Maddeler
İstanbul Ansiklopedisi'nin A harfinden Z harfine tüm maddelerini bir arada inceleyin.
Ciltler
1944 ile 1973 yılları arasında A harfinden G harfine kadar yayımlanmış olan ciltlere göz atın.
Arşiv
Reşad Ekrem Koçu'nun, G ve Z harfleri arasındaki maddelerle ilgili çalışmalarını keşfedin.
Keşfet
Temalar veya belge türlerine göre arama yapın; ilk kez erişime açılan arşiv belgeleri arasında gezinin.
BÂKİ
Mahmud Abdülbaki Efendi, Türk Divan Edebiyatının yaşadığı asrı temsil eden en büyük sîmalarından biri, hicrî 933 ve Milâdî 1526 da İstanbulun Fâtih semtindeki mahallelerinden birinde doğdu; babası Fâtih Câmii müezzinlerindendi, bu adı unutulmuş müezzinin 1565 yılında Hicaza gittiği ve orada vefât ettiği “Şekaaik Zeyli” nde yazılıdır. Bâki babası öldüğü sırada kırk yaşlarında ve İstanbulda Muradpaşa Medresesi müderrisi bulunuyordu.
Müezzin Efendi fakirce bir adam olduğu için oğlunu bir saraç yanına çıraklığa vermişti. Saraçlar Çarşısı ve İstanbulun tarih kütüklerinde ehemmiyetle bahsedilen meşhur Saraçhanesi, zamanımızda dahi “Saraçhanebaşı” diye anılan yerde, bugün Acmcazâde Hüseyin Paşa Külliyesinin önünden geçen sokak üstünde ve bu külliyenin karşısına rastlıyan sahada idi. Mahallelerine yakın olmak gerekir; bu dükkân - imalâthanelerden birine ne kadar devam ettiği bilinmiyor, fakat saraç çıraklığında 8 - 11 yaş arasındaki çocukluğunun geçtiği tahmin olunabilir. Tahsil hayatına, çocuktaki okuma aşkını takdir eden ustasının izniyle Fâtih Câmiinde, yalın ayak yarım pabuç, câmi derslerine devam ile başladığı da söylenebilir.
Bâki’nin hayatından bahseden eski kaynakların hepsi, büyük şairin ulemadan Karamanlı Mehmed Efendinin tavsiyesi ile — ve belki de himayesi ile — medreseye gir...
⇓ Devamını okuyunuz...
Mahmud Abdülbaki Efendi, Türk Divan Edebiyatının yaşadığı asrı temsil eden en büyük sîmalarından biri, hicrî 933 ve Milâdî 1526 da İstanbulun Fâtih semtindeki mahallelerinden birinde doğdu; babası Fâtih Câmii müezzinlerindendi, bu adı unutulmuş müezzinin 1565 yılında Hicaza gittiği ve orada vefât ettiği “Şekaaik Zeyli” nde yazılıdır. Bâki babası öldüğü sırada kırk yaşlarında ve İstanbulda Muradpaşa Medresesi müderrisi bulunuyordu.
Müezzin Efendi fakirce bir adam olduğu için oğlunu bir saraç yanına çıraklığa vermişti. Saraçlar Çarşısı ve İstanbulun tarih kütüklerinde ehemmiyetle bahsedilen meşhur Saraçhanesi, zamanımızda dahi “Saraçhanebaşı” diye anılan yerde, bugün Acmcazâde Hüseyin Paşa Külliyesinin önünden geçen sokak üstünde ve bu külliyenin karşısına rastlıyan sahada idi. Mahallelerine yakın olmak gerekir; bu dükkân - imalâthanelerden birine ne kadar devam ettiği bilinmiyor, fakat saraç çıraklığında 8 - 11 yaş arasındaki çocukluğunun geçtiği tahmin olunabilir. Tahsil hayatına, çocuktaki okuma aşkını takdir eden ustasının izniyle Fâtih Câmiinde, yalın ayak yarım pabuç, câmi derslerine devam ile başladığı da söylenebilir.
Bâki’nin hayatından bahseden eski kaynakların hepsi, büyük şairin ulemadan Karamanlı Mehmed Efendinin tavsiyesi ile — ve belki de himayesi ile — medreseye girdiğini yazmaktadır; fakat hangi tarihte ve hangi medreseye girdiği de bilinmiyor. “Sahn” Medresesine devam ettiği sıralardadır ki şiir ve edebiyat ile uğraşmağa başladı, 18-20 yaşlarında Büyükşehrin edebî muhitlerinde seçkin bir şâir olarak tanındı. O devrin tanınmış şiir üstadı ihtiyar Zâti, genç Bâkiyi ilk ve çok takdir edenlerden biri oldu; Bâki (H. 962) 1554 de Nachcivan seferinden dönen Kanunî Sultan Süleymana bir kaside sunarak büyük Pâdişahın iltifatına mahzar olduğu zaman yirmi sekiz yaşında bulunuyordu.
Zamanının ilim otoritelerinden biri olan Kadızâde Efendiden ders almış, Üstadının itimad ve muhabbetini kazanmıştı, Kadızâde (H. 963) 1555 de Haleb kadısı olunca Bâkiyi de götürdü, şâir Haleb Mahkemesinde üstadına nâiblik etti.
Halebden dönüşünde Konyaya geldiği sırada Şam Kadısı Ebussuudzâde Mehmed Çelebiye rastladı, ona bir kaside sundu ve fevkalâde takdirini celbetti. İstanbula döndükten sonra (Hicrî 969) 1561 de Şeyhislâm Ebussuud Efendinin himayesi sayesinde Müderrislik hayatına başladı.
Şiir ve san’attan çok iyi anlıyan Kanunî Sultan Süleyman Bâki’yi devrinin en kıymetli şâiri telâkki ettiği için himayei şâhânesine aldı ve her fırsatta iltifat ve ihsanlarda bulundu; (H. 971). 1563 de Silivride Pirî Paşa Medresesi müderrisliğine tayin edilip ertesi yıl (M. 1564 = H. 972) İstanbulda Muradpaşa Medresesine nakledilen Bâki (Hicrî 973) 1565 de Hicazda babasını, Zigetvarda haşmetli hâmisi Sultan Suleymanı kaybetti. Otuz dokuz yaşında bulunan şair coşkun samimî teessürü içinde bu büyük hükümdar şânında yazdığı yedi bendlik mersiyesi ile Divan Edebiyatımızın âbidevî eserlerinden birini meydana getirmiş oldu (B. : SüleymanII, Kanunî Sultan Süleyman); ölen efendisine karşı derin bağlılığını gösteren bu mersiye, ayni zamanda yeni hükümdara yaklaşmasını da kolaylaşdırdı; mersiyenin yedinci ve sonuncu bendi İkinci Sultan Selimi medih yolunda yazacağı kasidelere bir başlangıç idi :
Berbâd kıldı tahtı Süleymânı rûzigâr
Sultan Selim Hânı Skender serîri gör
Vardı pelengi kûhi vegaa hâbı râhate
Kühsârı Kibriyâda duran nerre şîri gör
Cevelâna gitti ravzaya tâcâsi bâği Kuds
Ferri hümâyi evci saadetmesîri gör
Ata sözünde “Kurbi sultan, âteşi sûzan” dır, fakat o devirler için refah yolu serîri saltanatın önünden geçmektedir, Bâki de şâirler kafilesinden ayrılmadı, yeni Pâdişaha kasîdeler sunmağa başladı.
(H. 977) 1569 da İstanbulda Mahmudpaşa Medresesine, (H. 979) 1571 de Eyyub Medresesine müderris tayin olundu; (H. 981) 1573 de Shan Müderrisi oldu; Üçüncü Sultan Muradın cülûsundan sonra da (H. 983) 1575 de Süleymaniye Medresesi Müderrisi oldu; artık ilmiye mesleğinde ara sıra hükümdarın meclislerine dâvet şerefine nail olacak mevkie yükselmiş oluyordu.
Büyük şâirin ikbalini çekemiyenler çoktu; Üçüncü Sultan Muradın cülûsu başlarında türlü tezvirler ile Pâdişahın gözünden düşürüldü, Padişah Bâki’nin azil ve nefyini irade etti; Padişah yanında şairin hâmileri de vardı, müderrislikten azledilen şâiri sürgüne gitmekten güçlükle kurtardılar.
(H. 984) 1576 da Edirnede Selimiye Müderrisi, (H. 987) 1579 da Mekke ve ertesi yıl Medine Kadısı tayin edildi. (H. 989) 1581 de azledilerek İstanbula geldi, hakkında yanıldığını anlıyan Pâdişahın teveccühünü kazanmaya muvaffak oldu, (H. 992) 1584 de İstanbul Kadısı, (H. 994) 1586 da Anadolu Kadıaskeri oldu; bir müddet açıkda kaldıktan sonra (H. 1000) 1592 de Rumeli Kadıaskeri tayin edildi. Artık ilmiye mesleğinin son basamağında idi; Altmış altı yaşında idi, Rumeli Kadıaskerliğinden sonra hakkı Şeyhülislâmlık, fetva makamıydı; muasırları ittifak ile şâirin bu makamı daima özlediğini söylerler; Rumeli Kadıaskerliğine çıkmış akranı arasında Şeyhülislâmlığa elayak olduğunda da müttefiktirler; fakat özlediği makama getirilmedi, tekaüd edildi. Şöhret ve servet sahibiydi, Şeyhülislâmlık onun için yalnız bir şeref dâvasıydı, tekaüdlük ağır bir darbe oldu. (H. 1003) 1595 de Üçüncü Muradın ölümü ve Üçüncü Sultan Mehmedin Cülûsu Şâire yeni bir ümid ışığı oldu; Şeyhülislâmlık yoluna sed çekenler de ölen Padişah ile beraber sahneden çıkmışlardı; yeni Pâdişaha kasîdeler yazdı, sihirkâr kaleminin sayesinde (H. 1003) 1595 de tekrar Rumeli Kadıaskeri oldu; ve ölünceye kadar beş sene bu makamda kaldı.
Bu yıllar içinde arkadaşlarından Hoca Saadeddin Efendi ve Sun’ullah Efendi birbiri peşinden Şeyhülislâm oldular, fetva makamı iki defa boşaldığı ve kendisinin bilfiil Rumeli Kadıaskeri bulunurken iki mâzul arkadaşının Şeyhülislâm oluşu şâire o kadar ağır darbeler oldu ki bu kırgınlık ile hastalandı ve Hicrî 23 ramazan 1008, milâdî 7 kasım 1600 bir cuma günü 75 yaşında öldü.
Asrın büyük şâiirinin ölümü İstanbulda derin ve samimî bir teessür uyandırdı. bütün büyük Devlet adamları, fikir ve san’at erbabı ihtiyar Kadıasker Mahmud Abdülbaki Efendinin son hizmetinde bulunmak için cenaze namazının kılınacağı Fatih Câmiine koştular; Halk ise, “binbir ayak bir ayak üstünde” toplanmıştı.
Namazı Şeyhülislâm Sun’ullah Efendi kıldırdı; Musalla taşının önünde, Bâki’nin tabutu önünde, ebedî uykusuna yatmış arkadaşının kırık kalble yazdığı:
Kadrini sengi musallada bilüb ey Bâki
Durub el bağlayalar karşına yâran saf saf...
beytini okumakla büyük bir zarafet gösterdi. Tabutu, Edirnekapusu dışındaki kabrine kadar el üstünde götürüldü; Lâlîzâde Sofası yanında Hamamcılar Sofasında hazırlanmış olan kabre defnedildi.
Onyedinci Asrın büyük muharrir ve seyyahî Evliya Çelebi Bâkinin kabrini ziyarete gittiği zaman, mezar taşında Bağdadlı şâir Hâdînin :
Bâki Efendi gitdi ukbâye bin sekizde
mısraı ile biten bir kıt’a yazılı olduğunu söylüyor. Ne yazık ki bugün bu eski taş kaybolmuştur; bugünkü basit ve çirkin kabir taşı ne zaman konulmuştur, tesbit edemedik, üzerinde “ulemadan ve sultânüşşuerâdan merhum Abdülbaki Efendinin ruhu için fâtiha 1062” diye ifadesi bozuk ve tarihi yanlış bir kitabe vardır. Reşad Ekrem Koçu mesmuata dayanarak verdiği malûmatta: “İkinci Abdülhamid zamanında tabibden ve ilâçdan pek hoşlanmayan haremağaları arasında Bâkinin kabir taşının bütün hastalıklara karşı şifâkâr olduğu yolunda bir inanç yayılmış, ağalardan biri hastalanınca bir araba ile adam gönderilir, taş yerinden sökülüp saraya getirilir, hasta ağa da bir gece bu taşı konuna alıp yatarmış. Bu gidip gelmeleri gören bir taş hırsızı da bir gün saraydan geliyorum diyerek mezarlık bekçilerinin gözü önünde büyük şâirin taşını almış ve cahil bir taşçıya satmış. Fakat taş yerine gelmeyince mezar bekçilerinden biri saraya müracaat etmiş, haremağalarından taşı sormuş, sirkat de o zaman anlaşılmış; vak’ayı duyduğu takdirde Sultan Hamidin gazabına uğramakdan korkan haremağaları mezarlık bekçilerinin ağzını para ile kapatarak bugün görülen taşı alelâcele bir gün içinde yaptırıp kabre koydurmuşlar” diyor.
Tâhir Olgun merhum yaptığı incelemelerde Bâkinin çoluk çocuğu olup olmadığına dair bir kayda rastlamadığını sölüyor. Profesör Fuad Köprülü büyük bir vukuf ve salâhiyetle İslâm Ansiklopedisine yazdığı makalesinde diyor ki :
“Bâki’nin hususî hayatı, onun ruhunu, mizacını ve bilhassa edebî şahsiyetini anlıyabilmemiz için daha mühimdir; hattâ meslek hayatındaki bir takım muvaffakiyet ve husran safahalarının sebeplerini daha yakından öğrenmek için de buna ihtiyaç vardır. Kazanmış olduğu geniş şöhret dolayısiyle, gerek muasır kaynaklarda ve gerek daha sonra edebî ve tarihî vesikalarda ona ait bir çok malûmata tesadüf edilmesi bize büyük şâirin hususî hayatını oldukça vazih bir surette öğrenmek imkânını veriyor. Bâki, daha gençliğindenberi, açık tabiatlı, şuh, şen ve lâübâli mizaclı bir adamdı. Düşündüğünü hemen söyler, sırası gelen bir nükteyi, her nerede olursa olsun, sarfetmekten kendini alamazdı. Zevk ve safa âlemlerinde ne kadar serbest, neşeli ve atılgan ise, en ciddî meclislerde de ayni serbestliği ve ayni neşeyi göstermekten çekinmez, tenkid ve târizlerini esirgemezdi. Zamanı ricalinden birçoklarını darıltması — meselâ Şeyhülislâm Bostanzâde gibi — muhtelif zamanlarda türlü türlü ağır ithamlara mâruz kalması, hep bu nükteci, geveze ve dedikoducu mizacından ileri geliyordu. Maamafih bu zarif ve şakacı mizacı ona bir çok da dostlar ve hâmiler kazandırmış, İstanbulun en yüksek meclislerinde onun vücudunu daima aratmıştır. Eski mecmualarda ve kitablarda onun bir takım lâtifelerine, nüktelerine tesadüf edildiği gibi, bunlardan bazıları ağızdan ağıza asırlardan asırlara intikal edip durmuştur. Açık tabiatlı, temiz yürekli, nâzik ve kibâr mizaclı olduğu için nükteli tariflerinde zarafet haddini aşmaz, herkese iyi muamele eder ve istemiyerek kalbini kırdğı kimselerin gönlünü almağa çalışırdı”.
Bâkiden önceki ve onun çağdaşı üstadlar hep İstanbul lehcesi dışında idiler. Şâir :
Geçemez hûblerinden gönül İstanbulun
mısraı ile de itiraf ettiği gibi İstanbul güzellerini ve onların en güzeli bulunan İstanbul dilini sevdi. Çok sevdiği ve çok güzel kullandığı İstanbul türkçesini şiirimize o sokdu.
Profesör Fuad Köprülü diyor ki :
“Bâki’nin ilham şekli hudud tanımıyan ve zaman zaman coşub taşan bir kaynaktan ziyade, daima ayni âhenk ile ayni mecrada akıp giden berrak bir suyu andrır... Edebî sanatlara, kelime oyunlarına çok düşkün olan şâir, eserlerini daima büyük bir itina ile, her kelimeyi, her mazmûnu, her hayâli inceden inceye arayıp işlemek suretile vücude getirmiş, ilhamına hiçbir zaman serbest bir mecra vermemiştir... Onun yarattığı hayal âlemi ve yaşattığı tabiat ne Fuzulî’ninki gibi sübjektif ve mücerred, ne de Şeyh Gâlibinki gibi fantezisttir. Kendi muhiti ile daha çok alâkalı olan Bâki de, İstanbulun bahar, mehtab, kış manzaralarını görmek, mısralarında Kanunî Sultan Süleyman ordularının zafer nâralarını duymak kabildir. Mersiyelerinde olduğu gibi, medhiyelerinde ve fahriyelerinde de olduğu kadar, samimî ve mübalâgadan uzaktır”.
Bâki’nin gerek kendi çağındaki şairler, gerekse sonra yetişenler üzerinde kuvvetle tesir ettiği muhakkaktır. Bâki tarzında sanatlı şiirler yazmanın moda haline geldiğini o devir şâirlerinin örneklerini incelemekle görmek mümkündür.
Çağımızın büyük Türk şâiri Yahya Kemâl Beyatlı da Bâki’nin bir gazelini taştır etmek suretiyle bu teşirin günümüze kadar devam ettiğini gösterir :
“Fermânı aşke can iledir inkiyâdımız”
Pürdür hayalî yâr ile her lâhzei yâdımız
Mevkuufdur o mâhe hulûsi fuâdımız
Âhir varırsa haddine hestii şâdımız
“Hümki kazâya zerre kadar yok inâdımız”
“Baş eğmeziz edâniye dünyâyi dûn içün”
İttik fedâ zevâhiri şevki derûn içün
Sattık metâi ömrü meyi lâalgûn içün
Növbet çalınca rihleti mülki sükûn içün
“Allahadır tevekkülümüz itimâdımız”
“Biz müttekâyi zerkeşi câhe dayanmazız”
Bâlini bahtı câyi mübâhât sanmazız
Pervânevâr şem’i mükâfâta yanmazız
İkbal içün mevâidi İblîse kanmazız
“Hakkın kemâli lûtfunadır îtimâdımız”
“Zühdü salâha eylemeziz ilticâ hele”
Âsâri ittikaaye bedel câm alub ele
Dünyâde vârımız yoğumuz vermeziz yele
Çekmekdeyiz kavâfili uşşâka meş’ale
“Tuttu eğerçi âlemi kevni fesâdımız”
“Meyden safâyi bâtını humdur garez heman”
Değmezdi yoksa sekrine peymânei mugan
Her câm içinde seyredilir başka bir cihan
Şürbi müdâm içün neye kıldık fedâyi can
“Erbâbı zâhir anlayamazlar murâdımız”
“Minnet Hudâya devleti dünyâ fenâ bulur”
Elhak gazelde neşvei Bâki bekaa bulur
Ahlâf o nazma gûş tutarken safâ bulur
Taştirimiz bu sâyede az çok behâ bulur
“Bâki kalır sahifei âlemde âdımız”
Profesör şâir Necmeddin Halil Onan “Bâki Öldü” adlı hece vezni ile yazdığı güzel manzumesi ile bizi Bâki devri İstanbuluna götürmektedir :
O gün acı bir haber dolaşdı Pâyitahtı;
Kudretli Türk şiirinin karardı kutlu bahtı,
Herkes büyük bir hüzün his etti için için.
Birdenbire yayılan bu haber karşısında,
Dükkânlar kapatıldı Sahhaflar Çarşısında
Herduyan yola düşdü Fâtihe gitmek için
Sokaklardan geçereken er, kadın, yaşlı, tâze,
Bütün halkı ağlatan bu muhteşem cenâze
Söz mülkünün sultânı Bâki Efendinindi.
Mevkibin en başında hüseynî perdesinden
Mersiyeler okuyan hâfızların sesinden,
Gönüllere ölümün karanlık hüznü sindi.
Daha sonra kim varsa, bey, ağa, yeniçeri,
Ak sakallı vezirler, eski serhad beyleri,
Hepsinin yeis içinde öne düşmüşdü başı.
Bu elem bağlamışdı dilini her birinin
Alay durdu; nihâyet koca Türk şâirinin
Dünyada son durağı oldu musallâ taşı
Cemaat karşısında el bağlayıb susunca,
Ulemâ zümresinden devrin en ulusunca,
Kadri tekrar edildi kendi mısrâlarıyla
Ölen o şâirdi ki kalbinin ateşinden
“Yedi bend” i çıkarub bir fâninin peşinden
Devirlerin hükmünü yendi mısrâlarıyla
Bâki gibi bu fâni cihanda bâzı bâzı
Bir fevvâre hâlinde şiirinin ihtizâzı
Asırların üstünden aşanlar bahtiyardır.
O dehâ kartalının her kanat çırpışında,
Hız alan mısrâlara kâinatın dışında
Ebediyet denilen bir tek merhale vardır.
Sâlim Riza
Bâkiden seçme parçalar :
GAZEL
Nedir bu handeler, bu işveler, bu nâz ü istiğna
Nedir bu cilveler, bu neşveler, bu kaameti bâlâ
Nedir bu ârizu kadd, nedir bu çeşm ü ebrûler
Nedir bu hâli enber bû, nedir bu habbetüssevdâ
Nedir bu pîç pîç ü ham beham kâkül
Nedir bu turreler, bu halka halka zülfi müşk âsâ
Miyânın riştei can mı, gümüş âyine mi sînen
Binâgûşunla mengûşun gül ile jâledir gûyâ
Sefâ ummaz, cefâdan yüz çevirmez, Bâki âşıkdır
Niyâz etmek ana, cânâ yaraşır sana istiğnâ
GAZEL
Âbı hayâtı lâ’line serçeşmei can teşnedir
Sun cur’ai câmı lebin kim âbı hayvan teşnedir
Can lâ’lin eyler arzû, yâr içmek ister kaanımı
Yâ Rab ne vâdîdir bu kim can teşne, cânan teşnedir
Âbı zülâli vaslına muhtac tenhâ ben değil
Hâk üzre kalmış huşk leb, deryâyı umman teşnedir
Bezmi gaminde cânü dil yandı yakıldı sâkiyâ
Depret elin, sun ayağı, meclisde yâran teşnedir
Cânâ zülâli vaslını ağyâr umar uşşâk umar
Âbı eshâbı rahmete kâfir, müselman teşnedir
Giryân o Leylî veş, nola sahrâya salsa beni
Mecnûnun âbı çeşmine halkı beyâban teşnedir
TAHMİS
Râyeti fitne çeküp ol kadi dilcû beyler
Üştüler yânına her şûhi cefâcû beyler
B:ir yere geldi nice gamzesi câdû beyler
“Bir alay oldu perî şîvelü âhû beyler”
“Gözü âhûlerin âlâyine yâhû beyler”
Kaynatup nâri gamı aşk ile hünû cigeri
Gözlerimden akıdır kendi görünmez o perî
Sanmanuz nev’i beşerden ola bu şivekeri
“Bir perî îçün akar iki gözüm çeşmeleri”
“Sakının bilmiş olun ılıdır ol sû beyler”
Can yedersen eğer ol husrevi şîrin dehene
Gaalib olsan rehi aşkında bugün kûhkene
Ne kadar nakdi revânın da nisâr olsa yine
“Bivefâlıklar ider yoluna canlar verene”
“Acebâ böyle m-olur dünyede hep bû beyler”
Boynuna hîle kemendin biri bağlar nâgâh
Çıkarır doğru yolundan biri eyler gümrâh
Bu belâya bulamaz çâre ne derviş ü ne şâh
“Kimseye uymasın ulaşmasun Allah Allah”
“Zülfi bî din ile ol gamesü câdû beyler”
Bâkiyâ gel olalum kâbei dil yoluna peyk
Diyelim sem’a nidâ ericek âhir lebbeyk
Girelim râhi Hüdâya deyüb essa’yü aleyk
“Ne Necâti ne güzeller ne selâmü ne aleyk”
“Fâriguz eylemezüz kimseye tâpû beyler”
BEYİTLER, MISRALAR, MÜFREDLER
Sâki elinde bülbüleyi bülbül eylesen
İçsen şerâbı ruhlerini gül gül eylesen
Sakın sakın ki ey kaaşı yâ tîri âhdan
Ger gök demir olursa felekler deler geçer
Zinhâr eline âyîneyi vermen şu kâfirin
Zîrâ görünce sûretin putperest olur
Zülfinden ayrû Bâki bir hâl ile yürür kim
Zencîrden boşanmış dîvânedür sanurlar
Ecel peymânesin sunmuş hayât âbına kandırmış
Gül hasretinle yollara tutmuş kulaağını
Tema
Kişi
Emeği Geçen
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.
TÜM KAYIT
Kod
IAM040241
Tema
Kişi
Tür
Ansiklopedi sayfası
Biçim
Baskı
Dil
Türkçe
Haklar
Açık erişim
Hak Sahibi
Kadir Has Üniversitesi
Tanım
Cilt 4, sayfalar 1917-1921
Bakınız Notu
B. : SüleymanII, Kanunî Sultan Süleyman
Tema
Kişi
Emeği Geçen
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.