Maddeler
İstanbul Ansiklopedisi'nin A harfinden Z harfine tüm maddelerini bir arada inceleyin.
Ciltler
1944 ile 1973 yılları arasında A harfinden G harfine kadar yayımlanmış olan ciltlere göz atın.
Arşiv
Reşad Ekrem Koçu'nun, G ve Z harfleri arasındaki maddelerle ilgili çalışmalarını keşfedin.
Keşfet
Temalar veya belge türlerine göre arama yapın; ilk kez erişime açılan arşiv belgeleri arasında gezinin.
BÂBIÂLİ
Türkiye Cumhuriyetinin ilânına kadar, İmparatorluğun veziriâzamlık, sadaret sarayı, ki son yapısı, Cumhuriyet devrinin İstanbul Vilâyeti Valilik makamı ve Vilâyet Bürosu olmuş, müştemilâtından bir parçasına da İstanbul Defterdarlığı ve Başbakanlık arşivi yerleşmiştir. (B. : Vilâyet Konağı; Defterdarlık konağı).
Tanzimata kadar bu binanın bir de harem kısmı bulunmuş, ve bu kısım mührü hümayuna nail olan vüzeraya mirî ikametgâh olmuştur. Tanzimatta “Bâbıâli” sadece sadaret makamı olarak kalmış, bâzı dairelerine de muhtelif nazırlıklar ve “Şûrayı Devlet” gibi resmî daireler yerleştirilmiştir; fevkalâde ahvalde geceleri de makamında kalabilmesi için sadırâzamların şahsına mahsus da bir yer ayrılmıştır.
Bâbıâliye Avrupalılar diplomatik muharreratda “Sublime Porte” derlerdi; “Bâbıâli” ismi bizde, İkinci Mahmud devrinde yerleşmiştir; ondan evvel, münevverler arasında “Bâbıâsafî” denilirdi, halk ise, mübalâğasız Meşrutiyete kadar daima “Paşakapusu” diye gelmişti (B. : Âsaf; Sadaret Sadırâzam; Paşakapusu). Esasen halk ağzında “kapu” hükûmet yerine kullanılmıştır; herhangi bir resmi daireye giden resmî bir dairede işi olanlar: “Kapuya gittim, kapuda işim var” derlerdi, hattâ bu arada “Allah kimseyi kapuya düşürmesin” temennisi darbı mesel haline gelmişti ki, pek mânalıdır.
Devletin mutlaki...
⇓ Devamını okuyunuz...
Türkiye Cumhuriyetinin ilânına kadar, İmparatorluğun veziriâzamlık, sadaret sarayı, ki son yapısı, Cumhuriyet devrinin İstanbul Vilâyeti Valilik makamı ve Vilâyet Bürosu olmuş, müştemilâtından bir parçasına da İstanbul Defterdarlığı ve Başbakanlık arşivi yerleşmiştir. (B. : Vilâyet Konağı; Defterdarlık konağı).
Tanzimata kadar bu binanın bir de harem kısmı bulunmuş, ve bu kısım mührü hümayuna nail olan vüzeraya mirî ikametgâh olmuştur. Tanzimatta “Bâbıâli” sadece sadaret makamı olarak kalmış, bâzı dairelerine de muhtelif nazırlıklar ve “Şûrayı Devlet” gibi resmî daireler yerleştirilmiştir; fevkalâde ahvalde geceleri de makamında kalabilmesi için sadırâzamların şahsına mahsus da bir yer ayrılmıştır.
Bâbıâliye Avrupalılar diplomatik muharreratda “Sublime Porte” derlerdi; “Bâbıâli” ismi bizde, İkinci Mahmud devrinde yerleşmiştir; ondan evvel, münevverler arasında “Bâbıâsafî” denilirdi, halk ise, mübalâğasız Meşrutiyete kadar daima “Paşakapusu” diye gelmişti (B. : Âsaf; Sadaret Sadırâzam; Paşakapusu). Esasen halk ağzında “kapu” hükûmet yerine kullanılmıştır; herhangi bir resmi daireye giden resmî bir dairede işi olanlar: “Kapuya gittim, kapuda işim var” derlerdi, hattâ bu arada “Allah kimseyi kapuya düşürmesin” temennisi darbı mesel haline gelmişti ki, pek mânalıdır.
Devletin mutlakiyeti mutlaka ile idare edildiği ve Topkapu Sarayının padişahların daimî ikametgâhı olduğu devirlerde, padişahların sonsuz salâhiyetli vekilleri olan sadırâzamlar için sarayı hümayunun karşısında miyrî mülk olarak bir sarayı asafî yapılması ve harem kısmının da miyrîden döşenüp dayanması muhakkak ki hikmeti hükûmete pek uygun idi. Sadırâzamlara bu miyrî sarayın tahsisinden evvel mührü hümayuna nail olan vezirler devlet işlerini ya kendi mülkleri olan yahut kira ile tuttukları saraylardan görürlerdi; sadaret kalemlerinin bütün defterleri, evrakı, memurlarla beraber eski vezirin ikametgâhından yeni vezirin sarayına taşınırdı; bundan ötürüdür ki, sadırâzamlık için şahsî kıymet ve liyakatin yanında servet sahibi olmak da şart gibiydi.
Sadırâzamların ne zamandanberi Bâbıâlide oturmağa başladıkları ve burada yerleşen ilk vezirin kim olduğunu kesin olarak tâyin edemiyoruz. Eski belediye mektupçusu Osman Nuri Ergin, “Mecellei Umur-u Belediye” adındaki azametli eserinin İstanbulda zabıta umuru kısmında, sadaret makamından bahsederken: “Meşhur Nevşehirli Damad İbrahim Paşanın sadareti hengâmında H. 1140 (1727 - 1728) Bâbıali sadırazamlara makar ittihaz olundu. Bu tarihe kadar umuru devlet, sadırâzamın riyaseti altında kâh mabeyni hümayunda akdı divan, kâh hanei sadarette tecemmü edilerek rüyet olunurdu” diyor. (B. : Sadaret, Sadırâzam).
Fakat Silâhdar Fındıklılı Mehmed Ağa, meşhur tarihinin ikinci cildinde, H. 1098 (1687) vekayii arasında Dördüncü Mehmedin tahtından indirilip yerine kardeşi Üçüncü Süleymanın iclâsını anlatırken (B. : Süleyman III.) orduyu hümayun ile beraber Silivriden Davudpaşa sahrasına gelen sadırâzam Siyavuş Paşanın, muharremin üçüncü pazar günü, zorbabaşılar tarafından tahrik edilen âsi asker tarafından otağının basıldığını, “kasım geçeli hayli zaman oldu, böyle açık yerde ikamet eden iktiza eder” diye cebren tuğları kaldırılıp şehre sokulduğunu, fakat, veziri, yeni padişaha yakın bulundurmamak için “Alay köşkü önünde mirî saraya kondurmayıp Eskiodalar kurbunda (Eskiodalar denilen yeniçeri kışlası Şehzadebaşında, Şehzâde Sultan Mehmed Camiinin karşısında idi). Sadrı sabık maktul Kara Mustafa Paşa sarayına getirildiğini” söylüyor. Fındıklılı Mehmed Ağanın bu sözlerinden de, Bâbıâlinin, Onyedinci Asırda, sadırâzamlara mahsus mîrî bir saray olarak mevcudiyeti, ve sarayı hümayunun hemen yanı başında bulunmak münasebetiyle ehemmiyeti pek aydın olarak anlaşılır.
Kendisi de Onyedinci Asırda yaşamış olan Fındıklılı Mehmed Ağanın “sadrı sâbık” ve “maktul” diye bahsettiği Kara Mustafa Paşa, Dördüncü Sultan Muradın son ve Sultan İbrahimin ilk vezirazamı olup Sultan İbrahimin bir sinir buhranına kurban olarak idam edilen Kemenkeş Kara Mustafa Paşadır.Fındıklılıdan öğreniyoruz ki bu zadtın Şehzadebaşında bir sarayı vardır. Fakat Naima tarihinden de öğreniyoruz ki kendisi Şehzadebaşında değil, Padişah Sarayının etrafını çeviren kale duvarının Soğukçeşme semtindeki köşesi üzerinde bulunan Alay Köşkünün karşısında kâin ve bilâhare “Bâbıâli” meşhur olacak sarayda oturmaktadır; hattâ Padişahın gazabına uğradığı zaman tebdili kıyafet ederek bu saraydan kaçmış, fakat yakalanmış ve yine o civarda bulunan Hocapaşa Çarşısında halkın gözü önünde idam edilmiştir. Naimanın bu vak’ayı pek açık bir ifade ile anlatıyor:
“Kara Mustafa Paşa sarayına can atıp kapuları kapayıp adamlarına silâhlanın diye emretti; onlar da toplanıp bu ne çeşit sûitedbirdir, burası İstanbul şehridir, cümlemizi kılıçtan geçirirler bir gayri çaren var ise onu gör dediler. Çaresiz can korkusu ile hareme girip bir kapama bir yeşil makdem bir çuha serdadî ile tebdili kıyafet edip sarayın harem damından Nallı Mescid tarafına indi.”
Nallı Mescid, bugün mevcud olup “Vilâyet Camii” dediğimiz mâbeddir; artık gün gibi aydındır ki Kemankeş Kara Mustafa Paşanın idam olunduğu Hicrî 1053 (Milâdî 1643) yılında sonraları Bâbıâlî adı ile meşhur olacak saray mevcuddur; hattâ belki mîrî bir saray olarak mevcuddur. Belki de Kara Mustafanın idamından sonra mîrî adına musadere olunmuş ve sadırâzamların ikametine tahsis edilmiştir. Bu tarihten kırk dört sene, yani yarım asır sonra, 1687 de, Fındıklılı Silâhdar Mehmed Ağa, yukarıda naklettik, bu saraydan artık kesin bir lisan ile “Alay Köşkü önünde sadırâzamlara mahsus mîrî saray” diye bahsetmektedir.
“Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü” müellefi Mehmed Zeki Pakalın ise, Naima’nın bu açık ve aydın kaydını görmemiş, değerli eserinin Bâbıâli maddesinde en az on senelik bir hataya düşmüştür; aşağıdaki satırlar adı geçen sözlükten alınmıştı: “Bugün İstanbul vilâyet dairesi olarak kullanılmakta bulunan binanın Paşakapusu ittihaz olunması Milâdî 1656 tarihinden sonradır. Sadırâzam Derviş Paşaya verilmiş olan bu konak, onun vefatından sonra diğer sadırâzamlar tarafından müstemirren işgal olunmağa başlamış ve Bâbıâlî, Bâbı hümâyunun yanı başında karar kılmıştır” diyor ve şöylece devam ediyor: “Bununla beraber müteakib sadırâzamlardan bâzıları yine orada burada oturmuşlardı; meselâ Lâle devri kahramanı ekseriya Beşiktaşta ikamet ederdi. Şu kadar ki, bina resmen sadırâzamların ikametgâhı ve devletin Bâbıâlîsi olmak sıfatını o tarihten sonra kaybetmemiştir.”
Muhterem muharririn yukardaki satırlarda bu kadar kat’î konuşması herhalde doğru değildir.
Naimâ, tarihinin beşinci cildinde H. 1063 (M. 1652) vekayii arasında “Sadırâzam Derviş Paşa, Kadırga limanında olan saraydan göçüp Melek Ahmed Paşanın oturduğu Arslanhane ardında Bayrampaşa sarayına nakletti” diyor. Bu kayıttan Bâbıâli hakkında kat’î bir hüküm çıkarılamaz. Derviş Paşa sadareti bir yıl kadar devam eder, kendisinin bir felc darbesine uğraması üzerine 1653 de mührü hümayun İbşir Paşaya gönderilir; Pakalın “Bu konak onun vefatından sonra diğer sadırâzamlar tarafından müstemirren işgal olunmağa başlamıştır”, ve aynı bina için “Paşakapusu ittihaz olunması Milâdî 1656 tarihinden sonradır” derken pek garip bir karışıklığa düşüyor.
“Lâle devri kahramanı” diye Nevşehirli İbrahim Paşa hakkındaki hükmüne gelince, unutmamalıdır ki, Nevşehirli Damad İbrahim Paşanın Beşiktaştaki sahilsarayı bu vezir ile padişahının yâranının Çırağan eğlenceleriyle helva sohbetlerine sahne olmuştu, bir edebî mahfil idi ve halk ağzının “Paşakapusu” değildi; burada büyük siyasî toplantılar olurmuş, fakat günlük “Paşa divanı” kurulmamıştı.
Burada, güven ile rahatça söyliyebileceğimiz: “Bâbıâlînin, Onyedinci Asır ortalarından itibaren, sadırazamların emrine verilmiş bir mîrî saray” olduğudur.
Efdalüddin Bey, Osmanlı Tarih Encümeni mecmuasında neşrettiği “Alemdar Mustafa Paşa” adındaki eserinde, Yeniçeri baskını, yangın ve Alemdar Paşanın ölümü münasebetiyle o devirdeki Bâbıâlîyi de tasvir ediyor:
“Bâbıâlî, elyevm mebni bulunduğu arsa ile arka tarafta Tomruk dairesi denilen kısımdan ibaret olan vâsi saha üzerinde alt katının bir kısmı kârgir olmak üzere harem ve selâmlık dairelerini, ahırları, anbarları ve silahhane ve cebehâneyi ve vâsi avlu ve bahçeleri şâmil cesim ahşab bir daire idi.
“Bu dairenin Soğukçeşme tarafından hakikaten âli olan cesîm bir kapudan girilen büyük bir ev altı avlusu ve bu avludan Nallı Mescid tarafına çıkılır bahçe kapusu ve bu bahçe meydanda çavuşbaşı, tevkii, telhisci kapuları ve Nallımescid mahallesine nâzır divanhane ve bunun merasim kapusu var idi. Elyevm mescid denilen camiin etrafı hanelerle muhat ve o nam ile mevsum bir mahalle olup buradan dar bir geçit ile zikrolunan resmî kapuların açıldığı meydanlığa geçilir idi; vezir teşrifatına mahsus Bâbıâsafi ve binek taşı dahi burada idi.
“Beşirağa Camii ve sebilinin önündeki dar bir çıkmaz sokağın müntehasını harem kapusu olan tomruğun arka kapuları teşkil ederdi. Nallımescid tarafından dahi tomruğa girilen ve ayni mevkiden çavuşlar ve kavaslar ve sayisler dairesine ve horandanın güzarına mahsus olan muhtelif kapular olup harem ile selâmlığın iltisakı olan zülvecheyn sofalar burada idi.
“Vezir dairesi bu kısmın üzeri olup, dairenin buradan Ayasofyaya doğru imtidat eden kısmı reis ve kethüda dairelerini muhtevi idi. Şengül yokuşuna ve Fatmasultanmektebi sokağına muhazi sebil ve camie ve kütüphaneye karşı olan aksamı ebniye, sokak ile yüz teşkil eder ve şehnişinleri dahi havi bulunurdu. Alayköşkünün tamamen karşısında Bâbıkebr denilen en muhteşem kapu mevcut olup üstünde kethüdayı sadrı âlinin makam odası mebni idi. Odanın kapu üzerinde teşkil eylediği şehnişin ve altındaki payende direklerin araları boş idi.
Bâbıâlînin sarnıç, izbe, mahzen gibi birçok teferrüatı dairenin altında olduğu gibi tahtezzemin bodrumları ve tünelleri dahi var idi.
“Kalem memurları, hâcegân ve sair rüesa deniz tarafındaki kısımda icrayi memuriyet ederler, herkesin hanesine avdetiyle dairenin tatilinden sonra bu kısımda hademeden ve nöbetçilerden başka kimse kalmaz idi. Sadırâzam dahi dairenin garb tarafındaki cenahı üzerinde Ebussuud Caddesine kadar uzanan fevkanî bir paviyondaki resmî odalarından çekilerek hususî selâmlık dairesi olup Nallımescid mahallesi tarafında mebni ve divanhaneye muttasıl olan daireye geçer ve beytutet için de harem dairesinin mebni bulunduğu tomruk dairesine mürur eyler idi.
“Tomruk denilen kısım iki parçadan mürekkeb idi. Biri kısmı şarkîde haremiâsefi dairesi ve diğeri de kısmı garbîde mutbaklar ve sekban koğuşları ve ahırlar ve kışlalar ve saire mebni olan yer idi.
“Etrafta dahi sunufi askeriyeden bir çocuğunun karakolhaneleri var idi.
“Yeniçeriler vücutlarını hissettirmeksizin etrafı tahtı tarassuda aldıktan sonra bâbıkebire yanaştılar ve harbeciler kolluğundan getirdikleri kuru otu kethüda odası şehnişinin altındaki direklerin aralıklarına doldurarak ateşlediler.”
Efdaleddin Bey, bu malûmata bir mehaz göstermemiş ve makalesine de bir plân eklememiştir. Yukarıdaki tarife göre bir plân çizmek çok zordur. büyük hatalara düşüleceği muhakkaktır.
Ondokuzuncu asır sonlarında Bâbıâlinin arka avlu cebhesi
(Resim: Bir gravürden Behçet Cantok ile ile)
Onsekizinci asırda Bâbıâlide bir kalem
(Bir gravürden: S. Bozcalı eli ile)
Tema
Yapı
Emeği Geçen
Behçet Cantok, S. Bozcalı
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.
TÜM KAYIT
Kod
IAM040040
Tema
Yapı
Tür
Ansiklopedi sayfası
Biçim
Baskı
Dil
Türkçe
Haklar
Açık erişim
Hak Sahibi
Kadir Has Üniversitesi
Emeği Geçen
Behçet Cantok, S. Bozcalı
Tanım
Cilt 4, sayfalar 1746-1750
Not
Görsel: cilt 4, sayfalar 1747, 1748-1749
Bakınız Notu
B. : Vilâyet Konağı; Defterdarlık konağı; B. : Âsaf; Sadaret Sadırâzam; Paşakapusu; B. : Sadaret, Sadırâzam; B. : Süleyman III.
Tema
Yapı
Emeği Geçen
Behçet Cantok, S. Bozcalı
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.