Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
BAYAZID YANGIN KULESİ
Büyük İstanbul Türkler tarafından fethinden Cumhuriyet devrinde merhum vâli Haydar Bey tarafından kurulan sağlam itfâiye teşkilâtına kadar üçde birini, yarısını, hattâ yarısından fazlasını mahveden ve saatlerce günlerce devam eden yangın âfetleri geçirmişdir.
Şehrin sîmasını değişdiren, mimârî abideleri yok eden ve astronomik rakamlarla ancak kıymetlendirilecek millî serveti bir çırpıda yutup yok eden ateş fâciasına karşı ilk koruyucu teşkilât da ancak on sekizinci asrın ortalarına doğru büyük vezir ve inkilâb şehidi Nevşehirli Damad İbrahim Paşa tarafından 1720 yılında Yeniçeri Ocağına bağlı bir “Tulumbacı Ocağı” kurulmak sûreti ile alınmıştır. Ondan evvel geçen ikiyüz yetmiş yıl boyunca yangınlar, semt semt şehrin muhafazası için kurulmuş Yeniçeri kollukları efrâdı ile yangının çıktığı semt halkı tarafından söndürüle gelmiş, ilk ağız da önlenemeyen ateşler de, yukar da kaydetdiğimiz gibi büyük ahşab beldeyi sömüren birer ejderha olmuştur (B.: Yangınlar; Tulumbacılar; Yeniçeri Tulumbacıları; Kolluklar; Acemioğlanlar; İtfaiye).
Yeniçeri Ocağına bağlı Tulumbacı Ocağı kuruldukdan sonra şehrin her semtindeki kolluklara birer yangın tulumbası ile bu tulumbayı yangın yerine götürüp işletecek kâfi mikdarda tulumbacı yerleşdirildi.
1749 da Küçükpazarda çıkan bir yangın şiddetli bir p...
⇓ Read more...
Büyük İstanbul Türkler tarafından fethinden Cumhuriyet devrinde merhum vâli Haydar Bey tarafından kurulan sağlam itfâiye teşkilâtına kadar üçde birini, yarısını, hattâ yarısından fazlasını mahveden ve saatlerce günlerce devam eden yangın âfetleri geçirmişdir.
Şehrin sîmasını değişdiren, mimârî abideleri yok eden ve astronomik rakamlarla ancak kıymetlendirilecek millî serveti bir çırpıda yutup yok eden ateş fâciasına karşı ilk koruyucu teşkilât da ancak on sekizinci asrın ortalarına doğru büyük vezir ve inkilâb şehidi Nevşehirli Damad İbrahim Paşa tarafından 1720 yılında Yeniçeri Ocağına bağlı bir “Tulumbacı Ocağı” kurulmak sûreti ile alınmıştır. Ondan evvel geçen ikiyüz yetmiş yıl boyunca yangınlar, semt semt şehrin muhafazası için kurulmuş Yeniçeri kollukları efrâdı ile yangının çıktığı semt halkı tarafından söndürüle gelmiş, ilk ağız da önlenemeyen ateşler de, yukar da kaydetdiğimiz gibi büyük ahşab beldeyi sömüren birer ejderha olmuştur (B.: Yangınlar; Tulumbacılar; Yeniçeri Tulumbacıları; Kolluklar; Acemioğlanlar; İtfaiye).
Yeniçeri Ocağına bağlı Tulumbacı Ocağı kuruldukdan sonra şehrin her semtindeki kolluklara birer yangın tulumbası ile bu tulumbayı yangın yerine götürüp işletecek kâfi mikdarda tulumbacı yerleşdirildi.
1749 da Küçükpazarda çıkan bir yangın şiddetli bir poyraz ile süratle genişledi, Yeniçerilerin kumandanlık dâiresi olan Süleymaniyedeki Agakapusu Sarayı da yandı. Bu yangının büyümesinin başlıca sebebi ateşin vaktinde görülmemesi ve İstanbuldaki kolluklar da bulunan tulumbacı takımlarını yangın yerine toplayamamak olmuşdu. Agakapusu yeniden yapılır iken geniş iç avlusunun bir köşesine de, büyük şehirde yangın dumanı ve yalımı gözlemek, yangın başlangıcı görülür görülmez şehrin her tarafına ulaklar koşdurulup kolluk tulumbalarını harekete geçirmek için yüksek ve zarif “Yangın kulesi” adı ile ahşab bir kule yapıldı. İstanbul da ilk yangın kulesi budur. En üst kısmı, etrâfı fırdolayı câmekân bir köşk idi; kulenin günlük bakım işleri, köşkde yangın gözcülüğü, ve yangın kolluklara haber verecek ulaklık hizmeti için acemi oğlanları arasından bu hizmetlere elverişli yirmibeş nefer seçilerek Yangın kulesine yerleşdirildi; ve bu yirmibeş nefer acemi oğlanına “köşklü” adı verildi.
1774 yılındaki büyük Cibâli yangınında (B.: Cibâli yangınları) Agakapusu tekrar yandı, saray ile berâber ahşab yangın kulesi de yandı, öylesine ki, bir dev meşale gibi, İstanbulların bir daha göremiyecekleri dehşet verici bir manzara olmuşdu. Agakapusu ihyâ edilirken eski yerinde ve yine ahşab olarak ikinci yangın kulesi inşâ edildi.
1826 da Yeniçeri Ocağı kanlı bir şehir muharebesi ile kaldırılır iken (B.: Yeniçeriler), bu ana ocağa bağlı tulumbacı Ocağı da kaldırıldı. Agakapusu Şeyhülislâmlık dâiresi oldu, bu sarayda Yeniçerilerin hatırası Yangın kulesi de yıkdırıldı.
İkinci Sultan Mahmud Yeniçeri Ocağının yerine Asâkiri Mansûrei Muhammediye (B.: Asâkiri Mansûrei Muhammediye) adı ile yeni Türk ordu teşkilâtını kurdu; Bayazıddaki Eski Sarayı da (B.: Eski Saray) ordunun seraskerlik, başkumandanlık dâiresi yapdı; sarayın büyük avlusu da askerin talim meydanı oldu; eski Yeniçeri kollukları da asâkiri mansûre karakolları oldu.
Fakat Yeniçeri Ocağının ve bu arada Yeniçeri tulumbacıların kaldrırılmasından kırk sekiz saat sonra büyük Hocapaşa Yangını oldu (B.: Hocapaşa Yangınları). Âfet tulumbacı teşkilâtının süratle ihyası için hükûmeti harekete geçirdi, bu arada Bayazıddaki Seraskerlik kapusunun tâlimhâne avlusunun münâsib görülen bir yerine de alelacele ahşab bir yangın kulesi yapıldı; Fakat Bayazıddaki bu ilk yangın kulesi içine gözcüler (köşklüler) yerleşdirilmeden halâ Yeniçerilik davâsı güden bazı fanatikler tarafından ateşe verilip yakıldı. Vak’ayı müverrih Cevdet Paşa Hicrî 1241 (Milâdî 1826) yılı hâdiseleri arasında şöylece anlatıyor:
“Sultan Mahmud Agakapusunda yıkdırılmış olan yangın kulesi - köşkünün bir eşinin Seraskerlik kapusunda yapılmasını emretti; kâgir olarak inşasını irâde etmiş ise de uzun vakte muhtac olduğu için şimdilik eskisi gibi ahşab olarak inşasına başlandı. Kule bitinceye kadar yangın gözlemeğe memur edilen asâkiri mansûre neferleri Süleymaniye Camiinin bir minâresinde nöbetle gözcülük yapdılar. Kule kısa zaman içinde tamamlandı, efrâdın içine yerleşdirilmesi için yapının içinde ve dışındaki talaş ve ağaç ve tahta parçalarının temizlenmesi kalmışdı. Yeniçeri gayretkeşlerinden oldukları halde asâkiri mansûreye yazılmış olan müfsidler isyan etmek üzere ittifak etmişler ve bulundukları taburun diğer neferlerini de igfal ederek büyük zabitlerinin haberi olmadan serasker paşa ile başbinbaşı ağanın evlerinde bulundukları gece mezkûr yangın kulesinin dibine toplanup kuleye ateş verip yakmışlar. Garazları serasker paşa ile baş binbaşıyı yangın sebebi ile oraya getirtip cümlesini öldürerek isyan etmekmiş. Halbuki serasker paşanın adamları suikasdi öğrenip paşaya haber vermişler. Derhal tertibat alınmış, kapular askerle tutulmuş, mezkûr tabur Akdeniz Boğazına nakledilerek efrad iskeleden kayıklara bindirilir iken isyana ön ayak olanlar tesbit edilmiş ve iskelede idam olunmuşlardır; gemilerle Boğaza gönderilen taburun sâir efradı da orada muhtelif kıtalara ve hizmetlere dağıtıldıktan sonra idam olunmuşlar. Bu vak’adan sonra asâkiri mansûreye nefer yazılanların mâzileri hakkında çok dikkatli tahkikat yapılmıştır”.
Yeni tulumbacı teşkilâtı Vak’ai Hayriyeden ancak iki sene sonra kurulabildi; eski kolluk tulumbaları tâmir edilerek karakollara dağıtıldı, seraskerliğe bağlı bir tulunbacı taburu teşkil olundu, bu taburun efrâdı da tulumbalarla beraber karakollara dağıtılıp yerleştirildi. Kundaklanıp yakılan Bayazıdda Serasker kapusu avlusunda ilk ahşab yangın kulesinin yerine de bugün gördüğümüz kâgir kule, İkinci Bayazıd Yangın kulesi yapıldı; yapı hicrî 1244 yılında tamamlandı. Kulenin kesik piramid şeklinde olan kaaidesinin doğu tarafındaki cebhesine Keçeçizâde İzzet Mollanın yazdığı manzum bir târih kitabesi konuldu. Kulenin inşasına Ağa Hüseyin Paşanın seraskerliği zamanında başlanmış, yapı Hüsrev Mehmed Paşanın seraskerliğinde tamamlanmışdı; üst kısmında beyzi bir çerçive içinde İkinci Sultan Mahmudun turası bulunan kitabenin tâlik yazısı o devrin en büyük hattatlarından Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendinindir; ve her satır, iki beyit olarak beş satır üzerine yazılmıştır;
Manzum metin şudur:
Hak bu kim Sultan Mahmudun sarayı şevkete
Bir nazîri gelmemiştir olalı dünyâ binâ
Bânii endişesi tecdîd kıldı devletin
Köhne bünyânı elhanı itmede halâ binâ
Eyleyüb Eski Sarâyın Bâbı Serasker o şâh
Nev benev yapmakda ande bir nice alâ binâ
Emreyleyüb seraskeri sâbık Hüseyin Gaziye
Buldu bu kaafi şecaat Kullei ranâ binâ
Eyleyüb seraskeri lâhik nezâret hüsnüne
Âni mânen eyledi gûyâ iki pâşâ binâ
Revzeni eflâkden bakdıkca zîri pâyine
Kaldı kendi kaddine hayretde bu balâ binâ
Olmasa zerrin külâhı âsümana minneti
Arz ider mi zer âlemle kevkebi zehrâ binâ
Dâri mülki etmesün bu Kulleye muhtac Hak
Ziynetiçün etmiş olsun şâhi mülk ârâ binâ
Kullei eflâk durdukca o şâhın eylesün
Zirvei çarha esâsı şevketin Mevlâ binâ
Sanki tâkı çarha yazdım İzzetâ târihimi
Kıldı Han Mahmûdi Adli Kullei valâ binâ
1244 (M. 1828-1829)
Kundaklanup yakılan ahşab birinci Bayazıd Yangın Kulesinin mimarı Kirkor Amira Balyan; bugün görmekte olduğumuz yaş yapı ikinci Bayazıd Yangın Kulesinin mimarı da Senekerim Balyandır (B.: Balyan). K. Balyanın yapdığı birinci ahşab Bayazıd Kulesinin şeklini bilmiyoruz; aranırsa ordu arşivinde asâkiri mamûre seraskerliği evrâkı arasında bir resmi bulunabilir zan ediyoruz.
Balyan ikinci kâgir Bayazıd Yangın Kulesinin resmini çizerken, bu kulenin seraskerlik dâiresi avlusunda yapıldığı noktasında ehemmiyetle durmuş, kulesinin esâsını teşkil eden gövdesini, dikine konmuş ağızdan dolma eski bir Osmanlı topu namlusu şeklinde çizmişdir; taşdan örülecek olan bu top namlusunun alt ucunu bir kesik piramid şeklindeki kaideye oturtmuş, üst kısmına da yangın gözcüleri için fırdolayı pencereli ve geniş ahşab şaçaklı, ve kurşun kaplı sivri külâh çatılı bir kâgir köşk yapmışdır.
Son kulenin bu ilk şekli yirmi sene sonra, 1849 da değiştirilmiş, köşkün üstündeki sivri külâhlı ve geniş saçaklı ahşab çatı kaldırılmış, köşkün üstüne gemi pençeresi gibi dört cihete bakan dört yuvarlak pencereli birer odacıkdan ibâret üç kâgir kat daha ilâve edilmiştir ve kulenin üstüne etrafı demir parmaklık korkuluklu bir cihannümâ taraça yapılmışdır ki buradan bütün İstanbul ve etrâfı ayak altında gözün alabildiğine görünür; pek muhteşem bir panoramadır.
1889 da da kulenin üstüne demirden bir bayrak direği-gönderi dikilmiş ve Bayazıd Yangın Kulesi bugün gördüğümüz şeklini almıştır.
1894 deki büyük zelzelede kule ehemmiyetli zedelenmiş ve hemen boşaltılarak esaslı bir tâmir görmüştür; bu tâmirin devâmı müddetince de yangın gözleyen köşklüler vazifelerine Süleymaniye Camiin üç şerefeli büyük minârelerinden birinde devam etmişlerdir.
Bayazıd Yangın Kulesinin sonradan ilâve edilen üç katı ile beraber yüksekliği 85 metredir; giriş kapusundan köşke, minâre merdiveni gibi döne döne 180 basamak ahşab merdizenle çıkılır; sonradan sefertası gözleri gibi ilâve edilmiş kat odalara da düz tahta merdivenlerle çıkılır.
Kulenin gövde üstündeki dört katı, aşağıdan yukarıya “Nöbetci katı”, “İşâret katı” “Sepet katı” ve “Sancak katı” isimleri ile anılır. Kulenin en geniş kısmını teşkil eden Nöbetçi katı kuledeki gözcülerin ayni zamanda yatakhâne - koğuşudur; gece nöbetcileri ikişer saatlik nöbetleri dışında buradaki yataklarında yatarlar.
Yeniçeri tulumbacılığı zamanında Agakapusundaki yangın kulesi gözcü acemioğlanlarına “köşklü” adı verilmişdi. Yeniçeri Ocağı kaldırıldıkdan sonra seraskerliğe bağlı yeni tulumbacı teşkilâtı kurulduğundan Bayazıd Yangın Kulesinde vazifelendirilen efrad iki kısma ayrıldı; sayısını kesin olarak tesbit edemedik, 20-25 arasında idiler, yaşları otuzunu aşkın altı neferi “Kule bekcileri” adını aldı, vazifeleri sâdece yangın gözlemekdi, ateşi görüp yerini tesbit ederek ikinci grupa bildirirlerdi; ikinci gurup ki yaşları 18-30 arasında ayakları koşarlı, sırım gibi gençlerdi ve Yeniçerilik devrinden kalma olarak halk tarafından “köşklü” diye anılırlardı; telefonun olmadığı o devirlerde kulenin görüp yerini tesbit ettiği yangını Belediye Dâireleri tulumba sandıkları ile mahalle tulumba sandıklarına bu köşklüler haber verirlerdi, her gece kulede kaç nöbetçi köşklü yatıyorsa, yakatlarına esvapları ile uzanırlardı, “yangın” haberi verilince hemen fırlar, ayaklarına gayet hafif yemenilerini geçirip yangını haber vermekle mükellef oldukları semtlere doğru dağılır, koşarlardı (B.: Köşklü). zamanımızda köşklünün yerini telefon şebekesi almıştır.
Bayazıd Yangın Kulesi (B.: Galata Kulesi; İcâdiye Kulesi; Yangınlar; Tulumbacılar; İtfâiye) köşklülerini İstanbul içine dağıtdıkdan başka, gece ve gündüze mahsus ayrı ayrı işaretler de çeker, asardı, ki bu işaretler halâ kullanıla gelmektedir; gündüz işâretleri büyük sepetler, gece işâretleri de kırmızı, yeşil ve beyaz büyük fenerlerdir; yangının nefsi İstanbulda, Boğaz tarafı ile Boğazın Rumeli yakasında, yahud Üsküdar ile Boğazın Anadolu yakasında olduğuna göre gece ve gündüz işâretleri şunlardır:
Nefsi İstanbul, Eyyub ve Yeşilköye kadar Rumeli Banliyösü
Gece : Kulenin iki yanında birer kırmızı fener
Gündüz: Kulenin iki yanında çifter sepet
Beyoğlu ve Boğazın Rumeli yakası
Gece : Kulenin iki yanında birer beyaz fener
Gündüz: Kulenin bir yanında tek, öbür yanında çift sepet
Üsküdar ve Boğazın Anadolu yakası
Gece : Kulenin iki yanında birer yeşil fener
Gündüz: Kulenin iki yanında teker sepet.
Meşrutiyetin ilânına kadar Bayazıd Yangın Kulesindeki Bekci - Gözcü veya köşklü kule efradının zâbitine “kule ağası” denilirdi. Kule ağası mutlaka bekâr olup dâimâ kulede yatardı. Gece yangınlarında nöbetdeki bekci ateşi görür görmez evvelâ ağayı uyandırır; ve bekârlığına telmih ile ananevî bir hitab olarak;
— Ağa kalk, bir çocuğun oldu! derdi.
Uyanan ağa da:
— Kız mı, oğlan mı? diye sorardı.
Nöbetçi “kız” derse yangın Üsküdar, Boğaziçi yahud Beyoğlunda, “oğlanı” derse İstanbul içinde demekdi.
Yangın tamamen söndürülünceye kadar gece ve gündüz kulenin çekdiği işaretler yerinde kalır; asılan sepet veya fenerlerin içeri alınması da yangının söndürüldüğüne işârettir.
Sepetler ve fenerler kulenin iki yanında bulunan ufki, gemi mahmuzunu andıran direklere asılır.
Ayni zamanda büyük şehrin bir kaç yerinde yangın çıkarsa, gündüz sepetler karışacağı için, ikinci ve ücüncü ve hattâ dördüncü yangın için işaret bayrakları kullanılır. İlk bayrak kulenin tepesindeki büyük direğe çekilir, diğer bayraklar sepetlerin asıldığı ufki direğe bağlı ipe çekilir; nefsi İstanbul ve Eyyub ile Yeşil köye kadar Rumeli banliyösü için kırmızı bayrak, Beyoğlu ve boğazın Rumeli yakası için sarı bayrak, Üsküdar ile boğazın Anadolu yakası için de yeşil bayrak kullanılır. Bir misal verelim; evvelâ Çenberlitaşda, sonra Kuzguncuk’da ve daha sonra Beşiktaşda yangın çıkmıştır; Bayazıd kulesi işâretlerini şöyle görürüz:
İki yanında ikişerden dört sepet
Tepe gönderinde yeşil bayrak
Yan gönderinde sarı bayrak.
müteaddid yangınlar gece olursa, fenerlerin renklerinden bölgeler tefrik edileceği için her bölgenin fenerleri bir biri ardınca asılırdı.
Zamanımızda Bayazıd Yangın Kulesi İstanbul Belediyesi İtfaiye müdürlüğüne bağlıdır. Kıymetli muhabirimiz Hakkı Göktürkün kulenin son durumu hakkında yerinden topladığı notlar şudur:
Bayazıd Yangın Kulesi İstanbul gazete ve mecmualarının röportaj muharrirleri tarafından sık sık ziyaret edilen yerlerdendir; bu muharrirler ekseriya kule bekcilerinin hatıralarını dinlerler, kuleden görülen İstanbul panoramasını da kalemlerinin kudreti ölçüsünde tasvir ederler, aşağıdaki satırlar Mekki Saidin 1926 da Aylık Mecmua da çıkmış bir makaalesinden alınmışdır:
“Bayazıd Yangın kulesinin sancak katında şiddetli, haşin bir rüzgârın altında yazıyorum. Kulenin bu son ve en yüksek kısmından şehrin en uzak semtleri görünüyor; sancak katı, sancak direğinin dikili bulunduğu kattır, buradan İstanbul ve civarı, aşağı katlarda olduğu gibi pencerelerden bakılarak değil, etrafa çevrilmiş demir parmaklığın önünde dolaşarak doğrudan temâşâ edilir. Ben de ağır ağır ve paslı parmaklıklara tutuna tutuna dönüyorum, gözüm önündeki genişliğin seyrine doyamıyorum:
“Tâ... ileride Küçükçekmece sırtları, Solda Marmaranın ufukla nihayetlenen bir kısmı var; bir sis ve duman yığını hâlinde Mudanya sahilleri, Bursa dağları, İzmir Körfezinin bir parçası, Bozburun, Tuzla fark ediliyor.
“Bostancıdan Çengelköyüne kadar uzanan Anadolu sahilinin arkasında bazan dağlar ve ekseriya yeşil tepecikler yükseliyor. Boğazın, Kuleli Mektebinin kurulduğu koya doğru kısmı, ılık bahar güneşinin huzmeleri altında baygın uzanıyor.
“Kuruçeşme sırtları, Zincirlikuyu, beride Kâğıthâne, daha solda Metris Çiftliği, Maltepe Hastahânesi, Halkalı sıralanıyor, nihâyet insanın bakışı tekrar Küçükçekmece sırtlarına erişiyor.
“Bazan dağların, kısmen ufkun ve ekseriya yeşil tepeciklerin çerçivelediği bu panorama - tabloda, tabiat sanatkârlığını göstermişdir.
“Şehrin büyük meydanlarında binlerce insan kaynaşıyor, caddelerde tramvaylar, otomobiller, arabalar koşuyor, köprü insan kalabılığı altında. Boğaza, Marmaraya, Muhtelif istikametlere vapurlar, istombotlar, motorlar akıyor, yelken kayıkları süzülüyor, mavunalar, salapuryalar sürükleniyor. Tabiat bu manzaraya bütün tenevvuu kudretli fırçası ile tersim etmiş, zıd renkleri toplamış ve eserine böylece ziynet vermiş.
“Beri yanda Adalar, şu yanda Üsküdar, büyük bir kısmını kaplayan Karacaahmed mezarlığının binlerce servisi..
“Karşıda çok katlı apartımanların, cesim binaların üst üste dizildiği semtler, beride, gemilerin, sandalların, mavunaların ve sahallerinde ekseriyeti teşkil eden mukassî ve harab evlerin akisleri ile hârelenen Halic. Tâ uzaklarda dindar Eyyub, türbeler, ağaçlar, kabirler ve camiler arasında.
“Bir tarafda öyle köyler vardırki sık ve sâldîde ağaçlar arasında kaybolmuş olan kâşâneleriyle müftehirdir, bu kâşânelerin içindekiler, İstanbulun hayatını buzlu ve renkli camların arkasından, uzakdan seyrederler. Bir yanında öyle mahalleler var ki, basık tavanlı evlerinin nasibi dâimî bir sefâlet ve yeisdir. Bu kulubeler, ötesi berisi çökük, çarpık çurpuk evler o kadar toprağa yakındır ki ne şu mutaazzım apartımanların pancurları arasından, ne de zarif köşklerin camları arkasından görülemez.
“Bir az sonra akşam, Kuleyi çerçeveleyen panoramanın üstüne perde perde inecek, ve şehrin gece hayatı başlayacak. Gece hayatı, bu iki kelime İstanbulun bir çok semtleri için acı bir istihzadan başka bir şey değildir.
“Gözlerimi Selimiyeden itibâren Boğaza doğru uzayan sâhile çeviriyorum. Orada, güneşin alçaldığı ve nihâyet Topkapu arkasında karanlığa karışdığı dakikadan iki saat sonra tek tük ışıklar da söner, hava gazı fenerleri mahmurlaşır ve her yer ağır bir uykuya dalar.
“Buna mukabil karşı sahilin azamet ve ihtişamı artar. Birbirlerinin omuzlarında yükselen apartımanlardan bol bir ziya taşar, aydınlık içinde çalkanan caddelerin hay ve hûyu ziyâdeleşir.
“Boğazın yıldızların aksi ile pırıldayan suları, daha Çengel köyüne varmadan karanlıklara karışır. Edirnekapu tarafları diğer bir çok semtler gibi görünmez olur. Eyyub bu siyah tablonun bir köşesine siner.
“Kulenin pencereleri bütün bu semtlerin üzerine açılmışdır. Bu pencerelerden İstanbulun üstüne çevrilmiş bir çift göz vardır ki, şehrin sâkinleri kendileri için dâimî bir alâka duyan bu nazarlara bîgânedir.
“Bu göz, kırk senedir geceli gündüzlü İstanbulun üzerinden ayrılmadı ve şehrin gayri muayyen bir noktasından çıkacak bir kıvılcım, bir duman, bir alev aradı.
“Kule bekcisi Ruscuklu Mehmed Ağa, kulenin sancak katında bana:
— Kırk yıl bu, dedi, dile kolay...
“Yarım metro enliliğinde bir deliğe uzatılmış tahta merdivenin basamaklarına tutuna tutuna aşağı indik, Sepet Katı’nı ve İşâret katı’nı gezdik. Kiremid renginde ve içi boş balonlarla işâret lambaları (fenerleri) bu katlarda muhafaza olunuyor Mehmed Ağa izahat verdi:
— Yangın Üsküdarda olursa iki tarafa birer, Beyoğlunda olursa bir yana iki, bir yana bir, İstanbulda çıkarsa iki tarafa da ikişer sepet asarız. Yangın gece olursa Üsküdar tarafı için iki yeşil, Beyoğlu tarafı için iki beyaz, İstanbul için de iki kırmızı lamba yakarız. Bu usul çok eskidir, kuleye geldiğimde de eskidir derlerdi.
“78 basamak indik, kulenin Nöbet Katı’na geldik. Burada saha genişliyor. Her cihete açılmış pencereler diğer katlara nisbetle daha büyük. Pencereler önünde dar ve dâirevî bir koridor var; merkez kısmında yerden bir arşın kadar yükseklikde müdevver bir tahta sedir, sedirin üstünde kule bekcilerinin yatakları serili.. gece nöbet saatlerini dolduran arkadaşını uyandırır, nöbeti ona devredip kendi yatağına uzanır.
“Kule bekcisi nöbet mahallindeki koridoru mütemâdiyen dönerek ve her dönüşünde İstanbulun her cihetine açılan pencerelerden şehrin mahallelerine ayrı ayrı bakacak, gece bir alev, gündüz bir duman arayacak.
“İhtiyar bekçi derd yandı:
— Yangın görürüz, haber veririz, itfâiye gider, fakat evin içindekiler veya konu komşu ateşi söndürür, itfaiye yangın bulamaz, semt halkı, ev halkı polis tahkikatı filân iş uzamasın diye vak’ayı gizler, kabak bizim başımıza patlar, tekdir işidiriz; evvelki akşam Bakırköyünde Osmaniye Mahallesinde yangın haber verdik, itfâiye gitti, inkâr etmişler, kireç ocağıdır, dumanını kule bekcisi yangın sanmış demişler, kırk yıldır gözcülük ederim, kireç ocağından hiç bir zaman böyle ateş çıkmaz, hâsılı kabahat bize yüklendi.
— Dumanları nasıl tanırsın Mehmed Ağa? diye sordum.
— Duman kendini gösterir, dedi, çıkışından belli olur, baca dumanı âheste âheste çıkar, yangın dumanı altdan alta yükselir, birden bire çoğalır, gözler alışkın, ayırd eder.
“Kule bekcileri İstanbulun bütün semtlerini tanır, mahalleleri bilir, sokakları tahminle bulurlar. Mehmed Ağa:
— Bu da bir derddir, dedi, Kantarcılarda dersin, Kutucularda çıkar al bir tekdir...”
Yıllarca sonra Cemaleddin Bildik de Akşam gazetesi için Bayazıd Yangın Kulesine gitmiş ve o da otuz yıldanberi kule bekciliği yapan bir Mehmed Ağa ile konuşmuşdur. Muharrir yazısının bir yerinde “muhatabım kırksekiz yaşlarında kadardı” dediğine göre bu kinci Mehmedin Mekki Saidin bahsettiği Ruscuklu Mehmed Ağa olmadığı âşikârdır, emekdar kapu yoldaşının emekdar adaşıdır, belki de Cemaleddin Bildiğin kuleyi ziyâretinden çok evvel rahmeti rahmana kavuşmuş olması muhtemel olan Ruscuklu Mehmed Ağanın yetişdirmesi, belki de oğlu olabilir. Aşağıdaki satırları da Cemaleddin Bildikden alıyoruz:
“Pencere kenarındaki iskemlede oturarak bir yandan İstanbulu yüksekten seyrediyor, diğer taraftan da kule baş memuru Bay Mehmetle konuşuyorum:
— Otuz senedenberi itfaiyedesiniz öyle mi?
— Evet otuz senedenberi... Bu mesleğe 18 yaşında iken girdim, hâlâ da içindeyim.
— Emekliye ayrılmadınız mı?
“Acı bir gülümseme ile cevap veriyor:
— Biz itfaiyeciler maaşlı değil, ücretliyiz. Yeni kanunda ücretliler için de tekaüt hakkı tanınacakmış! İnşallah o kanun çıkar da bizler de istifade ederiz.
— Otuz senenizi bu kulede mi geçirdiniz?
— Eh, aşağı yukarı öyle sayılır.
— Büyük yangın olarak hangisini hatırlıyorsunuz?
— Aksaray yangını... Adliye yangını, Atabey hanı. Hayriye lisesi, Zeynep hanım konağı...
“Muhatabım, Aksaray yangını sırasında meslekte olmadığını söyliyerek:
— Ben, dedi, o zaman 10 - 12 yaşında bir çocuktum ve kunduracı yanında çıraklık ediyordum. Köşklülerin kırmızı ceket, siyah pantolon, hafif yemenilerine mi heves ettim ne oldu bilmiyorum; tam 18 yaşında iken bir gün kendimi köşklü olarak meslekte buldum. İşte o günden bugüne tam 30 senedir de itfaiyedeyim ve işimden bir gün bile bıkkınlık duymadım. Vücudumun zindeliğimi gençliğimde köşklü adı altında yapdığım koşu sporuna borçluyum, kuledeki bu merdivenleri de yabana atmayın, inip çıkmak da bir spordur!..
“Bay Mehmed Yangın Kulesinin İstanbula hizmetinden bahsediyor:
— Öyle yangınlar olur ki, bina içindekiler mışıl mışıl uykularında iken söndürme ekibinin onları yataklarından çıkardıkları olur. Meselâ Atabey hanı yangını da böyle olmuştu. İçindeki üç bekçinin yangından haberleri yoktu. Ateşi kuleden biz gördük... İtfaiye grupu yangın mahalline gittiği vakit gece bekçilerini don gömlek yataklarından dışarıya çıkardı ve onları yanmaktan kurtardı. Adliye Sarayı yangını da, Zeynep hanım konağı ve Hayriye lisesi yangınları da hep kuleden görülerek itfaiye grupuna haber verilen yangınlardandır”.
İstanbula gelen Avrupalı ve Amerikalı seyyahların içinde Bayazıd Yangın kulesine çıkmak fırsatını bulanlar, kulenin en üstündeki cihannüma taraçadan İstanbul panoramasına istinâsız hayran olurlar, bunların içinde de kalem sâhibi olanlar seyahat hâtıralarını tesbit ederken kuleden gördüklerini anlatmakdan kendilerini alamazlar. Ondokuzuncu asırda Abdülmecid zamanında İstanbula gelmiş olan namlı İngiliz edîbesi Miss Pardo “İstanbul” adındaki meşhur eserinde Bayazıd Kulesinde gördüklerini şöyle anlatıyor:
“İstanbulun şayanı dikkat yapılarından biri Saray Meydanında (Eski Saray - Seraskerlik Meydanı) yangın kulesidir. Çok yüksek müdevver bir kule olup üst kısmında şehrin her tarafına müteveccih pencereler bulunur. Pencerelerin bulunduğu yer bekçilerin dâiresidir. Bu bekciler altı kişi olup askerî nöbetciler gibi her iki saatde bir nöbet değişdirerek gece ve gündüz vazife görürler.
“Güneş batıp ortalığı karanlık kaplar iken yorgunlukdan mütevellid ağır ağır basan uykuyu defetmek için nöbetde bulunan köşklü ayaklarına çift tabanlı tahta kundura giyer, iki taban arasına konmuş bir yay vâsıtası ile alt tabanlar her adımda yere şiddetle çarparak köşklünün uykuyu yenmeğe karşı gösterdiği gayrete çıkardığı gürültü ile yardım eder nöbetini bitiren köşklü kendisini yerde serili hasırın üstüne attı mı hemen derin bir uykuya dalar.
“Bir yangın görürnür görünmez nöbetci kulenin daha aşağı kısmında bulunan ikinci gurupa ateşi yeri ile bildirir; işi onlara bırakıp gözcülük vazifesine döner. İkinci gurup evvelâ itfâiyeyi haberdar ider. Bunlar belki İngilteredekiler gibi iyi yetişdirilmemişlerdir, fakat cesâret ve gayretlerine hiç diyecek yoktur. Onlar da selâhiyet dâr kimseleri haberdar ider.
“Yangın Kulesinin esas vazifesi budur; fakat bir tabiat âşıkına, yüksekliğinden ötürü yer yüzünde rakibsiz bir zenginlik ve ihtişamda arz ettiği manzaralar dolayısı ile derin hazlar bahşeder. Hemen ayak altında Saray Meydanı, Seraskerlik kapusu, demir parmaklıklı hapishâneler muhafızların çadırları. Duvarların gerisinde Bayazıd Camiin kubbe ve minâreleri görünür. Yanıbaşında Büyük Kapalı Çarşının epeyi uzaklara giden toplu damları. Belki burası bir seyyah için meşhur İstanbul çarşısının büyüklüğü, genişliği hakkında en iyi fikir alınacak bir noktadır.
“Daha uzaklarda - deniz ve sâhilin, dağ ve adanın, koy ve ormanın, ışık ve gölgenin imtidad ve imtizacı - hudutsuz tenevvû, tabiatın en şâşaalı ve en lâtif görünüşlerindeki bu fevkalâde ihtişâmı nabızları durdurur, başı sersemletir; mebhut ve meshur kalan seyyah bu aşk ve güzelliği derin derin içe çeker, kendisini yepyeni bir âlemde sanır.
Diğer tarafda İstanbul şehrinin kısmı âzamı bir harita gibi önüne serilir. Binlerce kubbe ve minârelere bakar, dev-cüsseli çınarlar çalılar kadar ufalmıştır. Koyu renkli serviler öteye beriye dağılmış mezarlıkları gösterir. Her tarafda insan el ve zekâsının eserleri görünür. İnsan kudretinin azametini düşünerek insanî tafâhüre kapılır.
“Pencereden bakınca Marmara Denizi adaları ile, gözün alabildiğine uzanır. Pırıldayan dalgaları, parlak mavi gök altında oynaşır. Ufukda kar taclı, buhar mantolu Olimpos Dağı (Ulu dağ, Keşiş Dağı) görünür. Zengin ve meskûn sâhilleri arasında kıvrılan Boğaziçi, Fırtınalar Denizine (Karadenize) doğru yol gösterir. Diğer bir pencereye geçdiğimiz zaman Halic ayaklarımızın altında uzanır. Üzerinde diğer memleketlerden getirdikleri eşyayı boşaltan veyâ bu memleketin servetlerini yükleyen binlerce yelkenli, her tarafı kara ile çevrilmiş bu limanda emniyet altındadır. Direklerine muhtelif milletlere aid bayraklar sallanır, ve muhtelif milletlere aid diller sanki esen rüzgârla yükselir. Nazarlar biraz daha ileriye atılır ise yer yüzünde eşi bulunmayan kağıdhâne vâdisini çevreleyen tepeler görülür, ve insan oradaki suların, koruların ortasında yazlık sarayın altın kafesli odalarında, yaşmaklı güzellerin arasında bulunduğunu tahayyül ederek kendinden geçer.
“Bu sûretle taslağı çizilen muhteşem ve muhtelif manâzırın bahış edeceği hazlara karşılık sarf olunacak şey, kulenin üçyüz otuz basamağını çıkmakdan ibâret bir yorgunlukdur (Miss Pardo’nun bu rakamı çok mübağalagalıdır; fakat ahşab merdivende bir değişiklik yapılmış olması da muhtemeldir; Abdülmecid devrinde daha tatlı meyilli ve basamakları daha alçak 330 basamak merdivenle çıkılır olması da muhtemeldir). Baş döndürücü yükseklikden büyük ve faal bir şehre, kürenin iki kıt’asını bir gümüş tel ile yekdiğerine birleşdiren Boğaza, derin esrarengîz ve hayallerin hududu olan, koyu, rengîn elvan erguvâniye ile ufukda kaynaşan vâsi denize bakar bakmaz bu yorgunlukdan eser kalmaz”.
Bayazıd Yangın Kulesi İtfâiye Müdürlüğü 1. Grup Amirliğine bağlıdır. Baş memur, ikinci memur, üçüncü memur ve mülâzım unvanları ile dört kişilik bir kadrosu vardır. Bu dört memur ikişer kişi olarak 24 saatlik nöbetle çalışır. Nöbet saatleri kuleden etrafı dürbün ile tarassud etmekle geçer. Belediye tarafından kulede ve dışarda giyilmek üzere ikişer kat elbise verilir; iç kiyâfeti ile dışarı çıkmak, ve dış üniforması ile vazife görmek yasaktır.
Dış kıyafetleri şudur:
Kasketde kırmızı çuha üzerine defne dalı ortasında çaprazlama balta ve merdiven, kolda kırmızı sun’î deri üzerine sarı pirinçden kule işâreti, iki santim altında mavi bezden bir şerit: başmemur 3, ikinci memur 2, üçüncü memur 1 ve mülâzim yarım şerit takar.
1960 yılı Ekim ayında Yangın kulesinin dört kişilik kadrosu, memurların kıdem yılları ve maaşları ile şu idi;
Başmemur: Mehmed Tezbulut (40 senelik) 800 lira
2. Memur: Salâhattin Ergin (36 senelik) 700 lira
3. Memur: Nuri Nurhan (20 senelik) 600 lira.
Mülâzim: Tahsin Atasay (7 senelik) 450 lira.
Kuleye gündüz asılan işâret sepetleri 1 metro boyunda ve 1,5 metro eninde, üzerine kırmızı boyalı tutkal sürülmüş kanaviçeli bir kasnakdan ibârettir.
1930 - 1935 arasında gündüz sepet asma usûlü kaldırıldı; sepetlerden biri itfaiye müzesine kondu. Sepet yerine kırmızı, sarı ve yeşil renkler de üç flama ikaame edildi ki renklerin bildirdiği semtler yukarıda yazılmışdır; hâlen kullanılmakda olan flamalar 1,5X2,5 metro eb’adındadır.
Gece işaretli olarak yakılan fenerlerin eni ve boyu 50 sandimdir.
Kulenin tepesinde otomatik olarak çakup söner ve yangın ile hiç ilgisi olmayan bir de uçaklara tehlike işâreti feneri vardır. Bir semt de yangın çıkar da yangın fenerleri yakılırsa uçaklara işaret feneri yangının devamınca söndürülür.
Fenerlerde ilk zamanlar çıra, sonraları iri yağ mumu kullanılmış olup hâlen elektrik ışığı kullanılmaktadır.
Kule bekcisi Ruscuklu Mehmed Ağa — Bayazıd Yangın kulesinde kırk sene ile hizmet rekoru tesis etmiş bir simadır. 1865 de Ruscukda doğmuş, fakir bir ailenin evlâdı imiş, yirmi yaşına kadar esnaf yanında ayak hizmetleri görmüş; 1885 Şarkî Rumelinin Bulgaristan tarafındah ilhâkı üzerine bulgar ordusunda askere çağırılmış, kaçmış, anavatana sığınmış, pek yoksul bir genç olarak geldiği İstanbulda günde bir çift ekmeğe Bayazıd Yangın Kulesine köşklü yazılmış, vücûdu zinde ve ayakları koşarlı, tab’ı da işine yatkın olduğundan on sekiz sene mahalle aralarında koşmuş, kulede yatup kalkmış, otuz sekiz yaşında köşklülükden kulebekçiliğine terfi etmiş, yirmi iki senede bekcilik etmiş, 1926 yılında 60-61 yaşlarında bu vazifeye devam ediyordu, bu tarihden sonraki hayatı tesbit edilemedi (Aylık mecmuadan).
Bayazıd yangın Kulesi, ilk şekli
(Resim: anonim)
Bayazıd Yangın Kulesi
(Resim: Behçet Cantok)
Yangın kulesinin halk ziyaretine açılması münasebeti ile bir karikatür
(Rıfkı, Aydede Mecmuası);
Yazılar: 1) - Haydi kuleye çıkalım o kadar eğleneceğiz ki...; 2 - Âh, kalbimdeki ateş...,-Sus, yangın kulesindeyiz, nöbetci duyarsa sepet çeker...; 3) Yukarıları daha karanlık ise de şerâreler az çok tenvir ider; 4) - Nasıl, eğlenceli değil miymiş? - Oh.. evet, fakat pek yorucu.
Yangın kulesi katları ve işâretleri
Hikmet Baycu
(Resim: B. Şeren)
Ruscuklu Mehmed Ağa
(Resim: B. Şeren)
Theme
Building
Contributor
Behçet Cantok, Rıfkı, B. Şeren
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM040662
Theme
Building
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Contributor
Behçet Cantok, Rıfkı, B. Şeren
Description
Volume 4, pages 2264-2273
Note
Image: volume 4, pages 2264, 2266, 2267, 2268, 2273
See Also Note
B.: Yangınlar; Tulumbacılar; Yeniçeri Tulumbacıları; Kolluklar; Acemioğlanlar; İtfaiye; B.: Cibâli yangınları; B.: Yeniçeriler; B.: Asâkiri Mansûrei Muhammediye; B.: Eski Saray; B.: Hocapaşa Yangınları; B.: Balyan; B.: Köşklü; B.: Galata Kulesi; İcâdiye Kulesi; Yangınlar; Tulumbacılar; İtfâiye
Theme
Building
Contributor
Behçet Cantok, Rıfkı, B. Şeren
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.