Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
ÇALGILI KAHVEHÂNELER
Eski yangın tulumbacılığı âleminde, çok önemli hatıra bırakmış, tulumbacılık edebiyâtının gelişmesinde, yazılmasında, tulumbacılar arasında mâni, semâî, koşma, destan söyleme, okuma yolunda pek çok büyük şöhretleri yetiştirmiş olan çalgılı kahveler dâimâ bu ismi taşıyan kahvehâneler olmayıp, müşteri ayak takımı, bu arada tulumbacılar olan kahvehânelerde senede bir defâ ramazan ayında kurulur, yapılırdı. Bu satırların yazarı Üsküdarlı Destancı Vâsıf Hiç, yirmi ramazan, tam yirmi sene Üsküdarda, Galatada ve İstanbul’da çalgılı kahve yapdım, hamdolsun hepsini arife akşamı yüzümün akı ile kapamışımdır. Tulumbacılığn çalgılı kahveleri üzerine, çok yazı okudum, hemen hepsi, şundan bundan dinlenilerek kaleme alınmışdır, hepsi yanlışdır, hattâ içlerinde pervâsız kalemlerden çıkmış uydurma olanları vardır. Bu İstanbul şehri kütüğüne bu maddenin tesbiti nâçiz kalemime nasib olduğu için Cenâbı Hakka fahr ile hamdederim; bilmediğini bilip, görmüş gibi anlatan muharrirlere de hem şaşar, hem acırım.
Ramazanlarda çalgılı kahve yapmak İstanbulumuzda, İstanbulda da tulumbacıların çıkıp otordukları kahvehânelere has bir âdet idi. Çalgılı kahve yapma âdetinin evvelâ Selânik şehrinden çıkıp İstanbula geldiğini, ve İstanbulda da tulumbacı kahvehânelerine yerleşdiğini söyleyenler vardır. Ne dereceye ...
⇓ Read more...
Eski yangın tulumbacılığı âleminde, çok önemli hatıra bırakmış, tulumbacılık edebiyâtının gelişmesinde, yazılmasında, tulumbacılar arasında mâni, semâî, koşma, destan söyleme, okuma yolunda pek çok büyük şöhretleri yetiştirmiş olan çalgılı kahveler dâimâ bu ismi taşıyan kahvehâneler olmayıp, müşteri ayak takımı, bu arada tulumbacılar olan kahvehânelerde senede bir defâ ramazan ayında kurulur, yapılırdı. Bu satırların yazarı Üsküdarlı Destancı Vâsıf Hiç, yirmi ramazan, tam yirmi sene Üsküdarda, Galatada ve İstanbul’da çalgılı kahve yapdım, hamdolsun hepsini arife akşamı yüzümün akı ile kapamışımdır. Tulumbacılığn çalgılı kahveleri üzerine, çok yazı okudum, hemen hepsi, şundan bundan dinlenilerek kaleme alınmışdır, hepsi yanlışdır, hattâ içlerinde pervâsız kalemlerden çıkmış uydurma olanları vardır. Bu İstanbul şehri kütüğüne bu maddenin tesbiti nâçiz kalemime nasib olduğu için Cenâbı Hakka fahr ile hamdederim; bilmediğini bilip, görmüş gibi anlatan muharrirlere de hem şaşar, hem acırım.
Ramazanlarda çalgılı kahve yapmak İstanbulumuzda, İstanbulda da tulumbacıların çıkıp otordukları kahvehânelere has bir âdet idi. Çalgılı kahve yapma âdetinin evvelâ Selânik şehrinden çıkıp İstanbula geldiğini, ve İstanbulda da tulumbacı kahvehânelerine yerleşdiğini söyleyenler vardır. Ne dereceye kadar doğrudur bilemem, Selânikden çıkmış olsa da inkişâfını, şatafat ve revnakını İstanbul’da bulmuşdur.
Bir tulumbacı kahvehânesini ramazan şerifde yalnız bir ay için çalgılı kahve hâline koyup işletecek kimsenin o kahvehânenin kahvecisi olması şart değildi. Bu işde kendisine güvenen, görgüsü ve tecrübesi olan herhangi bir kimse kahvehâneyi işleten kahveci ile anlaşır, ona da açıkdan bir menfaat, pay temin eder, bir ay sürecek çalgılı kahveyi açardı. Hattâ çalgılı kahveyi açanın tulumbacı olması da şart değildi; tulumbacılarla ülfet ve âşinâlığı olması kâfi idi. Meselâ ben, ömrümün nice yıllarını tulambacılarla düşe kalka geçirdim, ve tulumbacılardan cânımdır diye sevdiğim nice dilâver şehbazlar olduğu halde, tulumbacılığa heves etmedim, akran ve emsâlime uymadım, mintan ve dizlik giymedim, sandık kolu altına girmedim ve tam yirmi ramazan çalgılı kahve yapdım.
Çalgılı kahvehâneyi işletecek olan kimse “Surre” alayının ertesi günü hazırlamağa başlardı. Elvan kâğıtladan zincirler ve güller yapılır, ve kahvehânenin tavanı, tek tahtası bile görünmiyecek kadar güllü göbekler, yahut beşik örtüsü tarzında kâğıt zincirlerle donatılırdı. Bir köşede çalgıcılara mahsus bir yer ayrılır, buraya da, yerden yüksek, şanomsu bir sed yapılır, güzel resimler asılırdı; meselâ “Uyuyan sultanı öldürmeye gelen arab delikanlı (Othello)”, “Mâşûkasını gemiye bindiren kız gibi oğlan (Helenayı kaçıran Pâris)”, “Mâşûkasını kucağına alıp dereden geçiren çoban (Paul ve Virginie)”, “Isfahan Pâdişahının şehzâdesi Kamercan (B.: Çakmakcılar yokuşundaki resimci dükkânı)”, “Su başında yüzünü seyreden güzel çoban (Narcisse, Narsis)”, “Kız kulesi”, “Fener bağçesi”; bu arada semtin tulumbacılarını sandık etrâfında toplu gösteren büyütülmüş bir fotoğraf da unutulmazdı; muhakkak bulunurdu. Ayrıca en azdan üç, dört dâne büyük ayna asılır, bu resimlerin ve aynaların etrâfı da rengârenk kâğıd güller ve zincirlerle süslenirdi.
Ramazanı şerif olduğu için kahvehânedeki masaların hepsi kaldırılır, ufak iskemleler hazırlanarak kahvehâneyi bir tiyatro gibi o iskemleler dizilirdi.
Piyasada nam yapmış olanlarından en az dört çalgıcı (klarinet, Darbuka, Çifte nakkare, Zurna) ile anlaşılır, peyleri verilip, çalgıları ellerinden rehin gibi alınır ve kahvehânede kendilerine mahsus yapılan yerin arkasındaki duvara çakılmış çivilere asılırdı. Geceleri çalgı paydosunda çalgıcılar sazlarını alıp götüremezlerdi; çünkü mesleklerinde üstad dahi olsalar, çalgıcıların çoğu huy edinmişdi, evvelce aldığı peyi kâr sayıp çalgılarını koltuk altı eder etmez ertesi akşam uğramazlar, çekilen bunca zahmetler boşa gider, yenileri bulununcaya kadar da kahvehâne çalgısız kalırdı; çalgılı kahve yapdım diyen de halka karşı mahcub olurdu.
Ramazanın birinci günü akşamında, çalgılı kahvehânelerin meraklıları ve tiryâkisi müşterileri, teravihden sonra gelmeğe başlayıp yerlerini tutarlardı.
Çalgı, oyun havaları, şarkı ve türkü ile başlardı. Kahvehânenin çığırtkanı olan sat bir semai yahut divam okuyarak bir ramazan sürecek olan çalgılı kahveyi açardı; burada müşterilere hoş geldin yollu bir iki de mâni söyler ve kahveyi takdim ederdi; yani çalgılı kahvenin kimin tarafından hazırlanıp işletlileceğini söylerdi; bu işde hüner ve iktidar sahiplerinin şöhretleri o zamanlar bütün İstanbulu tutmuştu ki, isimlerinin zikri müşteriler üzerinde çok iyi tesir yapar idi, aslında ise çalgılı kahvenin kimin tarafından hazırlandığı, semtçe, ramazandan haftalarca evvel malûm olduğu gibi, tulumbacılık âleminde, ramazanlarda, kimin nerede çalgılı kahvehane yaptığı da bilinirdi.
Çığırğanın tulumbacı, tulumbacının da uçarlı kaçarlısı, afilisi, çalımlısı, bıçkını, dilbazı, vücud yapısı ve çehreden yana da erkeğin dilberi olması hemen şart gibiydi.
Çalgılı kahvehânelere, şabıemred (yüzüne ustura değmemiş) bulunmamak şartile arzû buyuran her sınıf halk gelebilirdi; fakat has müşterileri tulumbacı, araba sürücüsü, sandalcı, kayıkcı, hammal, hamam ve fırın uşakları gibi ayak takımı ile bunların uçarı çapkın ve kabadayı kısmı idi. Ağırbaşlılar, kahveciye ve etrafa usulden olan selâmı verdikten sonra bir köşeye çekilip okuyanları sükûnetle dinlerlerdi. Kapıda bulunan karşılayıcılar kendisini kurtarmamış gençleri içeri sokmazlardı.
En ele avuca sığmaz bıçkınlar ise, caketler omuzda, fesler yar tekmesi (bir tarafı çukurlaştırılmış) yahut yardan ayrıldım (üç köşeli kırık), kuşakların uçları bir karış kadar sarkıtılmış, ve daha ileri gidilerek bıçağın sapı kuşağın içinden üç dört santim çıkarılmış, oturanları süzerek ve o ağırbaşlı, feleğin çemberinden geçmiş kâmillere istihkârla bakarak yerlerini alırlardı; ki bu takımdan çoğunun peşinde bir zabıta memuru dolaşır ve bir vakaya sebep olmaması için göz hapsinde tutulurdu; fakat aslında da onlar kuru patırtıdan başka birşey yapamazlar ve umumiyetle çıkardıkları “çıngar” da kendileri rezil olurlardı.
Çalgılı kahvehânelere kibar ve ricalden de nice kimseler gelirlerdi ki, kendilerini göstermiyecek bir köşeyi tutarlar, söyliyenleri ârifâne dikkatle dinliyerek, okuyanı takdirle kalkarlar takdir mevkiinde de bir temenna ile taltif edip giderlerdi.
Çalgılı kahvehânelerde çığırtğan söyledikden sonra ağır başlılardan, ya kendilerinden yahud yanlarında getirdikleri bir söyleyici varsa semî, divan, koşma, mani her ne ise birşey okurdu. O mubitin tâbiridir, “el elden üstündür arşa varınca”, kendisi çığırtkandan daha kudretli olsa bile “irfan icabı” çığırtkanı takdir ile karşılayan bir kaç sözü de okuduklarına karıştırırdı, kopuk kabadayı güruhu ise;
Karanfilsin kararın yok.
Konca gülsün timarın yok.
gibi söylene söylene bayatlayıp çürümüş mani ve koşmalarla benlik iddiasında bulunanlar, taklid yollu düzdükleri mânasız şeylerle kendilerini dev aynasında görerek bir gürültü, hır çıkarmağa yeltenirlerdi. Gerçi yapmak istedikleri yolsuzluklar kendilerine pahalıya mal olur, fakat nice emeklerle ve fedakârlıklar kurulan çalgılı kahvehânede, henüz masrafının dörtte birini bile çıkarmadan zabıtaca kapatılır, müessisi cezaya çarptırılırdı.
O zamanlar, görmek icâbı, İstanbulda binlerce manici vardı. Mektep çocukları arasında bir iki semâî ve mani düzmeğe özenmeyen yok gibiydi. Hatırlayabildiğim en şöhretli isimler şunlardır:
Mektebi Harbiyeli Emin Şah, Üsküdarlı ketebeden Hakkı Bey, Tıbbiyeli İsmail Hakkı, Haddehâneden Kulaksızlı Mustafa Refik, Haddehâneden Unkapanılı Bodur Tevfik ve kardeşi Bodur Şevki, yine Haddehâneden Yusuf ile Balatlı Edhem, Tersâne Sibyan Taburundan Arap Şerefeddin, Baytarlı Haşmet, Defterdarlı tulumbacı Çiroz Ali, Zeytinburunlu Zil İzzet, Mustafa râzi, Üsküdarlı Arab Hüsnü, Beşiktaşlı Muammer, Beykozlu Kâtip Salih.
Mekteb görmemiş ezberci manicilerin meşhurları: Harâbat Halil, Üsküdarlı Arab Şükrü Reis, Kayıkcı İbrahim, İshak Ağa, Bekçi Ahmet, Kulaksızlık tulumbacı Çıtak, Hasköylü ermeni Hampar, Üsküdarlı Karebet, Balat hamamından Andon.
Manicilik kolay görünürse de, fakir beceremediğinden olacak ki bana zor gelir. Ezbere manicilik fikrimce hiç bir kıymeti haiz değildir. Söyler söyler biter, sarfedecek sermayesi bitince de hem mat, hem de pişman olur.
İrticâlen mani söylemeğe gelince, karşılıklı açılan “ayak” her ne ise, hava yapılıncaya kadar satırı zihninde tecelli ettirir ve söyler, bu da umman gibi tükenmez bir sermâyedir. Güreş meydanında mağlûp olan bir pehlivan alayın bir köşesinden iz bulur çıkar amma kahvehânede mat olan bir manici derhal kaçayım dese bile kapıdan çıkıncaya kadar, izzeti nefis sahibi ise hayli ter döker.
Çalgılı kahvehânelerde bir çerçeve içinde, bir de maammâ tanzim edilip asılırdı; hallecek zâte de bir mükâfat vâdedilir ve bu mükâfat da mutlaka verilirdi; fakat şu şart ile ki “maammanız şudur!” demek kâfi değildi, maammayı asan zâti mâni ile de mat etmek gerekti. Bir asır kadar evvel Demirkapıda ve Çenberlitaşta sıra ile saz âşıklarının maamma kahvehâneleri de yapılırmış. Yetişip görmedim, görenlerden dinledim; saz âşıklarının maammalarını bilirim. Astıkları maammalara müşterileri taşlamak, yani medhüsenâ etmek gibi usullerle para toplarlar ve bu paraları balmumu ile maammanın çevresine yapıştırırlardı. Açıktan halleden olursa toplanan bu parayı alırdı, olmazsa diğer bir yere giderlerken aralarında taksim ederlerdi. Maniciler gibi, bunların da çoğu ezbercilerdi.”
Adam aman... ârife
Bir işâret kâfidir hakşinasan ârife
Vâkıf olmaz her kişi hakkıile meârife!..
Çalgılı kahvehânelerde duhûliye mâdenî para zamanında 20 para idi, fakat yirmi para veren, koca kahvehânede yirmi kişi çıkmazdı. O zamanın örf ve âdeti veçhile yirmi para bırakmak ayıp sayılırdı. Bir kuruş, ikilik çeyrek bırakanlar çok olurdu.
Hattâ bir semtten toplanıp birkaç kişi gelenler üç beş gümüş mecidiye bırakıp çıkarlardı ki, bu da kanaatle çok para idi.
Meşrûtiyetden evvel ramazanlarda çalgılı kahve yapılan en meşhur tulumbacı kahvehâneleri şunlardı:
Defterdar İskelesinde Kâhya İsmailin kahvesi, Balat tulumbacı kahvesi, Küçük Mustafapaşa tulumbacı kahvesi, Cibâli Tulumbacı kahvesi, Unkapanı kahvehaneleri, Bayazıdda köşklülerin kahvesi, Direklerarasındaki çalgılı kahvehaneler, Gedikpaşada arabacılar kahvesi, Çukurçeşede Taşhan kahvesi, Yusufpaşada Cimbon Alinin kahvesi, Şehremini Saraymeydanında Pehlivanın kahvesi, Mevlevihâne tulumbacı kahvesi, Karagümrükte Uzun Ahmedin kahvesi, Kasımpaşada Kâtip Ömerin kahvesi, Horhorda Abdullahın kahvesi, Horhorda Kürd Şerifin kahvesi, Uzunyolda Tosununkahvesi, Çeşmemeydanında Hurşidin kahvesi, Yüksekkaldırımda umumhâneler karşısında Yüksek Kahvehâne, Hendek tulumbacı kahvesi Beşiktaşta Paşanın kahvesi, Samanpazar kahvehanesi, Üsküdar iskelesi meydan kahvesi, Pangaltıda Kalfanın kahvesi.
Bunların içinde en namlısı da Hendek kahvehânesi idi. Faik Bey adında bir tulumbacı tarafından donatılırdı. Güzellik ve ferahlık itibarile de Paşanın kahvehânesi üstüne yoktu.
O hır gür ocağının, her yıl, Hakkın inayeti ve müdavimlerinin bu nâçize olan hüsnü muhabetleri sayesinde gürültüsüz ve lekesiz olarak sona ermesi müyesser olmuştur. Ekser kahvehânelerde ramazan şerifin ortasına bile varmadan bir kavga çıkar, zabıta kapatırdı. Zira müdavimlerinin ekseriyetini çapkın teşkil ederdi. Aşağıdaki dîvan ve ayaklı maniler bir ramazan gicesi, bu Vâsıf ile boy ölçüşmeye kalkan ezberci manicileri mat ettiğim irticâlen söylenmiş şeylerdir, biri “aşk” üzerine, öbürü de “göz” üzerinedir:
— 1 —
DİVAN
Bende benlik koymadı hiç zerreveş cânânı aşk
Eylemez asla tekebbür kimde var imânı aşk
Kasrı dilde bir virâne hükmü kalmaz devr ile
Böyledir bezmi ezelden hazreti fermânı aşk
Her gönülde başka başka cilveler eyler zuhur
Fetheder varlık hisar’ın hâcei fermânı aşk
Terki candır yâr için âşıkların âh etmesi
Böyle bir pâzarı sırdır kâmile meydânı aşk
Men areften ders alanlar her ne varsa boş görür
Kâmil eyler şeş cihetten âdemi imkânı aşk
Ağlamaktan ağla Vâsıf çâresi bu yârenin
Gösterir muhlislere didârını sultânı aşk
MÂNİ
Adam aman... Aşkı var...
Habîbinin yüzünden kıldı Allah aşkı var
Feryâd eder ben gibi kimin dilde aşkı var…
— 2 —
DİVAN
Nazarsâz oldukça farukaane gâhi gözlerin
Münhasif eyler gider hurşîdü mâhı gözlerin
Bir nigîho âteşîininden alır âteş kulûb
Nerden almış bu rumuzüfken nigâhı gözlerin
Hem güler, hem tir atar üftadekânın bağrına
Âşık öldürmek ile olmuş mubahî gözlerin..
Tîri müjgân âh... Mazlûmana döktü kaanımı
Hiç zâlim bilmiyor havfı ilâhi gözlerin
Kaatili can olduğun ispata hâcet var mıdır
Gösterir hûnîliği zirâ kemâhi gözlerin
MÂNİ
Adam aman gözlerim...
Ağlamaktan boyandı al kanlara gözlerim
O al kanlı gözler ile gözlerini gözlerim!..
Yirmi yıl boyunca yanımda gezdirdiğim çığırtkanlar lâkabları ile dahi güzel güzel tulumbacı civanları olmuşdur; yukarda da kaydettim, çığırtganın câzibesi çalgılı kahvehâneye ayrı bir havâyı muhabbet verir idi ki o hava da şâirleri coşdururdu. Birinin çağı azıcı geçdikde yenisi yerini almak yedi nefer çığırtganımın isimleri şunlardır: Baygın Mehmed (Üsküdarlı araba sürücüsü), Telli Mehmed (Üsküdarlı yorgancı kalfası), Fesleğen Hasan (Boşda gezer, şuna buna çıraklık yapar, Şumnu muhâcirlerinden bir çocuk Toygartepesi sandığında uşak idi), Topuklu Ali (Üsküdarla Balaban büyük iskelede kayıkcı), Filiz Ahmed (Tophâneli, Yamalı Hamamın kahve ocağında çırakdı, Hendek sandığı uşaklarından), Yavrum Ahmed (Haddehâneli, aslı Kadırga Meydanlı), Güllü Mustafa (Aslı İnebolulu, Azabkapusu kayıkcılarından, Balkan Harbinde şehid oldu).
Yukarda göz üzerine söylenmiş mâniyi çığırtkanım Filiz Ahmed okumuşdu, Üsküdarlı ketebeden Hakkı Bey Filize karşı gaayet nazikâne şu mâniyi söyledi:
Adam aman gözlerim
Al mendili nâzik ele gel Filiz sil gözlerim
Kanlı yaşlar döke döke yâr yolunu gözlerim...
Bu işi kolay, çalgılı kahveyi de âşık kahvesi zan eden biri Hakkı Beyden özenerek kuvvetlice bir öksürmeden sonra:
— Adam aman... gözlerim
Ağlamaktan bak kör oldu benim iki gözlerim...
dedi, fakat arkasını getiremedi, haylice beklendi, o zaman Filizin şâirliği tutup:
Ağam bugün sende iş, seni yarın gözlerim!..
dedi idi.
Bir ramazanı şerifin, hiç unutmam, altıncı gecesi idi, Karagümrükde Uzun Ahmedin kahvehânesinde bir mâni yüzünden Bahriyelilerle siviller arasında çıkan kavgada Bahriyeliler tarafından, dört büyük ayna dâhil, bütün takımlar parça parça edilmiş, bağçeye kurulan çadır lîme lîme yırtılmış; asıl acınacak taraf, kahvehâne de, bir daha açılmamak üzere kapatılmışdı. O tarihde ben de Bahriye ocağında idim, gençdim ve toydum, Hüdâ bilir, gönül arzû etmedi ise de bırakıp gitmek arkadaşları ihânet olacağından o nâ revâ işde ben de bulundum. Elli altmış yıllık bir mâzi beni hâlâ muazzeb etmektedir. Vak’a şöyle cereyan etmişdir:
Biz dört kişi gitmişdik, bir köşede oturduk. Otuz kırk bahriyeli geldi; gediklilerden, gemiler cirâdından ve bahriye sibyânından bir kaafile; mâlûm ya, ayni formanın câzibesi, bizi gördüler, selâm verip geldiler, yanımıza oturdular. Dört arkadaşımdan biri meşhur Yusuf Kenan, en usta mânicilerden, bir semâî okudu, sessizce dinlendi. Sonra Etyemezli tulumbacı Deli Hakkı ortaya:
— Adam aman içim!..
Gaayet hoş geldi bana bu tütünün içimi
Böyle hazin bir sese nasıl çekmem içimi!..
diye bir mâni attı. Bu, Yusuf Kenanın hakikaten pek güzel olan sesi ile bir alaydı. Onun gibi meşhur bir mânici irticâlen derhal bir şeyler söyler ve Deli Hakkının ağzının payını verebilirdi. Fakat yanımızdaki Bahriyeliler onun cevâbını beklemeden ayağa kalkıverdiler. Uzun Ahmedin ortağı bir Arnavud Kâmil vardı, azgın herifin biriydi, ortalığı yatışdıracak yerde Deli Hakkıyı müdafaaya kalkınca kahvehâne bir anda muharebe yerine döndü idi.
Çalgılı kahvelere “Semâî kahvehâneleri” denilir. (B.: Semâî kahveleri; Ayak, c. III. s. 1370).
Vâsıf HİÇ
Theme
Location
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Creator
Vâsıf Hiç
Identifier
IAM070371
Theme
Location
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Description
Volume 7, pages 3683-3687
See Also Note
B.: Çakmakcılar yokuşundaki resimci dükkânı; B.: Semâî kahveleri; Ayak, c. III. s. 1370
Theme
Location
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.