Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
BASKIN
Eski İstanbulda gizli fuhuş ile mücâdele yolunda evvelâ “Mahalle nâmusu” kıymeti kabul edilmiş, “mahalle nâmusunun korunması” mahallelice müşterek vazife bilinmiş, şübheli evlerin, başda mahalle imamı bulunmak üzere mahalle halkı tarafından basılması da devletçe halkın hakkı olarak tanınmışdı; zabıta kuvveti, târih kaynaklarımıza ve edebî metinlerimize “Baskın” adı ile geçen bu gibi vak’alarda halkın yanında nâzım olarak yer almış, halkın aşırı feverânı karşısında, baskında tutulan zânî ve zâniyelerin hayatını koruyarak zinâ suçunun mahkemeye ve cezânın da kanuna intikaalini temin etmiştir. (B.: Fuhuş; Bekâr nızâmı; Bekâr Odaları; Bekâr Hanları; Koltuk; Yeniçeri Avreti; Mahalle Nâmusu).
Erkek yakalandığı kılık ve kıyafetle, ekseriya don gömlek, yalın ayak, esvabı ve pabucları eline, koltuğuna verilerek kötürülür, teşhir edilirdi. Kadının giyinmesine, hatta ferâcesini giyip yaşmaklanmasına izin verilirdi.
Zenpâreye dayak, salahiyet sâhibi zabıta âmirleri tarafından kollukda veya karakolda atılmış, attırılmıştır.
Baskın veren zâniyeler hakkında verilen cezâ, umumiyetle İstanbuldan sürülmek, çıkarılmak olmuştur. İslâm şeriati, zâniye için ölüm cezasını ancak: “müslüman bir kadının gayri müslim bir erkek ile zînâsı” suçuna koymuş, bu suçdan da, Türk İstanbulun beşyüz senelik tarihi i...
⇓ Read more...
Eski İstanbulda gizli fuhuş ile mücâdele yolunda evvelâ “Mahalle nâmusu” kıymeti kabul edilmiş, “mahalle nâmusunun korunması” mahallelice müşterek vazife bilinmiş, şübheli evlerin, başda mahalle imamı bulunmak üzere mahalle halkı tarafından basılması da devletçe halkın hakkı olarak tanınmışdı; zabıta kuvveti, târih kaynaklarımıza ve edebî metinlerimize “Baskın” adı ile geçen bu gibi vak’alarda halkın yanında nâzım olarak yer almış, halkın aşırı feverânı karşısında, baskında tutulan zânî ve zâniyelerin hayatını koruyarak zinâ suçunun mahkemeye ve cezânın da kanuna intikaalini temin etmiştir. (B.: Fuhuş; Bekâr nızâmı; Bekâr Odaları; Bekâr Hanları; Koltuk; Yeniçeri Avreti; Mahalle Nâmusu).
Erkek yakalandığı kılık ve kıyafetle, ekseriya don gömlek, yalın ayak, esvabı ve pabucları eline, koltuğuna verilerek kötürülür, teşhir edilirdi. Kadının giyinmesine, hatta ferâcesini giyip yaşmaklanmasına izin verilirdi.
Zenpâreye dayak, salahiyet sâhibi zabıta âmirleri tarafından kollukda veya karakolda atılmış, attırılmıştır.
Baskın veren zâniyeler hakkında verilen cezâ, umumiyetle İstanbuldan sürülmek, çıkarılmak olmuştur. İslâm şeriati, zâniye için ölüm cezasını ancak: “müslüman bir kadının gayri müslim bir erkek ile zînâsı” suçuna koymuş, bu suçdan da, Türk İstanbulun beşyüz senelik tarihi içinde yalnız iki kadın îdam olunmuşdur; biri XVII. asırda Dördüncü Sultan Mehmed devrinde ve Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sadâretinde güzel bir bezzaz yahudi genci ile baskın veren emeklı bir yeniçerinin karısıdır; Rumeli Kadıaskeri Beyâzîzâde fetvâsı ile Sultanahmed Meydanında toprağa gömülüp taşa tutulmak sûreti ile öldürülmüştür (B.: Recim Vak’ası; Tunc Ejderhâ Zâniyesi); diğeri de XVIII. asırda Üçüncü Sultan Ahmed devrinde ve Nevşehirli Damad İbrahim Paşa sadâretinde Gümüşendâze denilen dilber bir ermeni oğlanı ile baskın vermiş bir kadındır, gizlice boğulmuş ve cesedi denize atılmıştır (B.: Gümüş endâze).
Fakat unutmamalıdır ki, Osman İmparatorluğunun mutlakiyeti mutlaka ile idare edildiği asırlarda, ayak takımından uygunsuz bilinmiş olanları büyük zâbıta âmirleri idam ettirebilirdi; baskın vermiş, kolluğu boylamış, fakat oradan bir daha çıkamamış, boğulup cesedleri denize atılmış pek çok garib fâhişe, bekâr uşağı garib yiğit vardır.
İstanbulda gizli fuhuş ile mücâdele yolunda mahalle halkının şübheli bir eve baskın yapması, saltanatının son yıllarında evvelâ İkinci Sultan Hamid tarafından yasak edildi. Meşrutiyet de ise bu yasak, İstanbullulara baskını unutturacak kadar dikkatle tâkib edildi; gizli fuhşa karşı mahallelini gözü yerine ahlak zabıtası kaaim oldu.
Aşağıdaki satırlar Sermed Muhtar Alus’un İstanul Ansiklopedisine tevdi ettiği notlardır:
“ “Mahalleye hoppa meşreb, her ne kadar yeni konu komşuya iç yüzünü belli etmemeğe çalışırsa da o zamanki tâbirle uygunsuz takımından olduğu besbelli, şununla bununla gizliden gizliye işi pişiren bir tâze dul, hattâ bazan beraberinde hısım akrâbası geçinen bir iki genç kadın taşınır, etrafa sezdirmemeğe çalışarak alış verişe girişirler. Gece etrafı kollayarak usulcacık içeriye adam alırlar.
“Mahalle kahvesinde ihtiyarlar fiskosu tutturur:
— Tüüü!, yazık be.. bu mahallenin delikanlıları ölmüş de haberimiz yok.. bizim zamanımızda olsaydı evin camını çerçivesini indirir idik, karıları da palas pandıras bu mahalleden dehlerdik.. yahud gözleri dört açar, evi gözetler, zanparalar içerde iken imamı muhtarı zabtiyeyi alır, evi basar, hergelerle kaltakları önümüze katıp karakola dayardık.. bu hâle tahammül edilmez, nur topu gibi kızlarımız, tüysüz tüysüz kız gibi oğullarımız var, onların yüzleri gözleri açılacak!..
“Delikanlılar gayrete gelir, tırıs giderlerden bir ikisi kundura ve yemenileri çıkarıb atar, yalın ayak dışarı fırlar, ceblerine taş doldurmuşlardır, mâhud evin önünü boylarlar, bir, bilemedin iki dakika, evin bütün camını çerçivesini şangır şangır yere indirir, yalın ayakların tabanları yağlı, kaçarlar. Bütün konu komşu pencerelere üşüşür:
— Oh olsun!. kaltaklar taşlandı işte.. İnşallah defolub giderler artık!. diye çeneler açılır.
“İçeridekiler mahalleye rezil ve rüsvay oldu demekdir. Yüzleri pek sıyrık değilse o gece pılıyı pırtıyı toplayub ertesi günden tezi yok mahalleden basup giderler. Bu gibiler esâsen portatif tarzda oturmağa alışkın, eşyaları birkaç yatak, üç dört kap kacak, çanak çömlekden ibâret. Gitdikleri yerde de ergeç başlarına ayni âkibet gelecek. İstanbul içinde dolaşmadıkları mahalle yok..
“Taşlanmaya, dedikoduya metelik vermeyen pişkin yosmalar kılmını kıpırdatmaz, ev sıvırya işler. Herkesin gözü kirişdedir, mahallede iş güç bırakılır, tenhâ virâneden, kafes ardından, çitlenbik ağacının dalından ev göz hapsına alınır.
“Gecenin birinde mâhud evin kafesi, perdesi arkasından bir erkek gölgesi sezilir, nasılsa kuvvetlice kaçırılmış öksürüğü duyulur, yahud zanpara herif kafayı fazlaca çekmiştir, tedbiri medbiri unutup aşka gelmiş, nârayı basmışdır. Gözleyenlere gün doğar.
“Zampara yakalanacak ve karılarla beraber paraları verecek!. Becerikliliğine güvenen hemen seğirdir, sokak kapusunun halkalarına bir sopa sokar, yahud halkaları kuşağı ile bağlar, içerden açılmasın diye. Bir iki kişi de karakola koşar. Önde polis, bekci, imam, muhtar, arkada bir cem’i gafir, kapuya dayanır. Evvelâ İmam Efendi bir iki öksürükle gırtlağını temizler, yere okkalı bir tükürük fırlatdıktan sonra tak tak tak, kapuyu çalar:
— Baksana kızım, biraz aşağıya gelir misiniz?..
“Evde ışıklar sönmüş, ses sedâ kesilmiş, çıt yok. İmam Efendi bu sefer ciddî bir tavırla, mezar başında telkin verdiği misilli, peşindekilere yavaşça sorar:
— Ne buyurulur?.. Yanlış kapu çalmış olmayalım?..
“Suâlin sebebi var, imam olduysa melek değil ya insan, tâze dula bitiklerden, fırsatını bulmuş, içeri girip keyfini sürmüşlerden. İmamın bu sualine atılanlar olur, gölgesini görmüşler, öksürüğünü işitmişler, yanlış kapu olur mu?.. Yemin yemin üstüne:
— Yanlışınız yok.. burası..
“Kapu açıldı, ne âlâ, açılmadı mı, omuzlanarak paldır küldür indirilir, kalabalık içeriye huryâ... dalar.
“Evde kadınların elebaşısı her kim ise, eli bayraklılardandır, eteğini başına çekmiş, boyuna verişdirmede:
— Utanmazlar arlanmazlar!. kadın kadıncık oturanlardan ne istiyorsunuz ayol?.. nâ mahrem yere nasıl giriyorsunuz?.. hepiniz pişman olacaksınız.. bakın size bir ırz namus dâvâsı açalım da başınıza geleceği görün..
“Bu yaygaraya kulak asılmaz, köşe bucak bir bir aranır, taranır.. Ayakyolunun, gusülhânenin, yatak yükünün, gömme Enez küpünün içi bile gözden geçirilir..
“Zampara tahtapoşdan erik ağacına atlayıp bitişik virâneye kapağı atabildiyse ne mutlu.. Hoş orası da boş bırakılmamışdır, kollayanlar bulunur.. Kaçamadı da yakayı ele verdi diyelim, sille, tokat, tekme, yumruk, ayağına pantalonu çekemediyse, don gömlek, baş açık, yalın ayak, pılısını pırtısını koluna verirler, evvelâ karakola, oradan da aynı nîm uryan halde zabtiye nezâretine götürülür, yosma ile meyâneci koca karı ferâcelerini giyerler, zanparanın yanında.. çoluk çocuk da dahil mahalleli peşlerinde, paskalyadaki maskara alayının bir başka türlüsü
“Zampara apiko ise postu kaptırmaz, sansar gibi kaçar, ele geçmez. Erkek yakalanamazsa kadına dokunulamaz.
“Zanparanın tam pişkini ise, azıcık da bazusuna güvendi mi, baskıncıları merdiven başında kendisi karşılar:
— Dışarda kimse kalmasın, hepiniz girin içeri.. Allahın emri ile şu hatunu alıyorum, İmam Efendi, derhal kıy nikâhımızı, muhterem mahalleli, sizde şâhid olun...
“Verilecek cevab var mı? Alayı şapa oturur...”.
İstanbulda eski fuhşu çok iyi bilen, ve hattâ millî kütüphânemize “Fuhşi atik = Eski fuhuş” adı ile çok şirin ve pek kıymetli ölmez bir eser bırakmış olan koca İstanbullu Ahmed Rasim, adı geçen eserinden ayrı “Baskın” serlevhalı bir makaalesinde genclik devrinin zenpârelik yollarını şöyle anlatıyor:
“O zamanlarda zenpârelik, umumhânecilik iki kısma ayrılmışdı. Birine “islâm zenpâreliği” (yani müslüman alüftelerle yapılan âlem), diğerine “karşı taraf hovardalığı” (Galata ve Beyoğlunun gayri müslim fâhışelerine gitme) denilirdi. İslâm zenpâreliği tehlikeli, yâni baskınlı, karşı huvardalık ise liberta idi.
“Gerçi İstanbul tarafındaki Acem, Hürmüz, Kaymaktabağı, Bahri, Mumcu Ahmed veya Zinâyokuşu gibi namlarla şöhret bulmuş umumhânelerde de (Bütün bu isimlere bakınız) o zamanlar Zabtiye Kapusu denilen ınzıbat idâresi kodamanları ile uyuşulduğu takdirde saz bulundurmak, sabahlara kadar oldukça sessiz âlemler yapmak müyesser olur ise de her halde işkilsiz oturulmazdı.
“Şimdi Randevuevi denilen gizli fuhuş yerlerine o zamanlar Koltuk denilirdi, kadın veya erkek herhangi bir şahsın işlettiği koltuklar, gizli evler cidden tehlikeli idi. Buralara girmek için (bu âlemlerin namlılarından) Ârif merhumun dediği gibi:
— İnsanın kendisinden büyük yüreği olmalıydı. Çünkü tükürmeden tutun da darba, cerhe, hattâ katle varıncaya kadar envâi vukuuat haritada yazılı idi. Mahallelerde Gözcü kısmının, - Bıçağım hakkı girerim!. deyüb de giremeyen toy delikanlı takımının tarassudâtı, namuslu bekci, saka, bitişik veya karşı hâne halkının tefehhusâtı, dostunu kaybetmiş belâlı bir herifin taşlama, zorlama, kapu tekmeleme, uzun, sağanaklı nâra atma:
— Ya aç.. ya şimdi tutuşdururum!.
vâdisindeki tehdidâtı velveleler uyandırır, mahalle ihtiyarlarını, kahvehânede imamın başına yığar, bazan o evde zanpara bulunduğuna dâir senedler teati edilir, ondan sonra cemaat, önde civelekler, delibaşılar, kabadayılar, curcunabazlar olduğu halde yola düzelir, gelüb evi basar, avam tâbirâtından olduğu üzere bir çıngar çıkar, bir vâveylâ kopar. Tutulanlarla beraber umumhâneci zabtiyeler, polisler refâkatinde karakol karakol, tâ Bâbızabtiyeye kadar gider, şahsa göre muamele devri olduğu için ya gider gitmez evine döner, ya tevkifhâneye, meriyülhâtır odalarına, polis koğuşlarına verilir, elhâsıl yirmi dört saatden üç güne, bir haftaya kadar kalırlardı. Bunun en dokunaklı tarafı, kefâlet için mahalleye yollanmak idi ki bir nevi teşhir cezâsı demekdi.”
Ahmed Rasim bu makaalesinin alt tarafında şu şirin fıkrayı naklediyor:
“Şemsi Bey nâmında vaktiyle eli ayağı tutar, kuvvet ve cesâreti ile nam kazanmış biri mahallesinde boşalmış bir konağın bekcisi kadın ile her nasılsa uyuşur, dâimâ beraber bulunduğu Behir Bey nâmında kanbur bir arkadaşı ile beraber bu konağa kadınları atarlar, güpe gündüz girmek hesaba gelmediği için geceleyin yatsıya doğru kendi evinde annesinin çarşaflarından birini giyer, kanbura da giydirir, Mesrur nâmındaki siyâhînin eline de bir fener verir, misâfirliğe gider gibi, ayakda takonyalar tıkır tıkır yürüyerek çat kapu:
— Kim o?
— Aç Halime Hanım, biz geldik!.
— Hoş geldiniz, sefâ geldiniz.. buyurun buyurun!...
“İçeri girerler ama kapu bir dürlü kapanmaz. İterler, kilidini, sürgüsünü zorlarlar, hatta kol demirini yoklarlar, kapamak mümkin olmaz. Bir aralık siyâhî mesrur elindeki feneri kapunun kapanacak kanadının altına doğru tutar, bir de bakarlar ki kalın, demir bir sopanın ucu, mıhlanmış gibi duruyor. Etrafdan da koşuşmalar, sesler yaklaşır. Kapu itilir. İmam Efendi, muhtarlar, zabtiye çavuşu, mahalleli girerler, kapu ile binanın taş merdiveni arasına dolarlar. Bekci kadın şaşkın şaşkın sorar:
— İmam Efendi, ne geldiniz?
— Sen bilmiyor musun?!
— Ben ne bileyim?
— İçerde erkek varmış, görmüşler.. (arkaya dönerek) : Gördünüz değil mi? (Ses yok).
— Â ... Â ... Â ... Ây şimdi bayılırım!.. Erkeğin burada ne işi varmış!?
— Bilmem kızım, öyle diyorar.. (Şemsi ile refikini göstererek) bunlar da erkekler için geliyorlarmış...
— Ayol İmam Efendi.. ben onları tanımam, bilmem de.. görmedim de.. onlar geldi, siz de geldiniz.. fakat mâdem ki benden şübhe ediyorsunuz, buyurun girin, erkek değil, kokusunu bulursanız ne yaparsanız yapın!.
Diyerek titreye titreye taşlığın üzerine düşüb bayılınca o tarafa koşan koşana!.
“Şemsi Bey dermiş ki:
— Bizi kadın sandıkları o kadar işimize yaradı ki herkes o tarafa doğru koşunca Kanbura dedim ki: - Arkandaki çarşafı at!. ben de attım. İkimiz birden kalabalığın içine girdik, karışdık. Ben muttasıl soruyor idim:
— Ne var? Ne oldu?..
Mahalleli olduğum için tanıyanlar:
— Bırak Şemsi Bey mübarek gecede bir yanlışlık oldu!.
— Ne gibi?
— Ne gibi olacak, gûyâ gündüz buraya erkekler girmiş imiş, zavallı kadıncağızın nâmusuna...
“Bu aralık uçeride bir vâveylâ kopdu.. meğer bizimkiler odada yapılı yataklara girmişler imiş, mahalleliden bir kaçı ellerinde fener içeri girince ikisi birden avazları çıktığı kadar:
— Hırsız var!. yangın var!.. diye bağrışmağa başlamışlar.
Bu feryad, bâhusus yangın var vâveylâsı bütün mahalleliyi ayaklandırdı. Gecelik entârisi, kürkü, hayderîsi, abası elinde fener gelen gelene.. İmam bağırır, civar evlerden kadınlar, çocuklar haykırışır.. zabtiye çavuşu şaşırmış.. bir kısım ihtiyarlar da:
— Geceleyin bu ne rezâlet!. elin fakir karısından ne istiyorsunuz? şuracığa sığınmış.. dün akşam yiyeceği yok idi de ben gönderdim.. günah değil mi?.. yine o çapkın Aziz mi bu işi çıkardı!?
“Velhâsıl o patırdı, o kargaşalık içinde bizim siyâhî Mesrur kurnaz davranır, çıkardığımız çarşafları koltuklar, eve döner.. Biz de takım tâife konağın kapusundan çıkdık. İş öyle getirdi ki kimse farkına bile varmadı.
“İhtiyarlardan birine Çapkın Aziz yolda dermiş ki:
— Yanlış davrandık!. biz o çarşaflı kadınları kaçırmamalı idik!
O zaman Kanbure Bekir dayanamamış, demiş ki:
— Kaçırmaya idin ne yapacakdın?
— Onları tutar zabtiyeye verirdim...
— Öyleyse gel benim kanburumdan tut!,,”.
Aşağıdaki satırlar da Ahmed Rasimin gençlik yazılarındandır, Mâlûmata yazdığı “Şehir Mektupları”ndan bir parçadır:
“Âşıkaane görüşmeyi severim, o ne tatlı şeydir!. o ne şâirâne sohbettir.! Naz, cilve, işve, girişme, arada bir bûse, vefâdan bahis, cefâdan şikâyet, bazan gıdı gıdı, kahkaha, hande, açılıp serilme, mendil çıkaracağım diye göğüs göstermesi, göz süzmesi, iç çekmesi, yürek urması, geliyorlar diye korkma, ürkme, saklanma, etrafı dinleme, nefes tutukluğu, sînede gümbürtü, gönülde üzüntü, kol kola geziş, ağaç altında oturuş, akşamleyin âh, gece yarısı vâh, seherde eyvâh, kuşlukda illallâh, öğleye doğru mâşâllâh, ikindi zamanı yine gelirim inşallâh!. Baharda Kâğıdhâne, yazın sular, sonbaharda Fener, kışın Bonmarşe.. İşte bunların cümlesi başımdan gelüb geçmişdir de ne kadar tatlı olduğunu bilirim.. Gerçi işin içinde baskın da var. Baskına da bayılırım. Herifler insanın üstüne ejderhâ gibi gelirler. Artık ihtiyarları dinleyin; kadın ise:
— Kızgınlar!..
Erkek ise:
— Edebsizler!. diye tükürürler.
“Lâkin bu hal ekseriyâ ağız sulanmasından imiş. Hele mahalle beylerine fenâ halde canım sıkılır.. Bum!. disen mumdirek olacak veyâ ta aşağı mahalleye kapağı atacak olanları bile bulûğa ermemiş çocuk sedâsı pes sedâ ile:
— Bizim mahallede böyle şey olur muymuş!. enâilere bakın.. ulan karıya bak Ahmed, aynalı be!.. gibi sözlerle iş görmeğe başlarlar”.
Ahmed Rasim “Fuhşi Atik” de de bir kaç baskın sahnesi nakleder; birisi Muzaffer Bey adında bir zendostun mâcerasıdır, bu zât o zamanlar toy bir delikanlı olan istikbâlin büyük muharririne başından geçeni şöyle anlatıyor:
“ Her zaman bizimki ile (bizimki dediği oynaşı olan yosmadır) Hürmüze (Hürmüz namlı randevucu) gideriz, yemek içmek dahil olduğu halde on mecidiye veya iki fransız veririm, rahat rahat eğlenirim, istediğin kadar mastika iç, çorbası, eti, sebzesi, pilâvı, tatlısı mükemmel, temiz yatak, temiz gecelik...
“Geçen hafta Süleyman geldi, mal bulmuş mağribî gibi bana geceliği bir liraya bir ev bulduğunu söyledi, allem etti, kallem etti, zihnime girdi, ertesi akşam oraya gitmeğe karar verdik, saat birde (saatler hep alaturka, ezânî saattir) Yeşiltulumba’da birleşecekdik. Süleyman gündüzün kendisininkini, benimkini bulacak, onlara evi gösterecekdi. Yarım binlik rakı aldım, tam vaktinde Yeşiltulumbaya geldim ki Süleyman gelmiş, beni bekliyor, o da öte beri almış, elinde bir paket, Aksaraya doğru indik, Ağayokuşuna saptık, bir sokağa girdik, çıkdık, karanlıkda göz gözü görmüyor. Süleyman bir kibrit çaktı, parola!. bir daha çakdı, bu da parola!. yürüdüm, kapu açılır açılmaz daldık. Yukarı çıkdık, küçük bir ev... bakla sofa, nuhud odalar, arka tarafdaki odada meclisi kurduk.. bereket versin ki soyunmadık!.. bir kaç dâne parlatdık parlatmadık, sokak tarafından kuvvetlice bir öksürük geldi, ev sâhibesi birden bire bizim odadan içeriye girdi, lâmbayı kısdı. Sükût!.
“Yüreğim oynamağa başladı, aradan beş dakika daha geçdi, bir öksürük daha!. Süleyman sokak tarafındaki odanın penceresinden dışarı bakdı, bir müddet kulak verdi, bize :- Kimse yok, dedi, galiba bir sarhoş!.
“Ben de o odaya girdim, bakdım, bir şeyler göremedim, ama neş’em kaçdı. Nerde Hürmüzdeki serbestlik, nerde bu yürek oynaması!. Birkaç defa içimden çıkub gideyim dedim, bizimkini nasıl bırakırım, racon değil..
“Biz rakının hızı ile yine muhabbete daldık, hatta bir ara usul usul şarkıya bile girdik, Süleymanınki pek iyi oynar, onu oynatıyor idik..
“ Ey sahibesi bir daha telâşla girdi:- Aman lâmbayı kısın, sokakda üç dört kişi geziniyor!. dedi.
“Meclis kulak kesilmişdi, benimkilerde de bir çınlama, bir çınlama!
“Ev sâhibesi tekrar göründü:- Beylar, hanımlar, basılıyoruz!. yukardan beş altı fenerli geliyor, herifin biri de kapunun halkalarına asıldı!. demeğe kalmadı öteki odanın bir iki camı şangur şungur kırıldı. Eyvâh!.
“Dışardan sesler peydâ oldu:
— Âç!.
— Aç ne kelime.. kır!.
— Güm.. güm!..
“Kapuya tekmeler iniyordu. Şangur, şungur!.. Öteki camlardan bir kaçı daha kırılıyordu. Bizimki minderin üstüne düştü, bayıldı. Süleyman sırra kadem basdı. Ev sâhibesi avaz avaz bağırıyor, bekçi de bir başdan sopa vuruyor, Ben şaşırdım. Elim ayağım zangır zangır titriyor. Yirmi yirmibeş kişi kapunun önünde bağırıp çağırıyor:
— Aç kızım aç!. imam efendi.
— Aç diyorum sana, sonra fenâ olacak!. buda polis efendi.
“Kapu gıcırdıyordu, odadan nasıl çıktığımı bilimiyorum, kendimi yandaki odaya attım, fenerlerin ışığı yardım ediyordu, bakdım ki bağçe üzerine bir oda, ön penceresi bir çardak duvar üzerine açılıyor.. Eğildim, hık mık omuzlarımı kurtardım, çardağın beni çekeceğini tahmin ediyordum, süzüldüm, kendi kendime bir daha koltuk mu, tövbeler olsun diyordum.
“Kapu kırıldı. Bir velvele, bir gürültü..
— Yukarıya!.
— Bekçi, sen bağçe kapusunu tut, kaçırma hâ!.
— Ali, Mehmed, Nuri.. yukarıya..
— Feneri getirin!.
— Dur, ilerleme!. belki herifde makina vardır! (makina tabanca, bıçak)
“Çardakdan duvar üstüne geçdim ama bir ayağım çardakda.. ne kadar fenerli varsa içeriye girmişler, sokak zifiri karanlık.. evin içi alan taran..
— Hah.. karılara burada!.
— Ulan biri bayılmış!.
— Aynalı gacaymış be!.
— Nerede iseniz çıkın!. biz bulursak fena ederiz!.
— Yüke bakdın mı?.. tavan arasını arayalım!.
— Merdiven getirin!.
— Davranma!..
“Benim çardağa geçdiğim odaya giriyorlar.. fenerlerin ziyası beni gösterecek.. ne oldu hala bilemiyorum, gûyâ biri beni arkamdan itti.. Nereye düşsem beğenirsiniz? ta bekcinin beyni vâlâsına! Herif:- Ehe! diyerek sopayı atınca tabanları kaldırdı, ben de kendimi toparladım, ben de kaçıyordum hâ!. Sokağın başına gelince hatırıma Hürmüz geldi. Kapuyu açtılar girdim, üç dört fenerli koşa koşa geçdiler:
— Ah hergele ah... kaçdın ha!.
— Ben ona müslüman mahallesinde salyangoz satmasını gösterirdim!.
— Eşşek bekci!. herifi mahalleden atmalı...
diyorlardı”.
Genc Ahmed Rasim ikinci baskın mâcerasını bir Şâdi Beyden dinlemişdir:
“Köprüde Üsküdar Gazinosunda oturuyorduk.. iki genc kadın vapura doğru gittiler.. yanımdaki arkadaşım Lütfi Bey Üsküdarlıdır, bunları gördü, ben de gördüm, güzel şeyler.. Haydi şunları tâkib edelim dedi. Vakit geç dönemem dedim. Bende kalırsın dedi, bel ki de biz onlarda kalırız...
“Vapura binerken onlar da bizi gördü, biri gülümsedi.. yolda vapurun kenarından bakışdık.. Üsküdara çıkdık, biz geriledik, onlar ilerilediler, Balaban tarafından Doğancılara doğru çıkdık. Tenha bir sokakda durdular, yanaşdık, dediler ki:- Bizi uzakdan tâkib edin, saat birde girdiğimiz eve gelin!.
“Sözmü? söz!. Gitdik, gitdik, bir yokuş çıkdık, dir daha çıkdık, sağa döndük yürüdük, tâ Selimiye taraflarında, içinde beş on mezar taşı görünen bir virânenin karşısındaki eve girdiler.. saate bakdık onbir buçuk.. nerede vakit geçirelim?.. Balabana döndük, bir meyhânede ikişer üçer içdik.. yarım oldu.. çıkdık, saat bir.. biz kapu önüne vardık, etraf tenhâ.. girdiğimiz evin bitişiğinde bir ev daha var..
“Güzel bir ev, kısmen deniz de görüyor.. virâneye karşı odada oturduk.. O kadar ıssız yer ki çit yok.. baskın kimin hatırına gelir. Gecelikleri giydik, o odada rakı masasının başına geçdik.. zâten bir az da maya var..
“Aradan bir saat geçdi geçmedi virâneye doğru iki tarafına sallana sallana koyu bir gölgenin gitdiğini, bir şeyler söylediğini arab hizmetci geldi haber verdi. Herif eve en yakın mermerin üzerine oturdu, kalın sesiyle dedi ki:- Bir mâni söylerim anlarlarsa anlarlar...
“Kötü bir makamla çapkın ağzı başladı:
Adam aman, adam aman... para var
Cebimde üç mecidiye on kuruş yüz on para var
Şu benim karşımdaki evde bir çift zanpara var...
dedi ve kalkdı. Birbirimize bakışdık. Ev sâhibesini telâş almıştır,tır tir titriyordu:
— Eyvah nâmusum mahvolacak!.
Lütfi bana dedi ki:
— Biz ne duruyoruz?
— Ne yapalım ?
— Giyinip çıkalım...
“Öteki odaya fırladım, evvelâ fotinleri ayağıma, pantalonu bacağıma çekdim.. Yeleği, ceketi giydim, gömleği, boyunbağını koltuğuma aldım, fesi unutmuşdum, Lütfi söylemese baş açık çıkacakdım...”.
Yine “Fuhşi Atik” de, bir baskın sahnesini de Ahmed Rasimin pek sevgili arkadaşı Fâiz anlatır (Vak’a Sarıyerde geçer) :
“Ben olduğum yerde sızmışım, sonra kadınlar anlatıyor - uyandırmak mümkin olmamış meğer ben uyur iken evi basmışlar, nasıl olmuş bilemiyorum, uykumun arasında tartaklandığımı duyar gibi oldum, biri bağırıyordu:
— Kalk.. haydi bakalım küçük bey!. zanpara bey!.. diyordu. Buna bir başka ses daha:
Aç gözlerini sevdiceğim bahtım uyansın
şarkısını ilâve ediyordu. Başımı kaldıramıyorum ki; nihâyet iki kişi beni kapınca doğrulttular; kendime geldim, bir de ne bakayım, oda hınca hınc dolu. karşımda bir sarıklı, ellerinde fener tutan poturlu bir iki genç, gülüp duruyorlar. Sordum:- Ne var?.. Polis dediki:- Basıldınız?..
Halâ anlayamıyordum. İmam atıldı:- Yidiğin haltın sonu!. zâten uyku beynime sıçramışdı:- Senin yidiğin halt benim kinden büyük!.. diyerek üzerine saldırdım. Polis tuttu:
— Yok ama, eğlenmeyin!.. dedım.
— Eğlendiğimiz yok, alay ediyoruz...
“İmam bunun üzerine ağzını açdı.. çapkınlar, edebsizler, utanmazlar, burasını ne zan ettiniz diye bağırıyordu.
“Bir de evden çıkalım ki!.. bütün Sarıyer ehâlisi iki keçeli durmuş, seyrediyor, çocuğundan tut aksakallısına kadar cümlesi mevcud.
“Önümüzdeki iki kişi gaz tenekesi çalıyor, bir ala alaheydir gidiyor! Arada bir fener yüzüme kadar yükseliyor, bir ala alahey daha!..”.
Bibl.: Ahmed Rasim, Fuhşi atik; Ahmed Rasim, Muharrir bu ya..; Ahmed Rasim, şehir mektupları, IV; S. M. Alus, Not.
Baskın
(Resim: Münif Fehim)
Baskın
(Resim: Münif Fehim)
Theme
Other
Contributor
Münif Fehim
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM040488
Theme
Other
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Contributor
Münif Fehim
Description
Volume 4, pages 2141-2148
Note
Image: volume 4, pages 2144, 2148
See Also Note
B.: Fuhuş; Bekâr nızâmı; Bekâr Odaları; Bekâr Hanları; Koltuk; Yeniçeri Avreti; Mahalle Nâmusu; B.: Recim Vak’ası; Tunc Ejderhâ Zâniyesi; B.: Gümüş endâze
Bibliography Note
Bibl.: Ahmed Rasim, Fuhşi atik; Ahmed Rasim, Muharrir bu ya..; Ahmed Rasim, şehir mektupları, IV; S. M. Alus, Not.
Theme
Other
Contributor
Münif Fehim
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.