Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
BAHRİYELİ, BAHRİYELİLER
Günlük sohbet ve yazı dilimizde “Bahr = Bahir” kelimesi artık heman hiç kullanılmıyor, yerini kesin olarak “Deniz” e bırakmıştır; bahriyemiz “Türkiye Deniz Kuvvetleri” ve Bahriye Mektebleri, Bahriye Hastahanesi, Bahriye Müzesi de “Deniz Okulları”, “Deniz Hastahânesi”, “Deniz Müzesi” olmuşdur; fakat yine o günlük sohbet ve yazı dilimizde zâbit, nefer ve deniz mektebleri talebeleri “Bahriyeli” adı altında toplanır; meselâ bir geçid resminde: “Bahriyeliler geçiyor” deriz; ve farazâ ahbab, konu, komşu arasında da: “Falanın kızını bir bahriyeli istemiş”, “Bizim oğlan bahriyeli oldu” denilir; bilhassa neferlerle üniformaları nefer üniforması kesiminin ayni olan deniz gedikli mektebi talebeleri halk ağzında daimâ “Bahriyeli” kalmışlardır, has isimlerini bilmeyenler tarafından “Bahriyeli!..” hitabı ile çağrılırlar. Neferlerin pek çoğu terhislerinden sonra, üniformalarını çıkarmış oldukları halde dahi muhitlerinde, arkadaş ve ayakdaşları arasında “Bahriyeli” lâkabı ile anılırlar. Tereddüdsüz kaubul edelim ki “Bahriyeli”, amiralden nefere kadar deniz kuvvetlerimizin bütün mensuplarını toplayan kuvvetli, âhenkli, güzel ve edebiyatı olan bir kelimedir. Deniz kökünden karşılığını bulub koymak imkânı yoktur; “Denizli” denilmez; “Denizci” ise manâsı Bahriyeliden çok daha geniş, donanmanın dışın...
⇓ Read more...
Günlük sohbet ve yazı dilimizde “Bahr = Bahir” kelimesi artık heman hiç kullanılmıyor, yerini kesin olarak “Deniz” e bırakmıştır; bahriyemiz “Türkiye Deniz Kuvvetleri” ve Bahriye Mektebleri, Bahriye Hastahanesi, Bahriye Müzesi de “Deniz Okulları”, “Deniz Hastahânesi”, “Deniz Müzesi” olmuşdur; fakat yine o günlük sohbet ve yazı dilimizde zâbit, nefer ve deniz mektebleri talebeleri “Bahriyeli” adı altında toplanır; meselâ bir geçid resminde: “Bahriyeliler geçiyor” deriz; ve farazâ ahbab, konu, komşu arasında da: “Falanın kızını bir bahriyeli istemiş”, “Bizim oğlan bahriyeli oldu” denilir; bilhassa neferlerle üniformaları nefer üniforması kesiminin ayni olan deniz gedikli mektebi talebeleri halk ağzında daimâ “Bahriyeli” kalmışlardır, has isimlerini bilmeyenler tarafından “Bahriyeli!..” hitabı ile çağrılırlar. Neferlerin pek çoğu terhislerinden sonra, üniformalarını çıkarmış oldukları halde dahi muhitlerinde, arkadaş ve ayakdaşları arasında “Bahriyeli” lâkabı ile anılırlar. Tereddüdsüz kaubul edelim ki “Bahriyeli”, amiralden nefere kadar deniz kuvvetlerimizin bütün mensuplarını toplayan kuvvetli, âhenkli, güzel ve edebiyatı olan bir kelimedir. Deniz kökünden karşılığını bulub koymak imkânı yoktur; “Denizli” denilmez; “Denizci” ise manâsı Bahriyeliden çok daha geniş, donanmanın dışında hayatını deniz üstünde geçiren bütün insanları toplayan bir isimdir.
Bahriye neferi ve Bahriye Gedikli Okul talebesi kıyafeti, askerî üniformaların içinde en güzelidir; avâmî teşbih ile tığ gibi bir erkek çocuk ve dlikanlı vücuduna yakışan ve ona bir kat daha civeleklik, çalâkî veren esvab kesimidir; bilhassa omuzlardan sırta dökülen kenarları beyaz çubuklu mavi yaka, palet, köpüklü denizin son derece güzel, dehâ eseri bulunmuş remzidir.
Pâlet, evvelâ İngiliz donanmasında kullanılmıştır; denizi temsil eden mâvi zemin üstündeki köpükleri temsil eden beyaz çizgilerin 3 tâne oluşu Amiral Nelson’un üç büyük zaferine (Sen Vensan, Abukir, Trafalgar) işâretdir; pâlet altındaki siyah kıravat da Nelsonun ebedî mâtemidir. Bu büyük İngiliz amiralinin hatırası düşünülmeden bu bahriyeli kıyafeti, ufak farklarla beynelmilel olmuştur. Türk bahriyelisi için alındığında, paletdeki beyaz çubuk yerine iki kırmızı çubuk kabul edilmiş, meşrûtiyete kadar böyle devam etmiş, meşrutiyetde çubuklar hem üçe çıkmış, hem de beyaza çevrilmiştir.
Bahriye efrâdı pantalonlarının geniş paçalı oluşu da güverte yıkarlar iken paçalarının kolay sıvanmaları içindir.
Harp gemileri güvertelerinin, kamara, salon ve ranza zeminlerinin Birinci Cihan Harbi sonuna kadar tahta kaplı olduğu devirde bahriye efrâdı gemi içinde daima yalın ayak dolaşmış top talimleri de dahil, gemi içindeki her tâlimi yalın ayak yapmıştır; o devre aid gemi içinde çekilmiş bütün fotoğrafda efrad hep yalın ayaktır.
Kıyafetin insan ruhu üstündeki tesiri inkâr edilmez; bir hakikatdir ki en sünepe bir genç askerliğinde bahriyeye ayrılsa, üniformasını giydikten az sonra yine âvâmî tâbiri ile “çakı gibi” olur.
Aşağıdaki satırlar R. E. Koçunun 1957 yılında Her Gün Gazetesinde intişar etmiş bir fıkrasından alınmıştır :
“Bahriyeliler için uçarı, ele avuca sığmaz, bıçkın olur derler. Bahriye neferlerinin kışın siyah şayaktan, yazın kaba beyaz ketenden üniforması, beyaz çubuklu geniş mavi yakaları ile pek fiyakalıdır; askerlik çağına girmiş şehbaz ve şehlevend delikanlı vücuduna ve orta okul çağında gedikli okulu talebelerine hakikaten yaraşır.
“Eski devirde, donanmamızın kürekli gemiler, çekdirilir devrinde bahriyelilere Tersâneli, yahud Azeb Askeri, Azebler denilirdi (B. : Azeb). Azeb, bekâr uşağı demektir; tersânelilerin evlenmesi şiddetle yasak idi. Yine o devirde donanmamızdaki yelkenli gemilerin, kalyonların efradı azeblerin arasında Kalyoncu adile ayrı bir sınıf teşkil ederdi. Onyedinci asır sonlarında çekdiriler kalkıb donanmamız tamamen yelkenli gemilerden vücud bulunca deniz askerimiz de azeb adı tarihe intikal ile sadece Kalyoncu diye anıldı.
“Azebler de kalyoncular da asırlar boyunca İstanbulda uçarı, ele avuca sığmaz bıçkın olarak tanınmışlardı (B. : Kalyoncu) Kalyoncuların da kılık kıyâfeti avâmî telâkki ile fiyakalı idi.
“Başlarına üç dört arşın boyunda şal sararlar ve bir ucunu sağ omuz başlarına düşürürlerdi. Sırtlarında beyaz dimiden kar gibi gömlekler, üstünde al çuhadan sırma işlemeli, önü asla iliklenmez, kolsuz ve kısa, koltuk altlarının ancak dört parmak altına kadar inen yelek – salta, gömleğin de önü açık, sîne uryan, belde kırmızı yün kuşak, bazan da en ağır cinsinden şal kuşak; altında kısa diz çağşırı, bu çağşır - don da kışın al çuhadan ve yazın beyaz dimiden kesilirdi; kışın bu giyime uzun kollu ve kukuletalı bir burnus ilâve edilirdi. Baldırlar çıplak, ayaklar yalın, yalın ayaklarında Galata Yemenisi, bu yemeninin üstü gaayet dardır, ayak parmaklarının enleri görünür, arkası da gaayet kısadır, topuğu bitiminden şöyle bir tutar; ellerde, kollarda, bâzularda, baldırlarda dövme nişanlar: ayyıldız, çapa, balık, üzerinde aşk oku saplanmış yürek, deniz kızı, kalyon...
“Namlı kaptanpaşalardan Küçük Hüseyin Paşa kalyonculardan bir kısmını ayırmış, kendi adına nisbetle Hüseyin Paşa Çıplağı denilen bir müfreze teşkil etmişti: Başlarına mavi püsküllü al fes koydu, sırtlarından gömlekleri attırıp al çuhadan işlemeli kısa ve kolsuz saltayı çıplak gövde üstüne giydirtti (B. : Hüseyinpaşa Çıplağı).
“Kalyancuların içinde şehir eşkiyâsı tipler göğüs kıllarını tıraş eder, iki meme başı ortasında bir tutam kıl bırakırlar, bu kıllara birer küçücük inci ile bir mavi boncuk geçirirler, adına da sîne perçemi derlerdi.
“Yelkenli harb gemileri kalkıb buharlı harb gemileri devri başlayınca kalyoncular da pitoresk külhanî kıyafetleri ile tarihe intikal etti, İikinci Sultan Mahmud devrinin sonu, Abdülmecid devri başlarındadır ki tersâneliye “Bahriyeli” adı verildi. Gömlek, çağşır, salta kısa bir müddet devam etti. İkinci Mahmud devrinde Kapdanıderyâ Husrev Mehmed Paşa Bahriyelilere serpuş olarak fes giydirdi ki Osmanlı askerinde ilk defa fes giyen Bahriyeliler oldu. Fesi de, İngiliz donanmasının efradına benzetilerek Bahriyeli üniforması takib etti. Bu kıyafette Türk Bahriyelisinin hususiyeti olarak başdaki fes ile bele sarılan kırmızı yün kuşak oldu.
“Bahriyelilere mirîden verilen eşya arasında kırmızı yün kuşak 1908 meşrutiyetinde kaldı. Birinci Cihan Harbinde de fes kaldırılarak bahriyelilere hususî bir serpuş kabul edildi ki çocuklara sünnette giydirilen takkelere benzerdi diye târif edebiliriz. Cumhuriyet devrinde şapkanın kabulü üzerine bahriyeliler de alman bahriyelisi kepinin benzeri bir kep giydi ki zamanımızda başlarında taşıdıkları kepdir.
“Bahriyeli üniformasında kış için siyah şayak, yaz için de beyaz keten kabul edildi, yaz için siyah şayaktan yapılan keplerin üst tabla kısmına beyaz ketenden bir kılıf geçirildi”.
Elimizde eski bahriyeli kıyafeti üzerine kıymeti çok mühim olan iki fotoğraf vardır; bunlar ter bıyıklı iki şehbaz delikanlının boy portreleri olup İstanbulda Beyoğlu Caddeikebirinde Vasil Kargapulo Fotoğrafhânesinde çekilmişlerdir; sahhaf-koltukçu Nizameddin Aktuc vasıtası ile Keçecizâde İzzet Fuad Paşaya aid bir evrak tomarı arasında elimize geçmiştir; resimlerin arkasında kurşun kalemle “Rifat Beyin bahriye talebelerinden” ibâresi yazılıdır; bu iki bahriyeli gencin giyiminde fevkalâde şayanı dikkat hususiyet, pantalon yerine İskoçyalılar veya Yunanlı efzonlar gibi birer eteklik giymiş olmalarıdır; baldırlarında işlemeli tozluk, silâhlığında çifte tabanca ve işlemeli saltalarının köşesinde ayyıldız nişanı ve al feslerinde mavi püskül bulunan bu gençlerin hangi bahriye mektebinin talebesi oldukları ve resimlerin hangi tarihde çekiliği, muallim Rifat Beyin kim olduğu tesbit edilemedi. Bahriyemizde bu eteklikli kıyafetin pek kısa sürdüğü söylenebilir, belki de Kırım Harbi yıllarına rastlamış olacaktır. Ayni tomar içinde İzzet Fuad Paşanın da 7 - 8 yaşlarında iken bu eteklikli bahriyeli üniforması ile çekilmiş bir resmi vardır.
Bahriyelilerin beyazlar giymesi yazın müjdecisi, siyahlar giymesi de kışın habercisi bilinir; bahriyeliler 1 mayısda şapka beyazını takarlar, 15 mayısda beyaz ketenler giyilir. 1 kasımda da şapka beyazı çıkar. R. E. Koçu 1957 de “Her Gün” gazetesindeki yazısını bu münasebetle şöyle bitirmektedir:
“Bahriyeliler şapka beyazını 1 mayısda takarlar, beyaz formalarını da mayısın onbeşinde giyerler. Aman çocuklar beyazları giyin artık, havalar ısınmasa da sizi papatyalar gibi görür, bahar geldi diye hiç olmazsa avunur, aldanırız.. Bu yıl kış yakamızı hâlâ bırakmıyor, gider gibi görünüb geri dönüyor..”.
İkinci Abdülhamid devrinde, basın ağzı ile “Donanmayı Heybet makrun” denilen Osmanlı Donanması Haliçde lenger üstünde yatmış, “lenger endâzı mehâbet” olarak dipleri midya bağlayıp âdetâ çürümeğe terk edilmiştir, çürümüşlerdir. Tâlim, yerinden kıpırdamayan gemilerde icâbında bir gösteriş mahiyetinde kalmış, o devrin, meselâ “Resimli Mâlûmât” gibi mecmuaları için, “efrâdı bahriyenin talimleri resimleri” çekilmiştir. Bahriyeliler de şehirde gezip tozma ve bıçkınlık yolunda bol bol zaman bulmuşlardır. “Nüveydi Fütûh” adındaki yelkenli tâlim gemisi yılda bir sefer Marmaradan dışarı çıkmamıştır.
Ahmed Rasim İkinci Abdülhamid devrinde Galat Tiyatrolarının namlı kantocu oyuncu kızlarından bahsederken Bahriyelileri İstanbul halkından şöyle bir kalabalığın arasına katıyor:
“Tutkun mu aradınız: Alın size bir gürûh daha!.. Mektepli Efendilerden, Tophane lülecilerinden, gözü açılmamış mirasyedilerden, Haddehâne Beylerinden, nişanları kollarında birinci, ikinci sınıf tulumbacı resislerinden, Karagümrük, Edirnekapu, Balat, Sulumanastır, Samatya kopuklarından, Boğaziçi Dalyacılarından, Bahriye nerâtından, Nizâmiye çavuşlarından, askerî kanunlardan, Karadeniz uşaklarından, mavnacı, kürekci esnafından mürekkep bir gürûhi enbuh...”
Galatanın bu batakhane tiyatrolarından Amerikan Tiyatrosunda Küçük Amalyanın bir “Tayfa Kantosu” da bilhassa bahriyeliler tarafından coşkun takdirler, tekdir yerinde yere ayak vurmalar ve ıslıklarla karşılanırdı. Ahmed Rasim :
“Amalya, gemici rubası giyerek kasketasının kordelâsını uçura uçura sım sıkı pantalon ile çıkarak :
Kalkın tayfalar
Gemi yalpalar
İçelim şarab
Olalım harab
Kantosunu okudu mu kalkan kalkana!..” diyor (B. : Amerikan Tiyatrosu; Amalya, Küçük). Üstadın tarifinde de aşikârdır, Küçük Amelyanın bu kantoyu söylemek için sahneye çıkarken Frenk bahriyelileri üniforması giymesi hükûmetin Türk bahriyelisi üniformasının şerefini koruma yolunda koyduğu yasaktandır.
İkinci Abdülhamid devrinde Tophâne ketebelerinden halk şâiri Üsküdarlı Râzinin yazdığı bir “Bahriyeli Destanı” da geçen asır sonlarının bahriyelilerinin bıçkınlığı yolunda bir vesikadır :
Bu Râzii derbeder
Düşdü ummânı aşka
Dinleyin bu destânı
Tarzı edâsı başka
Sefinei aşkımda
Faryab idüb külhanı
Bahriye ocağından
Sevdim bir nevcivânı
Nevcivânım dilberim
Şehrimizin uşağı
Ucu yerde sürünür
Belinde al kuşağı
Ak uruba pek açmış
Gonca güller misâli
Güzellikde bulunmaz
Akran ile emsâli
Çakır gözler mestâne
Fesi yıkmış kaşına
Mızıkalı sibyandır
Girmiş onbeş yaşına
Kolda gezer şâhindir
Âfeti devran bıçkın
Sıdku vefâ bâbını
Yırtmış kitâbı aşkın
Meyhâneler hamamlar
Kahvehâne, bağ, çayır
O şuh içün tutuşmuş
Yanıyor cayır cayır
Bir çapayla bir rübab
Olmuş o şûha nişan
Kasımpaşa Kışlası
Mihriyle pertev efşan
Semti Horhor Çeşmesi
İsmi şerifi Ahmed
Sibyan mızıkasında
Çaldığı saz trampet
Bir davûdî sesi var
Hakkın lûtfu ihsânı
Bülbül olur okurken
Hele sabah ezânı
Kalkub abdest alırız
Cümlemiz seher vakti
Görenler melek sanur
Câmide o âfeti
Saf saf durur selâma
Çavuş onbaşı nefer
Her sabah mızıkayla
Kışla sancağı çeker
Cümlemiz bahtiyârız
Sâyei şâhânede
Kasdımız dua idi
Bu tarzı şuhânede
Sıra sıra zırhlılar
Lenger atmış pür heybet
Donanmayı hümâyun
Timsâli şânı şevket
Gemilerde kışlada
Çiçek gibidir efrâd
Temizlik tendürüstlük
Olmuş bedenler pûlâd
Kat kat esvab çamaşır
Yaz ayrı kışın ayrı
Ana baba yapamaz
Evlâdına bu hayrı
Pilâv zerde kavurma
Hem baklava hem börek
Her sofradan kalkışda
El açıb dua gerek
Bahriyeli şanlıyız
Bıçkın delikanlıyız
Sultan Hamid çok yaşa
Kahraman Osmanlıyız
Birinci Cihan Harbi sonlarında Receb adında bir bahriyeli için çıkmış ve evvelâ bütün İstanbulu, 1918 bozgun yılında da bütün yurda yayılmış bir bahriyeli türküsü vardır, ilk kıt’ası şudur :
Gemilerde tâlim var
Bahriyeli yârim var
O da gitti sefere
Ne tâlihsiz başım var
Hani benim Recebim.. Recebim
Sarı lira vereceğim
Gelmezsen, anafora vereceğim
R. E. Koçu kahramanı Ahmed adında bir genc balıkçı olan “Aile Gazinosu” adındaki uzun hikâyesinde bu türkünün İstanbullular ağzında dolaşışını pek canlı tesbit etmişti (B. : Ahmed, Balıkcı güzeli; Receb, Bahriyeli).
Bahriyeli nefer üniforması, bilhassa kenarı beyaz geniş mavi yakası ile siyah, siyaha yakın koyu lâciverd şayakdan ve yaz için beyaz tenedne caket - blûzları o kadar güzeldir ki on dokuzuncu asırda Avrupada, Avrupadan gelerek de bizde, bilhassa İstanbulda, İstanbulun yüksek kibar muhitinde erkek çocukların tuvaletinde moda olmuştu. Geçen asrın ikinci yarısı ile asrımız başlarında Avrupa hükümdar hânedanlraında (başta İngiltere Hanover = Vindsor, Almanyada Hohenzollern, Rusyada Romanof hânedanları) 14-16 yaş arasında prenslere, pantalonu eteklikle değiştirerek küçük prenslere, bizde de ayni yaşlardaki paşazadelere, beyzâdelere bahriyeli nefer esvabı giydirilmiştir. Osmanlı hânedanı bu modada Avrupa hânedanlarından her nedense ayrılarak bu yaşlardaki şehzâdelere bahriyeli esvabı giydirirken civelek nefer kıyafetine ağır amiral üniformasını tercih etmiştir; Sultan Azizin en güzel oğlu Mahmud Celâleddin Efendinin onbeş yaşında iken fotoğrafla çekilmiş Amiral üniforması ile şirin bir bahriyeli resmi vardır.
1942 de Seksen altı yaşında ölmüş saraylı Bezmisafâ Hanım güzel prensin bu resmi için: “Çocuğun sebebi mevti oldu, nazar değdi, hastalandı, melekler misâli uçtu gitti” demiştir.
Birinci ve İkinci Cihan harblerinden sonra bütün dünya ile beraber bizde de zevkler değişti.
Evvelâ Birinci Cihan Harbinin felâketli yılları, İstanbulda harbi takip eden işgal zulmeti, sonra millî mücadelenin heyecanı çocuk giyim kuşamını düşündürecek vakıt bırakmadı. Cumhuriyet ile sulh ve huzur devri başlayınca da İstanbulun, yine moda tâbiri ile “yüksek sosyetesi” 7 - 11 yaşındaki erkek çocuklarına bahriye esvabı yerine Tirol dağlılarının şapka ve esvaplarını giydirirler; İkinci Cihan Harbi ile de havacı esvapları ve kepleri ve bilhassa kovboy esvapları ve şapkaları moda oldu, hattâ bazı aileler çocukların ellerine oyuncak tabancaları vermekde de tereddüd göstermediler.
Zamanımızda erkek çocuk tuvaletine o güzel ve temiz bahriyeli kıyafeti unutulmuş gibidir.
Afili bahriyeli tipi
(Resim: Fotoğraftan S. B. eli ile)
Bahriye sibyan mızıkasından trampetçi, İkinci Abdülhamit devri
(Resim: Hüsnü)
Gemide top taliminde bahriyeliler, İkinci Abdülhamid devri
(Resim: S. Bozcalı)
Söğüdlü yatında güverte yıkayan bahriyeliler
(Resim: S. Bozcalı)
Nüveydi Fütûh tâlim gemisinde bahriyeliler
İkinci Abdülhamid devri
(Resim: S. Bozcalı)
Târihini tesbit edemediğimiz bahriyeli kıyafeti
(Resim: S. Bozcalı)
Birinci Cihan Harbi sonlarında bahriyeli
(Resim: Hüsnü)
Zamanımızın bahriyelileri, Er ve Gedikli Erbaş Okulu talebesi
(Resim: S. Bozcalı)
Bahriyeli esvabı ile bir beyzâde
(Resim: S. Bozcalı)
Theme
Other
Contributor
Hüsnü, S. Bozcalı
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM040196
Theme
Other
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Contributor
Hüsnü, S. Bozcalı
Description
Volume 4, pages 1867-1873
Note
Image: volume 4, pages 1867, 1868, 1869, 1870, 1871, 1872
See Also Note
B. : Azeb; B. : Kalyoncu; B. : Hüseyinpaşa Çıplağı; B. : Amerikan Tiyatrosu; Amalya, Küçük; B. : Ahmed, Balıkcı güzeli; Receb, Bahriyeli
Theme
Other
Contributor
Hüsnü, S. Bozcalı
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.