Maddeler
İstanbul Ansiklopedisi'nin A harfinden Z harfine tüm maddelerini bir arada inceleyin.
Ciltler
1944 ile 1973 yılları arasında A harfinden G harfine kadar yayımlanmış olan ciltlere göz atın.
Arşiv
Reşad Ekrem Koçu'nun, G ve Z harfleri arasındaki maddelerle ilgili çalışmalarını keşfedin.
Keşfet
Temalar veya belge türlerine göre arama yapın; ilk kez erişime açılan arşiv belgeleri arasında gezinin.
BACANOS (Kemençeci Aleko)
Rum asıllı tanınmış piyasa sâzendesi. 1888 senesinde doğmuş, 27 kânunuevvel 1950 de 62 yaşında olduğu halde İstanbul’da ölmüştür. Kısa boylu, zayıf olduğundan yaşlı gözükür, türkçeyi rum şivesi ile konuşur bir zat idi. Kemençesi iyi değildi; parlak ses çıkaramaz, pek çok falso yapardı. Fakat piyasada şöhreti vardı ve birinci sınıf para kazanan sâzendelerden mâdut idi. Gençliğinde daha iyi çaldığı söylenir. Birçok plâkların doldurulmasına iştirâk etmişti. Geçnlik senelerinde birkaç şarkı bestelemiştir ki, bunlar bilhassa 20 - 25 sene evvelki İstanbul’un ağzında çokça işitilen eserlerdi: Hüseynî Sengîn Semâî (Zevkım, emelim hep sen ile pür-emel olsun), Hüseynî Sofyân (Çeşmeye giderken sarışın kız), Hüseynî Düyek (Hasretin unutturdu beni bana), Hüzzâm Sengîn Semâî (Aşkın beni bak gülme ne müşküllere sardı) Hüzzam Düyek (Seni, ancak seni rûhum düşünür sonsuz inan), gene bir Hüzzâm (Meftûnun olan gönlümü sevdalara saldın). Segâh Ağır Devri Hindî (Aşkı mes’ûdumuzu hâlikı sevdâ korusun), Râst Ağır Devri Hindî (Cana tercih eylemişken şîvekârım ben seni), Hicâz Devri Hindî (Kûşei nisyâna atdı sevdiğim, yâdetmiyor), Sabâ Devri Hindî (Öyle bir âfeti yektâi emelsin meleğim), Acem Aşîran Yürük Semâî (Gel ey denizin nazlı kızı, nûşi şerâb et).
T. Yılmaz Öztuna
Aşağıdaki satırlar, emekdar sana...
⇓ Devamını okuyunuz...
Rum asıllı tanınmış piyasa sâzendesi. 1888 senesinde doğmuş, 27 kânunuevvel 1950 de 62 yaşında olduğu halde İstanbul’da ölmüştür. Kısa boylu, zayıf olduğundan yaşlı gözükür, türkçeyi rum şivesi ile konuşur bir zat idi. Kemençesi iyi değildi; parlak ses çıkaramaz, pek çok falso yapardı. Fakat piyasada şöhreti vardı ve birinci sınıf para kazanan sâzendelerden mâdut idi. Gençliğinde daha iyi çaldığı söylenir. Birçok plâkların doldurulmasına iştirâk etmişti. Geçnlik senelerinde birkaç şarkı bestelemiştir ki, bunlar bilhassa 20 - 25 sene evvelki İstanbul’un ağzında çokça işitilen eserlerdi: Hüseynî Sengîn Semâî (Zevkım, emelim hep sen ile pür-emel olsun), Hüseynî Sofyân (Çeşmeye giderken sarışın kız), Hüseynî Düyek (Hasretin unutturdu beni bana), Hüzzâm Sengîn Semâî (Aşkın beni bak gülme ne müşküllere sardı) Hüzzam Düyek (Seni, ancak seni rûhum düşünür sonsuz inan), gene bir Hüzzâm (Meftûnun olan gönlümü sevdalara saldın). Segâh Ağır Devri Hindî (Aşkı mes’ûdumuzu hâlikı sevdâ korusun), Râst Ağır Devri Hindî (Cana tercih eylemişken şîvekârım ben seni), Hicâz Devri Hindî (Kûşei nisyâna atdı sevdiğim, yâdetmiyor), Sabâ Devri Hindî (Öyle bir âfeti yektâi emelsin meleğim), Acem Aşîran Yürük Semâî (Gel ey denizin nazlı kızı, nûşi şerâb et).
T. Yılmaz Öztuna
Aşağıdaki satırlar, emekdar sanatkârın, 1947 şubatında, İstanbul Ansiklopedisine tevdi ettiği bir otobiyografi mektubundan alınmıştır:
“Ailemizin İstanbul’a, Çatalcanın arkasındaki Çanta köyünden geldiğini babamdan işitmiştim. Ben İstanbul’da doğdum, çocukluğum, gençliğim, bütün ömrüm daima Beyoğlunda geçmiştir. Babamın babası kılarnet çalardı. Babam, meşhur lâvtacı, Lâmbo, dayım, meşhur kemençeci Anastas Efendi ki babamın talebesidir. Ve yine kemençeci Sotiri dahi pederimden çok istifade etmişlerdir. Musikiye olan merakımı evvelâ dayım Anastas farketti. Ve henüz sekiz yaşımda iken bana Bonmarşeden oyuncak bir keman aldılar. İki sene sonra kemanı büyüttüm. Bana, hakikî bir keman aldılar. Bundan sonra, artık bu kemanla çalmağa başladım. Babamdan, aşağı yukarı iki sene, kemanla peşrev ve semâîleri ve bilhassa ağır fasılları meşkettim. Bundan sonra da kemanî Tekirdağlı Vasil’den nota ve kaman dersi aldım. Çocukluğum böyle geçti. Bir hayli zaman sonra, dayım Anastas’a saraydan bir kemençe hediye edildi. Evimizde, haftanın üç dört günü musiki toplantısı ile geçerdi. Bir gece, dayımın kemençe taksimi çok hoşuma gitti, ve o gece herkes dağıldıktan sonra Anastas’ın kemençesini ben alarak bir odaya kapandım ve yalnızca saatlerce çaldım. Ertesi gün, dayım, kemençesini istedi. Ben de cevaben: — Bir kemençeyi yeğenine çok mu görüyorsun?! deyince, gülerek: — Haydi onu sana hediye ettim! dedi. İşte, o gün, bugün biribirimizin bir an yakasını bırakmıyoruz. Bilâhara babamın tavsiyesi üzerine ders almak üzere dayımın evine gittim. Kemanla öğrendiğim bütün eserleri kemençe ile çaldım. Dayım da bana: — Yeter artık git, ve bir daha buraya gelme! dedi. Ben de bunu hakaret zannederek çok üzüldüm ve babama bu hali anlattım. Gülümsemeğe başladı. Anladım ki, bu vaziyette babamın hoşuna giden bir hâdise var. Ben daha hiçbir şeyin farkında değilim. Dayım, meğer babamı görmüş, “bizim çocuk, benden daha temiz seslere basıyor, onun derse hiç ihtiyacı yok, kendi kendine ilerler. Kemençeyi, büyük kabiliyet ve zekâsı ile yenmiş” diye iltifatta bulunmuş.
“On iki, on üç yaşlarımda, babamın da iştirâk ettiği ve o zamanlar saraylara kadar girmiş en meşhur saz takımlarına amatör olarak dahil oldum. Bu sıralarda, diğer maduf saz takımlarından bana teklifler gelmeğe başladı. Bu teklifler az zaman sonra o kadar çoğaldı ki, o zaman babamın saz takımı ile boy ölçüşen meşhur kılarnet İbrahim, hânende Karabaş, lâvtacı Overik Efendilerin bulunduğu heyete kemençe olarak alındım. Ve bu suretle genç yaşımda piyasaya atılmış oldum. Bu sıralarda maruf sanatkâr Tanburî Cemil Bey, ekseriya saz dinlemeğe gelir ve kendisiyle birlikte eserler çalmak hususunda daima tekliflerde bulunurdu. Ne yazık ki, biz, kapanın elinde kalıyorduk. Yalnız bir akşam Şehzade Bürhaneddin Efendi de buluştuk. O zaman koca Cemil Bey: “İşte evlât.. Seni böyle getirirler” dedi. Ben onu görünce heyecanımdan kendimi kaybetmiştim. Fasla girdiğimiz zaman bile kendime mâlik değildim. Sazdan sonra tanburunu hemen bir tarafa atıp sararmış bir halde beni kucakladı ve: “Seni tebrik ederim, bu yaşa geleli bu kadar zevkli saz çalmamıştım, âdeta uzun zaman beraber ders yapmış gibiyiz” dedi.
“Böylece bütün hayatımız Beyoğlu’nun tarihlere karışan Kafe Ruayal, Eftalopos, Eldorado ve Türk Yuvası gibi meşhur yerlerinde geçmekte bulunmuştur. Birçok büyüklerin giremediği sazlarda, Kemanî Memduh, Bülbülî Salih gibi üstadlar idareyi bana terkederler ve sağ başı bana verirlerdi.
“Evliyim, altı çocuğum vardı. Biri vefat etti. Şimdi dördü kız, biri erkek beş çocuğum var. Çocuklarımın içinde kendi zevkleri için keman ve piyano çalanlar da var.
“Sanat hayatımın en parlak zamanları Kadıköy Yoğurtçu çayırında ve ismi geçen diğer gazinolardır. İlk bestem “Cana tercih ederken şîvekârım ben seni” rast şarkıdır, o zaman onsekiz yaşındaydım.
“Günlük hayatım pek mütevazıane geçer, bugünkü halimi muhafaza edebildiğime şükürler olsun! Beyoğlunda Tepebaşında Meşrutiyet Caddesinde 113 numaralı apartımanda otururum.”
Aleko Bacanos
(Resim: Nezih)
Aleko Bacanos’un meşhur bir şarkısı
“Gel ey denizin nazlı kızı”
(Nota: Ş. İskender Kudmânî)
Tema
Kişi
Emeği Geçen
Nezih
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.
TÜM KAYIT
Yazar/Üreten
T. Yılmaz Öztuna
Kod
IAM040071
Tema
Kişi
Tür
Ansiklopedi sayfası
Biçim
Baskı
Dil
Türkçe
Haklar
Açık erişim
Hak Sahibi
Kadir Has Üniversitesi
Emeği Geçen
Nezih
Tanım
Cilt 4, sayfalar 1782-1783
Not
Görsel: cilt 4, sayfalar 1782, 1783
Tema
Kişi
Emeği Geçen
Nezih
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.