Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
BAKIR, BAKIRCILAR
İstanbulun günlük hayatında teneke ve aluminyom kap kacak taammüm etmeden ev - mutbak eşyası tamamen bakırdandı; evlerin bakır takımları aile serveti olarak mühim kıymet taşırdı. Bakırcılarda İstanbulun büyük servet sahibi esnafı idi. Zamanımızda şehrimizin bakır esnafının yüzde doksanı Karadeniz yalısı halkındandır, fetihten beri böyle mi ola gelmiştir bilmiyoruz, bir kayde rastlamadık.
Geçen asrın sonlarına kadar bakırı hem levha haline getirirler, hem de levha bakırdan kestikleri parçaları boy boy kazan, tencere, kuşhane, sahan, tava, tas, leğen, ibrik, güğüm, bakraç, kova, maşraba, sini mangal, şamdan, buhurdan, gülâbdan kalıblarında dökerek bu kapları imâl ederlerdi. Sonraları bakır levhalar Avrupadan gelmeye başladı, yine Avrupadan muhtelif bakır eşyayı döğme yerine pres usulü ile yayma tamim etti; fakat döğme bakır kaplar preslerle yapılanlardan daha dayanıklı, daha geç delinir olduğundan döğme bakır kaplar hem daha pahalı, hem de halk katında daha makbuldür.
Zamanımızda terkedilmiş gibidir; eskiden bir kızla oğlan evlenerek yeni bir yuva kurduklarında, millî bir an’ane olarak yakın akrabalar, dostlar düğün hediyesi olarak daima bakır takımı götürürdü; düğünlerinde hediye olarak gelen kazanlardan boy boy sinilere, tencere ve sahanlara, maşrabalara, kovalara varınca bu eşya...
⇓ Read more...
İstanbulun günlük hayatında teneke ve aluminyom kap kacak taammüm etmeden ev - mutbak eşyası tamamen bakırdandı; evlerin bakır takımları aile serveti olarak mühim kıymet taşırdı. Bakırcılarda İstanbulun büyük servet sahibi esnafı idi. Zamanımızda şehrimizin bakır esnafının yüzde doksanı Karadeniz yalısı halkındandır, fetihten beri böyle mi ola gelmiştir bilmiyoruz, bir kayde rastlamadık.
Geçen asrın sonlarına kadar bakırı hem levha haline getirirler, hem de levha bakırdan kestikleri parçaları boy boy kazan, tencere, kuşhane, sahan, tava, tas, leğen, ibrik, güğüm, bakraç, kova, maşraba, sini mangal, şamdan, buhurdan, gülâbdan kalıblarında dökerek bu kapları imâl ederlerdi. Sonraları bakır levhalar Avrupadan gelmeye başladı, yine Avrupadan muhtelif bakır eşyayı döğme yerine pres usulü ile yayma tamim etti; fakat döğme bakır kaplar preslerle yapılanlardan daha dayanıklı, daha geç delinir olduğundan döğme bakır kaplar hem daha pahalı, hem de halk katında daha makbuldür.
Zamanımızda terkedilmiş gibidir; eskiden bir kızla oğlan evlenerek yeni bir yuva kurduklarında, millî bir an’ane olarak yakın akrabalar, dostlar düğün hediyesi olarak daima bakır takımı götürürdü; düğünlerinde hediye olarak gelen kazanlardan boy boy sinilere, tencere ve sahanlara, maşrabalara, kovalara varınca bu eşyayı ömürleri boyunca kullanırlardı. Bakır takımları bir Türk evinde öylesine bir kıymet taşırdı ki, kazanların etrafına, tencere ve sahanların dışına, sinilerin üste gelen yüzüne, kıymetli hattatların elinden çıkmış bereket, sıhhat, saadet yolunda Kur’anı kerimden âyetler yazılır, sahiplerinin isimleri hâkkolunur, bu yazılara yine döğme olarak türlü nakışlar ilâve edilir, bakırcıların çoğu da bu sanatkârane bakır eşyanın bir köşesine kendi adını yazmayı ihmal etmezdi. İstanbulun antikacılarından Nureddin Rüşdü Büngül Bey merhum 1939 da neşrettiği “Eski Eserler Ansiklopedisi” adındaki eserinde “bakır” maddesinde şunları yazıyor :
“Eski devirlerdenberi kullanılan ve Anadoluda sağlamlığından kinayeten ölmezoğlu denilen herkesce malûm eşya yapılır. Bakır, halı ile beraber bir çeyiz eşyasıdır. Anadoluda kullanılan kalaylı bakırlardan maada yüklüklerde raflarda kızıl bakır takımları dururdu, bunu bir servet toplantısı addederlerdi; Harbı Umumîde köy köy ev ev gezen toplayıcılar bunlara da musallat oldular; Türk bakırları vapur vapur Amerikaya taşındı durdu, öyle ucuz fiyatlarla elden çıktı ki, bugün anlıyoruz, meğer o güzelim eski döğme bakırlarımız iyi izâbe edilememesinden âdeta bir gümüş halitası imiş. Hattâ İkinci Mahmudun Kara beşlik dedikleri bakır parada tam 26 kuruşluk gümüş bulmuş, tesbit etmiştim. İşte bu yüzden bütün Anadolunun bakır serveti elden gitmiş ve sonradan kalaylı kısmı da elden çıkarak tenekeleşmiş bir hale gelmiştir.
“İşte bu döğme bakırdan bir tencere 2,5 okka, bir sahan 1 okka, bir mangal 15 okka gelirken fabrikalar teneke gibi bir bakırdan 100 gram bir tas, 300 gram bir sahan ve 500 gram tencere ve 1, 5 kilodan mangal imâline başladılar; bu yeni bakır takımları hafifliği bakımından kullanışlı, fiatça da ucuz olmakla beraber bakırın Türk ailesinde bir servet olması meselesine artık hâtime çekmiştir.
“Gelelim antika kısmına (yani İstanbul antikacılığında bakır maddesine), Artık oğulları devrinde Musul ve Bağdadda yapılan bir kazan, bir şamdan, Gassânîler devrinde şamda yapılmış bir bakır şamdan, Mısır Memlûkleri devrinde yapılmış yazılı ve işlemeli bir bakır şamdan, Mısır Memlûkleri devrinde yapılmış yazılı ve işlemeli bir bakır kap, Himyerîlerin Yemende yaptıkları resimli çakmalı bakırlarının bir adedinin yüz İngiliz lirasına satıldığı vakidir. İstanbulda ajur işlemeli buhurdanlar, kabartma üzüm motifli leğen ve ibrikler ve daha başka desenlerde kalemli bir tarzda yapılan ve bilâhare civa yaldızı ile altunlanup tombak namını alan avâniden de bir leğen ibrik 500 liraya, bir buhurdan, gülâbdan 100, 150 veya 200 liraya satıldığı vakidir. Halen Amerikalılar eski kalaylı bakırlarımızı, silindirle kalayını çıkararak kızıl bakırları memleketlerine götürmekte berdevamdırlar. Gazetelerde bu hususta makaleler yazdım, merhum Ahmed Rasim de bir kaç makale yazmış ise de, verakı mihri vefâ gibi okuyup dinleyen olmamıştı.
“Tombak kısmı ile İstanbulun agniyâ konaklarında, çorba tasından, kuzu leğenlerinden, leğen ibriğine kadar sofra takımları pırıl pırıl altun gibi parlarken her nasılsa bodrumlara atılmış, ve çarşıda o kadar ucuz satılmıştır ki bunları toplayıp izâle ederek altunlarını almağa savaşanlar bile olmuştur. Sonradan meraklılar, koleksiyoncular tarafından tombaklar) yeniden toplanmağa başlanmış ise de, çoğu Amerikaya götürülmüş olduğundan pahalı satılmakta, arayanlar da her cinsini bulamamaktadırlar. Şimdi bir tas ve bir sahan yirmişer liraya, sitil 30 liraya, bir leğen ibrik yüzlerce liraya satılmaktadır. Hattâ bir zarf, iyi olmak şartiyle beş lira etmektedir. Beş on sene evvel (1920 - 1925 arası olacak) Evkaf Müdüriyetince okkası 30 kuruşa satılan parçalardan 50 dirhemlik bir micmeré (mecmer, buhurdan, tütsü kabı) 1 liraya alıp 15 liraya, ve 2,5 liraya aldığım iki okkalık bir bakır şamdanı 100 liraya sattığımı söylersem hayretler içinde kalırsınız. İşte böyle baştan sonuna kadar bilgisizlikle, gafletle satılıp Amerikaya Avrupaya gidenlerin hesabını ancak Allah bilir.
“Velhasıl bakır alâtına hangi cebheden bakar isek bakalım memleketin büyük bir servetinin heba olup gittiğini görürüz. Buna bir misâl: Bir gün Fatih civarında taşınmak üzere kapu önüne çıkarılan eşya arasında gördüğüm bir leğen ibriği sahibesine göstererek: — Bunu eğer satmak isterseniz 100 liraya alırım!.. deyip adresimi vermiştim. Ertesi gün bu leğen mağazama kadar geldi, fakat nasıl bilir misiniz? Zavallı kadın leğenin böyle kirli olarak çarşıya gitmesini muvafık bulmıyarak kum vesaire ile ova ova, sürte sürte kıpkızıl bakırını çıkarmış, yaldızının tabiîliğini bozmuş ve 120 liraya satacak yerde 180 kuruşa satarak bilgisizliğinin cezasını çekmişti, çünkü yaldızlı bakırla yaldızsız bakır arasında müthiş bir fark olduğunu bilmiyormuş. Bunlardan pek çokları elimden gelip geçmiştir. Hattâ bir küçük bakır şamdanı 1000 liraya, kalaylı bir kilise leğenini 400 liraya sattığım olmuştur. Şimdi ise :
Dam akar şakır şakır
Tamtakır, kızıl bakır..”.
Nureddin Büngül Bey merhumun kaydettiği satış fiatları 1939 yılı ile ondan evvelki tarihlere aiddir.
İstanbul bakırcıları hakkında çok mühim bir kayde Câbi Said Efendi Vekayinamesinde rastladık; Üçüncü Sultan Selim Devrinden bahsederken “bakırcı esnafının bir mühim vazifeleri de tersanei âmirede inşa edilen kalyonlara bakır kaplamaktı” diyor. Anlaşılıyor ki ahşab hab tekneleri dıştan bakır levhalarla kaplanarak bir çeşid zırhlı gemi oluyormuş. Bakırcılar hakkında Osman Nuri Ergin’in mühalled eseri “Meclei Umûri Belediye” de bazı kayıtlar vardır; meselâ:
Hicrî 1242 (Milâdî 1826 - 1827) esnaf nizamnamesinde bakırcılara aid madde :
“Bakırcı esnafının ustaları cümleten taahhüd etmişler, kâhyaları vasıtasiyle yeni bakırın beher okkasından 8 para, köhne bakırın beher okkasından da 6 para ihtisab (belediye) harcı ödeyeceklerdir”.
Bakırcılar hakkında çok daha eski bir vesika da Ahmed Refik Bey merhum tarafından “Onuncu hicrî asırda İstanbul hayatı” adındaki eserinde neşredilmiştir; İstanbul kadısına hitaben yazılmış olan Hicrî 26 rebiuleveel 976 = Milâdî 22 Eylûl 1568 tarihli İkinci Selimin bir fermanının bugünkü yazı dilimize çevrilmiş sureti şudur:
“İstanbul Kadısına hüküm ki :
“Bakır ve avadanı işleyenler Divanı Hümâyunuma gelip bazı tüccarların İstanbulda bulunan bakırı alıp yukarı tarafa (Rusyaya, İrana) iletmekle İstanbulda bakır bulunmayub bakırcı esnafı sıkıntı çektiklerini bildirdiler. İmdi yukarı tarafa bakır verilmesine emrim yoktur. Buyurdum ki bu babda gereği gibi mukayyed olup İstanbuldan bakır cinsinin gerek yenisi gerek eskisi yukarıya giden tüccar taifesine ve tüccardan gayri kimselere aslâ satılmıyacaktır. Bunlara bakır aldırmayub def eylesin. İskele ve Gümrük Eminlerine ehemmiyetle tenbih ve tekid edesin ki emrişefirime muhalif bakır alub yukarı canibe iletmek için iskeleye varub geçirmek istediklerinde bakırını müsadere idüb sahiplerini haps idüb Divânı Hümâyunuma bildiresin”.
Bu ferman, Nureddin Rüşdü Büngül’ün yana yakıla anlattığı Türkiyeden ve dolayısiyle İstanbuldan mamûl bakır kaçakçılığının daha onaltıncı asırda başlamış olduğunu göstermektedir.
Kalaycılar eski esnafın nizamnamelerine göre bakırcı esnafına yamak esnaf kabul edilmişdi. Orduyu hümayun sefere çıkarken, yahud Şehzadelerin sünnet düğünlerinde, şehzade ve Sultanların doğumları münasebetiyle yapılan şenliklerde Ordu ve ordu esnafı alayları veya sadece esnaf alayları tertip edildiğinde kalaycı esnafı yamağı oldukları bakırcı esnafı peşinden geçerdi.
Onyedinci asrın büyük Türk seyyahı ve muharriri Evliya Çelebi Dördüncü Sultan Muradın pek tantanalı ordu - esnaf alayını bütün tafsilâtı ile naklederken son derecede garibtir ki bakırcılarla kalaycılardan bahsetmiyor. Bizim müracaat ettiğimiz bu mühim eserin Ahmed Cevdet Bey baskısıdır; bu baskının yazma nüshaların birinden dikkatsiz intisah edildiği malûmdur, adı bilinmeyen müstensihin bakırcıları atlamış olması da muhtemeldir, maalesef Evliya Çelebi Seyahatnamesinin İstanbul kütüphanelerindeki yazma nüshalarını tetkik imkânını bulamadık. Evliya Çelebi, eserinin yukarıda bahsettiğimiz baskısının 579 uncu sahifesinde Tuğ dövmeciler esnafı ile kalay dövmecileri esnafından bahsetmektedir. Bu arada bakırcıları, bakır döğmeci esnafını unutması bize pek garip görünür.
Şehzadelerin sünnet düğünleri veya şehzade ve Sultanların doğum şenlikleri münasebetiyle İstanbul esnafı padişah huzurundan takım takım geçerlerken sünnet olan şehzâde veya şehzâdelere, doğan şehzade Sultana aralarında para toplıyarak kıymetli hediyeler takdim ederlerdi. 1720 yılında Üçüncü Sultan Ahmed iki oğlunu onbeş gün onbeş gece süren bir düğünle sünnet ettirdiğinde İstanbulda en büyük esnaf alaylarından biri yapılmıştı; bu alay düğünün altıncı günü başlamış onbirinci gününe kadar altı gün devam etmiş ve bütün, İstanbul Esnafı şehzadelere hediyelerini sunmuşlardı; bu arada bakırcılar ve kalaycılar esnafı düğünün dokuzuncu alayını göstermiş, kazancıbaşı eli ile şu hediyeleri vermişti ki şehzâdelere nasıl bir hazine toplandığı hakkında aydın bir fikir verebilir: 7 okka ağırlığında üç gümüş sini, 3 gümüş maşraba, gümüş gülâbdan ve gümüş buhurdan.
Zamanımızda bakırcı esnafı, değişen cemiyet hayatı ve kuvvetli rakipler karşısında bunalmış bir haldedir; İstanbulun günlük hayatında eski parlak mevkilerini tamamen kayıb, hatta Türk bakırcılığı son devrini yaşamaktadır.
Düğünlere hediye olarak bakır eşya yerine Avrupa mamulâtı biblolar, vazolar götürülmektedir. Bir bakır sahancığı gaz bezine sarıp götürmek ancak dar gelirlilere kalmıştır. Evlerimizi alüminyom mutbak eşyası istilâ etmiştir. Bakır çamaşır kazanları, bakır aşûre kazanları satılmış, bir kısım evlerde çamaşır kazanının yerini çamaşır makinaları, bir kısım evlerde de gaz tenekeleri almıştır, suyu gaz tenekesinde kaynayan çamaşırlar da bakır çamaşır leğenleri yerine çinko leğenlerde yıkanmaktadır.
Ağır bakır tavalar da öylesine unutulmuştur ki bakırcılarda aransa dahi bulunamıyor, sipariş üzerine yapılıyor. Düdüklü tencereler ancak an’anelere sadık ve dil ile damak lezzetini kaybetmemiş evlere girmemiştir; bir bakır tencerede ağır ağır pişen yemeğin lezzetini, değil, bir ayağı sokakta bir ayağı evinde İstanbul kadını yemeğin çabuk, ama yalapşap piştiğini bildiren düdğün kendi evinde de ötmesini düşünmektedir.
Tombaklar antikacı dükkânlarında ve snob salonlarının vitrinlerindedir; buhurdan ve gülâbdan şöyle dursun buhur ile gülsuyu unutulmuştur. Gülsuyu zengin kâşanelerinden kulübemsi evceğizlere varınca, cam şişeler içinde ancak cenaze levazmatı arasında girmektedir. Bir kısım gurebâ bir çeşid yemeğini tenceresinde pişirip kapağında yemekte, bir kısım agniyâ ve küberâ da bu mutbağını kapamış, lüks lokantaların gedikli müşterileri olmuşlardır.
İstanbul Sebillerinin hemen hepsi susuzdur, zincirli ve parıl parıl kalaylı taslar, ancak bilenlerin hayalindedir. Evine aldığı terkos suyunu ölmüşlerinin ruhunu şâdetmek için sokak duvarının bir yanına yaptırdığı hayır lülesinden akıtanlar, zincirin ucuna temizce bir konserve tenekesi raptetmişlerdir.
Evlerimizdeki bakır hamam tasları, saklayabilmiş olanların elinde antika yadigârlar arasındadır, ayak takımından kadınlar Çarşı Hamamına giderken boğçasına tas koymaz, hamamın tası ile yıkanır, orta tabaka hanımları da, artık hamam boğçası taşıyan halayığı olmadığı için Vinileks’den çantasına ana yadigârı ağır ve bakır tasına hafif bir aluminyom tas koymağı tercih ediyor. Bu hanımlardan bir kısmı ile hanımefendiler ise Çarşı Hamamı yollarını çoktan unutmuşlar, evlerinde veya apartmanlarındaki banyolarda yıkanmaktadırlar.
Çarşı Hamamlarının bakır taslarına gelince, tas nedir ki, Türk yapı sanatının yüz akı koca koca şaheser hamamlarımız yok olmuştur; kimi tapusunu cebinde taşıyan gafilin hırsına kurban olmuş, depo haline, fabrika - imalâthane haline sokulmuş, kimi sinema olmuş, soğukhava mahzeni olmuş, kimi de şehrin imârı yolunda yok olmuştur: Hepsi birer yapı şaheseri Saraçhanebaşında İbrahimpaşa Hamamı, Aksarayda Muradpaşa ve Tevekkül Hamamları, Galatada Yamalı Hamam, Fındıklıda müfti Hamamı, Beşiktaşta Barbaros Hayreddinpaşa Hamamı böyle yok olmuşlardır (B. : Hamam).
Bakır kuzu leğenleri, bakır kebap leğenleri, bakır Süleymaniye mangalları, bakır şamdanlar, bakır güğümler, bakır siniler hepsi hepsi tarihe intikal etmişler.
Yalnız bakır üstünde bu yok olan eşyayı, bir cemiyetin medenî tekâmül yolunda terk etmeğe mecbur olduğu şeyler olarak kabul etmeliyiz. Hiç şüphesiz ki artık bir bakır sininin etrafında bağdaş kurup yahut diz çöküp yemek yiyecek değiliz. Fakat o bakır sinilerden en güzelinin odamızın bir duvarını tezyin edecek güzel bir şey olduğunu idrâk etmemiz lâzımdır.
Theme
Other
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM040215
Theme
Other
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Description
Volume 4, pages 1888-1891
See Also Note
B. : Hamam
Theme
Other
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.