uykusuz bırakmış olan bir vak'adır; R.E.Koçu bu vak'ayı almış, Ankara Radyosu için bir operet konusu olarak yazmış ve “Vişnezâdeli Benli Hürmüz yahud Bir Barak Suda Fırtına” adını vermiş ; opereti üstad Cemal Reşid Rey bestelemiş, telif haklarını almışlar , aradan beş yıl geçdiği halde (1968-1973) Ankara Radyosunda programa konmamışdır. Operetin konusu şöylece toplanabilir : Beşiktaşta Vişnezâde Çıkmazında oturur çamaşırcı Zehranın kızı Benli Hürmüz 1879 yılında on altı yaşında var yoktu. Anası, alabildiğine pervasız, küfürbaz, başından üç nikâh geçmiş kendisini sefaletten bir türlü kurtaramamış, bütün hüner ve mehâretini ve metânetini fuhuş çirkine düşmemekte göstermişti, nâmuslu karıydı. Bir kış gecesi balozdan dönerken sokakta kara gömülüp sızan ve donarak ölen üçüncü kocası bir tulumbacının yâdigârı Hürmüz, konserve tenekesi içinde yetiştirilmiş Sakız Sardunyası gibiydi, güzeldi, çok güzeldi, muattardı, fakat sokakta büyümüştü. Yağmur demez, kar tipi ...
⇓ Devamını okuyunuz...
HÜRMÜZ (Vişnezâdeli Benli) – Geçen asrın ikinci yarısında Beşiktaşda bekâr çamaşırcısı Elibaklı Zehrâ adında bir mahalle karısının güzel kızı ; bostan yanaşması XXXXX Veli adında güzel bir oğlanı sevmiş , ve o yüzden “Bostan Vak'ası” denilmiş bir garib vak'anın kahramanı olmuşdur , İkinci Sultan Abdülhamidi bir gece sabaha kadar uykusuz bırakmış olan bir vak'adır; R.E.Koçu bu vak'ayı almış, Ankara Radyosu için bir operet konusu olarak yazmış ve “Vişnezâdeli Benli Hürmüz yahud Bir Barak Suda Fırtına” adını vermiş ; opereti üstad Cemal Reşid Rey bestelemiş, telif haklarını almışlar , aradan beş yıl geçdiği halde (1968-1973) Ankara Radyosunda programa konmamışdır. Operetin konusu şöylece toplanabilir : Beşiktaşta Vişnezâde Çıkmazında oturur çamaşırcı Zehranın kızı Benli Hürmüz 1879 yılında on altı yaşında var yoktu. Anası, alabildiğine pervasız, küfürbaz, başından üç nikâh geçmiş kendisini sefaletten bir türlü kurtaramamış, bütün hüner ve mehâretini ve metânetini fuhuş çirkine düşmemekte göstermişti, nâmuslu karıydı. Bir kış gecesi balozdan dönerken sokakta kara gömülüp sızan ve donarak ölen üçüncü kocası bir tulumbacının yâdigârı Hürmüz, konserve tenekesi içinde yetiştirilmiş Sakız Sardunyası gibiydi, güzeldi, çok güzeldi, muattardı, fakat sokakta büyümüştü. Yağmur demez, kar tipi demez, her gün muhakkak bir boy sokağa fırlardı; çarşı pazar dolaşır, bostana gider, yanaşma, manav, bakkal çırağı, kasap çırağı, hamurkâr, pasacı balıkçı, kayıkçı, arabacı, tulumbacı ayak takımından gençler, oğlanlarla, bahriye, nizamiye, zaptiye ve itfaiyeden genç genç neferlerle lâûbaliyâne konuşur, şakalaşırdı. Zehra bir nefis muhâsebesi yapar, “anasının kızı” der fakat hemen ardından da sorardı: “anası kendini korudu, bu koruyabilecek mi?..” Kaç defa pestilini çıkarıncaya kadar dayak atmıştı, Hürmüz, kolları bacakları çimdikten morarmış, yüzü tokattan kızarmış, yine sokağa fırlamıştı:
- Kız kollarındaki bacaklarındaki bu çürükler ne?.. diye sorarlar o güler:
- Anamdan dayak yedim!
- Niye dövdü?
- Sokağa çıkıyorum diye!
- Ama yine sokaktasın?
- Şimdi korkum yok artık,vücudumda dayak atacak yer kalmadı..
Hürbüz birden bire boy atmıştı. Kavruk gül yaprağı rengindeki cildine bir acaip cilâ gelmiş, göğsü gelişmişti; kabataş döşeli sokaklarda takunyasına müzikal bir tıkırdı vermesini bilen çıplak ayakları birer salkım kınalı yapıncak üzümü olmuştu. Bir yandan da genç erkeklerin ona bakışlarındaki mânâ da değişmişti. Meselâ bir gün, fırının önünde belki Hürmüzün yolunu bekleyen hamurkâr, damdan düşer gibi:
- Kız sen bana varır mısın?.. diyivermişti.
Bu sualin cevabı hiddet ve şiddet değil, çıngıraklı bir kahkaha olmuştu.
Bir başka gün, genç ve pençeli bir tulumbacı, kaşları çatık:
- Bana bak Hürmüz!.. gelinlik koca kız oldun!. Evinde edebinle kapan otur artık!... diyince Hürmüz şaşırmış, ama cesur:
- Bana sen ne karışıyorsun Numan Ağabey?.. babam mısın?.. demişti.
Genç tulumbacı aynı cesareti gösterip: “Âşıkım be!.” diyememiş, sâdece:
- Babandan ileriyim belki!.. demişti, Hürmüz bir çıngıraklı kahkaha da ona atmşıtı.
Fakat bir ara çamaşırcının kızı takunyalı çıplak ayaklarını çarşı pazar boyundan çekmiş evine de kapanmamış, kimseye görünmemeye çalışarak hemen her gün Arnavutların Bostanı civarında dolaşmaya başlamıştı. Bu bostanın yeri, Beşiktaşta, Ihlamur Caddesi üzerinde, Ihlamura doğru giderken sol kola rastlayan ve zamanımızda Beşiktaş Bahçesi denilen yerdir. 1878 de içinde yirmiye yakın bahçıvan ve yanaşma işler, gâyet mâmur bostandı.
Kızının tavır ve hareketinde bir durgunluk, âdeta bir hüzün sezen Zehra bir gün çamaşırı bıraktı, Hürmüzün peşine düştü, onun bostanın arka taraflarında dolaştığını gördü. Feleğin çemberinden birkaç defa geçmiş mahalle karısı, derhal nakış aldı. O gün kız döndükten sonra doğrudan bostana gitti, kızını oraya çeken mıknatısı arayıp buldu. Veli adında, ondokuz yaşlarında, bıyıkları yeni terlemiş bir yanaşma Doyranlı tığ gibi bir Arnavut genci idi.
O devrin adamı Tophâne ketebesinden Üsküdarlı halk şâiri Âşık Râzinin evrakı arasında bulunmuş bir “Bostan Vakası” vardır; Benli Hürmüz bugün, üstünde meçhul bir elin bazıtashihler yaptığı tahmin ettiğimiz bu manzumede yaşıyor:
Benli Hürmüz Beşiktaşın yosması
Nede açmış allı güllü basması
Vişnezâde Çıkmazındadır evi
Babasıyok anasının peyrevi
Elibayraklı Zehrânın kızıdır
Konu komşu ağzının sakızıdır
Yeni girmiş örtüye ol dilrübâ
Gören gencler ona yakıyor aba
Yavru ceylân misâl yaş onbeşinde
Semtin fetâları cümle peşinde
Manav Ahmed Çıkırıkcı Süleyman
Koşarlı uçarlı Fenerci Nûman
Mektebin kalfası mürâhik civan
Saka Mustafa da bir servi revan
Çakır Ali Tersânede neferdir
Kara Mehmed arabacı ejderdir
Yalın ayak yalın yüzlü hamurkâr
Güzellikde melek gibi Zülfikar
Hünkâr hamlacısı Yusuf misâli
Unutma tığ gibi Hallaç Cemali
Şu on tâze eşbeh oğlandan biri
Olacak derlerdi kızın şevheri
Meğer çokdan seçmiş Hürmüz oynaşı
Ateşde kaynarmış mercimek aşı
Anasıyla her sabah bir fırtına
Kopup yeldirmeyi atar sırtına
Yavuklusu bir bağçıvan güzeli
Samurkaş Arnavud Doyranlı Veli
Kız bir içim sudur oğlan bir âfet
Kim arar efendim kılık kıyâfet
Oğlan yalın ayak kız takunyalı
Ne lâzım onlara konakla yalı
Kız oğlana oğlan kıza hayrandır
Âşıklara samanlık da seyrandır
Peşinde gezenler geçse de yüzü
Veliden gayrisi bulmamış yüzü
Velâkin rakibler yolda dikendir
Tatlı aşa tuzla biber ekendir
Hürmüzün âşıkları güzel çamaşırcı kızını çarşı boyunda göremeyince meraka düşerler , Tulumbacı Numan, Zehranın evine gider ve kızın anası ile bir derd ortağı gibi konuşur. Kızın ayağını bostan yolundan kesme işini üzerine alır. Doyranlı Veli denilen yanaşma oğlanla yaşlı bağçıvan arnavudlardan birini bir köşeye çekecek: “Bak delikanlı bizim işimiz merdce, erkekce; önce nasihat, sonra dayak, yine uslanmazsan en sonunda bıçak!. Biz mahallemizin nâmusuna toz kondurmayız!. Ayağını denk al, işte sana önce nasihat, Hürmüzle konuşduğunu duyar, görürsek hâlin dumandır!...” diyecekti.
Fakat bilinmezdi, bostandaki bütün arnavudla başlarına üşüşecek. Veli Oğlan da: “Benim o kıza yüz verdiğim yok!. Sizin kızınız hergün gelip bana sırnaşıyor.. ben nâmuslu delikanlıyım, nasihatı kızınıza verin dayağı da ona atın, bıçağı da ona çekin!” diyecekdi. Fenerci Numan başına bir büyük derd aldığını anlamışdı.
Tulumbacı Numan, bu işi başarabilmek için en yakın arkadaşlarından yardım istedi, onlardan biri ile bir kahvehânede buluşub yüksekce sesle konuşmuşlardı, bu arada: “On omuzdaş yeter.. falan, falan, falan hepsi yürekli delikanlılardır.. ben yarın hepsini toplarım, falan kahvede oturur gününü saatini kararlaştırırız.. akşamla yatsı arası yaparız baskını, daha geç kalırsak zaptiye kuşkulanır, dağıtır cemiyeti.. Toplu da gitmeyiz.. Arnavutların Bostanında toplanırız..” gibi lâflar geçmişti. İki genç tulumbacı yanlarındaki masada oturan bir ihtiyarın bu sohbete kulak misafiri olduğunu farketmemişlerdi. Onlar kalkıp gittikten sonra bu ihtiyar hemen kahveciden kâğıtla hokka kalem istemiş ve o kahvehâne köşesinde: “Tulumbacılar bir cemiyeti hafiyye kurmuşlardır, yarın ki gün falan kahvehânede toplanıp gününü ve saatini kararlaştırdıktan sonra akşamla yatsı arası zaptiyenin nazarı dikkatini çekmemek için ayrı ayrı yollardan Ihlamur caddesinde Arnavutların Bostanında buluşacaklar ve oradan topluca Yıldız Sarây-ı Hümayununa gidip baskın yapacaklardır” diye jurnalını yazmış ve altına da “Muhbir-i sâdık kulları” imzasını atmıştı, ve Beşiktaşın meşhur karakoluna gidip Beşiktaş Muhafızı Hasan Paşaya verilmek üzere nöbetçi çavuşa vermişdi.
İkinci Sultan Hamidi tahttan indirip Beşinci Muradı pâdişah ilân etmek için başına topladığı Rumeli muhacirleri ile Çırâğan Sarayını basan ihtilâlci – gazeteci Ali Suavî efendinin vak'ası üstünden henüz bir sene geçmişti. O vak'ada elindeki sopa ile Ali Suavî'yi bizzat öldürmüş olan Hasan Paşa jurnalı okutup içindekini öğrenince düşünmüştü. Jurnalda tulumbacıların isimleri yazılı değildi, muhbir-i sâdık da meçhuldü. Yalnız ertesi günkü toplantı yeri kahvehânenin adı yazılmıştı. Paşa hemen Saraya koşmuş, meseleyi pâdişaha arzetmişti. Sultan Hamidin tâlimatı üzerine tulumbacıları gece saraya gitmek üzere buluşacakları Arnavutların Bostanında yakalamıya karar vermiş ve tertibatını ona göre alarak on tulumbacıyı yakalatmıştı.
Numanla arkadaşlarına evvelâ bir fasıl kıyasıya dayak atılmıştı. Hep: “Söyleyin, bu baskın işi böyle on kişi ile olmaz, kaçan öbür hainler kimlerdir? Başınız, reisiniz kimlerdir? Cemiyetinizde ricalden kimler vardır?..” diye sormuşlardı. Fenerci Numan Hasan Paşanın ayaklarına kapanmış, mâşukası Benli Hürmüzün adını vermeye mecbur kalarak meselenin hakikatını olduğu gibi anlatmıştı. Hasan Paşayı azıcık yumuşatan genç tulumbacının yüz satıyeti, ifâde samimiyeti ve yeminleri değil, bu on delikanlının onunun da üzerinde silâh namına hiç bir şeyin bulunmaması olmuştu. Tulumbacılar: “Olur ki arnavutlarla kavga ederiz, kendimize hâkim olamayız, elimizden bir kaza çıkar, yanımıza silâh almıyalım!.” demişler, ve o gece bostana giderken üzerlerine tabanca bıçak değil, çakı, usturpa, hattâ bir kundura çekeceği dahi almamışlardı. İstintakta içlerinden biri dayanamamış:
- Paşa Baba.. inan bana, hani iktizâ etseydi de o yanaşma arnavut oğlanını dövse idik vallah billâh senin bize attırdığın dayağın onda birini atamazdık!. Demişti.
Beşiktaş Muhifizi ve “Yedi sekiz” unvanı ve lakabı ile meşhur Hasan Paşa cahil adamdı, fakat merd ve hafiyelerden ????? eden bir namlı adamdı; tulumbacıların mâsum olduğuna kanaat getirdi, fakat hemen serbest bırakamadı, zirâ yarım saatte bir saraydan bir yâver geliyor, baskın tahkikatı hakkında pâdişahın malûmat beklediğini bildiriyordu. Vakit gece yarısını geçmiş, baskıncı tulumbacıların yakalandığını öğrendiği halde hünkâr hâlâ yatağına girmemişti. Yaverlerin biri gidip biri geliyor, istintaklarda bulunuyor, dinlediklerini pâdişaha anlatıyorlardı.
Hasan Paşa pis bir jurnalcının iftirâsından ibaret olduğuna inandırmak için tahkikatı genişletmiş, Doyranlı Veli oğlanı da iki ihtiyar bahçıvanla beraber bostandan kaldırıp getirmişti. Tulumbacılarla temas ettirilmeden sorguya çekilen oğlan, her gün bostan arkasındaki sokağa gelen çıplak ayakları takunyalı ve yanağı benli Hürmüz adındaki kızla konuştuğunu itiraf etmişti:
- Çok güzel kızdır.. demişti, ama sarmaşık gibi..
Sonra tulumbacılarla, onların arasında da Fenerci Numanla yüzleştirilmişti:
- Hiç birisini tanımıyorum.. demişti,
Halbuki Hürmüzle olan münasebeti sorulunca Fenerci Numan pervâsızca:
-Divânesiyim ben o kızın Paşa Baba!.. onun yolunda dayak yemek değil, canım feda olsun be Paşa Baba!.. demişti.
Bir imparator sabaha kadar uyutmıyan istintak gecesini tulumbacılarla Arnavut bağçıvanlar Beşiktaş Karakolunda geçirmişlerdi. Sabahleyin Çamaşırcı Zehra ile kızı Benli Hürmüz de karakola getirilirken çarşı pazar yeni açılıyordu. Hürmüzün kınalı yapıncak üzüm salkımı ayaklarında yine mahut takunyaları vardı. Karakolun alt taşlığında sersemlemiş ve gözlerinden uyku damlıyan tulumbacılarla bahçıvanların arasında Numan ile Velinin kulaklarına âşinası oldukları takunya tıkırtıları çarpınca ikisinin de şahin başları şahlanıvermişti: Hürmüz geliyordu!
Hürmüz anasının ardında karakola girdi, ama ikisinin de yüzüne bakmadı, bakamadı. Güzel kız, hicap denilen şeyi galiba ilk defa olarak duyuyor, öğreniyordu.
Hasan Paşa Hürmüzle iki delikanlıyı huzuruna getirtti. Paşanın yanında soruşturmayı takip eden bir hünkâr yaveri vardı. Hasan Paşa, Veli ile Numanı göstererek:
- Bu delikanlıları tanır mısın? Diye sordu.
- Tanırım...
- Bunların ikisi de sana âşıkmış, doğru mu?
- ......
Kız cevap vermedi, Paşa ısrar edince:
- Biri doğru... dedi.
- Hangisi?
Hürmüz, Numan'ı gösterdi:
- Ama ben yüz vermedim ona..
- Ya şu Arnavut?
- O da bana yüz vermedi...
Paşa, Veliye döndü:
- Ne dersin Veli, sen bu kıza yüz vermedin mi?
Genç Arnavut yüz vermenin ne demek olduğunu bilmiyordu; yüzü kıpkırmızı kesilerek:
- Öptürmedim kendimi ama vallahi billâhi ben bu kızı seviyorum! Dedi.
Hürmüz'ün gözleri parlayıverdi. Paşa sordu:
- Başka konuştuğun gençler var mı?
- ....
Kız yine utandı.
- Sıkılma, söyle!
- Var... Ama aklımdan hiç kötülük geçmedi.
- Kim onlar?
Hürmüz, arada narçiçeği dudaklarını ısırarak dura düşüne saydı:
- Fırındaki Zülfikâr, Hallaç Cemal, Saka Mustafa, Tersaneli Ali, Manav Ahmet, Hamlacı Yusuf, Arabacı Mehmet, Çıkırıkçı Süleyman...
- Bu kadarcık mı?
- .....
Paşa, o gençleri de toplatıp getirtmeye lüzum görmedi. Bu arada hünkâr yaveri saraya gitti geldi ve Hasan Paşaya Sultan Hamitten bir irade getirdi. Padişah, Hürmüz'ün ne yaptığını bilmez ve akibetini görmez bir delişmen fakat namuslu kız olduğuna kanaat getirmiş, lâkin bir takım zıpır gençler arasında belki de kanlı rekabet döğüşlerine sebep olacağı için anası ile beraber Bursaya, bahçıvan oğlanın memleketi olan Doyrana, âşık tulumbacının da bir akrabasının veya arkadaşının bulunduğu herhangi bir yere sürgün edilmelerini emrediyordu.
Hasan Paşa işini bilir adamdı, Padişahın bu sürgün emrini tebliğ etmedi, o gün için hepsini serbest bıraktı. Elinin altında idiler, üç gün sonra toplantıp yola çıkartacaktı.
Paşanın “Köse Dayı” diye meşhur Ali Ağa adında bir kavası vardı, sadık ve mahremi bendesi idi. O akşam bu Köse Dayıya Padişahın sürgün emrinden çok üzgün olduğunu söyledi, bilhassa çamaşırcı kadınla güzel kızı perişan olacaklardı ve yabancısı oldukları bir yere sürgün geldikleri öğrenilince kızın belki de bir fahişe olduğu zannedilecek ve başına türlü felâket gelebilecekti, “Oğlan da sevdiğini itiraf etti, münasibi bu kızı o yanaşma ile başgöz etmekti ama oğlan kendini geçindirmekten âciz...” dedi. Burada Âşık Râzinin “Bostan Vak'ası” manzumesinin geri kalan kısmını okuyalım:
Allah yapar garip kuşa yuvayı
Önlerine çıkar bir Köse Dayı
Bostanda Veliyi çeker köşeye
Der ki evlât kulak ver bu köseye
At şahin başında derdü efkârı
Yarından tezi yok kaçır nigârı
Deme ben garibim bürehne pâyım
Kızı kaçırıp da kande varayım
Adile Sultan o aliyyetüşşan
Rûyi arz üzre o şefkate nişan
Düşün ayâğına siz o sultanın
Halasıdır pâdişâhı cihânın
Düşünme hâneyi dernek düğünü
Çamaşır esvabı hem üç övünü
Siz iki garibe yuvayı açmak
Deryâdan bir avuç su alıp
saçmak
Ey yalın ayaklı külâhı keçe
Şehbazım düğünün olur bu gece
Ne lâzımdır gayrı tatvîli kelâm
Muradlarına ermişlerdir vesselâm
Dinleyince oğlan koca mekkârı
Alır câmebâha yosma nigârı
Köse Dayıdan aldığı ders üzerine Doyranlı Veli Benli, Hürmüzü bir gece, Sultan Hamidin son derecede hürmet ettiği halası Adile Sultanın yalısına kaçırır. Fakir genç kızlarla fakir oğlanların arasındaki gönül oyunlarına karşı gayetle hassas olan bu şefkat timsali kadın onları hemen himâye kanadı altına alır, kızın çeyizini bir gün içinde düzerek yanaşmayı da giydirip kuşatarak,yalıda nikâhlarını kıydırır, gerdeğe koyar. Veliyi Çamlıcadaki köşküne bağçıvan yaparak Hürmüzü ile beraber orada yerleştirir. Sultan Hamid, muhterem halasının bu işini bir tebessüm ile karşılar.
Yukardaki satırları kaydettiğimiz Operet metninden değil, yine R.E.Koçunun “İstanbul Yosmaları” isimli bir yazısından çok kısaltılarak alınışıdır.
Tema
Kişi
Emeği Geçen
Tür
Belge
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.
TÜM KAYIT
Madde Başlığı
Kod
H43A006
Tema
Kişi
Konular
Hürmüz (Vişnelizâde), Vişnelizade Hürmüz, Beşiktaş, Bekâr çamaşırcısı, Çamaşırcı, Zehra (Elibaklı), Doyranlı Veli, Bostan Vakası, Abdülhamid II (Sultan), Ankara Radyosu, Ankara Radio, Operet, Bir Bardak Suda Fırtına, Cemal Reşit Rey, Vişnezâde Çıkmazı, Vişnezâde Blind Alley, Tulumbacı, Firefighter, Arnavutların Bostanı, Ihlamur Caddesi, Ihlamur Avenue, Beşiktaş Bahçesi, Beşiktaş Garden, Tophane, Âşık Razi (Üsküdarlı), Üsküdarlı Âşık Razi, Âşık Razi Evrak-ı Metrukesi, Zehra (Elibayraklı), Manav Ahmed, Çıkırıkçı Süleyman, Numan (Fenerci), Saka Mustafa, Çakır Ali, Mehmed (Kara), Hünkar Hamlacısı Yusuf, Hallaç Cemal, Arnavud Doyranlı Veli, Arnavut Doyranlı Veli, Kahvehane, Coffeehouse, Yıldız Saray-ı Hümâyûn, Yıldız Sarayı, Yıldız Palace, Hasan Paşa (Beşiktaş Muhafızı), Beşiktaş Muhafızı, Murad V (Sultan), Rumeli, Muhacir, Göçmen, Immigrant, Ali Suavi, Hasan Paşa, Hasan Paşa (Yedisekiz), Beşiktaş Karakolu, Beşiktaş Police Station, Bursa, Doyran, Köse Dayı, Ali Ağa, Adile Sultan, Çamlıca
Tür
Belge
Biçim
Baskı, Daktilo yazısı, El yazısı
Dil
Türkçe
Haklar
Açık erişim
Hak Sahibi
Kadir Has Üniversitesi
Tanım
İstanbul Ansiklopedisi Hür-Hüsameddin bölümü için yazılmış metin. Reşad Ekrem Koçu'nun 6-9 Kasım 1962 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yer alan "İstanbul Yosmaları" yazı dizisinin yer aldığı kupürler ve Üsküdarlı Âşık Râzi'nin evrakı metrukesi arasından çıkan bir manzume alıntılanmıştır.
Not
Kâğıt üzerine tükenmez kalem. Kupürler ve manzumenin yazılı olduğu kâğıtlar belgeye yapıştırılmıştır.
Bibliyografya Notu
Reşad Ekrem Koçu, “İstanbul Yosmaları”, Üsküdarlı Âşık Râzî, "Evrâk-ı Metruke", "Bostan Vakası"
Provenans
İstanbul Ansiklopedisi Arşivi, Kadir Has Üniversitesi ve Salt iş birliğiyle erişime açılmıştır.
Tema
Kişi
Emeği Geçen
Tür
Belge
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.