Maddeler
İstanbul Ansiklopedisi'nin A harfinden Z harfine tüm maddelerini bir arada inceleyin.
Ciltler
1944 ile 1973 yılları arasında A harfinden G harfine kadar yayımlanmış olan ciltlere göz atın.
Arşiv
Reşad Ekrem Koçu'nun, G ve Z harfleri arasındaki maddelerle ilgili çalışmalarını keşfedin.
Keşfet
Temalar veya belge türlerine göre arama yapın; ilk kez erişime açılan arşiv belgeleri arasında gezinin.
CÂRİYE VAK’ASI
Hicrî 1233 ve milâdî 1818 yılında kahramanları İstanbulun kibar ulemâ âilelerine mensup iki nâzenin sevici hanım olan büyük bir rezâlettir; Şânîzâde Tarihi ile Cevdet Tarihinin hicri 1233 vakaları arasında kaydettikleri hâdiseyi, R.E. Koçu en küçük bir tahrifde bulunmadan “İstanbul Yosmaları” adlı eserinde şöyle nakletmişdir:
Geçen asrın ilk yarısında yaşamış iki nâzenin hanım, iki küçük kibar yosma, yakut ile zümrüd, inci ile mercan, ipekle ibrişim, misk ile anber; yaşları onyedi ile onsekiz arası, biri Rumeli Kadıaskeri Mekkizâde Mustafa Asım Efendinin kerimesi ve Mekke kadısı pâyeli Muradzâde Mehmed Arif Efendinin zevcesi Lebibe Hanım, öbürü vak’anüvislik, elçilik ve reisülküttablık yapmış Vâsıf Efendinin kızı ve müderris Lofçalı Bekir Efendinin zevcesi Zeliha Hanım, evlilik hayatında ikisi de bedbaht olmuşdu.
Zengin ve çok güzel iki kız, hayal ettikleri erkeklere düşmemişlerdi. Muazzam ve mükellef konaklar, yalılar, o asrın en lüks ve ağır eşyâsı ile döşenmiş odalar ve divanhâneler, sandıklar dolusu esvab ve çekmeceler dolusu mücevher hepsi mânâsız kuru ve yavandı.
Omuzundan topuğuna kesme billûrdan nârin ve zarif Lebibenin kocası Muradzâde Arif Efendi kısa boylu, göbekli, kara çenber sakallı, beberuhi kılıklı bir adamdı, çok nâzikdi ve tek meziyeti de bu idi. Duvağını açd...
⇓ Devamını okuyunuz...
Hicrî 1233 ve milâdî 1818 yılında kahramanları İstanbulun kibar ulemâ âilelerine mensup iki nâzenin sevici hanım olan büyük bir rezâlettir; Şânîzâde Tarihi ile Cevdet Tarihinin hicri 1233 vakaları arasında kaydettikleri hâdiseyi, R.E. Koçu en küçük bir tahrifde bulunmadan “İstanbul Yosmaları” adlı eserinde şöyle nakletmişdir:
Geçen asrın ilk yarısında yaşamış iki nâzenin hanım, iki küçük kibar yosma, yakut ile zümrüd, inci ile mercan, ipekle ibrişim, misk ile anber; yaşları onyedi ile onsekiz arası, biri Rumeli Kadıaskeri Mekkizâde Mustafa Asım Efendinin kerimesi ve Mekke kadısı pâyeli Muradzâde Mehmed Arif Efendinin zevcesi Lebibe Hanım, öbürü vak’anüvislik, elçilik ve reisülküttablık yapmış Vâsıf Efendinin kızı ve müderris Lofçalı Bekir Efendinin zevcesi Zeliha Hanım, evlilik hayatında ikisi de bedbaht olmuşdu.
Zengin ve çok güzel iki kız, hayal ettikleri erkeklere düşmemişlerdi. Muazzam ve mükellef konaklar, yalılar, o asrın en lüks ve ağır eşyâsı ile döşenmiş odalar ve divanhâneler, sandıklar dolusu esvab ve çekmeceler dolusu mücevher hepsi mânâsız kuru ve yavandı.
Omuzundan topuğuna kesme billûrdan nârin ve zarif Lebibenin kocası Muradzâde Arif Efendi kısa boylu, göbekli, kara çenber sakallı, beberuhi kılıklı bir adamdı, çok nâzikdi ve tek meziyeti de bu idi. Duvağını açdığı gece dehşetinden baygınlıklar geçiren karısını çıldırasıya sevmiş, fakat Lebibenin ondan tiksinti zifaf gecesinden bu yana artmış, eksilmemişdi; efendinin aşırı nezâketi, avâmî tâbiri ile ona “kılıbık koca” yapmışdı.
Naz ve işveyle püskürüp atılmış sular misâli Zeliha ise kıllı bir ayıya, bir cinsi sapığa düşmüşdü; Bekir Koca karısını daha evlendiklerinin haftasında ihmâle başlamış idi; etrâfı dağlı ve ortası bağlık Erzincan toprağından kopup gelmiş ve bir softanın yanına uşak gibi sığınmış kaşı gözü yerinde, eli ayağı düzgün, alımlı çalımlı bir çömezi medrese odasından kaldırıp konağının selâmlığında sûreti mahsusada döşetip dayattığı bir odaya yerleşdirilen hazretin bütün meşguliyeti o şehbazın tahsil ve terbiyesi olmuşdu. Zeliha bu hâle ancak bir yıl tahammül edebilmiş, babasının nüfuzu ile boşanmış, bir tâze duldu; boşandığının tezine Lebibe ile tanışmasa idi ağzı yanık olmasına rağmen belki evlenebilirdi.
İki genc kadın hicrî 1231 ve milâdî 1816 yılında Salacakdaki yalılarında tanışmışlardı; Lebibe Hanımın babasını yalısı idi, Vasıf Kızı kirâcı olarak komşu gelmişdi. Birbirlerini ilk görüşde sevdiler, ikisinin de güzel yüzü mahzundu, derdleşdiler, ağlaşıp açıldılar; göz yaşları derin samimiyetin zinciri olup iki tâzeyi öylesine bağladı ki, kocalarında bulamadıkları aşkı birbirlerinde arayıp buldular. Yalıları yanyana olduğu halde dul Zeliha geceleri Lebibesinde kalmaya başladı. Çelebi ve nâzik Arif Molla, geceleri komşu hanımın kendisine tercih edilmesine ses çıkaramadı, sevili Lebibesini üç gün üç gece devamlı görmediği olurdu.
Kadınların yüzüne azıcık neş’e ve şetâret geldi, fakat her ikisi de aynı yaradılışda idi, kendilerine benzemeyen bir üçüncü arkadaş aradılar, onu da iki yıl sonra 1818 de Mekkizâde kızı esir pazarında buldu. Memleketinden yeni getirilmiş ondokuz yaşında bir gürcü câriye satın almışdı. Yüz güzelliği bir hârika idi, koyu kumral saçlı, koyu kestâne gözlü, bakışlarında mağrur bir vahşet vardı; uzun boylu, iri kemikli, büyük büyük elli, büyük büyük ayaklı, bir perde arkasından yalnız ellerini ve ayaklarını gösterse, perde ardında bir kız değil, tâze civan zeberdest bir kayıkcı vardır sanılırdı; gürcü câriye göğsü ve kalçaları ile kızdı. Bir hazine bulmuş kadar sevinen Lebibe Hanım, oğlan yapılı yeni câriyesini yalısına getirirken kızın ayağına uygun kadın paşmağı bulunamamış, tulumbacı yemenisi giydirilmişdi.
Tek kelime türkçe bilmeyen gürcü kızın adı Çıgal idi, gürcü dilinde “Su” demekmiş. İki nâzenin hanım başbaşa verip Çıgala “Afet” adını koydular, erkek niyetine de çağırabilirlerdi. Fakat bu kız hanımların başına hakikaten âfet oldu. İki güzel hanımın kendisine ne diller dökdüklerini anlamadı, ama kendisinden ne istediklerini anladı. Çıgal çakal olup hanımların ellerinden yaklaşdırmayacak kuvvetde olduğu için bağırmaya, yalıda bir rezâlet çıkarmaya tenezzül etmedi, sindiği köşede üzerine varıldıkca hırpaladı. Oğlan yapılı gürcü kızın bi inadcı vahşeti, üç gün üç gece içinde her yeni tecrübede devam etti, devrin vak’anüvisinin kalemiyle “hanımların aralarında mahremâne câri olan muâmelâtı muhâdenetkâriye ve şiddeti tüsâle Mekkizâde kızının câriyesi muhâlefet etmekle” âfet Çıgalı su kadar altın sayarak satın almış ve şöyle bir ümid ile yalısına getirmiş olan Lebibe Hanımın sabrı tükendi, her tarafını bir gazab ateşi sararak ne yapdığını bilmez bir deliye döndü, kâhya kadına emrederek kızın beline kadar inen saçlarını kesdirtti, başını ayrıca ustura ile de kazıttı. Kapandıkları odaya çakallaşan Çıgal, saçları kesilir ve kafası kazınırken en küçük bir hırçınlık, mukaavemet göstermişdi, sâdece sessiz ağlamış ve büyük bir cezâ göreceğini anlamışdı. Sırtına bir kara ferâce, ve kayıkcı kıyımı ayaklarına mâhud tulumbacı yemenilerini giydirerek Zeliha ile beraber bir arabaya koydukları câriyeyi Karacaahmed Mezarlığı ortasında cüzamlıların bulunduğu Miskinler Tekkesinin kadınlar kısmına götürüp bırakan Lebibe Hanım, tekkenin bir zındancıdan farksız ana kadınına on altın verdi:
— Bu câriye dil bilmez bir âsi mel’ûnedir... bir müddet burada ezâ ve cefâ görüp yola gelmesi matlubumdur... dedi.
Tekkedeki cüzamlılar, o orada bir takım firangili fâhişeler, hanımlar gider, gitmez kaplan gibi kızın etrafını sardılar, bu mülevves yere niçin atıldığını sordular. Türkçe bilmeyen Çıgal, başına gelen felâetin sebebini işâretle anlatabilirdi, ar damarı çatlamadığı için yapamadı. Fakat ana kadın feleğin çenberinden geçmişdi, meselenin ne olduğunu daha kızı bırakırlarken Lebibe ile Çelihanın gözlerinden anlamış idi. Aldığı on altın, vahşi Çıgalın istenilen yola getirilmesi için terbiye ücreti idi; bu ipi pek mükemmel becerebilecek hünere sâhib acuze, kızın durmadan akan göz yaşları karşısında rikkate geldi, hanımların vahşeti kızın vahşetinden kat kat üstündü; ana kadın da o yollarda bir hayli sürtmüş bir kart yosma idi. Vak’ayı iki gün içinde bütün Üsküdarın diline düşürdü. Koca belde nâzenin hanımefendilerin bu ihâneti karşısında isyan etti, belki bin kişiden fazla bir kalabalık Miskinler Tekkesini basarak Çıgalı çıkardı; kızı Hüdâi Aziz Mehmud Efendinin zevcesi âbide vezâhide Hacı Hanıma emâneten teslim ettiler. Sonra Üsküdarın en muteber simâlarından seçilen bir heyet devrin pâdişahı İkinci Sultan Mahmuda giderek fâciayı hünkâra arz etti. Pâdişah meselenin tahkikine lüzum görmedi; karısı üzerinde koca baskısı kuramamış Mehmet Ârif Efendi ile Lebibesini Mihaliçe, Vasıf kızı dul Zelihayı da Tekirdağına sürdü.
Fakat iki ay sonra Mekkîzâde Mustafa Asım Efendi şeyhülislâm olunca pâdişaha bir ariza verdi, kendi kızı ile Vasıfkızının affını istirham etti. Sultan Mahmud: “Hanımlar tövbekâr olmuşdur, nâmus ve iffet libâsının eteğine sürülmüş lekeyi nedâmetle dökdükleri göz yaşları ile yıkamışlardır” diyen şeyhülislâmını kıramadı, nâzeninler af edilip İstanbula döndüler. Gürcü Çıgal ne olmuşdur, bilmiyoruz.
Ressam muhayyilesinde Çıgal
(Resim : Sabiha Bozcalı)
Tema
Olay
Emeği Geçen
Sabiha Bozcalı
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.
TÜM KAYIT
Kod
IAM060670
Tema
Olay
Tür
Ansiklopedi sayfası
Biçim
Baskı
Dil
Türkçe
Haklar
Açık erişim
Hak Sahibi
Kadir Has Üniversitesi
Emeği Geçen
Sabiha Bozcalı
Tanım
Cilt 6, sayfalar 3386-3389
Not
Görsel: cilt 6, sayfa 3388
Tema
Olay
Emeği Geçen
Sabiha Bozcalı
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.