Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
BAHŞİŞ
Dilimize farscadan alınmış bir kelimedir; kökü bağışlamak karşılığı “bahş, bahiş” dir; bahşiş, belli bir ücret karşılığı görülen bir işden hoşnud kalınarak o işi görene pazarlık, târife veya narh icâbı ödenmesi gereken ücretten fazla gönülden gelen arzû ile verilen para demekdir.
Zamanımızda :
Aşcı dükkânında, lokantada, gazinoda, barda, liman vapurları büfelerinde hizmet eden çıraklara, garsonlara, varsa vestiyere;
Berberlerde belli tıraş ücretinden başka tıraş eden kalfaya, dükkânın çırağına;
Ayak ücreti başkası tarafından ödenmiş olarak bize bir mektup, paket, herhangi bir şey getirmiş olan el ulağına;
Terziden tamamlanmış esvabımızı alırken terzinin kalfasına, çıraklarına, yahud esvabımız yerimize kadar gönderilmiş ise getiren çırağa kalfa kalfa da unutulmayarak;
Hamamda muayyen hamam ücretinden gayri câmekânda hizmet eden natıra, içerde yıkayan dellâk’a, hamamdan çıkarken pabuccuya;
Taksimetrelerin kayd ettiği araba ücretinden gayri olarak meslekî edeb ve terbiye sahibi taksi şoförüne;
Bilmediğimiz bir semtde bir yer arar delâlet eden ve kılığından, kıyafetinden eli darda olduğunu gördüğümüz kimseye;
Bir otelde bir gece veya bir müddet kaldıktan sonra ayrılır iken vazifesini hüsni ifâ eden, ayrıca misafirin otelde kaldığı müddetce sipariş eylediği işleri koşa koşa gören otel...
⇓ Read more...
Dilimize farscadan alınmış bir kelimedir; kökü bağışlamak karşılığı “bahş, bahiş” dir; bahşiş, belli bir ücret karşılığı görülen bir işden hoşnud kalınarak o işi görene pazarlık, târife veya narh icâbı ödenmesi gereken ücretten fazla gönülden gelen arzû ile verilen para demekdir.
Zamanımızda :
Aşcı dükkânında, lokantada, gazinoda, barda, liman vapurları büfelerinde hizmet eden çıraklara, garsonlara, varsa vestiyere;
Berberlerde belli tıraş ücretinden başka tıraş eden kalfaya, dükkânın çırağına;
Ayak ücreti başkası tarafından ödenmiş olarak bize bir mektup, paket, herhangi bir şey getirmiş olan el ulağına;
Terziden tamamlanmış esvabımızı alırken terzinin kalfasına, çıraklarına, yahud esvabımız yerimize kadar gönderilmiş ise getiren çırağa kalfa kalfa da unutulmayarak;
Hamamda muayyen hamam ücretinden gayri câmekânda hizmet eden natıra, içerde yıkayan dellâk’a, hamamdan çıkarken pabuccuya;
Taksimetrelerin kayd ettiği araba ücretinden gayri olarak meslekî edeb ve terbiye sahibi taksi şoförüne;
Bilmediğimiz bir semtde bir yer arar delâlet eden ve kılığından, kıyafetinden eli darda olduğunu gördüğümüz kimseye;
Bir otelde bir gece veya bir müddet kaldıktan sonra ayrılır iken vazifesini hüsni ifâ eden, ayrıca misafirin otelde kaldığı müddetce sipariş eylediği işleri koşa koşa gören otel hademesine, uşağına, kâtibine;
İkaametgâh ve iş yerimiz olmayan büyük binalarda asansörcüye;
Dâimî iş yerlerimizde hevesle hizmet eden kahveci çırağına, odacıya;
Beklediğimiz hayırlı haberi getiren posta müvezziine;
Gündeliği pazarlıkla tesbit edilmiş olub işimizi canla başla, iyi niyetle gören ve matlûbumuzun üstünde başaran, ameleye, ırgada;
Bir yerden kalkıp giderken unutduğumuz her hangi bir şeyi arkanızdan koşub getiren ve kıyafetinden eli darda olduğu görülen kimseye;
Kaybettiğimiz çok kıymetli bir şeyi veya mühim bir parayı bulup muhtac olduğu halde iç etmeye tenezzül etmeyen, onu polise teslim eden veya yerimizi öğrenip bizzat getiren kimseye, kavuşduğumuz kıymetli şeyimizin veya yüklü paramızın değeri denginde;
Karda, buzda, çamurda yollarda bunalıp kaldığımız zaman elimizden tutarak bize yardım eden ve bizden bir bahşiş de uman kimseye; alelusul bahşiş verilir.
Bir de kadimden beri devam eden, gönülden bağış olmadan çıkarak anane hâline gelmiş olan bayram bahşişleri vardır (B. : Bayram). Bayram bahşişlerinde bahşişi almağa gelenler aranmadan uğrarlar: Sucu, çöpçü, bekci, postacı, bakkalın, kasabın, ekmekcinin çırakları, bağçıvan, yanaşma, uşak ve mahallenin katar katar olub dolaşan hiç tanımadığımız çocukları gibi.
Düğünlerde, sünnet düğünlerinde, cenâzelerde ücret diye bir şey konuşulmadan hasbî hizmet eden gurebâya, defin esnasında çağırılmadığı halde vazifeli hâfızlara katılıp Kur’an okuyanlara, cenâzede çelenk taşıyanlara bahşiş kabilinden bir para verilir.
Bir de bahşiş adı altında rüşvet vardır. Mühim bir iş üzerinde çabucak, hattâ mâkul zaman içinde tekemmül ettirilip elinize alacağınız evrâkı “Bugün git, yarın gelen” nekarâtı ile tâkibden usanmamak için meselâ filân hademeye “Bir kahve içersiniz” diyerek verdiğiniz, işinizin kıymetine denk 20 lira, 30 lira, 100 lira, 500 lira gibi bir bahşiş ki üç ayda tâkib ile alamıyacağınız evrakı yarım saat içinde elinize getirir.
Bahşişin kıymeti, mânâsı gönülden bağış olduğu halde lokantalarda, gazinolarda ve emsâli müesseselerde masraf pusulasının yüzde onu nisbetinde bir mecburiyet haline konmuştur, yâni bağış olmakdan çıkmış, munzam garson resmi olmuştur. Bu yüzde ondan garson vergisi ödendikten sonra ayrıca bahşiş bırakmayan fazla hesâbî kimseler garsonlarca asla hoş karşılanmaz, ikinci gelişlerinde hizmetlerinde bir istihsâl sezilir, lüks yerlerde dahi kaba muamelede bulunulur, en hafifinden yemek sipârişlerini gaayet geç, kerhen getirirler. İstanbulda yüzde on garson resmi ödendikten başka garsona bahşiş bırakmak âdet hükmüne girmiştir. Hele içkili bir yer ise, garson da azıcık dilbaz, kaşı gözü de yerinde genç ise bahşişini ardında bir kasdı mahsus şüphesini uyandıracak kadar yüksek alır.
Bazan da servetleri ile, bilhassa kolay kazanılmış servetleri ile öylesine şımarmış, şımarıklığı azgınlık halini almış kimseler görülmüştür ki, meselâ 1942 yılında birinci sınıf ve içkili lokantada üç arakadaşı ile işret eden böyle bir türedi yüzde onu ile beraber 150 lira tutan sofra masrafını ödedikten sonra garsona 500 lira, vechen pek güzel bir çocuk olan ve masasının yanında hususî uşağı gibi emirlerine âmâde beklettiği garson yamağına 1.000 lira bahşiş vermiş, ve vestiyer kıza da 100 lira bırakmıştır.
Bahşiş yolunda hakları olduğu halde dâimâ mağdur kalan taksi şoförleridir. Her nedense İstanbul halkının büyük ekseriyeti şoföre bahşiş vermek şöyle dursun, taksimetrenin kaydettiği yol ücretini kuruşu kuruşuna ödemeye kalkarlar. 25 kuruş için münâzaa çıkaran zemâne beyefendileri görülmüştür. Bir içkili lokantada, bir barda sarhoş kafaya göstereceği için hesab pusulasını tarife dışında fâhiş rakamlarla veya sofraya getirmediği şeyleri de yazarak gaddârâne dolduran ve yüzde onunu da bu tutardan ilâve eden külhânî garsona ayrıca bahşi kalenderî ile bahşiş veren bir adam, fırıl fırıl dönen kafası ile bindii araba kendisini selâmetle evinin kapısına kadar götürdüğü halde, arabanın taksimetresine mikroskop üstünde uğraşan bakteriyoloğ dikkatiyle bakar, ve 25 kuruşunu arar (B. : Şoför; Taksi: Trafik).
Unutmamalıdır ki bahşiş, cömertlik denilen asâlet ve necâbet cevherine sahib olanlardan alındığı zaman mânâlıdır, kıymetlidir. Bahşiş üzerine şirin fıkradır :
İstanbul Darülfünunu lağvedilip yerine İstanbul Üniversitesi kurulduğu zamanlar isviçreli Prof, Malche mutehassıs teşkilâtçı olarak çağırılmış, mihmandarlığına da 1960 yılı başlarında vefat eden ve İstanbul Ansiklopedisinin sevimli muhibleri arasında bulunan muharrir Nâhid Sırrı Örik tayin edilmişdi. Rahmetli cimrice, lüzumundan fazla hesâbî idi. İsviçreli profesör ilk geldiği günler o zamanın şöhretlerinden ve Darülfünuna da çok yakın olan Bayazıddaki Eminefendi Lokantasına gider, yemekden sonra da dâimâ 2,5 lira bahşiş bırakır, o tarihlerde büyük bahşişdir, lokantaya her gelişinde garsonlar tarafından bir prens gibi karşılanır. Bir gün yemeğe mihmandarını da götürür, hesab görüp bahşişini bırakınca Nâhid Sırrı fransızca olarak: “Bu çok paradır, onda biri, 25 kuruş kâfidir” der. Profesör de mihmandarının sözünü tutar. Garsonlar fransızca, sözleri anlamazlar ama Nâhid Sırrının sillesine uğradıklarını anlarlar. Prof. Malche yalnız geldiği günlerde de artık hep 25 kuruş bırakmıya başlar. Lokanta garsonları suçsuz bildikleri bu ya-yabancıyı yine eskisi gibi karşılarlar, fakat Nâhid Sırrı merhumdan müthiş bir intikam alırlar ki, bir hizmet boykotu yaparlar, Eminefendi lokantasında yemek yiyemez olur, geldiğinde yüzüne bakan olmaz, önüne çatal, kaşık, bıçak koymak vibi ilk hizmet dahi yapılmaz, bağırır, çağırır kulak verilmez, araya lokantanın sahibi Mâhir Efendi merhum girer, patronun tevbihleri de boykotu kaldıramaz.
İstanbulda şu garib hâdiselere de rastlanmıştır :
Köprüden Haydarpaşaya giden vapurda unuttuğu para çantasında 100.000 lira bulunan bir taşralı manifaturacı, çantayı bulub sahibine teslim eden bir nefere 50 kuruş bahşiş vermeğe kalkmışdır.
Bir gece evine dönerken çıplak ayağına çarpan bir büyük para cüzdanı içinde hepsi biner liralık olmak üzere 260.000 lira bulan ve sahibine götüren fakir çocuk İsmail Bagana, bahşiş şöyle dursun üstelik cüzdana geçirilmiş altın bir dolma kalemi çalmakla ittiham edilir (B. : Bagana, İsmail).
Eski esnaf nizamnâmelerinde bir gönül bağışı olan bahşiş üzerinde ehemmiyetle durulmuştur. Meselâ Sultan İbrahimin ilk saltanat yıllarında yapılmış bir esnaf nizamnâmesi ve narh defterinde hamam bahşişi üzerine şu maddeler yazılıdır:
Müşteri mürüvveten (bahşiş olarak) dellâk ve natıra akçe verdikde hamamcı ücreti mûtâdelerini yine vere.
Müşteri, hususen fukara ve misâfirin (yabancı) mürüvveten akçe vermedikce (bahşiş vermezlerse) dellâk ve natır akçe (bahşiş) taleb etmiyeler.
Ayni defterde berberler hakkında da şunlar yazılıdır :
Berberler adam başından bir akçe alalar, mürüvveten bir akçeden ziyâde verende (müşteri bahşiş verir ise) gül suyu döküb riâyet ideler.
Yeniçeri ocağının lâğvına kadar Osmanlı Hânedanının bir ananesi olarak, aher yeni padişah tahta çıkdığında askere cülûs bahşişi verilirdi. Hazine darlığı yüzünden bu bahşiş verilemediği zamanlar büyük gulguleler kopardı (B. : Cülûs Bahşişi).
Eski mahalle tulumbacıları bayram bahşişlerini kendilerine mahsus bir gösteri ile toplarlardı. Üsküdarlı halk şairi Vâsıf Hoca İstanbul Ansiklopedisine verdiği pek kıymetli notlarda bu sahneyi şöyle tasvir ediyor:
“Adamlık esvaplarını giyerek çifte nekkare, klârinet ve darbuka gibi bir çalgı ile mahallelerinin kapularını dolaşıp bayram bahşişi toplarlardı. Bahşiş de ya fenerin yahut borunun içine toplanırdı (B. : Tulumba, Tulumbacılık). Boruya toplanacak ise su fışkırtan ucu tıkanır, para, borunun hortuma geçen ağzından atılırdı. Toplanan para da koğuşda paylaşılırdı.
Türk dostu Fransız Edibi Pierre Loti İstanbula geldiğinde bazan Fethiye Camii civarında Birinci Dâire tulumbasının reisi olan zatın evinde misafir olurmuş.. Bir misafireti bayrama rastlamış, Fethiyeliler de sabaheyin bahşişe gelmişler. Lotinin misafir olduğunu bilen polisler tulumbacıları, edibî rahatsız etmemeleri için önlemek istemişler.. Bunu pencereden gören Pierre Loti mütevâzı bir Türk efendisinin ev kıyafeti ile başında takkesi, sırtında patiska entari, ve çıplak ayaklarında şıpıtık mercan terliklerle kapuya koşmuş, eli ile işaret ederek polislerden tulumbacıların serbest bırakılmasını istemiş, ve uzatılan borunun içine de bir Napolyon (bir Fransız altunu) atmış.. Fethiyeliler de bu altunu hâtıra olarak tulumba sandıklarına mıhlamışlar...
On beş on altı yaşlarında bir çocuktum, her bayram namazını vatanım olan Üsküdarın bir camiişerifinde kılayım diye ahdettim. Cenabı Hakka hamd ederim, Üsküdarın büyüklü küçüklü bütün camilerinde Bayram namazı kılacak bir ömrü bu âciz kuluna nasip etti. Bir Kurban bayramı sabahı namazdan sonra Bahriye Nâzırı Koca Hacı Vesim Paşanın konağı önünden geçiyordum. Bahşişe gelmiş tulumbacıları gördüm. Paşa merhum saraya gitmek üzere büyük üniformasını giymiş kapuda duruyordu. Borunun içine bir altun bıraktığını ve kahyasına:
— Koçlardan birini bu çocuklara verin!..
Dediğini gözümle gördüm, kulağımla işitdim..” (Vâsıf Hiç, 1951).
Eskiden İstanbulda ramazan gecesi sahur vakti bekciler tarafından, hemşehrilerinden peyledikleri bir davulcu ile beraber mahallenin sokaklarında davul çala çala dolaşarak bildirirdi; bekçiler yılın iki bayramında da bayram bahşiş ve hediyelerini, yine davulcusu ile beraber kapu kapu dolaşarak ve her kapuda bir münasip mâni okuyarak toplarlardı (B. : Bekci).
Bekçi mâni ve destanları, eski Cemiyet hayatı bakımından halk edebiyatında kendi başına zengin bir kaynakdır. Burada, muhtar Yahya Dağlı tarafından derlenmiş ve 1948 de C.H.P. Eminönü Halkevi kütüphane ve Yayın kolu tarafından neşredilmiş “İstanbul mahalle bekçilerinin destan ve mâni katarları” adlı eserden “Bahşiş Destanı” nı nakledelim:
Nâlesin gör cânü tenin
Bir bülbülüyüm gülşenin
Ben ne gedâyım sultânım
Söyleten lûtfundur senin
Medheylerim herdem seni
Kıldım fedâ cânü teni
Budur niyâzım sultânım
Bahşişle mesrûr et beni
Olalım bu söze kaail
Lûtfi Hüdâya yok hâil
Bekci kulun bekler beyi
Olmağa ihsâna nâil
Bekci su gibi akıyor
Fenere mumlar yakıyor
Bahşişi gelir dâim
Bekci yollara bakıyor
Bekçinin ağırdır başı
Ayağı görmüyor taşı
Bahşiş diye baka baka
Bekçiniz de oldu şaşı
Gülşeni dehrin gülüdür
Bağı cihan sümbülüdür
Lûtfunu ümid eylemiş
Bekçiniz ihsan kuludur
Hânei dil mâmur olsun
Dâim gönül mesrur olsun
Yarın 30 sohbet bâki
Bu kadarca ma’zur olsun.
Eski yaz ramazanlarında, kübera ve rical yalılarında bulunduğu için, Boğaziçi köylerini ayak takımı delikanlıları, çocukları iftardan sonra yaya yahud kayıklarla yalıların önünden geçerler, ud, keman, kemençe, darbuka, def ile bir saz takımı düzüb içlerinden güzel seslileri şarkılar, gazeller, mâniler, semâiler okurlar, yalı sâhibi ile iftara gelmiş misâfirlerinden bahşiş toplarlardı; içlerinde ayni tabakadan gayri müslimler dahi bulunurdu. Muşamba fenerlerinin ışığında âdetâ bir serenadcılar kafilesine benzeyen bu kayıkların geçmesi Boğaziçinin yaz ramazanlarına mahsus müstesnâ bir güzelliği olurdu. Ondokuzuncu asırda İstanbula gelmiş Fransız ressamı M. Dulong’un bu sahneyi tesbit etmiş güzel bir tablosu vardır.
Üsküdarlı Âşık Râzinin Samatya’da Büyük Kuleli adındaki meşhur meyhânede hem patronun oğlu hem de miçoluk eden “Serkeş Vasil” adlı bir oğlan için yazılmış bir manzumesi bu “Bahşiş” maddesinde yakışık alır:
Bu meygede nicedir?
Gaayet dilnişin dedi.
Ya sen kimin oğlusun?
Koca keşişin dedi.
Koca keşiş kim ola?
Şu tezgâh nişin dedi.
Yüzündeki nur kimden?
Aksi güneşin dedi.
Yaşın hangi sularda?
On dört on beşin dedi.
İsmi şerifin sordum
Vasil serkeşin dedi.
Sen âfeti devransın!
Hak söz dervişin dedi.
Bir bâde ver elinle!
Kime içişin dedi.
Senin aşkına dedim!
Yaman gidişin dedi.
Dedim ne körpe yanak!
Kamaşmış dişin dedi.
Bir öpücük, istedim
Bahşişi peşin dedi.
Ayıptır bu lâf dedim.
Yüzümüz meşin dedi.
Ölürüm vermem dedim
Sürürüm leşin dedi.
Kapunda kulun olam!
Yok mudur işin dedi.
Lûtfet ayağın öpem!
Bulunmaz eşin dedi.
Öpdüm güzel ayağın
Hani bahşişin dedi.
Bir çeyrek altın verdim
Eksik verişin dedi.
Vuslatın niyâz ettim
Çöplükde eşin dedi.
Saysam şimdi bin altın?
Kır git kirişin dedi.
Çatarak kaşlarını
Gaayetle haşin dedi.
Yer yüzünde eşin yok
Şu sen gebeşin dedi.
Olsun artık ey sersem
Bu son gelişin dedi.
Geçen asır sonlarında İstanbulun yalı boylarında çalğılı bahşişciler
(Anonim bir gravürden O. Z. Çakaloz eli ile)
Theme
Other
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM040205
Theme
Other
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Description
Volume 4, pages 1876-1880
Note
Image: volume 4, page 1877
See Also Note
B. : Bayram; B. : Şoför; Taksi: Trafik; B. : Bagana, İsmail; B. : Cülûs Bahşişi; B. : Tulumba, Tulumbacılık; B. : Bekci
Theme
Other
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.