Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
BALTA ASMA
Yeniçeri argosunda, bir yeniçeri zorbasının, ayakdaşı-adamı ve yine ocaklı hezele ve hayta gürûhu ile berâber yatağan, bıçak kuvvetine dayanarak haraç almak için herhangi bir işe, mâni olmağa kalkacak olanları ölümle tehdid ederek, cihana meydan okuyup pervâsızca el atması, ve bunu ilân için mensub olduğu yeniçeri ortasının “nişan” denilen alâmeti fârikasını bir levha şeklinde resmettirerek bu levhayı, harac alacağı büyük yapılara, İstanbul limanına ve iskelelerine tüccar malı getirmiş gemilere götürüp asması.
Balta asma zorbalığı, zorbalık yolundaki bu tâbirin yeniçeri argosuna girmesi, Yeniçeri Ocağının bir asker ocağı olmaktan çıkıp haşarat yatağı hâlini aldığı Üçüncü Sultan Selim’in devrinde başlamış, Vaka’i Hayriyeye kadar devam etmiştir.
196 Yeniçeri ortasının kılıç, top, mızrak, balta, gemi çapası, kayık, çadır, minâre, cami, arslan, deve, at, kuş, balık, çiçek, ağaç, merdiven, süpürge gibi güzel, çirkin, münâsebetli, münâsebetsiz bir âlâmeti vardı ki, buna “nişan” derlerdi. (B.: Yeniçeriler) Orta nişanları, kışlalarda koğuş kapılarına, şehir içinde de, hangi orta hangi semtin muhafaza ve inzibatına memur ise, oradaki Yeniçeri kolluğunun kapısına ve orta bayraklarının üzerine nakledilirdi. Nişana uğruna tereddütsüz can fedâ edilecek bir kudsiyet verilmişti.
Son devirlerde ...
⇓ Read more...
Yeniçeri argosunda, bir yeniçeri zorbasının, ayakdaşı-adamı ve yine ocaklı hezele ve hayta gürûhu ile berâber yatağan, bıçak kuvvetine dayanarak haraç almak için herhangi bir işe, mâni olmağa kalkacak olanları ölümle tehdid ederek, cihana meydan okuyup pervâsızca el atması, ve bunu ilân için mensub olduğu yeniçeri ortasının “nişan” denilen alâmeti fârikasını bir levha şeklinde resmettirerek bu levhayı, harac alacağı büyük yapılara, İstanbul limanına ve iskelelerine tüccar malı getirmiş gemilere götürüp asması.
Balta asma zorbalığı, zorbalık yolundaki bu tâbirin yeniçeri argosuna girmesi, Yeniçeri Ocağının bir asker ocağı olmaktan çıkıp haşarat yatağı hâlini aldığı Üçüncü Sultan Selim’in devrinde başlamış, Vaka’i Hayriyeye kadar devam etmiştir.
196 Yeniçeri ortasının kılıç, top, mızrak, balta, gemi çapası, kayık, çadır, minâre, cami, arslan, deve, at, kuş, balık, çiçek, ağaç, merdiven, süpürge gibi güzel, çirkin, münâsebetli, münâsebetsiz bir âlâmeti vardı ki, buna “nişan” derlerdi. (B.: Yeniçeriler) Orta nişanları, kışlalarda koğuş kapılarına, şehir içinde de, hangi orta hangi semtin muhafaza ve inzibatına memur ise, oradaki Yeniçeri kolluğunun kapısına ve orta bayraklarının üzerine nakledilirdi. Nişana uğruna tereddütsüz can fedâ edilecek bir kudsiyet verilmişti.
Son devirlerde Yeniçeriler, Orta nişanlarını bâzû ve baldırlarına da dövme suretile nakşettirir olmuşlardı; kısa diz çağrı giydiklerinden baldır nisanları dâima görünür, tozluk takınır olanları da, kahvelerde oturdukları zaman, ayaklarından pabuclarını çıkarır iken nişan göstermek için baldırlarından da tozluğu atarlardı.
Onyedinci asır ortalarında devşirme kanununun kaldırılması ve ocak kapısının, Yeniçeri olmak isteyen herkese açılmasından sonra, Ocaklı olmanın nüfuzundan istifade kaygısile bütün esnaf, hattâ kayıkçı, hammal, dellâk gibi ayak takımı ve baldırı çıplak serseri, hayta gürûhu bile Yeniçeri yazılmışlardı.
Yukarıda hududunu çizdiğimiz devirde ise, Yeniçerilerin esnaflığı meşru ve edepli bir iş olmaktan çıkarak bir şekavet halini almış, büyük şehir halkını ve tüccarın ırz ehli olanlarını uluorta soymağa başlamışlardı. Yeniçeri kabadayılarının bu yolda icabettikleri en kârlı usul de İstanbul limanına mal ve erzak getiren tüccar gemilerine “Balta asmak” idi. Bâzu ve bıçağına güvenen zorba-kabadayı, üç, beş, hattâ büyüklü küçüklü otuz kırk tekneye kadar geminin burnuna, mensup olduğu ortanın tahtadan yapılmış kocaman bir nişanını mıhlardı; bununla, o geminin kaptan, gemi sahibi ve geminin içindeki malın sahibi olan tüccarın kendi himâyesinde olduğunu ilân etmiş olur, bu himâye karşılığı olarak bu geminin hamulesinden bir arslan payı alırdı.
Her namlı zorba-kabadayının birkaç yüz, eli bıçaklı, vurucu yakıcı adamı, tehlikelı baldırıçıplaklardan mürekkep bir çetesi bulunurdu. Her namlı kabadayının çetesine in vazifesini gören bir de mükemmel kahvehanesi bulunmak âdetti. Pek mükellef yapılıp döşenen bu kahvehanelerin üzerine de bekâr odaları yapılmak adetti. Başkasının baltasını indirip kendi baltasını asmak için, bir zorba-kabadayının, rakibini, hasmını bıçağı altından geçirmek lâzımdı. Yâni bir kabadayı düellosu olurdu. Bu bıçaklı döğüşme bazan iki rakibin çeteleri efradı arasında bir şehir muharebesi halini alırdı. Bu bıçak oyunlarının sahnesi de Galata surlarının dışındaki hendek idi. Bugün en ufak bir izi bile kalmamış olan Galata hendeğinin İstanbul tarihinde çok kanlı hatıraları vardır. (B.: Hendek)
İstanbul limanına gelen yaş meyve ve sebze ise, balta sahipleri tarafından doğrudan doğruya kendi sahalarına indirilir, orada kendi adamlarına dilekleri fiatla sattırılır, gemi ve mal sahiplerine de keyflerine görebir nakliye ücreti verilip hesap çıkarılırdı; Sahhaflar şeyhizâde Esat efendi “Üssü Zafer” adındaki meşhur eserinde kaydeder: Bunlardan biri, bir seferinde Karamürselden meyve gönderen bir adama çıkardığı pusulada” nakliye, kantariye, hammaliye, dükkân kirası vesaire, birçok masraflar kaydettikten sonra mal şukadar noksan çıktı, bu kadarı da çürüyüp atıldı diyerek mal sahibini borçlu çıkarmış, üstelik de para istemişti. Malını verdikten sonra bir de borçlu kaldığını gören adamcağız ne cevap vereceğini şaşırmış, balta sahibi zorba Yeniçerinin hesap puslasını ibret olmak üzere Karamürsel iskelesindeki kahvehanelerden birinin dıvarına asmıştı.
Alemdar Mustafa Paşanın çok kısa sürmüş diktatörlüğünde (B.: Mustafa Paşa, Alemdar), Yeniçeri zorbaları şiddetle tâkib ve başlıcaları îdam edilmiş (B.: Mustafa Ağa, Burunsuz); balta asmak şiddetle yasak edilmiş, tüccar gemilerinin burunlarındaki “Balta”lar, Yeniçeri nişan levhaları indirilip parçalanmıştı.
Yeniçeri zorbaları tarafından balta asılan yerlerden biri de İstanbul içindeki yapılar idi. Müslim ve gayri müslim, zengin veya orta halli; konak yahud evceğiz, bir adam çatı çatmak istedi mi, o semti bıçağı altından geçirmiş Yeniçeri zorbası gelir veya “ırgadbaşı” unvanı altında adamını gönderir, o da yapıya, sapında ve demir sathında zorbanın mensub olduğu Yeniçeri ortasının nişanı bulunan bir balta, keser veyâ küreği yapının kendisince en uygun yerine asardı; “Balta” asıldı mı, yapı sahibi artık yapısına karışamazdı; kereste, çivi, tuğla, kiremit, kireç ve sâire ne lâzımsa balta sahibinin vasıtası ile aldırtır; usta, kalfa, dulger, rendeci, rakkaş, sıvacı, ırgad olarak da balta sahibinin bulup getirdiği adamları kullanmağa mecbur olurdu. Baltayı asan zorba, yapı için gereken şeyleri dilediği yerden narhın üstünde fiat ile alır, amele işçi gündeliği yine narhın üstünde tâyin ider, iki misli gündelikle adam çalışdırır, parayı tam tahsil eder, yerlerine dağıtır, öderken de noksan öder, aradaki büyük fark da zorbalık payını teşkil ederdi.
Yapılardan semtin Yeniçeri kolluğu zâbit ve neferleri de bir hisse alırlardı, bir nevi hava parası olduğu için buna kendi aralarında “Tayyârat” denilirdi; bütün resmi muamelesini tamamlamış olan yapı sahibi kolluğun tayyâret akçesini def’aten ve peşinen vermedikçe, veya haftalık takside bağlamadıkça işe başlayamazdı; kolluk zâbit ve neferleri de eskeriyâ evvelce kararlaştırılan miktardan ziyâdesini koparmağa çalışdıklarından, yapıya baltasını asmış Yeniçeri zorbasının adamlarını işden menetmeğe kalkar, iki takım arasında kavgalar, hattâ bazen kanlı vak’alar olurdu. Cevdet tarihinde bu yüzden çıkmış son derecede şayân dikkat bir vak’a kayıtlıdır:
Hicrî 1233 Kumkapu yangınında Büyük Ermeni Kilisesi de yanmıştı. Kilisenin inşâsına başlandığında mütevelli heyeti balta sahibi bir zorbanın himâyesine sığınmış, işi zorbanın ırgadbaşına bırakmış olduğu halde civardaki Yeniçeri kolluğu zâbit ve neferlerine, ve semtin kahvehâne kabadayılarına da birer mikdar para dağıtarak hatırlarını hoş etmişti. Fakat yapı çok büyük olduğu için para koparmak için gelen gidenin ardı arkası kesilmemişti. Bir gün Kumkapı Kolluğu takımı gelmiş, o akşamki rakı paraları verilemeyecek olursa ameleyi dağıtacaklarını söylemişlerdi. Bu müdahale üzerine ırgadbaşı yapıdaki amele ve rencbere vurun emrini vermiş, kolluklularla büyük bir kavga çıkmış, kavga da derhal mukaateleye dönmüştü; iki tarafdan da ölen, yaralanan olmuş, amele kalabalık olduğu için kolluk Yeniçerileri kaçmağa başlamış kaçar iken bir kolluk neferi can hevli ile civardaki bir kadınlar hamamına dalmış neferin ardından hamamı basan amele ve ırgadlar kolluk neferini hamamın iç halvetinde yakalayarak sürükliye sürükliye dışarı çıkarmışlar ve hamam kapusu önünde katletmişlerdi. Hamam’da çıplak kadınlar pek dehşetli anlar yaşamışlar, düşüb bayılanlar olmuş, bir kaç gebe kadın çocuk düşürmüştü.
Bazan da bir yapı, her hangi bir sebeble, Yeniçeri ocağının büyük ağalarındanbirinin verdiği emir ve asdırdığı balta ile durdurulurdu. Yine müverrih Ahmed Cevdet Paşa, Yeniçerilerin zamanını idrâk etmiş şöhret sahibi yaşlı bir zâtin (Paşa maalesef bu zâtin adını vermiyor). Ağzından şu fıkrayı naklediyor; fıkra son derecede şâyânı dikkattır, Yeniçerileri zorbalikla ittiham edenlerin gurebâya fukaraya karşı takındıkları tavır da zorbacadır; her halde ibretle okunacak, koca bir milletin ictimâî bünyesinde böyle sivilceler koca bir yaranın açıldığı görülecek satırlardır:
“Onbeş onaltı yaşlarında idim. Yeniçerilerin tuğyanı artık tahammül olunmaz derecelere varup bütün halk bunların tahakkümünden bîzâr olmuşlar idi. Hattâ Peykhâne semtinde pederimin bir harab konağı olup tâmiri murad eylediğinde yıkılıp yeniden inşâsına başlanır. Konağın cadde üzerine olan köşesinde Ayşe Kadın nâmında dul bir hâtunun iki odalı harâbe bir hânesi var idi ki onun o halde durması konağın manzarasını çirkinleştireceğini bâzı ehibbâ pederime ihtar eylediklerin pederim Ayşe kadını çağırıp:
— Komşu kadın, senin hânenin bana lüzûmu oldu, kaç kuruş değeri varsa vereyim, bana terk eyle!..
Demesi ile hâtun bin kuruş taleb etti. Pederim râzı olarak:
— Yarın sabah gel de parasını vereyim.. demişti.
Kadın ertesi gün gelüp binbeşyüz kuruş istedi; biraz muhâvereden sonra ona da râzı olup fakat paranın verilmesi daha ertesi güne kaldığından Ayşe kadın üçüncü günü sabahleyin gelerek iki bin kuruşdan aşağı veremiyeceğini ve nihâyet bu mikdara dahi muvafakat olunduğu halde dördüncü günü sabahı yine gelüp üçbin kuruş verilmezse râzı olmayacağını söyledi. Bin kuruş değeri olan bir hâneye hâtunun üçbin kuruş istemesi pederin gücüne gittiğinden Ayşe Hâtun ile münâzaa başlayıp:
— İki bin beşyüze vermezsen ben de hâneni cebren alırım!.
Diye korkutma yollu bâzı sözlerle kadın def idüp tâmîrat ile meşgul olduğu sırada Peykhânede çalışmakda olan boyacı ustalarından ve yeniçeri eşbehlerinden Ahmed Ağa nâmında bir herif konağa gelüb:
— Vâlîdemin hânesini ikibin beşyüz kuruşa cebren alarak yıkacak efendi kim imiş bakayım?!. Çıksın meydana göreyim?!.
Diye asul savurmağa başlayınca peder yanına çağırub lisânı münâsib ile macerayı anlatmak istedikçe herif soğuk tavırlarla huşûmet ider.
— Aman dayı.. hele söz dinle.. iş şöyle başladı, böyle oldu!. denildikçe ustanın hiddeti şiddet bulur.
— Be canım, sen emri Hakka dahi râzı olmaz mısın, işte mahkeme, işte hâkim, haydi gidelim, danişalım, hükûmet ne rey iderse râzı olalım!.
Gibi sözlerle iknâa başlayınca:
— Ben ne hâkim, ne şeriat tanırım, ben Yeniçeriyim benim sözüm sözdür!...
Diye feryada başladıkda herifin had nâsınaslığı pederimin hiddetini tahrik eylediğinden:
— Vay bre edepsiz!. bak etdiği hezeyâna!. ben adama şeriatı böyle tanıtırım!.. diye Ahmed Ağayı mecruh edinceye hizmetkârlara döğdürtür.
O gün öylece vakit geçüb sabah oldukda Konağı inşa etmekde olan dülger ve amelenin hiç birisinden eser görünmez. Ebniye muattal kalır. Sebebi tahkik olundukda “Saka” namı ile mâruf olan Yeniçeri zâbitânından birisi alessabah gelerek işbaşıları çağırup: — Yapı yapdos oldu!. balta asdık!. işlenmeyecek!. demesi ile amelenin dağıldığı haberi alınır. İş bu dereceye geldikde peder Ayşe kadının evini almaktan ve Ahmed Ağayı dâvâ etmekten vaz geçerse de yapıya devam etmenin bir türlü çâresini bulamaz. kendisi Bâbiâli memurlarından olduğu için bir gün âmedi efendiye nakli mâcerâ ile istimdadda bulunur. Âmedî efendi:
— Acâib şey?! Ne diyorsunuz?!..
Gibi bir kaç sözle lakırdıyı kapatır. Efendinin bu vaziyeti bir kayıtsızlık gibi göründüğünden ertesi gün sadâret kethüdâsı efendiye hikâyesi hâl ider, o dahi:
— Aman ne söylüyorsunuz!? bu ne kadar cürettir!. filân diye beyânı tahayyürden sonra sözü çevirir. Pederin ise tedbir ve irâdesi elinden gidip böyle ehemmiyetsiz bir işi sadırazama kadar söylemeyi niyet ederek gidip etrâfile anlatır. Fakat sadrazam hayret ve telâş etmiyerek:
— Ne çare beyfendi, herifler söz dinlemekten kaldı, mülâyemetle bir çâre bulunuz, yorgunluk fâide vermez!.. cevabını verir.
Peder bunu akşama bize hikâye etti. Akrabadan olup orada mevcud bulunan bir zât söze başlayarak:
— Be efendim... işin böyle hâsıl olmayacağını ben size evvel söylemişdim, işi benim reyime bırakınız! diyüb ertesi gün elbiseye müteallik bâzı eşyâi nefîseden boğça tertib ettirib ve bir mikdar para hazırlayıb beni dahi yanına alarak doğruca Yeni Odalar denilen Et Meydanı Kışlasına gittik. Yolda giderken 31 inci Cemaatin ustası olub yine akrabâmızdan bulunan Hüseyin Ağaya müracaatla def’i müşkile çâre bulunacağı söylenmişti. Kışlaya vusûlümüzde, binâlarının manâzırı ve medhalleri insana dehşet verecek cesim bir dâireye girdik, Hüseyin Ağanın odasını bulduk. Kapuda nöbet beklemekde olan karakollukcu ile izin aldıktan sonra huzuruna girdik. Bu Hüseyin Ağa uzunca boylu, köse sakallı, bakışı korkunç, sözü sert ve yüksek fakat dilnüvaz bir adamdı. Refikim boğçayı önüne koyarak pederden arzı selâm ile mâcerâyı anlattı:
— Bu da mahdumudur, siz pek küçük iken görmüşdünüz, belki tanımadınız! diye söze hitam verdi. Hüseyin Ağa hediyeye sevindi:
— Zahmet olmuş.. bu tekellüfe ne hâcet vardı.. onların hizmeti bizimdir!. gibi şeyler söyleyüb:
— Karakollukcu bre!. diye sayha eylediki aklım başımdan gidiyor idi.
Karakollukcu kemâli tâzim ile titreyerek içeri girdikde: “Kahve ve şerbet!.” diye bağırıb bunlar gelüb içildikde:
— Haydi bu efendi ile bu çelebiyi alub filan ortanın ustası ağaya götür, benden selâm idüb yoldaşlardan birkaç erkânsız filan mahalde yapılmakda olan konağa balta asmışlar, indirsinler, orası bizimdir, söyle!. diyerek bizi herife terfik etti.
Birçok dâirelerden ve meydanlardan geçerek diğer bir oda kapusuna daha geldik. Bu sahi evvelki ustanın aynı ve fakat yasdık bıyıklı idi, pek kerihülmanzer bir adamdı. İkram ve iltifata tenezzül etmiyerek dargın bir çehre ile:
— Bizim o konağa kem nazarımız çok idi, ama varın ağa birâderimize dua edin, baltayı aldık!. cevabı ile başından savdu.
Biz teşekkür ile avdette iken evvelki ağaya dahi uğrayarak ona da teşekkür ettik, gelüb pedere işi anlattık. Zavallı adam hayretten hayrete uğradı. Sabahı dar idüb erkenden ve hepimiz birlikde yapılmakda olan konağa geldik. Bizi müteakib kışladan iki saka usta gelüb konağın karşısındaki kahvenin peykesine oturub kahve ve çubuk içdikden sonra dülger kalfası ile ırgadbaşıyı yanlarına çağırarak:
— Şimdi işe başlayın, lâkin dikkat edilecek hâ!. eğer ağacın birisi yanlış kesilir veyâ bir çivi eksik olursa kendinizi yok bilin!. diyerek heriflere bir de tâlimat vererek çıkıb gittiler. Konak da yapılıb bitti ve Ayşe kadının evi bin beşyüz kuruşa alındı”.
“Mecellei Umuri Belediye” müellifi Osman Nuri Ergin bu mühim eserinde “balta” meselesini azıcık farklı olarak naklediyor:
“Eski büyük yapılarda battal meşe keresteleri kullanılırdı, yerli çiviler de çok büyükdü; bu keresteleri yontmak ve bu çivileri kerestelere çakmak için dülgerler keser yerine balta kullanırlardı. Yeniçeri zorbaları yapı sahibinden istedikleri parayı koparamayınca dülgerlerin elinden baltayı alır ve yapıda bir çiviye asardı, bu, inşaatı durdurmak mânâsına idi, ve zimmen: — Haddin varsa baltayı al, tekrar işe başla!. demekdi. O devirde asılan baltayı yerinden alıb işe başlamak da her babayiğitin kârı değildi”.
Şurasını ehemmiyetle belirtmek isteriz ki yeniçeri argosunda harac almak için zorba elini temsil eden “Balta” dâimâ binnefis balta olmamışdır, üzerinde yeniçeri zorbasının mensub olduğu yeniçeri ortasının alâmeti fârikası, nişanı bulunan herhangi bir şey “balta” dır. Haracı alınmayan yapıları durdurmak için üzerinde bir orta nişanı bulunan bir tahta parçasını asmak dahi kâfi idi. Bütün kıymet asılan şeyde değil, o ne olursa olsun, üstündeki yeniçeri nişanında, ve o yeniçeri ortasından sivrilmiş zorbanın bıçağı kuvvetinde idi.
Bir yeniçeri civeleğini, kayıkcı, fırın hızmetkârı bekâr uşağı güzel bir genci, herhangi bir işle meşgul ayak takımından dilber bir delikanlıyı, nâzenîn takımından bir hanımı, bir fâhişeyi himâye iden ve arkadaşlığını inhisarına alan bir yeniçeri zorbası o nigâr veya mahbûba üzerinde ortasının nişanı resmedilmiş bir çevre, bir baş dülbendi, bir peşkir, bir yelpâze, kabzası nişanlı bir hançer verirdi, bunların hepsi birer “balta” idi, omuzunda hâmisi zorbasının çevre baltası ile dolaşan hattâ uygunsuz gürûhundan bir gence, elinde balta yelpâzesi bulunan bir âşifteye yan gözle dahi bakılamazdı: “Çocukda falan ağanın baltası vardır”, “Yosma avrettir, ammâ baltalıdır” denilirdi (B.: Balta verme)
Bu yeniçeri argosu deyimi Hâtem nefis bir mısrâ ile şiir diline sokulmuştur.
Balta asmış mehi nev gârehi gerdûne
Muasır türk şiirinde de Riza Tevfik pek güzel kullanmıştır:
Haksızlık ölümdür, hak yaşamaktır
Sürünüp yaşayan millet alçaktır
Gözünü aç oğul, düşman allâktır
Devletli kapuya balta asmasun!
Theme
Folklore
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM040391
Theme
Folklore
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Description
Volume 4, pages 2067-2071
See Also Note
B.: Yeniçeriler; B.: Hendek; B.: Mustafa Paşa, Alemdar; B.: Mustafa Ağa, Burunsuz; B.: Balta verme
Theme
Folklore
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.