Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
BAR, BAR - PAVİYONLAR
Bir Orkestra - Caz’ı ve konsommatris kız ve kadınları bulunan içkili dans ve eğlence yeri olan “bar”’ı Türk Ansiklopedisi şöyle târif ediyor: “Kelimenin aslı İngilizcedir, uzun tahta, tezgâh mânâsınadır; içkilerin servisi tezgâh üzerinde yapılan meyhânelerdir ki tezgâh önünde ayakda, yahud uzun ayaklı yüksek iskemleler üzerinde oturarak içilir; önce İngiltere ve Amerika’da görülmüş, sonra Avrupaya ve nihâyet cihâna yayılmıştır. Barlarda satılan karışık içkiler, kokteyllerdir; bunlar müşterinin önünde özel kaplarda çalkalanıp hazırlanır. Şimdi bâzı barlarda hususiyle Avrupa’da (Bilhassa memleketimizde) karışık olmayan içkiler de satılmakda ve bunlar tezgâh önünden başka küçük localarda, (müstakil masalarda) içilmektedir. Bâzı barlarda sahne dansları. müzik ve variyeteler de vardır”.
Merhum Muzaffer Esen 1946 da İstanbul Ansiklopedisine şu notu tevdi etmiş idi:
“En aşağı tabakada ayak takımının gittiği, balozlar, İstanbul’da ilk kabare Kafeşantanlar Abdülaziz devrinde açılcı. Bu gibi bayağı eğlence ve sefâhet yerleri müdâvimlerini poletika ile uğraşdırmadığı için İkinci Abdülhamidin meclissiz meşrutiyet devrinde, ki târihimizde “istibdad devri” diye anılır, çoğaldılar, gelişdiler; yalnız köprüyü geçemediler. Galata ile Beyoğlunda kaldılar.
“Bu boydan Bar adı altında ilk müessese de...
⇓ Read more...
Bir Orkestra - Caz’ı ve konsommatris kız ve kadınları bulunan içkili dans ve eğlence yeri olan “bar”’ı Türk Ansiklopedisi şöyle târif ediyor: “Kelimenin aslı İngilizcedir, uzun tahta, tezgâh mânâsınadır; içkilerin servisi tezgâh üzerinde yapılan meyhânelerdir ki tezgâh önünde ayakda, yahud uzun ayaklı yüksek iskemleler üzerinde oturarak içilir; önce İngiltere ve Amerika’da görülmüş, sonra Avrupaya ve nihâyet cihâna yayılmıştır. Barlarda satılan karışık içkiler, kokteyllerdir; bunlar müşterinin önünde özel kaplarda çalkalanıp hazırlanır. Şimdi bâzı barlarda hususiyle Avrupa’da (Bilhassa memleketimizde) karışık olmayan içkiler de satılmakda ve bunlar tezgâh önünden başka küçük localarda, (müstakil masalarda) içilmektedir. Bâzı barlarda sahne dansları. müzik ve variyeteler de vardır”.
Merhum Muzaffer Esen 1946 da İstanbul Ansiklopedisine şu notu tevdi etmiş idi:
“En aşağı tabakada ayak takımının gittiği, balozlar, İstanbul’da ilk kabare Kafeşantanlar Abdülaziz devrinde açılcı. Bu gibi bayağı eğlence ve sefâhet yerleri müdâvimlerini poletika ile uğraşdırmadığı için İkinci Abdülhamidin meclissiz meşrutiyet devrinde, ki târihimizde “istibdad devri” diye anılır, çoğaldılar, gelişdiler; yalnız köprüyü geçemediler. Galata ile Beyoğlunda kaldılar.
“Bu boydan Bar adı altında ilk müessese de, târihini kesin olarak tâyin edemiyorum 1918 mütârekesinin imzasından ve İstanbul’un İtilâf Devletleri silâhlı kuvvetleri tarafından işgaalinden sonra açıldı.
“Rusya’da Bolşevik ihtilâli ile yıkılmış olan çarlık müessesesi adına 1918-1919 arasında Ukranyada kızıl orduya karşı son mukaavemeti yapmış olan General Denikin kesin mağlubiyete uğrayınca, ordusunun bakiyesi ve yanına sığınmış rus zâdegânı ve komunist olmayan rus münevverleri ve sanatkârları ile evvelâ İstanbula ilticâ etti.
“İşte İstanbul’un ilk barlarını bu rus mültecileri açdılar ki “Kızıl” damgasını taşıyan bolşevikler karşısında “beyaz ruslar” diye anılırlar. 1 numaralı bar, 1919-1920 arasında Tepebaşında Lehman adında bir rus yahudisi tarafından açıldı, barın adı (Türk imlâsı ile) “Pöti Şan” idi.
“Denikin ile beraber İstanbul’a gelen beyaz rusların büyük eskeriyeti, Çarlık Rusyasının en görgülü, en bilgili tabakasına mensub idiler; İstanbul’a parasız ve aç olarak can atmışlardı (B.: Beyaz Ruslar). İstanbulda ellerinden gelen her hüneri gösterip. her şeyi yapub para kazanacaklar ve yerleşmek üzere Batı Avrupaya, Amerikaya gideceklerdi. Bu arada açdıkları barlar, hakikaten birer kibar sanat mahfili oldular, fuhuş dahi bir nezâhet hissesine büründü, bayağılaşmadı. Bütün kaabiliyetlerini döktüler, müşterilerinin ekseriyetini teşkil eden İngiliz, Fransız, ve İtalyan kıt’aları zâbitanının kendi memleketlerinde dahi görmedikleri barları işlettiler; meselâ adını hatırlamadığım bir barda piyanist ile baş kemânî çarın salon orkestrasındandı, iki güzel konsommatris kız iki küçük grandüşez, bir dilber ayak hizmeti oğlanı, on üç yaşında bir kont idi; kısa bir müddet sonra Batı Avrupa sinema âleminin, cihan ölçüsünde şöhret, iki büyük yıldızı olacak İvan Mujokin ile Olga Çekova bu barlarda çalışan artistlerdendir; birincisi küçük sahne numaraları yaptı, opera aryaları okudu, barın kapalı olduğu saatlerde dans hocalığı yaptı, ikincisi dansöz, şantöz ve konsommatris oldu.”
Yâkub Kadri “Sodom ve Gomore” adındaki meşhur romanında, mütâreke yıllarında itilâf devletlerinin askerî işgaali altındaki İstanbulu anlatır iken bu çalgılı eğlenceli rus lokanta - bar - paviyonlarından “Moskovit”’i, ve bir akşam burada eğlenmeğe gelmiş cinsî sapık bir kaç ingiliz zâbitinin hâlini şöyle anlatıyor :
“... Gerçe vakit pek geç değildi, fakat burada her şey rus usûlüne göre cereyan ettiği için lokantanın her köşesi bir sarhoş yuvası hâline girmişti. Ortada hora tepen ince belli, levend Kafkas delikanlıları, masaların aralarında dolaşan berrak gözlü rus prensesleri, asyâî sefâhetin ve asyâî cûşisin her sesi ile haykıran çılgın bir musiki, yemek esnâsında su yerine içilen votkanın insanı birdenbire kavrayan sinsi ve kancık tesiri, akşamın henüz dokuz buçuğu olmasına rağmen herkesin aklını çokdan başından almışdı.
“... Bu üç ingilizden biri Capitan Marlowe idi, kendi mezhebine sâlik iki arkadaşı ile buraya gelmelerinin yegâne sâiki Moskovit salonunun ortasında her akşam Kafkas rakısları oynayan delikanlı ile buluşmak arzusu idi... Yukarı katda hususî bir oda vardı, her gece saat bire kadar serbest idi; tavanı basık, loş ve kuytu bir köşe idi ve frenklerin şark usûlü dedikleri tarzda döşenmişdi. Her tarafa halılar serpilmişdi, derin ve yumuşak sedirler kurulmuşdu. Bu sedirlerin önünde sedef kakmalı alçacık masalar duruyor ve tavanın muhtelif noktalarından bir takım saçaklı, koyu renkli kandiller sarkıyordu. Hizmetlerine hakiki bir garson memur edilmişdi, İngilizlerden biri: “şampanya, şampanya!..” diye haykırdı, öbürü: “birçok yemiş.. bir yiğin yemiş!.” diyordu. Capitain Marlowe sordu :
— Ey, hani nerde dâvetlimiz!.
Öbürü :
— Gelecek, gelecek!. diye mırıldanıyordu.
“Nihâyet Kafkas delikanlısı mahcub ve ürkek bir tavırla içeriye girdi. Ne için çağırıldığı bilmeyen bir hâli vardı. Bîçâre genç ihtimal ki buraya hususî bir suretde dans etmek için geldiğine zâhibdi, Capitain Marlowe oturmağa dâvet ettiği vakit büsbütün şaşaladı, rusca:
— Ben mi oturacağım?.. diye sordu.
“Ne bir kelime fransızca, ne de bir hafr ingilizce biliyordu. Levend gövdesinin üstünde hemen hiç bir yabancı harsin dokunmadığı hâlis bir gürcü kafası taşıyordu. Kalpağını çıkardıkdan sonra ikinci bir kalpak gibi kıvır kıvır kabaran koyu kumral saçlarının yarıya kadar örtdüğü sert hatlı geniş alnının altından yuvarlak kumlu bir çift yabânî gözleriyle bakıyordu, ve omuzlarından ilikli beyaz keten gömleği, ucu gümüşlü ince kayış kemeri, dizlerine kadar çıkan yumuşak çizmeleri ile bu acâib sefâhet köşesini bir tekmede yıkmağa gelişmiş bir genç şâkîyi andırıyordu.
“Fakat içki hangi rusum hakkından gelmez? Vakta ki ortaya şampanya masası kuruldu, Kafkas delikanlısının dudakları kendiliğinden ıslanmağa başladı. On yaşında bir sabî gibi yanakları çukurlaşarak sırıtıyordu. Capitain Marlowe’nun arkadaşlarından birisi :
— Eğer canınız başka bir şey istiyorsa söyleyin.. dedi.
Rus dansörü :
— Ooo, mersi, mersi, boku mersi!. demekle iktifâ ediyordu ve bir gürbüz çocuk iştihâsı ile masaya yanaşıyordu. Marlowe birkaç lisanın kelimelerini bir araya toplayarak sordu :
— Kaç yaşındasınız?..
Öbürü parmakları ile hesab ederek :
— Yirmi bir !.. dedi.
— Yirmi bir mi?.. hani sakal? hani bıyık?.. yüzünde bir tüy bile yok! ooh, ne güzel bir dev yavrusu!..
“Ve kolunu delikanlının omuzuna attı. Onu üst üste birkaç kadeh birden içmeğe zorladılar.
“Kafkas delikanlısı içdikçe çocuklaşıyordu, saflaşıyordu. Herhangi bir şehvânî ifâdeden muarrâ ağzının beyaz sık ve küçük dişlerini göstererek gülüyordu. İngilizlerden biri:
— Bize bir şarkı söyleyin, rusca bir şarkı!. dedi.
Dansör cevab vermeğe çalışdı:
— Ben bilmem, onu Konuşka çok iyi bilir, Konuşka...
— Bu Konuşka da kimdir?
“Sırıtıyor ve Benimki, benimki demek ister gibi eliyle göğsüne vuruyordu.
— Nişanlın mi, dostun mu, nedir?
“Genç adam yine parmaklarının ucunu hep bir araya toplayıp göğsünün ortasını işaret ediyordu. İngilizler heb bir ağızdan gülüyorlardı:
— Seni gidi çapkın seni!. öyleyse iç bakalım, öyleyse iç!.
“Lâkin delikanlı içdikce Konuşkasını fazla anmaya başlıyordu. Nihayet İngilizlerden biri sinirlendi:
— E.. yeter artık bu Konuşka bahsi!. dedi”.
Yakub Kadrinin çizdiği bu sahne, daha başlangıcında bar-paviyonların iç yüzünü pek güzel gösterir. Karaosmanoğlu “Matu” adını verdiği bu gürcü oğlanı o akşam, dâvetsiz gelen Konuşkasının eliyle sapık ingilizlerin nefis oyuncağı olmaktan kurtarır.
İstanbulda ilk barları, bar-paviyonları açan ruslar kısa bir zaman içinde giyindiler; genç kadın, kız ve körpe deilkanlıları gürcü güzeli Matu gibi şehvet bâzıçesi olmaktan kurtulamadılar, ama yol paralarını ve Avrupada kendilerini hiç olmazsa bir yıl işsiz yaşatabilecek dünyalığı topladılar ve gittiler. Fakat barlarını kapamadılar, tatlı su frenklerinden veya yunanlı yahud rum, ermeni, yahudi azınlıklardan sermâyedarlara sattılar; onlar da Fransadan, İtalyadan, Almanyadan, İspanyadan, Avusturyadan beşinci altıncı sınıf müzisyenler, artistler, konsommatrisler, garsonlar, aşcılar getirttiler, İstanbuldan giden kibar ve münevver rusları aratmamağa çalışdılar, arada, hem seyahat hem de ticâret kasdı ile gelen yüksek sanat topluluklarından, değerli solist sanatkârlardan de faydalandılar, ve muvaffak oldular; İstanbul Barları nezih bir sanat havası altında sefâhet yerleri oldular; kesesi arada bir de olsa böyle bir masrafa izin verebilen bir adam, zevcesini alıp bir gece bir barda huzur içinde eğlenebildi.
“Bar işletme ve bilhassa barlarda çalışma yabancılarla kanun ile yasak edilince barların havası değişiverdi; İstanbulun kenar mahallelerinin güzel fakir Türk kızlarından bar artisti ve konsommatrisi arandı, bulundu, yetiştirildi; aile muhitleri görgüsü, terbiyesi bu kadar açılıp saçılmaya müsâid değildi, pek çabuk fuhuşa sürüklendiler.
“Millî Mücadele yıllarının türlü mahrumiyetlerinden sonra zafer yolundan sulha kavuşan Türkiyede, Anadoludan İstanbulda, muhtelif sebebler arasında eğlenmek için de bir akın başladı. Mayaları asırlar boyunca yoğrulmuş İstanbul külhanbeyleri bıçkınları, Anadolunun yüzy gözü açılmamış toy ve paralı gençleri, bu güzel güzel fakat hepsi kenarın yosması Türk bar kızları ile pek çabık anlaşdılar; eğlence yerine aşk ve alâka girince patronların işi aksadı, barların huzuru, asâyişi bozuldu, rekaabetler, sevilen bir kızdan zor ile taleb edilen mukaabil alâka, kız kardeşinin yahud yakın akrabası bir kızın barda çalışmasını aile nâmusuna leke telakki iden muhafazakâr ve asâbî ve bâzu ile silâh sahibi erkek kardeşler, gençler kavgalara, kanlı hâdiselere sebeb oldular, barlarda cinâyetler işlenmeğe başladı; yerli garsonlar da bar havasına alışık değildi, sığıntı yabancı garsonun müşteri karşısındaki eğilme elâstikiyetine sâhib değildi, fâhiş hesap pusulalarına karşı yumruğunu kullanmakda tereddüd etmediler; her gece olmasa da sık sık nâhoş hâdiseler, sonu cerhe ve hattâ katle istidadlı kavgalar, bu yüzden eşyâ tahribâtı, barın bir müddet için zabıtaca kapatılması, bâzı patronları da müşteri sarhoşluğundan istifâdeye, hırsız garsonların hesap pusulası kabartma suçune iştirâke sürükledi, parayı müşteriden cebren almak, dolayısı ile müşteriye dayak attırmak, karga tulumba kapu dışarı etmek için barlarında bâzûlu, pençeli, vurucu, kırıcı apaş fedâiler besler oldular; ve barlar, aile ile gidilemez, girilemez, huzur emniyet içinde oturulamaz bir eğlence (?) yeri oldu; daha kesin ifâde ile bara gidenler, ya akademik bir tecessüs ile gittiler, mütevâzı istihlâkden istiskal gördüler, hallerine ağlanacak bar kızları ısmarlanan bir “bol” e dudak bükdü, kerhen olduğunu açıkca belirterek bir kere dansa kalkıp yerine çekildi; yahud bir kıza tutkun olarak bara gidildi, ve âkibeti hemen dâimâ husran ve bâzan felâket oldu; bir kısım bar müdâvimleri de alın teri ve göz nuru ile kazanılmamış paraları harcayanlar oldu”.
Zamanımızda barlar ve bar-paviyonlar, türlü gayri meşrû yollardan süratle ve pervâsız cüretin sağladığı kolaylıkla çok büyük servetlere kavuşmuş kimselerin, ve onların sınıf değiştirmiş türedi aileleri tarafından gördüğü rağbet ile mantar tarlası gibi çoğalmışdır. Alın teri ile para kazananlar için buraları birer boğuntu yeri, bu müesseselerin işleticileri nazarında da o bîçâreler soyulacak birer “Hacıağa” olmuşlardır (B.: Hacıağa). Fakat 1950 de meselâ bir vapur iskelesi başında, çorapsız yalın ayağında yarım pabuç, havı dökülmüş, dizleri yırtık ve kıçı yamalı kadife külot pantalonunun paçalarından uzun paçalı amerikan bezi iç donunun bağları sarkan, soluk, yırtık, iri bekâr dikişi ile yamanmış basma mintanını et üstüne giymiş, başında mülevves bir bez kasketle her sabah simid satan karanfil bıyıklı ve yağlı perçemli şehhaz 1955 de lüks otomobilinin direksiyonuna geçtiği zaman, bar ve paviyon, günlük hayatında “yüksek sosyetenin” icablarından eğlence yeri olmuştur. Ana dilini yüz yüz elli kelime ile ancak konuşabilirken, ilk okul diplomasını hakkıyla almış bir çocuk yanlarında bilgin sayılabilirken, bar ve paviyon dillerini ve muaşeretini mükemmelen öğrenmişler, mürebbî terzilerin sâyesinde giyim kuşamda da aksamamışlar, klasik garb müziğine “Saksağanın kuyruğunu” ve Klasik Türk Musikisine de “Sallan yuvarlanı” tercih ederek gülüb eğlenmişler, İstanbulun kenar mahallelerinden mâhud “anne”lerin ve “abla” ların devşirib getirdiği geçim darlığı içinde bunalmış ailelerin güzel güzel küçücük kızları ile, cahil, görgüsüz, âvâre kumrulara benzeyen konsammatrislerile aksamadan ülfet ve muhabbet etmişlerdir; barların, bar paviyonların baş tâcı cömert beyfendileri, bar garsonlarının da senli benli ahbabı ve ayakdaşı olmuşlardır.
Barlar ve pavyonlar hakkında değerli ve vefâkâr muhabirimiz Hakkı Göktürk aşağıdaki notu tevdi etmiştir: “Barlarda bir orkestra-caz, konsommatris (genç kadın, kız) artistler, ve hafif bir variyete vardır. Barlara erkekler yalnız olarak giderler, masalarına dâvet ettikleri konsommatris artistlerle dans ederler. Masa başı sohbetler edebî, akademik olmaktan çok uzaktır, kadın sâdece manasına oturduğu erkeğe müessese hesâbına âzamî masrafı yapdırtmayı düşünür.
“Paviyonlar barlardan bir kademe yüksek yerlerdir, yerli ve yabancı isim yapmış orkestralara, yerli ve yabancı isim yapmış kadın ve erkek şarkıcılara, dansör ve dansözlere rastlanır, gecelik programlarında zengin attraksiyon numaraları vardır. Konsommatrisleri daha görgülü, tecrübelidir, paviyonlara ailece de gidilebilir. Çoğu geceler masalar, tutulmuş, kapatılmış olur. Düğün geceleri için de tamamen veya kısmen tutulurlar.
“İstanbul Belediyesinin koyduğu nızama göre barlar gece 20,30 dan gece 2 ye kadar, paviyonlar da gece 23 den gece 4’e kadar açıkdırlar. Bar sahibleri müesseselerini paviyonlaşdırma gaayesini güder, paviyonculuk barcılıktan muhakkak ki daha verimlidir.
“Birde turistik lüks bar-paviyonlar vardır. Gûyâ en müşkülpesend yabancıları eğlendirecek olan bu yerler gaayesini pek tez kaybetmiş, diğer paviyonlardan tek farkı fiat yüksekliği olan eğlence yeri olmuşlardır.
“Bu işlerde bilgi sahibi olup mâlûmatına müracaat ettiğimiz organizatör Mahmud Tezcan ile “Pavion Bleu” sahibi Mehmed Çinkılıc bize hâlen faaliyetde bulunan altmışa yakın bar-paviyonunun adını vermişlerdir ki alfabe sırası ile şunlardır: (İsimler Türkçe okunuşa göre yazılmıştır).
Arjantin, Baron, Brodvay, Cumhuriyet, Çatı, Çin Bar, Çin Kılıç, Diba, Dişi gel. Efendi, Eyfel, Florida, Florya, Garden, Golf klub, Hacı Baba, Havana, Havay, İnci, İstanbul Paviyonu, Kafe, Kan kan, Kapri, Karmen, Kervansaray, Kibar, Kipkat, Klub X, Kocaeli, Kordon Blö, Küba, Kuzu, Londra, Manhattan, Meksiko, Melodi, Mogambo, Monte Karlo, Miyami, Mulen Ruj, Normandi, Panorama, Paviyon Blö, Pikadelli, Rina, Rita, Salome, Stüdyo, Şato, Şehrâzâd, Şömine, Teksas, Tina, Tuna, Turistik, Vagon Blö, Yeşil Horoz.
Burada isimleri unutulmuş olanlar bulunabilir; bu bar-paviyonlar arasında müstesnâ hususiyetleri ile bu şehir kötüğünde tesbite değeri olanlar kendi isimlerinde yazılacaklardır.
“Şayanı dikkattir ki yukarıda tesbit edilen altmışa yakın ismin büyük çoğunluğu yabancıdır, bilhassa çoğu Amerikan isimleridir. Fakat garibsememek lâzımdır, zira bar- paviyon denilen eğlence müessesesi aslında Türk ictimâî bünyesine yabancıdır.
“Aralarında uygunsuzluk vak’alarına sahne olanları görülür ve bunlar zaman zaman İstanbul ahlâk zâbıtası tarafından kapatılır”. (Temmuz 1960).
Theme
Other
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM040438
Theme
Other
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Description
Volume 4, pages 2106-2110
See Also Note
B.: Beyaz Ruslar; B.: Hacıağa
Theme
Other
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.