Maddeler
İstanbul Ansiklopedisi'nin A harfinden Z harfine tüm maddelerini bir arada inceleyin.
Ciltler
1944 ile 1973 yılları arasında A harfinden G harfine kadar yayımlanmış olan ciltlere göz atın.
Arşiv
Reşad Ekrem Koçu'nun, G ve Z harfleri arasındaki maddelerle ilgili çalışmalarını keşfedin.
Keşfet
Temalar veya belge türlerine göre arama yapın; ilk kez erişime açılan arşiv belgeleri arasında gezinin.
BAHÂ, BAHÂLILIK
Bahâ, behâ, Hüseyin Kâzım Beyin Büyük Türk Lûgatı’na göre dilimize farscadan alınmış isim, “bir şeyin alınıb satılan kıymeti, değer”.
Kadimden beri halk ağzında “B” yerine “P” ile telâffuz edilir, “pahâ, pahâlılık, pahâcı” denilir, fakat eskiden münevverler dâimâ “B” ile yazarlar idi. Eskiden avam arasında basit bir ibtidâî tahsili görmüş olub da akran ve emsâli tarafından “Mektebli” denilenler de bu kelimeyi “B” ile yazdıkları halde lâtin asıllı Türk harflerinin kabulünden sonra yazı dilimizde bir imlâ nizâmı kurulamadığı için inkilâb neslinin münevver tabakasının tümü, dilimizde binlerce benzeri gibi ciddî bir tenkide lüzum görmeden “Bahâ” yı “Pahâ” olarak yazmaktadırlar, tek istisnâsı has isim olarak kullanıldığı zamandır, hamdederiz ki bir “Bay Bahâ”, “Bay Pahâ” olmamışdır.
Hüseyin Kâzım Bey meşhur eserinde dilimizde kullanılışına misâl olarak Nedim ile Şeyh Gaalibden şu beyitleri almıştır:
Nazîrin yok cihanda hüsnile mihri münevversin
Bahâ olmaz sana cânâ aceb pâkize gevhersin
Nedim
Hüsnünün olsun bahâyi râyegânı cân ü bâş
Tâlibânı vasi olan bî derdler kılsın telâş
Şeyh Gaalib
Eskiler gerek eşyâ gerek insan hakkında kıymeti takdir edilemeyecek kadar yüksek olanlar içi “bî Bahâ” derdi; artık kullanmıyoruz, ya zamanının tâze dilli şâri Nedim gibi “bahâ olmaz”, yahud “bahâ b...
⇓ Devamını okuyunuz...
Bahâ, behâ, Hüseyin Kâzım Beyin Büyük Türk Lûgatı’na göre dilimize farscadan alınmış isim, “bir şeyin alınıb satılan kıymeti, değer”.
Kadimden beri halk ağzında “B” yerine “P” ile telâffuz edilir, “pahâ, pahâlılık, pahâcı” denilir, fakat eskiden münevverler dâimâ “B” ile yazarlar idi. Eskiden avam arasında basit bir ibtidâî tahsili görmüş olub da akran ve emsâli tarafından “Mektebli” denilenler de bu kelimeyi “B” ile yazdıkları halde lâtin asıllı Türk harflerinin kabulünden sonra yazı dilimizde bir imlâ nizâmı kurulamadığı için inkilâb neslinin münevver tabakasının tümü, dilimizde binlerce benzeri gibi ciddî bir tenkide lüzum görmeden “Bahâ” yı “Pahâ” olarak yazmaktadırlar, tek istisnâsı has isim olarak kullanıldığı zamandır, hamdederiz ki bir “Bay Bahâ”, “Bay Pahâ” olmamışdır.
Hüseyin Kâzım Bey meşhur eserinde dilimizde kullanılışına misâl olarak Nedim ile Şeyh Gaalibden şu beyitleri almıştır:
Nazîrin yok cihanda hüsnile mihri münevversin
Bahâ olmaz sana cânâ aceb pâkize gevhersin
Nedim
Hüsnünün olsun bahâyi râyegânı cân ü bâş
Tâlibânı vasi olan bî derdler kılsın telâş
Şeyh Gaalib
Eskiler gerek eşyâ gerek insan hakkında kıymeti takdir edilemeyecek kadar yüksek olanlar içi “bî Bahâ” derdi; artık kullanmıyoruz, ya zamanının tâze dilli şâri Nedim gibi “bahâ olmaz”, yahud “bahâ bulunmaz, bahâ biçilmez” diyoruz.
Hakiki değeri çok yüksek gaayet kıymetli eşya hakkında giran bahâ” denilir, zamanımızda bu terkib de yaşı ellisini aşmış kalem erbâbı arasında pek ender kullanılmaktadır; fakat esefle kaydederiz ki devrimizin konuşma ve yazı dillerinde bu terkibin karşılığı konuşulmuş değildir; “giran bahâ” hakikî değeri çok yüksek olarak tesbit edilebilen şeydir, “bahâ bulunmaz, bahâ biçilmez” sözleri ile ifâde edilemez, “bahâlı ve çok bahâlı” da değildir, zirâ bunlar değerinden üstün fiatla satılan şeyler hakkında kullanılır.
İstanbul ağzında bir de “ateş bahâsına..” tabiri vardır, Büyükşehrin târihinde birer âfet olmuş korkunç büyük yangınları hatırlatarak, bir şeyin hakiki değerinin kat kat üstünde satılması, tedariki zarureti ile keseyi tam takır bırakması, âdeta yakub kül etmesi yerinde kullanılır, misal :
— Müjde, uskumru çıkmış..
— Çıkdı ama ateş bahâsına...
Mecâzen, vuslatı âşıkı kül eden mâşuk, mâşuka, canan, sevgili için söylenir :
Kâlâyı vuslatı o şûhun ateş bahâsına..
Bir şeyin hakiki değerinden çok aşağıya, çok ucuza tedarikine de “yok bahâsına..” deriz, misal:
On dönüm bağı bahçesi ile beraber koca köşkü yok bahâsına kapattılar...
Yavruydu çırpamadı kanadını
Baldırı çıplaklar tattı tadını
Pazarda vuslatı yok bahâsına
Bakır yapdı o şûh altın adını
Galatalı Hüseyin
“Bahâda ağır yükde hafif..” deyiminde umumiyetle mücevherât kasd olunur; İstanbul ihtilâllerinde iktidar mevkiinden devrilen devletliler kellelerini kurtarmak için kaçıb gizlenmeğe mecbur kaldıklarında mükellef saraylarını giranbahâ eşyası ile ihtilâlcilerin yağmasına terk ederek yanlarında “yükde hafif bahâda ağır” şeylerini götürürlerdi.
İstanbul ağzında aşk ve alâka yolunda mecâzen de kullanılmıştır:
Senden kabulüdür benden bir teklif
Gel olalım dedim lâm ile elif
Oğruladım o güzeller şâhını
Ağırdır bahâda hem yükde hafif
Galatalı Hüseyin
Tarihçesi boyunca Büyükşehir İstanbul, harb yıllarında erzak getirilmemesi ve anbarlarının boşalması yüzünden; şehrin büyük bir kısmını kül eden dehşet verici yangınlardan sonra; uzun ve şiddetli kışlarda kara ve deniz yollarının kapanması ile; hemen hepsi kanlı ihtilâllerle devrilmiş beceriksiz ve yahud emsalsiz suiistimâller ile kirlenmiş ellerin idaresinde kaldığı zamanlar; ve nihâyet bütün bu fırsatlardan istifade etmesini bilen muhtekir esnaf ve tüccarın melâneti eseri olarak halkının ıstırab ile kıvrandığı bahâlılık devirleri yaşamıştır; öylesine ki şikâyet sesleri, feryâd ü figan hâtıralar, vak’anüvis notları, şiirler ve halk ağzı detanlarla İstanbulun târihine mal edilmiştir.
Onsekizinci asrın seçkin şâirlerinden Osmanzâde Tâib 1718 de Pasarofça Muahedesi ile sona eren Rus ve Venedik harblerinin muhtekirlere fırsat vermesi ile İstanbulda sebep olduğu bahalılık ve geçim sıkıntısı üzerine manzum bir feryadnâme yazmış ve sulh muahedesinin akdinden az evvel sadâret mevkiine gelmiş olan Dâmad Nevşehirli İbrahim Paşaya takdim etmiş idi :
Hayri makdem aceb mahallinde
Geldin ey âsafı bülend ârâ
Berekâtı Halil İbrâhim
Olmadan makdeminle cilvenümâ
Gelmeseydin eğer bu günlerde
Şehr olurdu harab ser tâ be pâ
Etme ahvâli halkı istifsâr
Nakledersem keder verir zirâ
Çıkdı ateş bahâsına hiyzüm (odun)
Satılır dirhem ile ûd âsâ
Ya kömür şöyle kim gubârı dahi
Tûtiyâ (sürme) oldu dideye hâlâ
Arpayı hod tefahhus eyleme kim
Arpalık hâsılı yetişmez ana
Arpa torbası sanur ânı gören
Olsa bir gözde arpacık peyd’â
Revganı dil (gönül yağı) erimede şebü zûz
Şem’veş mum deyû yanub fukarâ
Revganı sâde iştirâsı muhal
Ki bahâsına itmez akçe vefâ
Şimdi bir yağlı kapu da yok kim
Edelim anda derdi cûa devâ
Kahveyi mezhebine uydurdu
Nohudu kavurub içer zürefâ
Seri dervişde küleh görse
Bal kabağı sanub kapar gurebâ
Sabun anılsa ağzımız köpürür
Üştüri kefzeban (geviş getiren deve) gibi meselâ
Vesah âlûde kaldı cümle siyab
Şimdi ayniyle kirli dense sezâ
Koltuğunda somun sanub sevinir
Bir fakir olsa mübtelâyi vebâ
Bu galâya sebeb nedir bilemem
Yine herşeyde var bakılsa rehâ
Her tarafdan zahîre gelmekde
Pür sefâin ile lebi deryâ
Yok mahâzinde yer ayak basacak
Öyle memlû zehâir ü eşyâ
Yolun öğrendi satmanın tüccar
Sorar izler kimsene yok zirâ
Tamahı hâmı ile hükkâmın
Muhtekirler belâsıdır bu belâsı
İhtimam eyle narha sultânım
Def ola ehli beldeden bu galâ
Ahzedüb kande muhtekir var ise
Eyle resmi vezâreti icrâ
Ki safâyi derûn ile âlem
Eylesünler dua sabah ü mesâ
Fakat ne kadar yazıkdır ki adının ebediyen hayr ile anılması için ilk Türk Matbaasını açdırtması kâfi bir hizmet olan büyük vezir Dâmad Nevşehirli İbrahim Paşanın 1718 - 1730 arasındaki sadareti, Lâle Devri de İstanbulun günlük hayatında bir bahâlılık, gayri meşrû kazançlar peşinde ihtikâr, mal ve erzak gizleme devri olmuşdu; Üstelik bir lüks düşkünlüğü ve sefâhat bütün yüksek tabakayı sarmış, yukarıyı taklide kalkan orta tabaka içtimâî huzurunu kaybetmiş, fuhuş ve türlü rezâlet artmış, mahkemelere varınca rüşvet girmiş, ayak takımı azmış; İbrahim Paşanın şahsî düşmanları bir fitne tahriki için müsaid zemin bulmuş, 1730 da Batazıd Hamamında yalın ayaklı bir dellâk, arnavud Patrona Halil bir sabah bir kaç ayakdaşı ile ihtilâl ateşini uyandırdığı zaman İstanbullular bu süflî adamların peşine takılıvermişdi. (B. : 1730 ihtilâli; Halil, Dellâk Patrona; Gümüşendâze,; Lâle Devri).
Dördüncü Sultan Mehmed devrinde ve Köprülü Mehmed Paşanın sadırâzamlığı zamanında hicrî 1070 = milâdı 1660 yangını İstanbulun dörtde üçünü yakub yok iden bir ateş âfeti olmuşdu (B. : Ayazmakapusu Yangınları). Yangından sonra Büyükşehirde korkunç bir kıtlık, onun yanı sıra müdhiş bir behâlılık oldu, kısa süren bu buhranı o günlerde İstanbulda yaşamış Enderunlu Mehmed Halife “Târihi Gilmânî” adındaki eserinde şöylece anlatıyor:
“... oğul babaya ve ana baba oğluna, ve karındaşa bakmayub ateş teskin oluncaya kadar hayran ve sergerdan kaldılar. Bâdehû akılları başına geldikde, üç gündenberi aç ve susuz helâk mertebesine varmışlar, ne su ve ne ekmek var, zirâ ateş su yollarını ve değirmeneri bozdu ve unu buğdayı ve ekmekci dükkânlarını bilkülliye yakub harab etti. Bu gez halk vâlih ü hayran kaldılar.
Şöyle ki bir ekmek bulunsa bin akçeye alurlardu. Bu minval üzre dört beş gün mikdârı aç ve susuz ve evsiz herkes ne yerde ateşden necat bulduysa geçindi, sonra tedricen Üsküdar ve Sultan Eyyubdan ve Tophâneden nice yüzbin derdü belâ ile def’i ramak mikdârı ekmek ve yemiş getirüb ehlü iyâli ile ifâkat buldu ve aldıkları ekmek toprağa benzer, on dirhem mikdârı bir akçe, o dahi bulunmaz.”
Bu 1660 yangını âfetini gözleri ile gören şâhidlerden ermeni halk şâiri Aznavuroğlu türkçe yazdığı yangın destanında :
İstanbulda yangın oduğu sene
Fırınlardan ekmek alınmaz oldu
..............................................................
Yangın oldu bu kıtlığın sebebi
Hep külli cümle şey bulunmaz olduğu
diyor (B. : Aznavuroğlu).
İstanbulda aşağı ve orta tabaka halk, bilhassa mahdut gelirli memurlar Birinci Cihan Harbi ve onu takib eden 1918 yılı mütarekesi ile acı işgal yıllarında da çok ağır mahrumiyet çekdiler. O devrin ciddî ve mizahî gazetelerinde bu bahalılığın ve darlığın akislerine geniş ölçüde rastlanır. Aydede mizah gazetesinde Abdülbâki Fevzi, Kalemine tahsis edilmiş olan “Be tarzı kudemâ” başlıklı sütunda bir kasidede :
Bakın ol rütbe süflî perver olmuş kim cihan şimdi
“Fasulyâ” dır velîünnîmeti bî imtinan şimdi
Bunaldım kaldım Allahım ne halt itsem aceb bilmem
Temelden oynamışdır hâne, çökmüşdür tavan şimdi
Börek, et, baklava bilmem ne beklerken, sabah akşam
Gelir hân üzre birkaç baş sarmısak, soğan şimdi
Canım bir “türlü” ister hayli müddettir benim amma
Nasıl yirsin nasıl onbeş kuruş bir patlıcan şimdi
Maaş erbâbının yokdur bugün bir farkı sâilden
Yaşar bir ehli irfandan mükemmel bir çoban şimdi
Zamanımız Karikatürleri:
Ticaret Vekâletine göre İstanbul ucuzluk diyarı imiş
(Gazeteler)
“Şebi yeldâyı muvakkitle müneccim ne bilir
Onu memurlara sor kim geceler kaç saat!”
(Nehar Tüblek ; Akbaba Mecmuası)
Zamanımız Karikatürleri:
Durmadan artan kundra fiatları üzerine
(Akbaba Mecmuası)
Serbest satış
Zamanımız Karikatürleri:
Narh
ve ötesi
(Akbaba Mecmuası)
Zamanımız Karikatürleri :
“Büdce Komisyonu”
(Akbaba Mecmuası)
Zamanımız Karikatürleri :
Bakkaliye fiatları üzerine
(Akbaba Mecmuası)
Zamanımız Karikatürleri :
Kundura fiatları üzerine
(Akbaba Mecmuası)
Tema
Folklor
Emeği Geçen
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.
TÜM KAYIT
Kod
IAM040141
Tema
Folklor
Tür
Ansiklopedi sayfası
Biçim
Baskı
Dil
Türkçe
Haklar
Açık erişim
Hak Sahibi
Kadir Has Üniversitesi
Tanım
Cilt 4, sayfalar 1822-1826
Not
Görsel: cilt 4, sayfalar 1822, 1823, 1824, 1825, 1826
Bakınız Notu
B. : 1730 ihtilâli; Halil, Dellâk Patrona; Gümüşendâze,; Lâle Devri; B. : Ayazmakapusu Yangınları; B. : Aznavuroğlu
Tema
Folklor
Emeği Geçen
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.