Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
CEMİL (Mes’ud Ekrem)
Yahyâ Kemal Beyatlının târifi ile: “Bir kâinât olmuş büyük sanatkâr; zekâsının, zevkinin, câzibesinin hududu olmayan adam”; mûsiki bilgini, büyük virtüöz, edib; türkçeyi en doğru, doyulmaz tat ile konuşan meclis adamı, İstanbul efendisi, billûrdan bir gülirânâ gibi gönül adamı büyük rind; 1902 de İstanbulda doğdu, Tanbûrî Cemil Beyin oğludur (B.: Cemil Bey, Tanbûrî), annesinin adı Saide Hanımdır. Aşağıdaki hal tercemesini üstâdın 1952 de kırkıncı sanat yılını idrâkinde neşredilmiş “Mes’ud Cemil” adındaki risâleden alıyoruz: “1912 de babasından kemençe ve solfej, Kaşıyarık Hüsameddin Beyden de usul dersleri almaya başladı. 1915 de İstanbul Sultânisinde talebe iken Daniel Fitzinger’den aldığı keman derslerinde batı mûsîkisi ile ilk Mes’ud Ekrem, 1916 da babasının ölümünden sonra, Tanbûrî Cemilin en güzîde talebelerinden Kadı Fuad Efendi ile tunbura, Refik Tal’at Bey ile nazariyat çalışmalarına başladı; ve bir iki sene içinde Rahmi Bey ve Şemseddin Ziyâ Beyin delâletleri ile İstanbulun mûsiki muhitinde genc bir tanburi olarak tanındı. Bir tarafdan Türk mûsikisi nazariyâtını, makam ve îkaa bilgilerini, Hamparsun notasını öğrenirken, bir taraftan da viyolonist İzzet Nezih ile batı musikisi tahsiline devam etti; 1919 da da Mes’ud Cemil adı ile meşhur bir tanbûrî olarak bizzat tanbûr de...
⇓ Read more...
Yahyâ Kemal Beyatlının târifi ile: “Bir kâinât olmuş büyük sanatkâr; zekâsının, zevkinin, câzibesinin hududu olmayan adam”; mûsiki bilgini, büyük virtüöz, edib; türkçeyi en doğru, doyulmaz tat ile konuşan meclis adamı, İstanbul efendisi, billûrdan bir gülirânâ gibi gönül adamı büyük rind; 1902 de İstanbulda doğdu, Tanbûrî Cemil Beyin oğludur (B.: Cemil Bey, Tanbûrî), annesinin adı Saide Hanımdır. Aşağıdaki hal tercemesini üstâdın 1952 de kırkıncı sanat yılını idrâkinde neşredilmiş “Mes’ud Cemil” adındaki risâleden alıyoruz: “1912 de babasından kemençe ve solfej, Kaşıyarık Hüsameddin Beyden de usul dersleri almaya başladı. 1915 de İstanbul Sultânisinde talebe iken Daniel Fitzinger’den aldığı keman derslerinde batı mûsîkisi ile ilk Mes’ud Ekrem, 1916 da babasının ölümünden sonra, Tanbûrî Cemilin en güzîde talebelerinden Kadı Fuad Efendi ile tunbura, Refik Tal’at Bey ile nazariyat çalışmalarına başladı; ve bir iki sene içinde Rahmi Bey ve Şemseddin Ziyâ Beyin delâletleri ile İstanbulun mûsiki muhitinde genc bir tanburi olarak tanındı. Bir tarafdan Türk mûsikisi nazariyâtını, makam ve îkaa bilgilerini, Hamparsun notasını öğrenirken, bir taraftan da viyolonist İzzet Nezih ile batı musikisi tahsiline devam etti; 1919 da da Mes’ud Cemil adı ile meşhur bir tanbûrî olarak bizzat tanbûr dersleri vermeye başladı; Ali Rifat Beyin reisliğindeki Şark Mûsikisi Cemiyetinin konserlerine katıldı. Artık o devrin bütün sanatkârlarını tanıyor, geniş sanat temasları arasında hiçbir zaman ayrılmadığı tanbur üstâdı Kadı Fuad Efendi ile berâber Şeyh Abdülbâki Efendinin postnişini bulunduğu Yenikapı Mevleviîhânesine devam ederek neyzenbaşı Rauf Yektâ Bey, kudümzenbaşı Zekâizâde Ahmed Efendi, Neyzen Hilmi Dede, Galata Mevlevîhânesinde Neyzen Emin Dede gibi üstadların dostluğunu kazanıyordu. 1920 de Prenses Zehrâ Hanımefendi ve Ali Rifat Beyin evinde Dâmad Mecid Beyi tanıdı. Tanburi Cemilin dostu ve takdirkârı olmasından başka mâhir bir viyolonist olan Emir Abdülmecid (Mecid Bey, Şarki Ürdün’ün Pâris sefiri) gene tanbûrînin kaabiliyetini büyük alâka ile karşılayarak daha sonra viyolonist Karl Berger’e devretmek üzere ona keman dersleri vermeye başladı. Fakat bir zaman sonra bu derslerin birisinde Mes’ud Cemil, Şerif Cemil Beyin kardeşi olan Şerif Muhiddin Beyi tanıdıkdan ve onun viyolonselini dinledikten sonra büyük bir aşk ile bu saza bağlanmış ve artık kemana çalışmadığı için Şerif Mecid Bey de onu Karl Berger yerine kardeşinin himâye ve itinâsına terketmişdir. Yeni ve coşkun bir hızla viyolonsele başlayan Mes’un Cemili Şerif Muhiddin Haydar, o sırada İstanbulda geniş ve etraflı bir mûsiki tahsili yapmaya müsaid muhit bulunmadığını göz önünde tutarak, Avrupanın büyü merkezlerinden birinde esaslı bir çalışma fikrine sevketmiş, diğer dostlarından ve o sıralarda tanıdığı Hüseyin Sadeddin Beyden teşvik ve alaka gören genc adam, devam ettiği İstanbul darülfününun Hukuk Fakültesini ikinci sınıfında terk etmiş, ve yalnız zaif ve fakir maddi imkanlarına güvenerek Berline geçmiş, ve yine Şerif Muhiddin Haydarın tavsiye ve teşviki ile o zaman Berlin yüksek müzik akademisinin viyolonsel profesörü olan büyük üstad Hugo Becker’in talebesi olmuşdur. Berlince ayrıca nazariyât ve armoni dersleri alan Mes’ud Cemil, Birinci Dünya Harbini tâkib eden bu devirde Avrupanın en canlı ve her türlü sanat hareketlerine sahne olan bu şehrinde mûsikiden başka dil bilgisini, umumi kültürünü geliştirmek, diğer güzel sanat kollarını, edebiyat ve tiyatro hareketlerini en hâlis ve zengin bir vasatda takib etmek imkânlarını bulmuşdur. Orada Viyolonist Ali Sezin’i, Mamud Ragıb’ı tanımış, bu arkadaşlarını delâleti ve ayrıca Türk musikisindeki bilgisinin yardımile, Curt Sachs, Hornbostel, Robert Lachmann gibi meşhur bilginlerle tanışmış, onlarla beraber çalışmış, müzikoloji ve folklora dair ilk esaslı bilgi ve tecrübeleri kazanmış ve mûsiki tahsilinin yanında bir taraftan da devamlı olarak Berlin Üniversitesi Psikoloji Enstitüsü Ses arşivinde asistan olarak çalışmıştır.
“Annesinin ağır hastalığı ve yaşama güçlüleri dolayısile iki buçuk yıl sonra 1924 sonunda memlekete dönen Mesut Cemil 1925 de Griftzen Asım Beyin oğlu Musa Süreyye Beyin Müdür olarak ve ileri bir yolda inkişafına çalışdığı Darülelhan’a (şimdi İstanbul Belediye Konservatuvarı) tanbur, solfej ve musiki nazariyatı muallimi, Gelenbevi lisesini de musiki muallimi olarak girmiştir. Cemal Reşid, Ekrem Reşit, Muhiddin Sadak gibi aynı nesilden arkadaşlarını da bu sırada tanımış ve Fazıl Cündey’in organize ettiği Union Française konserlerine onlarla beraber katılmıştı (1925-1927). Bu sırada Hukuk Fakültesinde yarım bıraktığı yüksek tahsiline, Edebiyat Fakültesine geçerek devama başlıyan Mes’ud Cemil, 1926’da Türk Telsiz Telefon Anonim Şirketinin (Türkiyede ilk radyo) cazibesine kapılmış ve o zamandanberi radyonun spikeri, orkestrasının viyolonselini, saz hey’etinin tanburisi, programcısı, yazıcı velhasıl bu idârenin her şart alında her türlü hizmetine ve işine koşan bir uzvu olarak bugüne kadar fasılasız kalmış, 1937 de şirketin hükümete devri sırasında Başspiker ve Müdür Vekili olmuş, Ankara Radyosuna 1938 de Türk Musikisi neşriyat şefi olarak tâyin edilmiş, 1940 da yine Müdür olmuş, 1941 de Devlet Radyosunun Ulaştırma Bakanlığından Başvekâlet Matbuat Umum Müdürlüğüne geçmesi sırasında, Türk ve Batı musikisi mevzuunu bir bütün olarak toplayan Müzik Yayınları Şefliğine, 1950 de Ankara ve Türkiye Radyoları Müdürlüğüne tâyin edilmiştir. Radyodaki fasılasız çalışmasının yanında Mesut Cemil gerek Konservatuvarda, gerek liselerdeki öğretmenlik vazifesini bırakmamış, Gelenbevi lisesinden, Konya Erkek Muallim Mektebine tâyininden sonra istifa etmiş ve beş sene muallimlikten ayrılmış olmakla beraber 1930 da tekrar Pertevniyal lisesine, 1935 de İstanbul Konservatuvarı tasnif ve teknik heyetine, 1938 de Ankara Gazi Terbiye Enstitüsü Viyolonsel muallimliğine, 1944 de Ankara Devlet Konservatuvarı Yüksek Kompozisyon sınıfları Klâsik Türk Musikisi tarih öğretmenliğine, 1948 de ilâve olarak yine Devlet Konservatuvarının viyolonsel öğretmenliğine tâyin edilmiş, 1951 de İstanbul Konservatuvarı Musiki Folkloru öğretmenliğine getirilmiştir.
“1955 de İran hükümeti tarafından dâvet edilerek Bağdad’a gitmiş, Türkiye ve İrak arasında kültür anlaşması çerçevesinde dört sene müddetle Bağdad Güzel Sanatlar Akademisi musiki bölümü reisi ve profesörü olarak çalışmış, 1959 da Türkiyeye dönmüş ve İstanbul Radyosunda müşavir olarak vazifelendirilmişdir.
“İki defa sekteye uğrayan yüksek tahsilini Ankara Radyosunda bulunduu sıralarda Ankara Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dil ve Edebiyatı Şubesinden mezun olmuştur.
Mesud Cemil, yurt dışına yaptığı muhtelif seyahatleri arasında 1932 de Mısırdaki musiki kongresine de Rauf Yekta Beyle birlikte iştirak ederek memleketimizi temsil etmiştir. 1935 de konferanslar vermek üzere Viyanaya davet edilmiştir.
“1960 da Parisde Unesco Milletlerarası Çağdaş Besteciler tribününe Basın-Yayın ve Turizm Vekâleti adına temsilci olarak katılmış, Londra, Hollanda ve Viyanada çeşidli musiki araştırmaları yapmış, aynı yılın eylül ayında, 37 yıl devlet hizmetinden sonra emekliye ayrılmışdır.
“Musikiye dair çeşitle mevzularda ikiyüze yakın makaalesi, “Tanburi Cemil’in Hayatı” adlı iki kitabı, Kedi hikâyeleri, roman ve hikâye tercümeleri ve neşretmediği musiki eserleri vardır. İcracı olarak başlıca tanbur ve viyolonsel çalmakla tanınmıştır. Fakat keman, viyola, kemençe, lavta, ud ve âşık sazı cinsinden telli ve yaylı musiki âletlerinin hemen hepsini bilir ve çalar. Musikinin nazari ve ameli sahasında bilhassa üç istikamette, klâsik san’at musikisi, Halk musikisi ve umumiyetle Batı musikisi sahalarında çalışmış, her kolda da birbirini tamamlayıcı, tehlilci, terkipçi ve yapıcı metodu kullanmağa çalışmıştır”.
Mes’ud Cemilin portresi kâğıd üzerine dökülmüş notlarla çizilemez, o derin bir bestedir, duyulur, sevilir. Azgın poyraz fırtınasında Karadenizin kükremiş dalgalarını Şile kayalıklarında seyreden Mes’ud Cemil ile, elinde bâdei gülgün, bir dilber yüzü temâşâ eden Mes’ud Cemil, aynı adam değildir. Zifiri karanlık bir odaya giren güneş huzmesi gibi, gözler yalnız onu görür, öylesine meclis adamıdır; çiçek olsaydı nağmekâr, kelebek olsaydı muattar olurdu.
Aşağıdaki satırlar büyük sanatkârın kırkıncı sanat yılı jübilesi vesilesiyle yazılan duygular ve hâtıralardır:
“Mes’ud Cemil, eskiye eskiyi, yeniye yeniyi, Şarkı sevene Şarkı, Garbı sevene Garbı tattırır. Bu, zevkle titiz ve ince bir kültür meselesidir. Ne eskiyi yenileştirmek, ne yeniyi eskileştirmek, ne Şarkı Garplaştırmak, ne de Garbı Şarklaştırmak.
Fakat asıl Mes’ud Cemil hangisidir? Gönülü ile üstad babasının Şarkında, kafası ile Garptadır. Doğrusunu isterseniz, hepimize saadet veren bu dost, bütün buhranlılar gibi, mesut değildir” (Falih Rıfkı Atay).
“Mes’ud çok cepheli bir şahsiyettir. İnsan onu neresinden yakalıyacağını şaşırır.
Tanbur, kemençe, bağlama, lavta, viyolonsel (Alaturka, alafranga) çalan ve klâsik musikimize korosu ile yeni bir hamle yapmak imkânını bahşeden müzisyen Mes’udu mu? Kendisine hâs bir anlatış tarzı olan “kediler muharriri” edip Mes’udu mu? Çok güzel ve renkli konuşan “hoş sohbet” Mes’udu mu? radyonun memleketimizde ilk işletmeğe açıldığındanberi başında bulunan “idareci” Mes’udu mu? Vefâlı bir dost olan tam mânasiyle “İstanbul efendisi” Mes’udu mu? Fevkalâde taklit yapan son derece hassas ve içli olan, bütün yeni çıkan ilâçları ezber bilen, hayvanlara, bilhassa kedilere karşı bir nevi kara sevda ile bağlı olan Mes’udu mu, hangi birini anlatayım?” (Vedat Nedim Tör).
“Mes’ud, ince uzun boylu, hafifçe öne doğru eğik omuzlu bir delikanlıydı. Elâ gözlerinde zekâ, mâsumiyet ve şeytanlık birbirine karışırdı. Kalbinde kedilere karşı derin bir muhabbet ve şefkat vardı. Çok defa paltosunun cebinde, sokakta kimsesiz kalmış minimini bir kedi yavrusu bulunurdu!...
“O zamanlarda henüz pek genç olmasına rağmen, sanat muhitinde büyük bir şöhret elde etmişti, çünkü tamburla viyolonseli aynı hassasiyet, aynı maharetle çalardı. Gözlerinde mâsumiyetle şeytaneti mezcettiği gibi, sanatında da alaturkayla alafrangayı bir araya getirebilmişti.
“Esasen Mes’ud için alaturka, alafranga yoktur. Müzik vardır. Bundan dolayı da dar görüşlü bazı alaturkacılar indinde alafrangacıdır, anlayışı kıt bir takım alafrangacılar nazarında ise alaturkacılar!.. Halbuki Mesud, sadece ve tam mânasiyle müzisyendir, sanatkârdır.”(Ekrem Reşid Bey)
“Hulâsa: şark musikisinde hoca, garp musikisinde hocadır. Bestelediği eserleriyle emsalsiz bir kompozitör; çaldığı enstrümanlarla kâ’bına varılmaz bir sanatkârdır... Şark ve garp eserlerini aslından okur, okuduklarını yazarak bize anlatacak kadar kalem sahibidir... Bu meziyetlerinden “birini” Allah hangi kuluna verse, biz ona “münevver adam” deriz... Ya böyle Mesud Cemil’e yaptığı gibi hepsinden mebzulen verdiklerine ne sıfat bulacağız?..” (Vasfi Riza Zobu)
“Mesud sanatta mükemmeli arıyan bir insandır. İcracı olarak onunla çok konserler verdim. Bir eseri çalışırken kolay kolay tatmin olmaz, bilhassa oda müziğinde bestenin ruhuna, inceliğine inmek için muhayyilesini bestekârın devrine uzatır ve oradan ilham alır. Viyolonsel Mesud’a göre sadece bir âlet değildir. Onun tellerinde yalnız kendi şahsiyetine değil, bütün bir mazinin hazinesini keşfettiği için en yakın dostu viyolonseli olmuştur. Bu sazdan çıkardığı derin vibratolu sesi unutmak kabul midir?” (Midhat Fenmen)
“Musiki âleminin güneşi; aynı zamanda asâlet, nezaket ve tevazu timsali büyük dâhi muhterem Hocam Tamburi Cemil’in bizlere biricik yadigârı olan Mesud’umuz...
“Aksaray’da Sineklibakkalda Kâtip Muslihiddin sokağındaki ahşap evlerinin yan kapısından bahçelerine girdiğim tarihlerde ya samur kedisiyle veyahut çemberiyle oynarken okşadığım mini mini Mesud’umuz...
“Babasından intikal eden musiki zevki icabı, sihirli parmaklariyle tamburunun tellerinden çıkardığı inci dizisi gibi mütenazır ve bedii nağmelerinde babasının ruhunu yataşan sanatkâr Mesud’umuz...
Memleketimizde klâsik Türk musikisi topluluğunu teşkil ederek eski kolleksiyonlardan Hamparsun notasından edindiği eslâfın nâşenide ve lâyemut eserlerini bütün asâleti ile, bütün zarâfeti ile ve bütün incelikleriyle, üslubu ile ve edâsı ile heyetine meşkettiren ve milletimize radyo vâsıtası ile ilk arz eden üstâd Mesud’umuz...” (Refik Fersan)
“Tam otuz altı sene beraber geçirdiğimiz bir ömür... Bana, dünü unutturacak kadar ihanete başlamış olan hâfızam, o günlerin bütün ânatını, heyecanlandıran, tahassüslerinden bir zerre bile kaybettirmeden, oldukları gibi gözümün önüne seriyor. Galatada Kuledibindeki Hendek sokağına taşınmış olan İstanbul Sultanisinin tiyatro ve sinema salonunun koyu gölgeli, loş sahnesinde Daniyel Fitzingerden başladığımız keman dersleri... Sevçik metodunun sıkıcı, bıktırıcı temrinleri içinden sıyrılıp o zamanki İstanbulun dört bucağını sarmış olan Çardaş Fürstin Operetindeki meşhur valsi, derin bir haz ve vecd içinde çalışımız... Hafta sonları elimizde keman kutuları, koltuğumuzda, mektebin verdiği okkalık ekmeklerle Yüksekkaldırımdan tâ Aksarayda Sineklibakkalda Kâtip Muslihiddin mahallesindeki evlerimize âdeta uçarak gelişimiz.. Taşkasaptan Çapaya uzanan caddenin sol tarafındaki yanık evlerden birinin enkazı üzerinde, gözlerimiz yolda, ellerimizdeki resim bloklarına gelişi güzel çizdiğimiz resimler?!.. Eski orfeon plâklarından dinleye dinleye ezbere aldığımızı, Cemil’in kemani Bülbüli Salih ile çalmış oldukları Sabâ peşrebinin birinci ve ikinci hanelerini heceleyişimiz.. Hele ikinci hanenin bir yerindeki re-fa diyez tiyersi!..
“Mütarekenin ilk günlerinde Galatadan İstanbul tarafına, Saraçhanebaşındaki Münir Paşa konağına taşınmağa mecbur kaldığımız yeni binanın bahçesindeki salaş sahnede ilk verdiğimiz konserle hatırımda kalan program:
Salim Beyin Hicaz peşrevinin birinci hanesi.
Seni gördükçe titrer yüreğim şarkısı
Adalar sahilinde...
Recebim...
“Katırcıoğlu hanındaki odadan bozma küçük bir stüdyo taslağındaki — Babam da bütün plâklarını burada doldurmuştu — büyük bir borunun önünde tambur ve kemanla çaldığımız Tahir puselik peşrevinin ilk hanesi... Bu plâğın kayboluşuna pek yanarım!”.
(Ruşen Ferid Kam)
“Her şeye şamil, umumi, derin bir kültüre malik Musikide kuvvetli bir sanatkâr... Konuşmada selis ve beliğ bir hatip... Yazıda velut bir kalem sahibi... Doğuştan yüksek kabiliyetli bir nisan.” (Muhiddin Sadak)
“Tambur ilk Cemil Beyin elinde çağlamıştır, Mesud’un elinde onun devamını görürüz. Babamın ekser evlâdına bıraktığı, gözümüze görenen çizgileridir. Mesud’un sazı üzerinde gezer parmakları pederinin, renkli bir nağmeden protresini bize mutlaka gösterir!.
“Rahmetli Cemil Beyin elinde tamburun kolu, şarka doğru memleketinin hududunu aşmıştı. Mesud’un garba doğru da uzanmış bir kanadı vardır.
“Otuz küsur senedenberi tanıdığım Mesud Cemilde, daima terakki eden bir sanatkâr gördüm. Gezerken dinlenirken, bileni hattâ bilmiyeni de dinlerken, ilerleyen bir sanatkâr...” (Şerif Muhiddin Targan).
Hayat mecmuasında Orhan Tahsin imzasını taşıyan bir röportâj Mesud Cemili şu satırlarla takdim ediyor: “Yalnuz 10 saza 60 makamdan ses veren bir müzisyen değildir. Hukukda okumuş, Dil ve Tarih ve Coğrafya Fakültesini bitirmiş, Tıbbiyenin kapısından bile geçmediği halde doktorluğa merak sarmışdır. Gazetelerde muharrirlik, mütercimlik yapmış, 11 yıl tek başına radyoda konuşmuşdur. Bu arada sahneye çıkmış, figüran olarak beyaz perdede görünmüşdür. Elinden boyacılık, marangozluk gelir.”
Bu röportâj yazısında Mesud Cemilin Atatürk üzerine, maalesef tarihi kaydedilmeden bir hâtırası naklediliyor:
“Üç saz, iki sesten kurulu incesaz takımı, kıvrak bir longa ile şehnaz faslını bitirmişti. Duvardaki büyük saat, tam onbiri gösteriyordu. Salonun duvarları kırmızı çuha kumaşla kaplanmış, yere desenli İsparta halıları yayılmıştı. Sazendelerden biri, tambur çalan uzun boylu adam, sazını yere bıraktı. Ortadaki, çemberli mikrofonun önüne geldi:
— Muhterem samiin diye söze başladı, İstanbul Radyosunun bu akşamki neşriyatı, sehnaz fasliyle hitam bulmuştur. Yarın 6 da buluşmak üzere hayırlı geceler...
“Öteki sazendeler de sazlarını kılıflarına soktular. Uzun boylu adam, salonun ışıklarını birer birer söndürdü... Bu sırada, salonun kapısı açıldı. Orta boylu bir adam, biraz önce mikrofon önünde konuşan tamburiye:
— Mesud Cemil Bey, Şimdi postahaneye Ertuğrul Yatı’ndan bir telsiz emri gelmiş dedi. Gazi, faslı beğendim. devam etsinler, emrini vermiş. Arkadaşlar fasla devam edebilir.
“Mesud Cemil ışıkları birer birek yaktı. Sazendeler sazlarını kucaklarına koydular. Mızraplar, yaylar, sesler, içli, duygulu bir hüzzam şarkıya başladılar. Bu hüzzam şarkıyı, öteki hüzzam şarkılar takibetti.
“11.30 da kapı yine açıldı. Orta boylu adam, sessizce içeriye girdi. Mesud Cemil’in kulağına şu sözleri fısıldadı:
— Gazi’den yeni emir geldi. Daha aır şarkılar istiyorlar.
“ — Fasıl, bir kemençe taksimi ile makam değiştirdi. Rast makamından ağır, yürüş, nakış semailer çalınmağa, okunmağa başladı. Yarım saat sonra, orta boylu adam yine içeriye girdi:
— Gazi çok memnun, dedi, ama daha eski şarkılar, fasıllar istiyor...
“Mesud Cemil, çemberli mikrofonun karşısına geçti:
— Rast makamından besteler, semailer takdim ettik. Şimdi rastı atik makamından eserler çalacağız, dedi.
“Sonra, saz arkadaşlarının yanına giderek, kulaklarına bir, iki cümle fısıldadı. Gülümsediler. Mesud Cemil tamburunu akord etti. Fasıl yine başladı.
“Kırmızı çuha kaplı duvarı ortalıyan saat ikiyi gösteriyordu. Orta boylu adam, üçüncü defa kapıdan göründü. Yüzü gülüyordu:
— Tamam çocuklar, dedi, Gazi memnun. Aşağıdaki otomobiller bekliyor. Sizi Saraya götürecek!..
“Sazlar kılıflarına sokuldu. Stüdyonun ışıkları söndürüldü. Sazcılar, okuyucular 150 ayak merdiveni kuş gibi uçarak indiler. Kapıda bekliyen otomobillere dağıldılar.
“Dolmabahçe Sarayının yemek salonu ışıklar içindeydi. Büyük masa, bir pano gibi, renk renkti. Baş köşede, altın sarısı saçlı, deniz mavisi gözlü Gazi oturuyordu. Yeni gelenlere:
— Tebrik ederim, dedi, güzel fasıllar geçtiniz...
Sonra Mesud Cemil’e döndü:
— Rastı atik faslı dediniz. Bunca makam bilirim, bu adı hiç duymamıştım, Nasıl makamdır, anlatsanıza!...
“Mesut Cemil sapsarı olmuştu:
— Efendim, dedi, böyle bir fasıl yok!... Bu adı ben uydurdum, daha doğrusu yakıştırdım. Eski fasıl istiyordunuz. Eskisini bulamadık. Ben birkaç az duyulmuş rast şarkı buldum. Adını da, rastı atik koydum.
“Atatürk bir saniye düşündü. Sonra sazcılara sordu:
— Rastı cedid var mıdır?...
Tümü de bir koro birliği ile:
— Vardır, efendim, dediler.
“Atatürk’ün göz bebeklerinde bir ışık yandı, söndü:
— Öyleyse, dedi, Mesut Cemil haklı!...Yeni sıfatını taşıyan bir faslın, eskisi de olur. Peki, rastı atik’ı duydunuz mu?...
“Yine koro gibi:
— Hayır, efendim, dediler.
— Arayın, bulacaksınız!...
“Mesut Cemil’in sırtını sıvazladı:
— Aferin çocuğum!...
“Ve ilâve etti:
— Beyefendiye içki!....
“Salonu, yeni bir makamdan kıvrak bir peşrevin melodileri doldurdu”.
Hayat mecmuası muharririnin sorduğu bazı suallere Mesud Cemil şu cevabları vermişdir:
— Nefret ettiğini çalgı?
— Cünbüşle banco..
— Beğendiğiniz kadın tipi?
— Kadına benzeyen...
— İçki içer misiniz?
— Rakı.
— Dünyaya ikinci gelişde ne olmak istersiniz?
— Veteriner..
— Koleksiyon yapar mısınız?
— Bozarım.
— Evde nasıl vakit geçirirsiniz?
— Tembellikle...
Mesud Cemil büyük şöhret sâhibi bir musikişinas olarak Türkiyenin her tarafında “Tel” soyadı ile tanılır. Bir akşam R.e. Koçunun üçüncü mevki tahtalı vagon dengi evinde Viyolonist Orhan Borarın da bulunduğu bir çilingir sofrası başında sohbet edilir iken, söz İstanbul Ansiklopedisi üzerine gelmiş, Koçu, muhterem dostunun alfabenin sonlarından bir harf ile soy adı almış olmasından duyduğu üzüntüyü söylemiş; Mesut Cemil:
— Üzülme, demişdir, soy adım hiç bir zaman “Tel” olmadı... soyadı kanunu çıkdığında babama izâfeten tanıdığım Cemil’e bir koma işâreti (‘) ilâve ettim; Cemil, “Cem’il” oldu ve onu tescil ettirdim, zaman ile Cem’il yine Cemil oldu...
Cemil’in simasında koma işâreti bir yâri nazeninin tiri müjgânı kadar nâzik olsa da cemâle nakise verirdi, kendiğilinden kalkıp gitmesi isâbet olmuşdur. Üstad “Tel” in hikâyesini de kendine has tatlı dil ile şöyle nakletmişdir:
— Tel” i adımın sonuna bir deneme olarak eklemişdim.. her halde boyuma nisbetle kısa bulmuşlar, “Mesud Cemil Telhüner”, “Mesud Cemil Tektel” diye mektuplar gelmeye başladı, “Telhüner” ile “Tektel” iki kemâni arkadaşın soy adları idi... bir sefer de “Telçeker” oldum... O da Ankara Radyosunda bir teknisyen arkadaşın soy adı idi.. Sonunda, bir zamanlar Bomonti Bağçesinde icrâyı sanat eden ip canbazı bir vatandaşın soyadı olan “Mesud Cemil Telgezer” diye bir mektup gelince baktım ki teller çoğaldı, karışdı, “Tel”I kesdim attım...
Halk şâiri Âşık Çakır Çavuşun 1950 de yazılmış bir tahassürnâmesi bu hal tercemesinin son satırları oluyor:
Tanbûrîcemilzâde
Mesud Cemil Beyfendi
Muhakkak asrımızın
Üstâdı hünermendi
Tanburamı çalarım
Yaşım aşmış sekseni
El öpmeğe gelmişdik
Görebilseydim seni
Ankaraya varlıkda
İstanbulda dediler
Yol düşdü İstanbula
Seni göstermediler
Kim bilir ne sandılar
Sırtda aba elde saz
Koğdu beni radyodan
Nevzuhur iki haylâz
Bura Balıkpazarı
Getir bâdeyi Vasil
Üstâdı göremeyen
Gözümdeki yaşı sil
Dağın tipi boranı
Bende rahmeti seli
Görün dinleyemedim
Neymiş viyolonseli
Dile getirmiş duydum
Itril hünerveri
Bugün musikimizin
Tanbûrîler serveri
Doldur Vasil kadehi
Boş durmasın karşımda
Kavak yeli esiyor
Tam seksen dört yaşında
Mesud Cemil Beyfendi
Yarın göçeriz burdan
Dinlemeden huzurda
Bir nağmecik tanburdan
Yol refiki yârim var
Bağdad hurması gibi
Dinletemedim sana
Bülbülüm şekerlebi
Dâvûdî sesindeki
Sihrü füsun vahşeti
siz sağ kalın bizler de
Bulalım selâmeti
Elvedâ ey İstanbul
Mesud Cemil Beyfendi
Çakur Çavuş yolcudur
Boynunda yâr kemendi
Doldur kadehi Vasil
Şu yârimin aşkına
Şarâbı erguvanla
Yakam elime kına
Doldur kadehi Vasil
Doldur ki boş durmasın
Mesud Beyfendinin de
Kulakları çınlasın
Seher vakti dalında
Bir de çiğerpâresi
Koca Çakır yolcudur
Yürekde dil yâresi
Mesud Cemil onbir yaşında mektebli
(Resim : Sabiha Bozcalı)
Mesud Cemil
(Resim : Sabiha Bozcalı)
Sanat tarihimizin kıymetli bir vesikası : Yahya Kemal’den Mesud Cemil’e mektub
20 teşrinievvel 1941, İstanbul.
Çok aziz ve mübârek muhibbim Mesud Cemil, “Kar Mûsikileri” ve “Itrî” yaratıcı ruhunla, bir daha açdığın hava içinde dirildiler. İnşâdı ihâte ettirdiğin musiki çerçevesi içinde babanı, Itrîyi ve seni her sâniye gördüm. Gözlerimden gayri ihtiyâri yaşlar akıyordu; o saatde yanımda çok sevdiğim bir hanım da vardı, o da ağlıyordu; Ankarada bu safhayı sana naklederim.
O akşam çalan aziz arkadaşlara teşekkürümü söylemeni bilhassa rica ederim.
Hürmet, hayranlık ve tahassürümle gözlerinden öperim.
Yahyâ Kemal Beyatlı
Sanat tarihimizin kıymetli bir vesikası : Yahya Kemal’den Mesud Cemil’e mektub
16 şubat 1942, İstanbul,
Aziz, bütün azizeden aziz Mesud,
Dün akşam, beraber içdiğimiz iki arkadaşla, bir saat kadar sizden bahbettim ve bu sabah da mektubunuzu buldum. Görüyorsunuz ki akşamı sabahı sizinle ediyorum; vâkia yer yüzünde bundan lâtif bir bahis de güç bulunur.
Vedad Nedimin derin dostluğuna karşı duyduğum minnetdarlık büyükdür. Ona karşı çok da mahcubum; şimdiye kadar arzûlarını yerine getiremedim. Ancak bu sefer çıkaracağı mecmuaya mutlakaa bir eserimi takdim edeceğim. Ona ayrıca yazdım. Dört gün sonra ben Ankarada bulunacağım. İnşâallah o akşam buluşuruz ve neşvemiz olursa “Kârı Nâtık!” nev’inden bir müsâhabeye dalarız.
Aziz Mesud söylemeyi bile zâid görürüm, babandan sonra kalbimde bir kâinât olmuş büyük bir sanatkârımızsın; zekânın, zevkinin, câzibenin hududu yokdur. Bu dakikada senden bahsederken içim açıldı.
Tahassürle, hürmetle, muhabbetle gözlerinden öperim.
Yahyâ Kemal
Sanat tarihimizin kıymetli bir vesikası : Yahya Kemal’den Mesud Cemil’e mektub
Aziz Mesud. Dün akşam ben seni sekiz buçukdan sonra dinlemeye karar vermişdim. Senin de, Ataça, telefonla iş’âarın böyleydi. Lâkin birden bire bir rüzgâr esdi; seni radyoda bulub bir tarafa, keyfimizce, gitmek hevesiyle, bir taksiye bindik ve aramağa geldik. Radyonun kapısından: “Mesud Bey bir kaç dakika evvel çıkıp gitti.” Bunun üzerine ben otele telefon ettim; senin geldiğini ve bir kat bırakdığını söylediler. Halbuki ben senin, türk musikisinin “Tûri Sinâ”sı olan sandalyende oturuyordum. Nitekim bu satırları “Kelimullâh” ın o yüksek sandalyesinden karalıyorum.
Bir defa daha hayranlığımı arz ederim.
Hayrânın
Yahyâ Kemal
Theme
Person
Contributor
Sabiha Bozcalı
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM060820
Theme
Person
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Contributor
Sabiha Bozcalı
Description
Volume 6, pages 3446-3456
Note
Image: volume 6, pages 3448, 3449, 3450, 3451, 3452
See Also Note
B.: Cemil Bey, Tanbûrî
Theme
Person
Contributor
Sabiha Bozcalı
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.