Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
BAYAZID II
Osmanlı pâdişahlarının onuncusu ve İstanbul tahtında oturmuş Türk hükümdarlarının ikincisi; Fatih Sultan Mehmedin büyük oğlu, hicrî 851 (milâdî 1447-1448) de doğdu; anası Gülbahar Hâtun, bir rivâyete görede Dulkadir oğulları hânedanından mükerreme Hâtundur. 1481 de, babasının sefere ggiderken İstanbul yakınında Gebze civârında beklenmeyen esrârengiz ölümü üzerine vâli olarak bulunduğu Amasyadan ılgarla gelerek İstanbul tahtına oturdu (B.: Mehmed II, Fâtih Sultan Mehmed).
Fatih Sultan Mehmedin ölümü ile İkinci Sultan Bayazıd cülûsu arasında on sekiz gün geçdi, bu günler içinde büyük siyasî entrikalar çevrildi, İstanbul kanlı vak’alara sahne oldu.
Fâtihin son sadrazamı Karamanlı Mehmed Paşa Yeniçerilerin nefret ettiği, Amasya vâlisi veliahd şehzâde Sultan Bayazıd için de tehlikeli bir sîmâ idi.
Mehmed Paşa kendi memleketi olan Karamanın vâlisi ve Fâtihin küçük oğlu şahzâde Cem ile sıkı bir dostluk kurmuşdu. Yeniçeriler ve Sadrâzamı sevmeyen devlet erkânı, ki Fâtihin son seferine çıkar iken İstanbul Kaymakamı bıraktığı İshak Paşa bunların başında idi. Karamanî Mehmed Paşaya “müfsid” diyorlardı; haksız da değillerdi.
Fâtih, taht verâseti usûlü ile saltanat nizamını ve devlet teşkilâtını tesbit eden “Âli Osman Kanunnâmesi” ni bu zatın sadaretinde yazdırmıştı.
Bu kanunnâme, Osmanlı hân...
⇓ Read more...
Osmanlı pâdişahlarının onuncusu ve İstanbul tahtında oturmuş Türk hükümdarlarının ikincisi; Fatih Sultan Mehmedin büyük oğlu, hicrî 851 (milâdî 1447-1448) de doğdu; anası Gülbahar Hâtun, bir rivâyete görede Dulkadir oğulları hânedanından mükerreme Hâtundur. 1481 de, babasının sefere ggiderken İstanbul yakınında Gebze civârında beklenmeyen esrârengiz ölümü üzerine vâli olarak bulunduğu Amasyadan ılgarla gelerek İstanbul tahtına oturdu (B.: Mehmed II, Fâtih Sultan Mehmed).
Fatih Sultan Mehmedin ölümü ile İkinci Sultan Bayazıd cülûsu arasında on sekiz gün geçdi, bu günler içinde büyük siyasî entrikalar çevrildi, İstanbul kanlı vak’alara sahne oldu.
Fâtihin son sadrazamı Karamanlı Mehmed Paşa Yeniçerilerin nefret ettiği, Amasya vâlisi veliahd şehzâde Sultan Bayazıd için de tehlikeli bir sîmâ idi.
Mehmed Paşa kendi memleketi olan Karamanın vâlisi ve Fâtihin küçük oğlu şahzâde Cem ile sıkı bir dostluk kurmuşdu. Yeniçeriler ve Sadrâzamı sevmeyen devlet erkânı, ki Fâtihin son seferine çıkar iken İstanbul Kaymakamı bıraktığı İshak Paşa bunların başında idi. Karamanî Mehmed Paşaya “müfsid” diyorlardı; haksız da değillerdi.
Fâtih, taht verâseti usûlü ile saltanat nizamını ve devlet teşkilâtını tesbit eden “Âli Osman Kanunnâmesi” ni bu zatın sadaretinde yazdırmıştı.
Bu kanunnâme, Osmanlı hânedanında Padişahlığın, babadan büyük oğula kalacağını ve Padişahın devlet selâmeti, âlem nizamı için kardeşlerini idam ettirebileceğini söylüyordu. Fakat kanunnâmede, Padişahın şehzâdelerine göndereceği ferman örneğinde Sultan Cem’e hitap edilmişti. Bu da, “Karamanî Mehmed Paşanın fesâdıdır, Padişahımızı iğfâl idüb büyük oğlu Şehzâde Bayazıdı saltanat hakkından da ıskat ettirecektir” diye haklı bir endişeye yol açmıştı.
Fâtihin anî ölümü, Mehmed Paşayı dehşet içinde bırakdı, evvelâ Sultan Cem’e bir mektup yazarak, babasının ölümünü haber verdi ve kendisini süratle İstanbula dâvet etti, mektubu da en sâdık adamlarından biri ile gizlice yola çıkardı. Sonra kendi otağında ordu kumandanlarını toplayarak vak’ayı gizledi:
— Padişahımız mübârek ayaklarından fazlaca muzdaribdir, hekimler hemen hamam lâzımdır dediler, Padişahımızı Üsküdara götürürüm... Orduyu Hümâyunun burada kalub ve bir ferdin ordugâhdan ayrılmayub avdetlerini beklemenizi ferman buyurdular.
Dedi. Nâşi arabaya koydu, Enderun Ağalarının muhafazasında ılgarla Üsküdar yolunu tuttu. Üsküdara varır varmaz, Anadolu yakasında ne kadar kayık ve gemi yarsa, hepsini karşıya geçirtti. Rumeliden Anadolu yakasına en küçük bir deniz nakil vasıtasının geçmesini şiddetle yasak etti.
İstanbul şehrinin zâbıta hizmeti ile Acemi Oğlanları bırakılmıştı, onları da Bakırköy taraflarında bir köprü tâmiri bahanesiyle şehirden çıkarttı ve bütün sur kapılarını kapattı. Fâtihin ölümünü İstanbullulardan da gizlemişti, Gözleri yolda, Sultan Cem’i beklemeğe başladı.
Fakat Mehmed Paşanın nâşi alub ordugâhdan ayrılmasından bir kaç saat sonra asker, büyük Padişahlarının ölümünü öğrendi. O anda otağı hümayunda bulunub da Karamanlı Paşanın telâş ile gaflete düşüb Sultançayırında bıraktığı birkaç kişinin yolunarak anlattıkları sahne, çok müthişti:
— Padişahımızın mübârek ayakları, mutad üzere ağrırdı, sancı ziyade oldu, tabibler geldi, ilâcından âcız oldular, başka tabibler de geldi, ittifak ettiler, ayağından kan aldılar, zahmet ziyâde oldu. şerâb-ı fâriğ (müsekkin, uyku ilâcı) verdiler, Allah rahmetine vardı..
Dediler, Müverrih Derviş Ahmed Âşıkî de, orduda idi, bu sözleri rivâyet olarak değil, kulakları ile duydu.
Tabibler şerbeti kim verdi Hân’e
O han içdi şerâbı kaane kaane
Ciğerin doğradı şerbet o Hânın
Hemin dem zâri itti yâne yâne
Didi niçün bana kıydı tabibler
Boyadılar ciğeri, câni kane
Tabibler Hân’e çok taksirlik itti
Timarları kamu vardı ziyâne
Dua et Âşıkî bu Han hakkında
Ki nûri rahmete cânı boyâne.
Koca Fâtih Sultan Mehmed Han, tabiblerin cehli veya şenî bir suikasd, öldürülmüştü ki, o devrin saray tabibleri Yahudi mühtedisi veya bunların evlâtları idi.
Fakat siyasî durum gösteriyor ki, suikasd ihtimâlinde Karamanî Mehmed Paşanın aslâ eli olamaz, çünkü kendisine itimad etmiş Sultan Mehmedden gayri bütün etrafı can düşmanı idi, tek istinatgâhı Sultan Mehmeddi.
Fâtih Sultan Mehmedin beklenmedik esrarlı ölümü üzerinde dikkatle durulacak nokta, daha sadrâzam Mehmed Paşa nâşi İstanbula getirmeden, ve dolayısiyle büyük şehrin kale kapıları kapanmadan İstanbul kaymakamı İshak Paşanın Fâtihin ölümünden haberdar olması ve Keklik Mustafa adında saray kapıcıbaşlarından mahrem bir adamını, tebdili kıyafetle Anadolu yakasına geçirterek Amasyada bulunan veliahd şehzade Sultan Beyazıdı İstanbula çağırmasıdır. Vak’anüvisler Keklik Mustafa için “bir merdi rüzigâr” diyor, ele geçmemek için caddelere uğramayıp kaçakçı yollarından gittiğini söylüyor. Anlaşılıyor ki, şehzade Bayazıdı dâvet için Amasyaya doğru yola çıkması, başı koltuğa alacak cesaret isteyen tehlikeli bir vazifedir; Karamâni Mehmed Paşanın henüz ortalığa hâkim olduğu zamandır.
Keklik Mustafa Amasyaya selâmetle varmış, Mehmed Paşanın Sultan Ceme yolladığı ulak ise Anadolu Beylerbeyi Sinan Paşa tarafından yakalanarak koynundaki nâme ile beraber Karaman yerine “adem diyârına revan ve bî nâmü nişan” olmuştu.
Acı ölüm haberi yayılınca Gebze civârında Sultançayırı ordugâhı bir anda dağılıvermişti. Yeniçeriler yaya askerdi, büyük kısmı cebrî yürüyüşle Üsküdar yolunu tuttu. Bir kısmı da Pendik, Kartal, Maltepe iskelelerine indiler, oralarda buldukları kayıklara dolarak evvelâ Galataya geldiler. Galata sahilindeki bütün kayık ve gemileri kılıç kuvveti ile kaldırıp Üsküdara yolladılar, Anadolu yakasına yığılmış olan yoldaşlarını İstanbula geçirdiler. Sur kapılarının muhafızları güğremiş Yeniçerilerin karşısında sadrazamın yasağını tutmadı, bütün kapılar açıldı, şehir bir mahşer yerine döndü. Evvelâ sadrazamın sarayı basıldı, Karamânî Mehmed Paşa paramparça edildi, bütün yahudi mahalleleri yağma edildi, bu arada kan da döküldü. İshak Paşa ihtilâle bir kaç saat seyirci kaldı, fakat Mehmed Paşanın katli haberi gelince, İstanbul kaymakamı bir vezire yakışan celâdetle atına binip kıyâmı idare eden zabitlerin karargâhı Yeniçeri kışlasına girdi, onun görünmesiyle de ihtilâl bir anda sona erdi, asker kışlaya girdi. Şehre dellâllar çıkarılarak dehşet içindeki halk teskin edildi. Osmanlı tahtının meşrû vârisi şehzade Sultan Bayazıd İstanbula gelinceye kadar, İstanbul sarayında bulunan oğlu şehzade Korkud babasının vekili olarak tahta oturtuldu.
Yukarıda da söylemişdik, Sultan Bayazıd babasının ölümünden onsekiz gün sonra gelebildi: haberlerin atlı ulaklarla gönderildiği ve en sür’atli vâsıtasının at olduğu bir devir için Amasya’dan gelen yeni pâdişahın geceleri dahi yol aldığı muhakkaktır. Sahibini bekleyen İstanbul tahtına biran evvel oturması lâzımdı. Küçük kardeşi Sultan Cem’in vâli bulunduğu Konya ufukları kara bulutlarla kaplıydı.
İkinci Bayazıd 1481 de otuz dört yaşında idi; uzun boylu, vechen son derecede güzel, buğday ten üstüne koyu kumral saçlı, koyu kumral bıyıklı, sobu yüzünü sünneti seniye üzere kesilmiş bir sakal süslemiş, koyu elâ gözlerinin bakışı temiz ve merdâne, sağ yanağında da bir beni vardı. Hususî olarak sağlam bir medrese tahsili görmüştü, büyük mutasavvıfları da anlayarak okumuştu. Başda matematik, müsbet ilimlerin hayrânı idi; tıb ile, edebiyat ile, tarih ile meşgul ve şairdi. Çatık kaşlar altından hışımla bakar iken bir kat daha güzelleşen bir nevcivana şöyle hitap ediyor.
Dâi zülfinle başa dâim belâ eksik değil,
Hışmı çeşminle dile herdem cefâ eksik değil...
Sonra kendisine dönüyor:
Öldürür gam seni, yâre ne gam, çün her zaman
Bin senin gibi gedâ, Adlî, ana eksik değil...
diyor, Muhakkak ki has mânâsı ile şâirdi.
Bâzusu da sağlamdı, iyi ok atardı mükemmel ata biner, yaman cirid oynardı. Resimden anlar, minyatürden anlar, yazıdan anlar; san’atın ve san’atkârın büyük hâmilerinden bir pâdişâh olacakdı. Hatta Amasya’dan İstanbul’a gelirken, yalnız kendi devrinin değil, asrının büyük yazı üstâdı olacak Amasyalı Şeyh Hamdullahı da beraberinde getirmişti. Hem senli benli konuştuğu yirmi yıllık bir arkadaşı olarak getirmişti.
Sultan Bayazıd’ın bu san’atkârla pek yakın dostluğu şirin bir fıkra ile başlar:
Amasya’da vâli olarak oturan genç şehzâde av meraklısıdır, cins tazıları vardır. Maiyetindeki sipâhilerden biri bir tazı satın alır. Kasabdan da bir okka et alıp Buhârâlı Mustafa Dede adında bir şeyhe gider. Kapuyu şeyhin onbeş yaşındaki Hamdullah açar:
— Babam evde yok, der, hâcetiniz ne idi?
Sipâhi bir saf adam, boynunu büker:
— Şu bir okka eti babana hediye getirdim, dileğim şu taziye bir muska yazdırmaktı, avda şehzâdenin tazılarını geçsin, bir hoşça nam alayım.
Hamdullah:
— Ağam.. der, gam çekme, sen eti ver, muskayı ben de yazarım. babamdan ruhsatım vardır..
Ve muskayı yazar, verir. Birkaç gün sonra da avda sipâhinin tazısı şehzâdenin namlı tazılarını arkada bırakıp avı yakalar. Sultan Bayazıd’ın emri ile köpeği huzuruna getirirler, görürler ki boynunda bir muska sallanmaktadır. Bayazıd emreder, muskayı açıp içindekini okurlar:
Tamah ettim etine
Muska yazdım itine
Tazı geçsin, geçmesin
Kuyruğu sahibinin ...ne.
Bugün İstanbul’da Bayazıd camii şerifinin mihrâbı üzerinde, kubbesinde ve orta kapusunun üzerindeki şaheser yazılar işte bu şeyh Hamdullah’ın yâdigârlarıdır.
İstanbul tahtında otuz iki yıla yakın oturacak olan İkinci Sultan Bayazıd’ın temiz, güzel yüzü kalbinin aynası idi; melek huylu idi. Öylesine ki daha erenler arasına koyacak, ona “Veli” unvanını verecekti. Târih kütüğüne geçmiş vak’adır:
Bir gün Sultan Bayazıd’ın meclisinde bir seyyah Dalmaçya’nın tabiat güzellikleri ile türlü ahvâlinden bahsederken:
— Pâdişahım, der, o diyârın frenk beğinin iki oğulu vardır ki yer yüzünde hüsün ve cemallerinin eşi bulunmaz, cennet kaçkını iki taze civandır..
Sultan Bayazıd:
— Haydi, der, ben dua edeyim, sizler de amin deyin... Ey Ulu Tanrım, bu güzel çocukları küfrün karanlığı içinde bırakma!
İstanbulda bu sesin yükseldiği gün Dalmaçya’daki iki güzel çocuk birer yüğrek ata binerler, baba ocağından kaçarlar, Türk sınırını geçip:
— Bizi İstanbul’a götürün, şerefi islâm ile müşerref olup pâdişahımızın hizmetinde olalım, derler.
Osmanlı târihinin Dulkadiroğlu Ahmed Beyi ile Dalkıdıroğlu Mehmed Paşası bu çocuklardır.
İkinci Sultan Bayazıd’ın devrinde Galatanın arkası kırlıkdır, dalga dalga tepeler meşe ormanları ile kaplıdır. Bir kış günü pâdişah oralarda ava çıkar, lâpa lâpa kar yağmaktadır. Padişah:
— Bana gül kokuları geldi, der.
Maiyetindekiler: “yine bir keramet gösterecek..” derler. Ve hakikatte de bir az sonra meşe ormanının içinde bir kulübeye rastlarlar ki önünde saksı saksı güller kar altında çiçekle donanmış, kulubenin içi bir gül bağçesi hâlinde, Sultan Bayazıd’ı ak sakallı nûranî bir ihtiyar karşılar:
— Pâdişahım, der, seni benim gönlüm çekti, buraya bir mekteb yaptır, içini çocuklar ile doldur, âhir ömrümü onları okutmakla geçireyim, şu güllere o çocuklar bülbül olsun!..
Sultan Bayazıd o meşe ormanının ortasında koğuşları ile, dershânesi ile, aşhânesi ile, hamamı ile büyük mekteb yapdırır, adına “Galata Sarayı” denilir. İşte o günden bu yana, beş yüz yıldanberi orası bir mekteb ola gelmiştir. Memleketimizin büyük irfan müessesesi Galatasarayı Lisesinin temelini atanlar bir Gül Baba ile İkinci Sultan Bayazıd Handır.
İkinci Sultan Bayazıd İstanbulda pek muhteşem karşılandı, Devlet erkânı, şehir âyan ve eşrafı ve asker istikbal için Üsküdara geçmişti. İshak Paşa onyedi gündenberi babasının vekili olarak İstanbul tahtında oturan şehzade Korkudu da alarak üç konak ileri çıkmıştı.
1481 Mayısının yirmibirinci Pazartesi günüydü. Padişâh saltanat kadırgasına bindikten sonra gemiye yol açmak çok güç oldu. Müverrihler: “Üsküdar Boğazı gemi ve kayıkla doldu, deryâ yüzü görünmez oldu, kadirgalar birbirine katılıp kürek küreğe çatıldı” diyor. Sultan Bayazıd siyah mâtem esvabı giymişti, başına da siyah dülbend sarmıştı. Geminin yanaştığı iskeleden sarayın büyük merasim kapısı olan Bâbıhümayuna kadar geçeceği yollarda atının ayakları altına sırma ve ipek nakışlı kumaşlar serilmişti. Bindiği atın alnında da mâtem alâmeti olarak elmaslı bir siyah sorguç vardı.
Bâbihümayun önünde yeniçeri ağası ile ocağın büyük rütbeli zabitleri padişahın üzengisini öperek İstanbulda geçen hâdiseler, bu arada sadrazam Karamanlı Mehmed Paşanın asker elinde katli vak’ası için af edilmelerini rica ettiler:
— Sen sevgili padişahımıza sui kasdi vardı, anı senâyii ahvâlinden katlettik.. dediler ve af dilediler.
Fâtih Sultan Mehmed İstanbula bir Salı günü girmişti. Aziz nâşi de büyük şehrin toprağına Mayısın yirmi ikinci Salı günü verildi.
İstanbul fâtihinin cenaze namazını asrın büyük velîsi ve din âlimi Şeyh Vefâ kıldırdı. Musalla taşından türbeye kadar Sultan Bayazıd da muhterem babasını omuzunda taşıdı.
O cenaze günü idi, İstanbula, şehzade Sultan Cemin Karaman eyâleti askeri ile Bursa üzerine yürüdüğü haberi geldi, Sultan Bayazıd vezirlerden Ayas Paşaya alelâcele bir mikdar askerle Bursayı müdafaaya gönderdi. Fakat Bursada “Yeniçeriler İstanbulda yaptıkları gibi şehri yağma edecekmiş..” şâyiası çıkınca halk Sultan Cem tarafını tuttu ve şehrin kapılarını şehzadeye açtı. Sultan Bayazıdın İstanbul tahtına oturmasından tam bir hafta sonra Sultan Cem de Bursa sarayındaki tahta oturarak kendi adına hutbe okuttu ve padişahlığını ilân etti.
Aralarında oniki yıl gibi haylı açık bir yaş farkı bulunan iki kardeş arasında iki sene sürecek olan mücadele böylece başlamış oldu.
Sultan Cem, asırlar boyunca dillere destan olacak mâcerasının eşiğinde iken yirmi iki yaşında bir delikanlı idi. O da kardeşi gibi sağlam bir tahsil görmüştü, kardeşi ve babası gibi şâirdi; bir gaddar sevgili şânında ne güzel mısrâdır:
Dil helâk eyler, güzel hançer çeker can üstüne!.
Fakat iki kardeşin analarından emdikleri süt ayrı idi (B.: Cem, Sultan).
1481 yılı Haziranının ondördüncü Perşembe günü İstanbula Bursadan üç kişilik bir elçi heyeti geldi. Heyetin başında hânedanın en yaşlı kadını, Bursada oturan Selçuk Sultan bulunuyordu. “Büyük Hala Hâtun” diye anılan Selçuk Sultan Çelebi Hünkâr İkinci Sultan Muradın ablası idi, Yanındakiler de Bursa ulemasından Molla Ayâsi ile Şükrullahoğlu Ahmed Çelebi idi. Cem Sultanın tâlim ettiği Büyük Hala Hâtun elçilik vazifesinde kusur etmedi. Fâtih Sultan Mehmed ölümünden az evvel yazdırttığı aliosman kanunnâmesinde kardeş katlini pâdişahlara bir hak olarak tanımıştı. Cem Sultan bu korku ile ayaklanıp Bursaya gelmişti; ihtiyar kadın:
— Pâdişahım, mümkün değil midir ki, bıraderine husumet etmiyesin, İstanbul ile Rumeli memlekeketlerinde şan ve şevketle saltanat sürüp Anadoluyu Sultan Cem’e ihsan edesin... İki şah birbiri ile cenk ederse ortada mâsum halk kırılır, Sultan Cem de bu saltanat bağında bir tâze fidandır, vücudunu kaldırmak vallah azîm vebaldir..
Diye ağlayarak yalvardı. Bayazıd:
— Ecdadımız bu ülkenin vahdeti yolunda bunca gazalar etmiştir, bu devleti âliosman benim zamanımda parçalanamaz. Cem bu kötü işinin âkibeti ne ise onu görecektir.. dedi. İki ünlü molla sustular, bu sükût Sultan Bayazıd kardeşi Cem üzerine kılıçla yürümede yerden göğe haklı olduğunu kabul etmekti.
Sultan Cemin Bursadaki padişahlığı yirmi üç gün sürdü. Bu saltanatın bugüne kadar kalan hâtırası bir tarafında hicrî “886” tarihi ile “Bursa”, bir tarafında da “Cem ibni Sultan Muhammed Han” yazılı gümüş paralarıdır ki, Osmanlı paraları koleksiyoncuları arasında nâdiren ele geçirilir, son derecede kıymetlidir.
20 Haziran 1481 Çarşamba günü iki kardeş arasındaki Yenişehir ovası muharebesi Sultan Cemin ağır bozgunu ile sona erdi. Cemin 4000 askeri vardı, Bayazıd 20,000 kılıçla gelmişti; Cem, namusunu mansıba satan lalası Aştınoğlu Yâkub Beyin de katmerli ihanetine uğraşmıştı. Bu adam tecrübesiz delikanlıyı evvelâ yenilmesi imkânsız çok üstün bir kuvvetin karşısına çıkardı, sonra seçkin askerleri ile Sultan Bayazıdın tarafına geçti.
Sultan Cem bütün ağırlıkları ve hazinesini muhârebe meydanında bırakarak bir avuç sâdık bendesi ile at sırtına düşüb kaçdı, türlü mihnetle Konyaya geldi, tâkib edildiği için orada da kalamayub Toroslardan aşdı, Osmanlı hududunu geçerek Mısır Sultanlığına sığındı. Hacca gitti, 1482 Mayısı ortalarında Karamoğlu Kasım Beyden aldığı bir dâvet mektubu üzerine tekrar Anadoluya girdi, alelâcele toplanan bir mikdar askerle Konyayı muhasara etti. Fakat Sultan Bayazıdın büyük bir ordu ile yolda olduğu haberi gelince Konyayı bırakıp Ankara üzerine gitti, güney batı, Anadolu Taşeli’ne kaçtı. O sırada Sultan Bayazıddan bir büyük kardeşe yakışan dostâne bir mektup aldı. Padişâh, saltanat dâvası mâcerâsından vaz geçmesini, kendisine, rehaf içinde yaşatacak bir maaş bağlanacağını, Kudüs’e gidip yerleşmesini teklif ediyordu. Cem bu teklifi reddetti, Sultan Bayazıda verdiği cevabda:
Sen pisteri gülde yatarsın şevk ile handan
Ben kül döşenem külheni mihnetde sebep ne?...
diye sordu, Sultan Bayazıd da ikinci mektubunda bunu manzum olarak izah etti:
Çün rûzi ezel kısmet olunmuş bize devlet
Takdire rizâ vermiyesin böyle sebep ne?.
dedi, pek haklı olarak da hacılığını imâ ederek:
Haccül Haremeynim diyüben dâvâ kılursun
Bu saltanatı dünyevîyeye bunca taleb ne?..
Sultan Bayazıdın öncü kuvvetleri Taşeline doğru yürürken Cem; Silifke civarında Çokören adında küçük bir iskelede bulduğu bir gemiye otuz otuzbeş kadar adamı ile can attı ve Anamur açıklarında rastladığı bir Rodos gemisine geçdi ve Rodos şövaliyelerine sığındı, onüç sene sürecek olan hezin frengistan esâreti böyle başladı (B.: Cem, Sultan).
İkinci Sultan Bayazıd kardeşinden sonra oğullarının çıkardığı gâibeler ile de çok uğraşdı. Abdullah, Şehinşah, Ahmed, Âlemşah, Korkud, Mahmud ve Selim adında yedi oğlu olmuştu. Bu yedi oğuldan da sekiz oğlan torunu vardı.
Şehinşahın oğlu Mehmed; Ahmedin Oğulları Murad, Alaeddin, Osman; Âlemşahın oğlu Osman; Muhmudun oğulları Orhan, Emir, Musa; Selimin oğlu Süleyman. Abdullahın çocukları kız doğmuştu. Yalnız Korkud’un çocuğu olmamıştı, galiba hiç evlenmemişdi de. Oğullarından Abdullah, Âlemşah, Mahmud ve Şehinşah babalarından evvel öldüler. Önündeki iki büyüğü ölünce Şehzâde Ahmed tahtın müstakbel sahibi muamelesi görmeğe başladı. Ahmed Amasya, Korkud Magnisa, Selim de Trabzon vâlisi idiler; Sultan Bayazıd Selimin dokuz yaşındaki oğlu Süleymana Bolu sancak beyliğini verince Ahmed:
— Bu oğlanın benim yolumun üzerinde ne işi var?!..
Diye itiraz etti, çocuğu derhal Kefe vâliliği ile Kırıma gönderdiler. Magnisadan İstanbula gelmek Amasyaya nazaran daha kolaydı. Yine Ahmedin arzusu ile şehzâde Korkud da Magnisadan Tekeeli’ne yollandı.
Korkudla Selim büyük kardeşlerinin bu gidişinden kuşkulandılar. Babalarının yerine tahta geçdiği gün âkibetlerinin çok elim olacağını gördüler. Amıcaları Sultanı Cemin hâzin âkibeti önlerinde bir ibret sahnesi olarak duruyordu. Ahmed tahta oturduktan sonra baş kaygusuna düşüb saltanat dâvâsına kalkmak beyhûde olacaktı; bu dâvâyı Sultan Bayazıdın hayatında hal etmek istediler, pâdişâhın ölümünü beklemeden tahtı ele geçirmenin yolunu aramak lâzımdı. Korkudla Selim mektublaşarak gizlice anlaşdılar, taht ikisinden birine nasib olursa, Fâtihin, Aliosmanın kanunnâmesinde kardeş katline cevap veren o meş’um maddeyi unutacak, biribirlerinin hâtırını hoş tutacaklardı. İlk çıban başını 1509 da şehzâde Korkud kopardı. Babasına acı bir lisan ile bir şikâyetnâme gönderdi ve tekrar Magnisaya iadesini istedi; tahsisatı bir misli arttırıldı, fakat istediği red edildi. Çok hassas, çabuk kırılır adamdı, son derecede meyus oldu. Antalya limanına indi, “Bana saltanat gerekmez..” diyerek en yakın adamları ile ve yüze yakın kölesi ile bir gemiye bindi, “Hacca giderim..” diyerek İskenderiyeye doğru yola çıktı. Tekeeli’ni başsız, yüzüstü bırakmış, pâdişah babasından izin almağa lüzum görmemişti. Tam kırk yaşında idi, kemâl çağının başında geniş bilgi sahibi, mahbubdost ve içli bir şâirdi. Dedesinin ölümünde oniki yaşında iken İstanbul tahtında onyedi gün pâdişah vekilliği yapmışdı, saltanatın tadı damağından gitmemişti, tahta kavuşma ümidini kaybedince derin bedbinlik ne yapdığını bilmediği muhakkaktı. Haber İstanbulda hem hayret hem de ciddî bir endişe uyandırdı. Mısırda ancak bir hükümdara yapılabilecek merasimle karşılandı. Mısır sultanı ihtiyar Kansu Gûri şehzâdeye birmânevi baba tavrı aldı bir hacının sâhib olması gereken fâziletlerle hükümdarlık sanatının âslâ bağdaşamayacağını söyledi, bir gün tahta çıkması ihtimâline karşı hacca gitmesine mâni oldu, ve Sultan Beyazıdla bozuşmak istemediğini söyliyerek Korkuddan babasına hitaben bir af dileknâmesi aldı, şehzâdeyi af ettirdikten sonra bir Mısır gemisi ile Antalyaya iade etti.
Şehzâde Korkud meselesi tatlıya bağlanır bağlanmaz 1511 de Şehzâde Selim meselesi çıkdı. Bayazıdın bu en küçük oğlu kendisinin Rumelinde bir vâliliğe naklini istedi, red edildi, o da babasından izin almadan Trabzondan bir gemiye atladı, sekiz, on gemiye de eyâleti askerlerini bindirdi, “oğlumu ziyârete giderim..” diyerek bir kadırga filosu ile Kırımdan, Kefeye kaçdı. İstanbuldan ara bulucu elçiler geldi. Selim:
— Babamla yüz beyüz konuşacağım!
Diyerek her türlü tavassutu red etti. Hem oğlundan hem de Kırım Hanından yardım görerek yine deniz yolu ile ve askerleri ile Karadeniz sahilinde Burgaz civarında bir yerde Rumeline çıkdı ve Edirne üzerine yürüdü. Edirne civarında Akpınar mevkiine konmuşdu ki Sultan Bayazıd da ordusu ile gelerek Çukurçayır’a kondu. Baba oğul pazarlığı cenge tercih ettiler. Merkezi Semendire olmak üzere büyük bir eyâlet teşkil edildi ve vâliliği Şehzâde Selime verildi.
Şehzade Korkud vak’asının çıktığı yıl, 1509’da, Eylûl ayının ondördüncü Cuma günü İstanbulda, tarih kitaplarına “Küçük Kıyâmet” diye geçen müthiş bir zelzele olmuştu. Büyükşehir bir harabezâıa döndü, tarihî surların mühim bir kısmı ile büyüklü küçüklü yüzden fazla cami, bir çok han, hamam, medrese, mektep, üçbine yakın ev yıkıldı, ve 5000 kişi enkaz altında kalarak öldü. Halk bunu bir işareti ilâhiye gibi gördü, babasına âsî evlâd olan Korkuda bir uğursuzluk giydirildi, şehzadelerin hepsinin çocukları olurken onun evlâd sâhibi olmaması da Allahın ona gazabından bilindi. “Meyvasız ağaçtır, ayağını bastığı yerde bet bereket olmaz. Âliosman tahtı onun için değildir” dediler.
Küçük sarsıntılar haftalarca devam etmişti, padişah İstanbulun elim manzarasına tahammül edemiyerek Edirneye gitti, oradan İstanbulun tâmiri için süratli ve esaslı kararlar aldı. Bütün imparatorluktan evbaşına 20 akçe yardım parası, gönüllü olarak çılaşarak 77.000 amele ile 3000 usta toplandı, bu 80.000 işçinin eli çökmüş İstanbulu bir yıl içinde ayağa kaldırdı (B.: küçük kıyâmet).
Sultan Bayazıd İstanbula döner dönmez yeni ve büyük bir tehlike ile karşılaştı. Yıllardan beri Anadoluda şiiliğin sinsi cinsi yayıldığı biliniyordu. İran şâhı hesabına çalışan şii misyonerlerin köy köy dolaşarak nifak tohumu ektikleri Sultan Bayazıd ile devleti erkânının çoktan nazarı dikkatini çekmişti. Fakat ortada bir vaka yoktu, ve Sultan Bayazıd birtakım mâsum halkı şiilik töhmeti ile ezerk bu bozguncu misyonerlere gözdağı verecek hükümdar değildi. Şehzade Korkudun vilâyetini başsız bırakıp Mısıra gitmesi Tekeelinde kızılbaşlarını daha hümmâlı faaliyete geçirdi.
Mısırdan dönen şehzade vilâyetinin isyankâr havasından ürktü. Küçük kardeşi Selimin Kefeye kaçtığı haberi gelince daha fazla duramadı, ve yine babasına sormadan Mağnisaya geldi. Eski vilâyetinin idaresini eline aldı. Korkud Tekelinden çıkar çıkmaz büyük bir kızılbaş kıyamı harlayıverdi. Şah İsmailin Karabıyıkoğlu Hasan adındaki bir halifesi “Şah kulu” ünvanı ile kıyamın başına geçti. Sultan Bayazıd iki oğlunun isyankâr hareketlerinden evvel elini bu tehlike üzerine koydu. Sadrazamı büyük asker ve devlet adamı Hadım Ali Paşayı kızılbaşların amansız tenkiline memur etti. Osmanlı müverrihlerinin haklı olarak “Şeytankulu” dedikleri Hasan, Gökçay Muharebesinde sadrazamın şehadet kanı bahasına ağır darbe ile ezildi. İsyan sahasında dökülen kızılbaş kanı nehir misâli aktı. Halk bu kanın vebâlini de Korkuda yükledi.
İşte bu vakanın tezinedir ki, şehzade Selim Kırımdan Rumeline geçmiş bulunuyordu. Pâdişah altmışüç yaşında idi, saltanattan bıkmıştı. Bütün korkusu ölümü üzerine oğullarının birbirine girecekleri hakikati idi. Selim ile pazarlığa girişmesi bu elîm buhranı önlemek içindi. Niyeti, dâimâ mûti ve sevgili oğlu Ahmedi Amasyadan İstanbula getirmek ve tahtını kendi eliyle ona bıraktı. Kendisi hayatta olduğu için kardeşleri yeni padişaha baş kaldıramayacaklardı; başlarından emin, vilâyetlerinde oturacaklardı, her geçen yıl da Ahmedin yerini takviye edecekti. Muvaffak olamadı. İstanbula gelir gelmez Selimin Semendire yolundan dönüp Edirneyi bir baskın ile zaptettiğini öğrendi, ordusunun başında ters yüzüne Edirneye döndü. Artık yeni uzlaşma imkânı kalmamıştı. Baba oğul Çorlu civarında Uğraş Deresi denilen yerde karşılıklı kılıç çektiler. Selim müthiş bir bozguna uğradı, “Karabulut” adındaki meşhur atının sâyesinde ölümden, en az esâretten kurtuldu, Ahyolu iskelesinde beklettiği donanmasına kaçtı, yola dökülen askerlerinin bir kısmını toplayarak gemilere bindirdi ve tekrar Kırımda Kefeye, oğlunun yanına döndü.
Sultan Bayazıd şehzade Ahmedi artık rahatça tahta oturtabilirdi; İstanbulda topladığı bir saltanat divanında bu arzusunu açığa vurdu. Şehzade Ahmedin İstanbula gelmesi için dâvetnâme yazıldı. Devlet erkânı arasında yekdiğerinin ikbâlini çekemeyenler çoktu, saltanat tebeddülünde mevkiini tehlikede görenlerden biri mağlûb Selim sahneden silindiği için, bu dâveti gizlice ve süratle Korkuda haber verdi. Korkud da tebdili kıyafet ederek ve yalnız üç sâdık bendesi ile gizlice İstanbula geldi. Yeniçeri ocağına iltica etti, bu asker ocağının erkânına parlak vaidlerde bulunarak, çekilmeye karar vermiş babasının yerine tahta oturtulmasına yardım etmelerini istedi. Yeniçeriler mülteci şehzadeye son derecede hürmet gösterdiler, fakat kendi aralarında “Bunun ayağında uğur yoktur, tahta lâyık değildir” dediler, arzusuna uymadılar, “o ki bize sığınmıştır kılına hatâ getirmeyiz, ocağımız himayesindedir” diyerek babasına götürdüler, el öptürüp baba ile oğulu barıştırdılar. Fakat bir meçhul şahıs Sultan Ahmedin taht yolunu kapayıverdi, Nur Ali adında bir kızılbaş tam o sırada şehzade Ahmedin vilâyetinde yeni bir isyan çıkartmış, vilâyet merkezi Amasyanın köy ve kasabaları da dahil Tokad, Niksar ve Şarkî Karahisar bölgesini tamamen ayaklandırmıştı. Şehzade Ahmed ise bu isyanı bastırmaya uğraşacak yerde İstanbul yolunu tutmuş, Maltepeye gelmişti. Yeniçeriler ayaklandı:
— Mademki padişahımız saltanatı bırakmaya niyet etmiştir. tahta lâyık olan şehzade Selimdir, bize şecaatde yektâ kılıç eri yavuz padişah gerektir, şehzade Ahmedin İstanbula girmesini istemeyiz, ve ilââ iş başka renk alır!. dediler.
Sultan Selime “Yavuz” lâkabı işte o gün asker tarafından verilmiş oldu. Yeniçerilerin bu ağır tehdidi taht yolunu Sultan Selime açtı. Ahmed Maltepeden Amasyaya döndürülürken Kefedeki Yavuza süratle İstanbula gelmesi için dâvetnâme gönderildi.
Yavuz Selim Kırımdan İstanbula gelinceye kadar pür silâh ayaklanmış olan Yeniçeriler kışlalarına girmediler; şehrin içinde Yenibağçe çayırında bir açık ordugâh ve bu ordugâkda da şehzade için bir otağa kurdular. O günler için hiç tereddütsüz, İstanbulda kansız bir askerî ihtilâl günleridir diyebiliriz. Sultan Bayazıd ve devlet erkânı askerin nezâreti altına girdi. Büyük şehirde her kesin ağzında Selimin kahramanlık menkibeleri dolaşmağa başladı.
Kefeden süratle İstanbula gelen Sultan Selim Büyük şehirde asker ve halk tarafından pek parlak şekilde karşılandı, hattâ rivâyet edilir ki, kardeşi Korkud da karşılayanlar arasında bulundu. İki kardeş kucaklaşıp öpüşmüşler ve eski ahidlerini tâzelemişler, Selim, “Kardaş, demiş, vilâyetin olan Magnisada safâyı hâtır ile hükûmet et, benden sana ziyan ihtimâli yoktur.”
Sultan Selim doğruca Yenibağçe çayırındaki otağa götürüldü. Yavuz askerin önüne çatık bir yüzle çıktı ve askerle açık, merdâne konuştu:
— Beni pâdişahlığa istediniz! Bilmiş olun ki, ben babama benzemem... Benim devrim din ve devletimizin selâmeti uğrunda cihad devri olacaktır.. Büyük seferlerin ağır yorgunluklarına katlanabilecek iseniz beni padişah yapın!..
Dedi. Asker de:
— Biz dahi seni bu yavuzluğun için padişahımız görmek isteriz!. dedi.
Yavuz Selim İstanbula 1512 yılı Nisanının 19 uncu Pazartesi günü gelmişti. Sarayda asker nezâreti altında bulunan babası ile saltanattan ferâgat şartlarının konuşulması altı gün sürdü. Sultan Bayazıdın üzerinde ısrar ile durduğu tek şartı, Selimin kardeşlerine kıymaması idi. Yavuz: “Nifak yolunda baş kaldırmazlarsa onlara ve evlâtlarına asla dokunmayacağına” yemin etti. Sultan Bayazıda inzivâgâh olarak hangi şehri istediği soruldu, Dimetokayı sevdiğini söyledi. Feragat merasimi 24 Nisan Cumartesi sabahı yapıldı. Asker ve büyük bir halk kitlesi saray meydanında toplandı. Sultan Bayazıd çok yorgun bir yüzle ayak divanına çıktı:
— Oğlum Sultan Selim Hanı yerine padişah nasbettim, Allah mübârek eyliye!. dedi.
Feragatten sonra Sultan Selim saraya gelerek babasının elini öptü. Sultan Bayazıd bir ay kadar İstanbulda kendi adını taşıyan semtte ve sanat şaheseri olan camiinin karşısındaki Eski Sarayda yol hazırlığı gördü. 23 Mayıs Pazar günü araba ile Dimetokaya doğru yola çıktı, fakat seyahatinin üçüncü günü Edirne civarında Söğütlü Derede ânî olarak hastalandı ve öldü.
Bütün müverrihler oğlu Sultan Selim tarafından zehirlendiğinde müttefiktir. Hattâ Sultan Bayazıdın zehirli şerbeti bile içtiğini söyleyenler de vardır; şerbeti içmiş ve Selime gıyaben hitâb ederek:
— Oğul . Kılıcın keskin olsun ama ömrün kısa olsun!. diye beddua etmiş. Sultan Bayazıd Hanın velîliğine inananlar Sultan Selimin ancak dokuz yıl süren kısa saltanatına asla şaşmamışlardır.
Bayazıdı Velî’nin ölümü İstanbulda teessürle karşılandı. Şehirde bir korku havası belirdi. Bu ölümü şehzadelerin felâketi tâkip edeceğini herkes görür gibi oldu. Yavuz Selim babasının cenazesini mâtem esvabı ile şehir dışından karşıladı. Cenaze namazı Fâtih Camiinde kılındı. Bayazıddaki türbesine defnedildi.
İkinci Sultan Bayazıd için babası Fâtih Sultan Mehmed ile oğlu Yavuz Sultan Selim arasında sönük bir simâdır diyenler vardır. Bu hükmü verenler büyük hükümdarları sâdece göz kamaştıran zafer hâleleri içinde görmek isteyenlerdir. Veya memleketinin her sahada kalkınması yolunda çalışanları arayanlardır.
Sultan Bayazıdın tahta oturması ile karşılaştığı Cem gailesi küçümsenir mesele değildir. Bu taht kavgasında Bayazıdın çok ağır basması hükümdarlık şahsiyetinin kıymetini belirtmek için kâfidir.
Sultan Bayazıda otuz yılı aşan saltanatı boyunca parlak zafer fırsatı zuhur etmedi, fakat ecdadı gibi yerinde o da kılıç adamı idi. Cemden kurtulur kurtulmaz Morava seferine çıktı, Hersek ülkesini kat’î olarak ilhak etti; 1484 de ordusunun başında Boğdan’a gitti, Tuna ağzının kilid noktaları, Kili ve Akkirman kaleleri fetholundu. Yunan seferini yaptı. Adriyatik sahilinde İnebahtı ile Moranın müstahkem limanlarından Koron ve Modon alındı. Osmanlı donanması Akdenizde asırlar boyunca bir şöhret olagelmiş Venedik donanmasına karşı ilk büyük deniz zeferini kazandı. Akıncı Bâli Bey Polonya, akıncı Yâkup Bey İstiryaya akınlar yaptı. Saltanatının son yıllarında Tekeelindeki kızılbaş kıyamı kahhar bir darbe ile ezildi, ve nihâyet kendisine karşı kılıç çeken oğlu Sultan Selimi Uğraş Deresi muharebesinde hezimete uğrattı.
Meclis adamı idi, seçkin ulemâ ile en nâzik meseleleri konuşabilecek kültüre sahipti. “Adlî” mahlâsı ile yazdığı şiirlerden bir kısmı edebiyat tarihimizde asrının en güzel eserleri arasına konulabilir:
Göreli ol sanemin kaşlarını yây gözüm
Kaldı cevr oklarına sîne siper vây gözüm
Dimedim mi sana ben bakma ana hây gözüm
Gözüm, ey vây gözüm, vây gözüm, ey vây gözüm..
Dâima cevr kılur ben kuluna şâh nidem
Şebi hicrimde tülû eylemez ol mâh nidem
Gözlerim görmez ise gün yüzünü âh nidem
Gözüm, ey vây gözüm, vây gözüm, ey vây gözüm.
İslâmî güzel sanatlar üzerinde sağlam bilgi sâhibi idi; asrının seçkin hattatları arasında anılır, yazıyı has nedîmi ve dostu Şeyh Hamdullahdan öğrenmiş ve “Tuhfei Hattâtîn” müellifi Müstakimzâdenin söylediğine göre üstâdı ayarında yazılar yazmışdı.
Müstakimzâde eserine şâir “Adlî” den şu beyti almakla bu pâdişâhın şiirdeki kudretini de bilhassa belirtmek istemiştir.
Ey süvâri esbi nâz olan, rikâbı cüne bas
Hüsün meydânı senindir, ayağın merdâne bas!
Bâzı târih yazarları hem sofu olduğunu söylerler; İkinci Sultan Bayazıda bu sıfatı verebilmek için pek insafsız olmak da kâfi değildir, târihin kapkara câhili olmak lâzımdır.
“Küçük kıyamet”den sonra İstanbul imâr edilirken İtalyadan dâhi sanatkâr ve mutaassıb katolik Mikelangelo Buonarroti’yi dâvet etmiş, sanatkârın İstanbulda heykeller yapma şartını dahi kabul etmiş ve Mikolangeloya Papa izin vermiştir.
Babasının aldığı İstanbulu geniş ölçüde imâr etti. “Küçük Kıyâmet” denilecek kadar müthiş bir zelzelenin harâbezâre döndürdüğü Büyük şehri bir yıl içinde yeniden kurdu, hâyatî ve medenî ihtiyacı olan bol suya kavuşturdu. Daha şehzâdeliği zamanında Amasyada bir güzel cami, bir büyük medrese, ve bir sibyan mektebi yaptırmıştı ki, hânedanın hiç bir prensi hâtırasını bu ölçüde hayır eserleri ile tezyin etmesini bilememiştir. Osnmancık kasabası civarında Kızılırmak, Geyve kasabası civarında da Sakarya üzerinde birer büyük köprü yaptırdı. Bugün İstanbul şehrinin göbeğinde en şerefli bir yer onun adını taşımaktadır. Muhteşem camii, karşısında medresesi, az ötede hamamı, beri tarafta imâreti, kervansarayı, mektebi ile Sultan Bayazıd Han külliyesi Türk yapı sanatı tarihinde onbeşinci asrı pek şanlı kapamıştır.
Mahremiyetinde ise iffet ve ismet timsâli idi.
Erenler, evliyâlar fevkalbeşer kudret ve kuvvet sahibi fânîlerdir. İkinci Sultan Bayazıda hâli hayatında iken tebaası tarafından “Vâlî”sıfatının verilmesi, hükümdarlık sanatını pek iyi bildiğini gösterir (Bu yazı R. E. Koçu’nun Osmanlı Pâdişahları adındaki eserinden alınmıştır, Nebioğlu Yayını).
İkinci Sultan Bayazıd
(Resim: Bülend Şeren)
İkinci Sultan Bayazıdın Turası
İkinci Sultan Bayazıdın Kaftanı ve kavuğu Topkapu Sarayı Müzesinde
(Resim: Nezih)
Gülbaba ve çocukları
(Resim: Sabiha Bozcalı)
Theme
Person
Contributor
Bülend Şeren, Nezih, Sabiha Bozcalı
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM040632
Theme
Person
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Contributor
Bülend Şeren, Nezih, Sabiha Bozcalı
Description
Volume 4, pages 2216-2225
Note
Image: volume 4, pages 2216, 2217, 2219
See Also Note
B.: Mehmed II, Fâtih Sultan Mehmed; B.: Cem, Sultan; B.: Cem, Sultan; B.: küçük kıyâmet
Theme
Person
Contributor
Bülend Şeren, Nezih, Sabiha Bozcalı
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.