Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
BÂBIÂLÎ, BÂBIÂLÎDE HAYAT
Merhum Semih Mümtaz S. “Tarihimizde hayal olmuş hakikatler” adındaki çok değerli hatıraları arasında: (Bu eser Hilmi Kitabevi tarafından yayınlanmıştır). İkinci Abdülhamid devri sonlarında Bâbıâlî hayatına dair genişçe bir yer ayırmıştır. Aşağıdaki satırlar oradan alınmıştır:
“Ben Divanı Hümâyunu Mühimme Kalemine kaydedildiğim gün ser halife, yani kalemin müdürü safa geldiniz dedikten sonra beni iki büklüm bir ihtiyarın yanına oturttu ve “O efendinin yazısı fevkalâde güzeldir. Ondan ders alınız”, dedi. İhtiyarlar meraklı oldukları için daha o gün bu zat benim kim olduğumu sora sora nihayet öğrendi ve aynı odada büyük babam Mümtaz Efendi ile kalem arkadaşlığı ettiğini ve onun torunu ile yanyana oturmaktan memnun ve müftehir olduğunu söyledi. İhtiyar az kalsın ağlayacaktı da! Bir iki ay yanyana oturduk’ Beni âmedi odasına aldılar. Âmedi divanı hümâyun kalemi sadaretten, yani sadırâzamlık makamından saltanat makamına yazılan arizaları yazar ve padişahtan gelen iradei seniyeleri kayıt ve lâzım gelenlere tebliğ ederdi. Bir usul daha vardı ve buna da âmedçi bey nezaret ederdi, o da bâzı iradei seniye tezkerelerini yalnız okunmak üzere Bâbıâlî konağında oturan nazır paşalara göndermekti; ve bunları istediği adama, yani âmedi hülefasından olmak şartiyle dilediği zattan birine vermekte mu...
⇓ Read more...
Merhum Semih Mümtaz S. “Tarihimizde hayal olmuş hakikatler” adındaki çok değerli hatıraları arasında: (Bu eser Hilmi Kitabevi tarafından yayınlanmıştır). İkinci Abdülhamid devri sonlarında Bâbıâlî hayatına dair genişçe bir yer ayırmıştır. Aşağıdaki satırlar oradan alınmıştır:
“Ben Divanı Hümâyunu Mühimme Kalemine kaydedildiğim gün ser halife, yani kalemin müdürü safa geldiniz dedikten sonra beni iki büklüm bir ihtiyarın yanına oturttu ve “O efendinin yazısı fevkalâde güzeldir. Ondan ders alınız”, dedi. İhtiyarlar meraklı oldukları için daha o gün bu zat benim kim olduğumu sora sora nihayet öğrendi ve aynı odada büyük babam Mümtaz Efendi ile kalem arkadaşlığı ettiğini ve onun torunu ile yanyana oturmaktan memnun ve müftehir olduğunu söyledi. İhtiyar az kalsın ağlayacaktı da! Bir iki ay yanyana oturduk’ Beni âmedi odasına aldılar. Âmedi divanı hümâyun kalemi sadaretten, yani sadırâzamlık makamından saltanat makamına yazılan arizaları yazar ve padişahtan gelen iradei seniyeleri kayıt ve lâzım gelenlere tebliğ ederdi. Bir usul daha vardı ve buna da âmedçi bey nezaret ederdi, o da bâzı iradei seniye tezkerelerini yalnız okunmak üzere Bâbıâlî konağında oturan nazır paşalara göndermekti; ve bunları istediği adama, yani âmedi hülefasından olmak şartiyle dilediği zattan birine vermekte muhtardı.
“Bâbıâlide oturanlar — Sadaretten sonra Dahiliye Nezareti ve erkânı ve kalemleri Bâbıâlide idiler. Bugün vilâyet mektubcusunun odasından yanındaki büyük odada benim gördüğüm zat Dahiliye Nazırı Memduh Paşa idi ve yanı başındaki küçük odada da mühürdarı Hasan Bey (kalemi mahsus müdürü) otururdu ve bir iki arkadaşı daha vardı.
“Memduh Paşanın oturduğu odanın takımı yeşil kadifeli iki kanape ile dört koltuktan ve altı iskemleden ibaretti ve masanın karşısında da iki maroken iskemle dururdu. İradei seniyeleri kendisine götürdüğümüz zaman ayağa kalkar, tezkereyi okur ve bize iade eder ve bâzan da, merakı idi, bir nüktecik sarfederdi. Bir gün oğlu Mazlûm Beyle beraber baba oğul karşı karşıya otururken bir iradei seniye tezkeresi götürmüştüm. Tezkereyi okuduktan sonra benim de oturmaklığımı emretmiş ve Bebekteki yalımızda mı ikamet ettiğimi sormuştu. Mazlûm atıldı: “Elbette efendimiz, bebekler Bebekte otururlar...” gibi bir şaka savurdu. Memduh Paşa derhal... “Evet amma oğlumuz göz bebeğidir...” mukabelesiyle (benim anladığım) oğlunu azarlamıştı.
“Şûrayı Devlet — İmparatorluğunu Şûrayı Devleti ve Bâbıâlide toplanmıştı. Bu daire bugün yerinde yoktur; yanmıştır ve yerine konulmamıştır. Burada Şûrayı Devlet Reisi, tanzimat, maliye, dahiliye, mülkiye daireleri ve muhakemat daireleri ve kalemleri otururlardı.
“Muhakemat daireleri o zaman devlet memurlarının muhakemeleri işiyle meşgul olurlardı. Bir de bunların fevkinde bir mülkiye dairesi vardı. Buna Şûrayı Devlet Reisi bizzat riyaset ederdi ve âzası adedi ve devrin ibzaline rağmen yirmiyi geçmemişti.
“Benim yetiştiğim Şûrayı Devlet reisleri Kürt Sait Paşa ile Lâz Hasan Fehmi Paşalardı. Sait Paşayı âmedî hülefasından iken sık sık ziyaret ederdim. Hasan Fehmi Paşayı ben de âzası olduğum için mülkiye dairesinde görür dururdum...
“Sait Paşanın bir hususiyeti de fazla miyopluğu idi. Bâbıâli koridorlarından geçerken sağa sola ezbere selâm verir gibi rivayetler de duyulurdu. Ve kendi kapısı önünde olduğu gibi diğer nazırların odaları kapılarında da ikişer süngülü asker paşalara selâm durduğu için Sait Paşa askerin selâm dur sesine temposunu uydurur selâmını ona göre âyarlar, derlerdi. Bir gün kendisine de bir irade tezkeresi götürmüştüm. Oturmaklğımığı emretti ve mutadı veçhile şakalı iltifatlar ibzaline başladı. Beni büyük babama karşı beslediği muhabbetten dolayı fazla iltizam ve bana fazla ikram ederdi. Lâkırdı ederken birdenbire... “Oğlum; sen de Reşit Âkif Bey gibi (paşa) neden fesinin püskülünü fesin tepesinde tutuyorsun?...” dedi. Ben hayretten hayrete düşmüş ve biraz şımarığı olduğum için “Efendimiz her zaman görmemezlikten miyopîden şikâyet buyurursunuz... Bendenizin püskülümü nasıl olup da gördünüz” deyince:
“ — Sana mahrem bir haber vereyim. — Görmemek yeğdir görüp divâne olmaktan bizi — Anladın mı oğlum? Sen de benim evlâdımsın bunu bil, fakat kimseye söyleme... cevabını vermişti.
“Hariciye Nezareti — Bugün İstanbul Defterdarlığının bulunduğu konakta; fakat başka bir kalıp ve kıyafette idi ve o zaman Şûrayı Devlet Daireleri yanmadığı için buraya koridorlardan geçilerek gidirilirdi. Evet o zaman tâ sadaret dairesindeki büyük sofadan başlıyarak hariciyeye kadar altlı üstlü koridorlardan gidip gelinirdi. Hariciyenin istişare odası, tercüme odaları, şifre ve kalem odaları, şehbenderler dairesi ve kalemler... Bahusus... Kileri hep oradaydı. Hariciyenin kileri alt katta bir büyücek odada hemen hemen hepimizi toplar akşam üzeri kahvaltısı vaktinde hakikaten işimize yarardı. Havyarlı sandviçler, lor peynirli francalalar; naneli limonatalar hem terütaze hem de tertemizdi.
“Sadırâzam Avlonyalı Ferid Paşanın bâzan bu kilerden şunu bunu getirttiği de görülürdü. Muziplik bu ya biz de... “Sadırâzam paşamız ucuza dayanamaz...” der gülüşürdük.
Sadaret ve erkânı — Amedii divanı hümâyun kalemi Mahmudu Adlî devrinden başlar. Vazifesi yukarıda arzettiğim gibi Padişah ile Sadırâzam arasındaki muhaberatı kayıt ve tahrir etmekti. Meclisi vükelâda bulunan kâtipler bu kalemden alınırdı. Âmedci bey veya âmedci efendi denilen zat bu kalemin müdürü idi. Ben âmedi hülefalığına memur edildiğim vakit âmedci Mehmed Ali Beydi. (Sonraları Mehmed Ali Paşa olarak Sadırâzam müsteşarı; Meşrutiyetten sonra da Evkafı Hümayun Nazırı olmuşdu). Dikkatli, ferasetli, hayırhah, neşeli ve nükteci bir zattı. Hepimize ayrı ayrı iltifat eder; “rica ederim” demeksizin bir kelime olsun söylemezdi. Hele altı kişiden ibaret olan hususî maruzat odası biz efendilerine fazla ehemmiyet verir ve emniyet ederdi; çok da çalıştırırdı.
“Zevki tezkerelerin gayet tertipli ve okunaklı yazılması olduğu için buna ve bundan evvel de müsveddelere aşırı dikkat ederdi (... Doğrusu böyledir diyerek müsveddelere müsvedde derdi...) ve yazdıklarımızı tashih etmezse kâğıdı bize verirken mutlaka teşekkür ederdi. Padişaha gidecek evrakı bizzat Sadırâzama götürür, imzalatır, sonra bunları kırmızı bir atlas keseye yerleştirir ve balmumu ile sıktığı kesenin ağzını da mühürler, saraya yollardı. Saraydan gelen iradei seniyeleri de Sadrâzamdan alır icabını icra ederdi. Âmedci bey yazdıklarımızı beğenmezse hırçın çizgilerle tashih eder “semihâne yazmışsınız” derdi. Bu itaptan biri de hiç unutmam ilk defa bana nasip olmuştu ve semihâne tâbiri böyle başlamıştı.
“Âmedî Hülefaları — Ben bu memuriyete getirildiğim zaman bir hayli âmedî hülefası vardı. Bunlardan kalabalık tarafı başmuavin Müfit Beyle beraber büyük bir odada oturur, çalışırlardı. Altı kişilik hususî kalem de ayrı bir odada çalışırdı. Muavini sanilikte bulunan zat da (Ben burada Cemil Beyi bulmuştum. Besim Ömer Paşanın ağabeyi, Azmi Beyin kayınpederidir) âmedci beyle beraber bir odada otururdu. Müfit Bey iyi bir kalem müdürüydü. Yazılacak müsveddeleri hülefaya o taksim eder, yazılanları iptida o tashih eyler, âmedciye yollardı. Pek mühim olmıyanlara da beyan edilmesi işaretini verirdi. Fakat herkese iş vermez, yani herhangi bir iltimasla kaleme gelip de ellerinden iş gelmiyenleri yormazdı. Ve kendisinden bu gibilerden Alinin veya Velinin gelip gelmediği, kaleme devam edip etmediği sorulursa nevima şöyle bir cevap verirdi:
“Kendi bâzan gelir amma kaleme
Sözü gelmez onun asla kaleme!”
“İçimizde hakikaten dirayeti kâmileleri müsellem olanları vardı. İçimizde gene hakikaten ademi dirayeti kâmileleri müsellem ve meşhur olanları da vardı. Odada yanına tesadüf ettiğim bir kalem arkadaşımın bir türlü maaş senedini yazamadığını bugün gibi hatırlarım. Ancak su içer gibi hattâ en mühim tezkere müsveddeleri yapanları da hatırlarım. Efdaleddin, Müfit, Nureddin, Büyük Celâl, muavin Cemil Beyler ve saire gibi. Ben de dahil olduğum halde üst tarafı pek sayılacak kadar az değildi. Buna rağmen işlerde asla sekte görülmezdi. (Nureddin Bey sanatkâr Münir Nureddin babasıdır.)
“Seryaver bey veya paşa — Bâbıâlide bir de yaverlere ve süvarilere mahsus odalar ve ahırlar vardı. Bir de Seryaver Bey veya Seryaver Paşa vardı. Sadırâzamın yaverleri... Yaverler nöbetle at üzerinde Sadırâzâmın arabasını takibederlerdi ve öteye beriye gönderilen müstacel tezkereleri, iradei aliyeleri (Sadırâzamın emirleri demektir) götürürlerdi. Seryaver Bey veya Paşa da odasında oturur, gelirken ve giderken Sadırâzamı istikbal ve teşvi ederdi. Bir rivayete göre de gelen gidenleri, Sadırâzamı ziyaret edenleri kayıt ve saraya arzederdi’ Bu başyaverlerden ismi hatırımda kalan Cemal Paşadır. Hepimize hürmet eden bu zat hususî hayatında dostluğa hürmetkârdı. Eğlence namına da yalnız pokeri severdi, ve pokerde kızarsa alâhotör diyecek yerde “Alâvutum” derdi.
“Dahiliye Nezareti — Bugün İstanbul Valiliği makamında Valinin işgal ettiği daireyi evvelce sadırâzamlar işgal ederdi ve Vükelâ Meclisi bu dairede içtima eylerdi. Her pazar ve çarşamba günleri... Merdiveni çıkar çıkmaz sağ tarafa tesadüf eden birinci koridorun başlarındaki odalarda nezaret tercümanları otururdu. İlk bölmeden sonra da Dahiliye Nezareti kalemleri bulunurdu. Mektubî kalemi, evrak kalemi gibi hemen alt katlarında da muhasebe ve nüfus kalemleri yerleşmişti. Aynı zamanda da vilâyetlerin kapı kâhyaları ve kapı çuhadarları alt kattaki odalarında çalışırlardı. Kapu kâhyalarının vazifesi vilâyetlerle İstanbul dairei resmiyelerinin arasında cereyan eden tahriratı toplamak ve bir hülâsasını yapıp valilere göndermek; gelenleri de alıp devaire taksim ve takibetmekti ki kapı çuhadarları bu işlerde kendilerine muavenet ederlerdi. İmparatorluk büyüktü, buna lüzum vardı.
“Vali dairesindeki büyük sofanın iç ucundaki koridor tâ Hariciye Nezaretine imtidad ederdi (bugünkü defterdarlık), işte bu koridorun kapusundan girer girmez sola gelen ilk odalar (zira sağda odalar yoktu) âmedî odalarıydı ve birinci bölme kapudan sonra Dahiliye Nazırının odaları gelirdi (bugün vilâyet mektupçusu falan oturuyor). Nâzır Paşa veya Bey bu odalarda otururdu.
“O zaman kalemi mahsus müdürlerine mühürdar derlerdi. Nazırın emniyet ettiği bir adam olan mühürdar evrakı getirir birer birer okur, Nazır Paşanın mühürünü alır, basardı. Bir taraftan da aldığı emirlerle Nazırın arzularını takibederdi. Ben hayal meyal Münir Paşayı Dahiliye Nazırı olarak tanırım. Babam Dahiliye müsteşarı olduğu vakit Münir Paşa Dahiliye Nazırı, Kâmil Paşa Sadırâzam idiler. Münir Paşanın mühürdarı Neyyir Beyi de bu tarihte tanıdım. Daha geçenlerde seksenlik bir yaşta vefat etti, fevkalâde namuslu; mübalâğasız arzediyorum emsaline güç tesadüf olunur denecek kadar namuslu, dindar ve haysiyetli bir adamdı. Biraz haşin idi gerçi, fakat aslâ cebin değildi. Hiçbir şeyi namusuna tercih etmemişti. Aynı zamanda da Dahiliye mektubî kalemi mümeyyizlerinden idi. Mühir Paşanın infisalinden sonra kalemde kaldı ve yavaş yavaş terfi etti, bir dereceye kadar. Sözü pek olduğu için olacak fazla ilerliyememişti.
“Dahiliye mektubî kalemi müdürü Sadık Bey; bu zata “Deli Sadık Bey” derlerdi. Bu onun şöhretiydi, kendisi de bilirdi; bana yabancı değildi, ailemizin dostu ve hepimizin hayırhahı idi, hele amcamın kafadarı idi. Yalnız sevdiklerini azarlamak mutadı idi. Elinden hiçbirimiz kurtulamazdık, nasibimizi alırdık. Buna da dikkat etmişlerdi. Babamın çok genç yaşta Dahiliye müsteşarlığı onun hoşuna gittiği kadar tuhafına da gitmişti. Müsteşara gidecek evrakı hülefadan birine verirken, “Bunu bizim çocuğa götürün!” dermiş.
“Bir defa da babamı azarlamıştı... Benim imzam olan müsveddeyi niçin tashih ettin... diyerek. Maahaza babam oradan ayrılıncaya kadar kendisini başta taşımıştı. Sadık Bey, bu da muhakkaktır ilim ve irfan sahibi dürüst bir zattı ve epeyce yaşamıştı.
“Nazırlar, müsteşarlar — Pek çocuk olmaklığıma rağmen ben Dahiliye Müsteşarı Celâl Beyefendiyi de tanımıştım. Babam henüz âmedi muavini iken sık sık Celâl Beye gider, elini öperdi. Bir iki defa beni de götürmüş, el öptürmüştü. Uzun ve bembeyaz sakallı muhterem bir piri fâni idi. Ben bu zatın oğlu Cemal Beyi de tanırım. Hariciye Nezareti mensuplarından idi ki, bilâhare sadaret müsteşarı olan Ali Fuad Beyin pederidir. Ali Fuad Beyin Sultan Mehmed Reşad devrinde mabeyni hümâyun başkâtipliğinde de bulunduğunu Avrupada iken duymuş ve yine orada iken müşarünileyhin eserlerini okuyarak dikkatle takibetmiştim. Babam Dahiliye müsteşarı iken Ali Fuad Bey Dahiliye mektubî kalemi hülefasından idi ve çok emniyete şayan olduğu için mahrem yazılar kendisine yazdırılırdı. Dahiliyede iki de mektupçu tanırım amma isimlerini pek derhâtır edemiyorum. Yalnız birinin “fevkalâde şifalıdır” teranesiyle odasına girenlere akide şekeri ikram ettiğini hatırlıyorum.
“Münir Paşadan sonra (Kâmil Paşa kabinesinin sukutu üzerine) İzmir Valiliğinden, Dahiliye Nazırlığına Halil Rifat Paşa geldi. Babam yine müsteşarlıkta idi. Bir müddet sonra da yeniden intişara başlayan “Takvimi Vekayi” isimli Resmî Gazetenin nâzırı oldu. Epeyce müddet beraber bulundular. Evde duyardım, babam Nazır Paşasından sitayişle ve hürmetle bahsederdi ve gösterdiği emniyetten dolayı müteşekkir olduğunu söylerdi. Müsteşar Celâl Beyle Reşid Mümtaz Bey arasına (babam) Rıdvan Bey (Paşa) müsteşar olarak girmişti amma ben bunu kat’iyyen bilmiyordum. Babam Rıdvan Paşanın yerine Şehremini olunca: — Bunu hiç beğenmedim; ben Rıdvan Paşanın üzerine dahiliye müsteşarı olmuştum ve bir belâya uğramıştım; şimdi yine bu zatı istihlâf ediyorum! demiş, teşe’üm etmişti.
“Dahiliye Nezareti erkânı — Evrak Müdürü, bâlâ ricâlinden ve kudemadan Ali Haydar Beydi Ali Haydar Bey niçin evrak Müdürlüğünden öteye geçememişti bilmiyorum. Epeyce maaşı vardı. Orada oturuyordu. Şayanı hürmet bir adamdı. Onu severlerdi. Bu kadarını biliyorum. Hattâ adamakıllı devam etmediğini de biliyorum, işleri kalem hülefasından Rifat Beye bırakmıştı. Bütün işleri Rifat Bey görür, o hal ve faslederdi. Bilâhare ve bihakkın bu zat da evrak müdürü olmuştu. Kalemlerde mütehayyiz hülefadan bir de Hayreddin Bey vardı. Sonradan Sadaret tercümanı ve Şehremini olmuştur. Bana rumca ve kitabet dersleri verirdi. Bizim yani babamın meclisinde kendisini kızdırırlardı. Kinci olmadığı için çabuk barıştırırlardı. Üstad bestekâr Lemi Bey de mektubî kalemi hülefasından ve babamın mühürdarı idi. Hüsnü hattı ile şöhret bulmuştu, çok da kıvrak bir yazış tarzı vardı. Lemi Bey ölünceye kadar bizi unutmamış ve vefakâr davranmıştı.
“Dahiliye muhasebecisini mutlaka hatırlayamıyacağım. Fakat matbuatı dahiliye müdürü Ahmed Arifî Beyle sansür memuru Hıfzı Beyleri pek iyi tanıyorum. Vazife dolayısiyle babam müsteşarken bizim evden çıkmaz gibi idiler. Dahiliye Nezaretini iz’aç eden belli başlı tek bir kişi vardı. İsmi Faiz mi yahut Fuat mı pek hatırlamıyorum... Müfsit ve müvezir bir jurnalcı idi. Bu adamdan bütün arkadaşları (mektubî kaleminde idi galiba); korkarlardı, onu aslâ sevmezlerdi. “Bir çoklara fenalık etmiştir” derlerdi ve o kaleme geldi mi, veya bir odaya girdi mi susarlardı, hiç yoktan iş bulur, meşgul olmağa başlarlardı.
“Şûrayı Devlet — Şûrayı Devlet Bâbıâli binasının tam ortasında, Dahiliye ve Hariciye Nezaretlerinin arasında idi ve diğerlerinden fazla olarak üstünde bir kat daha vardı: Hünkâr dairesi. Abdülmecidle Abdülâziz bu daireye gelirler, meşgul olurlardı. Sonraları Şûrayı Devlet mülkiye dairesine tahsis olunurdu. İkinci Sultan Hamid mülkiye dairesini gayet geniş bir nizamname ile tesis ederken ona vükelâyı sorguya çekmek hakkını da vermişti. Şûrayı Devletin diğer dairelerinden geçen bâzı kararların mülkiye dairesine de gelmesini isteyerek bu daireyi bir nevi bütün devletin muamelâtının mürakibi vaziyetine sokmuştu. Ben burada, bu dairede âzâ iken Bahriye Nâzırı Hasan Rami Paşayı epeyce üzdüğümüzü, Zonguldak kömür madenleri üzerinde İtalyanlarda tahaddüs eden ihtilâfın hal çaresini aramakla ne kadar üzüldüğümüzü bugün gibi hatırlamaktayım. Çok teessüf olunur ki jurnalcılar bu hayırlı teşekkülü de akim ve âciz bıraktırmak için neler uydurmuşlardı neler?! Tahattürü bile tüyleri ürpertir.
“Şûrayı Devlet Daireleri — Mülkiye dairesinden başka tanzimat ve dahiliye, maliye, mahkemei temyiz, mahkemei istinaf bidayet mahkemesi ve bunların reisi sanileri âzalık, Müddeiumumîleri ve muavinleri ve kalemleri vardı. Mahkemelerin umumuna verilen isim de muhakemat dairesiydi. Sultan Hamidi Sâni devrinde Şûrayı Devlet bu suretle karar kılmış, çalışmakta bulunmuştu.
Bunu da derhal söylemeliyim ki, bu kalabalığın içinde çok muktedir ve namuslu ve işgüzar ve tecrübeli zatlar vardı ve bu sayede idi iki lüzumundan fazla doldurulan âzâ veya memurlar, iltimaslarla buralara sokulurlar Şûrayı Devletin mesaisine engel olamamışlar ve bunların içinde müstaitler var ise bilâkis istifade etmişlerdi. Bu dairelerden sonra da bir iki encümen vardı. İhtilâflı merci ve istatistik encümeni gibi. Bunlardan birincisine Şûrayı Devlet Reisi riyaset ederdi”.
Theme
Other
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM040041
Theme
Other
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Description
Volume 4, pages 1750-1754
Theme
Other
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.