Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
CÂRİYE
Günlük cemiyet hayâtında esirliğin, milletler arası bir anlaşma ile kaldırıldığı ve bundan böyle kesin olarak men edildiği 1885 tarihine kadar bizim memleketimizde de esircilerden satın alınarak evlerin, konakların, sarayların haremlerinde muhtelif işlerde boğazın tokluğuna hizmetçi olarak kullanılan çeşidli ırk ve milletden esir kadın ve kız; halayık (erkeğin köle yâhud gulâm denilir; B: Köle; Gulâm).
Cariyeler ya istilâ veya fethedilen memleketler halkının harb esirleri arasından çıkarılıp toplanmış; yahud esir itcâreti ile meşgul ve “esirci” denilen kimselerin adamları tarafından âşiretinden, kabilesinden çaldırılmış çocuklar olmuş, ve yahud da çocuklarını esircilere satan bâzı kavimlerin (çerkesler gibi) evlâdlarını teşkil etmişdir.
Asırlar boyunca Türkiye ve bu arada İstanbul Esir Pazarında ve esircilerin de satılan câriyeler umumiyetle zenci, habeşî, mağribî, arab, iranlı, gürcü, çerkes, ermeni, rum, megrib, rus, ukraynalı olmuşlardır (B.: Esir Hanı; Esir Pazarı; Esirci).
Câriyelerin kıymetleri, bedelleri sıhhatlerine, terbiyelerine, iş hüneri ve kaabiliyetlerine, hânendelik, sâzendelik ve rakkaselik gibi sanat kültürlerine, körpeliklerine, vücud yapısı ve yüz çizgileri güzelliklerine denk olarak tesbit olunurdu. Bir kısmı doğrudan hizmet için, bir kısmı da sâhibi olacak...
⇓ Read more...
Günlük cemiyet hayâtında esirliğin, milletler arası bir anlaşma ile kaldırıldığı ve bundan böyle kesin olarak men edildiği 1885 tarihine kadar bizim memleketimizde de esircilerden satın alınarak evlerin, konakların, sarayların haremlerinde muhtelif işlerde boğazın tokluğuna hizmetçi olarak kullanılan çeşidli ırk ve milletden esir kadın ve kız; halayık (erkeğin köle yâhud gulâm denilir; B: Köle; Gulâm).
Cariyeler ya istilâ veya fethedilen memleketler halkının harb esirleri arasından çıkarılıp toplanmış; yahud esir itcâreti ile meşgul ve “esirci” denilen kimselerin adamları tarafından âşiretinden, kabilesinden çaldırılmış çocuklar olmuş, ve yahud da çocuklarını esircilere satan bâzı kavimlerin (çerkesler gibi) evlâdlarını teşkil etmişdir.
Asırlar boyunca Türkiye ve bu arada İstanbul Esir Pazarında ve esircilerin de satılan câriyeler umumiyetle zenci, habeşî, mağribî, arab, iranlı, gürcü, çerkes, ermeni, rum, megrib, rus, ukraynalı olmuşlardır (B.: Esir Hanı; Esir Pazarı; Esirci).
Câriyelerin kıymetleri, bedelleri sıhhatlerine, terbiyelerine, iş hüneri ve kaabiliyetlerine, hânendelik, sâzendelik ve rakkaselik gibi sanat kültürlerine, körpeliklerine, vücud yapısı ve yüz çizgileri güzelliklerine denk olarak tesbit olunurdu. Bir kısmı doğrudan hizmet için, bir kısmı da sâhibi olacak erkek tarafından istifrâş edilmek üzere satın alınırdı, (B.: Odalık).
Mehmed Zeki Pakalın “Osmanlı Tarihi Deyimleri ve Terimleri” ismindeki büyük himmet eseri ansiklopedik lûgatında “Câriye” maddesinde şunları yazıyor:
“Bir mal sâhibi malında nasıl tasarruf hakkını hâiz ise, câriyelerin sâhibleri de câriyelerini tasarrufta aynı haklara mâlik idiler; câriyelerini hizmetlerinde kullanırlar, odalık ittihaz ederler (istifrâş ederler), ve nihâyet arzu ettikleri zaman da satarlardı. Bir zamanlar at ve eşyâ vesâire nasıl hediye edilirse, câriye de küçükden büyüğe, akrandan akrana öylece hediye edilirdi. (B.: Turhan Sultan, Hatice; Gülnüş Sultan, Rabia); bâzı kere o gibi câriyeler bir müddet sonra efendilerinden çocuk dünyaya getirerek bulundukları konakların, (sarayların) valideliğini, sâhibeliğini ihrâz ederlerdi. (Efendisi bir pâdişah ise çocuk dünyaya getirince haseki sultan pâdişâhın nikâhlı karısı, o çocuk da bir oğlan, şehzâde ise, oğlu pâdişah olduğu takdirde vâlide sultan olurdu.)
“Câriyelerin tâlim ve terbiyesi pek kazançlı bir iş idi. O yolda para kazanmak isteyen kimse esir pazarına gider, zekâ ve istidad sâhibi bir câriye satın alır; câriyeye şiir ve edebiyat, şarkı ve çalgı, Kur’an okuma, ev idâresi gibi şeylerden birini öğretir, sonra aldığı fiatın bir kaç misli ile satardı.
“Osmanlılarda son zamanlara kadar konak ve saraylar câriyelerle doluydu; yüzlerce câriyesi olan vezirler Osmanlı târihinde pek çokdur.
“Vezirlerle devlet erkânı pâdişâhlara güzel câriyeler takdim ede gelmişlerdir. (Bu sûretle saraya giren kız haseki sultan, bir gün de dolayısı ile vâlide sultan olunca, kendisine bu ikbâl yolunu açan vezire, eğer sağ ise sarayda büyük bir hâmi olurdu. Fakat meselâ, Girid Adasında Retimolu bir rum kızı olan Rebia Gülnüş Sultan saraya Retine fâtihi Deli Hüseyin Paşa tarafından takdim edilmiş bir câriye idi. Dördüncü Sultan Mehmedin çılgın bir aşk ile bağlandığı haseki sultanı olduğu halde, bir müddet sonra Deli Hüseyin Paşayı sadırâzam Köprülü Mehmed Paşanın pençesinden kurtarmaya teşebbüs etmemişdi).
“Zenginler kızlarını evlendirdikleri zaman çeyiz eşyâsı arasında, kudretlerine göre bir veyâ birkaç câriye verirler idi, (bunlara çeyiz halayığı denilirdi).
“Osmanlı saltanatının son devrinde câriyelerin çoğu Çerkes, Gürcü idi. Çerkeslerin ve hele Gürcülerin içinde pek güzelleri vardı (B.: Çafire; Çıgal). Sudandan getirilmiş olan zenci câriyeler de epey bir yekun teşkil ediyordu; yalnız ötekilere olan rağbet, berikilere olandan fazlaydı; çünkü çerkes ve gürcüler aynı zamanda odalık hizmetini de görürlerdi.
“Câriyeler (bâzan) sâhibleri tarafından azad edilirlerdi; bir esiri azad etmek islâmiyetde büyük sevapdır; bu takdirde câriyeleye bir azad kâğıdı verilir (Bundan sonra artık hiç kimse tarafından tutulamaz ve esirdir diye tekrar satılamazdı). İçlerinden bâzıları azad kâğıdlarını muska gibi boyunlarında taşırlardı.
“Câriyeler, sâhiblerinden memnun kalmadıkları zaman diğer birine satılmasını isterdi; arzusu yerine getirilmezse kaçar, (sığındığı yere durumunu anlatır, kendisini sattırır, bedeli de kaçdığı sâhibine ödenirdi); câriye kaçarken yanına yalnız çamaşırını alırdı; kaçdığı alâmet olarak çıkdığı kapunun yanında terliklerini bırakırdı. Sığındığı yerden de câriyenin kendilerinde olduğu kaçdığı kapuya haber verilirdi. (Kaçak bir câriyeyi saklamak suç idi).
“İstanbulda câriye satışından devlet adına “pençik” denilen ve bir fındık altınından ibâret maktu bir vergi alınırdı. Hicri 1215 (milâdî 1800 - 1801) senesinde bu maktu vergi yerine satış bedelinden yüzde üç resim alınmaya başlandı” (Mehmed Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri).
Esirciler ırz ve nâmus maddesinden zincirleme kefâlete bağlı idi. (B.: Esirciler); buna rağmen câriye alım satımında büyük yolsuzluklar, rezâletler olur, bir iki kıymetlice şey ile tatmin edilen câriyeler ahlâksız esirciler elinde fuhşa sevkedilir, ve zamanımızın tâbiri ile “sermâye” olarak kullanılırdı. Bu rezâletler üzerine acı fakat kıymetli vesîkalar vardır. Aşağıdaki satırlar, Esir Pazarında câriye alım satımı üzerindeki rezâletlerin men’i için İstanbul Kadılığına gönderilmiş bir fermanın metninden Refik Ahmed Sevengil’in kalemi ile çıkarılmışdır:
“Üçüncü Sultan Murad zamânında genişleyen rezâletlerden biri de esir ticâretidir; o devirde fuhuş câriye alım satımı şeklinde tecelli ve inkişâf etmişdi. Senelerden beri köle ve câriye ticâreti ile meşgul tanınmış ve kefilli esirciler hâricinde bâzı kimseler türemiş, kendilerine esirci süsü vererek Esir Pazarında dolaşmaya, “satılık câriyedir!..” diye ellerinin altındaki fâhişeleri şuna buna peşkeş çekmeye başlamışlardı. Erkek müşteriler bu kabil kadınları gaayet cüz’i fiyatla sözde satın alırlar, tecrübe için bir mikdar pey bırakırlar, kendi bekâr odalarına götürürler, günlerce kapatup kullandıkdan sonra, “beğenmedim!...” diye geri getirirler, bırakdıkları pey parası fâhişenin ücreti yerine geçerdi, mâhud düzme esirciler de bu kadınları geri alup ayni tarzda başka müşteriler tedârikine bakarlardı. Bu ticâret hayli kârlı olduğu için, sâhibleri çoğalmışdı, bu kabil esirciler arasında bilhassa hüviyeti karışık yaşlı kadınlar vardı.
“Kefilsiz dellâllar türemişdi. Bunlarda esirci kadınlardan genc ve yakışıklı câriyeleri müşteriye göstereceğiz diye alırlar, ve bekâr tâifesi levendlerle kaparlar, onların türlü heves ve ihtiraslarına bâzîçe yaparlardı.
“Şikâyetler üzerine İstanbul Kadılığına gönderilen hicri 991 şaban tarihli bir ferman ile (ağustos 1583) bu rezâletlerin önüne geçilmeye çalışılmışdır” (Refik Ahmed, İstanbul nasıl eğleniyordu).
Tarih kaynaklarımızda vezirlerin ve pâdişahların haremlerini dolduran câriyeler üzerine hayli kayıd vardır; meselâ en namlı amirallerimizden Kılıç Ali Paşa câriyelere düşkünlüğü ile meşhurdur, hem öyle ki geceleri dâimâ bir bâkire ile yatardı. Kaba bir hesab ile bir sene içinde 365 kız istıfrâş ediyor demekdir; devrin müverrihlerinden Selânikli Mustafa Efendi Kılıç Ali Paşanın ölümünü şöyle anlatıyor: “Yirmi gün kadar ağırca hasta yattı, hâzik tabib hastalığını teşhis edip verdiği faydalı ilâçlarla tamâmen sıhhat ve âfiyet buldu, lâkin yaşı doksana yaklaşmış olduğu için dünyâ lezzetlerine hırsı artmış, güzel câriyelere yaklaşmakdan kaçmazdı, dâimâ onlarla oynaşda idi; tabib ise artık kadınlarla sohbetden perhis etmek vâcibdir diye tenbih etmişdi, yoksa ömrü zâzenin ele girmez demişdi. Ali Paşa tabibin yasağını dinlemeyüb o gece bir bâkire câriye ile cünbüşe başlayınca ruhu bedeninden âhirete uçmuşdur; 19 recep 995 (milâdi 25 haziran 1887).
Bâzı vezirler câriyelerinden harbe giderlerken dahi ayrılamamışlardır; meselâ onyedinci asır ortalarında Anadoluda isyan etmiş olan Abaza Hasan Paşanın tenkiline memur edilmiş olan Murtazâ Paşa bu celâli cengine giderken yanında bir sürü câriye götürmüş idi, Evliyâ Çelebi şöylece anlatıyor:
“Ilgın muharebesinde zafer Abaza Hasan Paşada kaldı. Murtazâ Paşanın altınlara ve mücevherlere gark olmuş nice câriyeleri, ki her biri bir güneş parçası, ammâ güneş ışığından bile gizlenmiş ve türlü nimetle nâz içinde beslenmiş kızlardı, her biri bir Anadolu ülkesi haracı değerdi, o kış ortasında başı açık, yalın ayak meydanda kaldılar, cümlesi Abazalı sarıca ve sekban levend haşarâtı eline geçdi, esvaplarını ve mücevherlerini soyup kendilerini uryan olarak Hasan Paşaya götürdüler. Abaza Paşa kızları görünce:
— Bre Murtazâ Paşa!... ayıp değil mi, ki yiğit olasın ve nefsin belâsı için bu kadar fâhişeyi islâm ordusunda taşıyıp âleme böyle rezil olasın!.. tez şehbazlarım ve bu câriyelerin esvâplarını ve donlarını ve halhal ve bileziklerini verin!.. demiş.
“Hak bu ki merdlik göstermiş; kızlar, iâde edilen esvaplarını giymişler, tahtırevanlar üzerinde yine esir olmuş harem ağaları ile berâber Murtazâ Paşanın kaçıp sığındığı Afyon karahisarına gönderilmişler”.
Osmanlı pâdişahlarının hemen hepsi câriyelere iltifat etmişlerdir; fakat aşırı derecede câriye düşkünü olarak tanılanlar Üçüncü Sultan Murad ile Sultan İbrahim olmuşdur. R.E. Koçu “Osmanlı Pâdişahları” adındaki eserinde Üçüncü Sultan Muradın hayatını anlatır iken şunları yazıyor:
“Haremdeki sultanlar mücâdelesine Vâlide Nurbânu Sultan Safiye Haseki Sultanı gölgede bırakmak için pâdişaha her gün bir dilber bâkire câriye takdim ediyordu. Sultan Murad bu yer yüzü hurilerine evvelâ kayıdsız kaldı. Safiyenin mütemâdiyen artan nüfuzu karşısında pâdişâhın kız kardeşi ve sadırâzam Sokollu Mehmed Paşanın zevcesi, ismihan Sultan da vâlide sultan tarafından geçdi, bir gün lütfen bağçesine gelen Sultan Muradın huzuruna iki mephâresi bîhemtâ, iki bâkirei râna câriye çıkardı; kızlar saz çaldılar, şarkı söylediler, raks ettiler. Pâdişah alâka gösterince İsmihan Sultan câriyeleri hemen kendisine hediye etti, elmaslarla donatıp sarâyı hümâyuna gönderdi. Fakat o gece kızların vasıllarından kâm almak isteyen Sultan Murad murâdına nâil olamadı, son derece üzgün, derdini anasına açdı. Vâlide Sultan hiç tereddüd etmedi: — Bir cadının oyunudur!.. dedi. Cadıdan kasdı Safiye Sultandı; pâdişahdan izin aldı, gözde hasekilerin câriyeleri haremin kara hadım ağaları elinde işkenceye verildi. Kızlar genç pâdişâhın Safiye Sultandan başkasını görmemesi için büyülü olduğunu söylediler, yapılan büyü bulundu, erbâbı eliyle çözüldü, Sultan Muradın düğümü açıldı, azgın bir genc boğa oldu. Esirciler sarayı hümâyuna kız yetişdiremez oldular, 200 altınlık câriyelerin fiatı 1000 altına çıkdı. Zaman oldu ki, sarayın beş altı odasında şehzâde ve sultan beşikleri sallandı, Sultan Muradın, yirmi sene süren pâdişahlığı zamanında 135 evlâdı, dünyaya geldi”.
Aynı yazar aynı eserinde Sultan İbrahim için de şunları kaydediyor: “Ağır bir sinir hastasıydı, tıb ilmi bu hükümdarın hastalığının adını zamanımızda koymuş, elemi asabi demişdir. Buluğ çağını, her an ölüm korkusu ile titrediği mahbes’inde idrâk etmişdi, ve erkeklik kudreti pek kısa sürmüş, bir fecri kâzib olmuşdu. 16 - 17 yaşında tığ gibi bir nevcivan iken odasına konulan güzel bir câriye karşısındaki aczi de hastalığını gün günden artdırmışdı. Tahta çıktığı zaman yirmi beş yaşında idi. Hânedanın tek erkeği idi, düğümlenmiş erkeklik kudreti açılmaz bir oğlu dünyâya gelmezse Osmanlı Hânedanı munkariz olacakdı.
“Hekimler ve hocalar el birliği ile çalışdılar; Vâlide Sultan ile saray ve devlet erkânının cevâhirle süsleyerek takdim ettikleri biri öbüründen güzel bâkireler, bikri nâşüküfte câriyelerle münebbih ve muharrik mâcunlar nihâyet o mes’um düğümü çözdü” (R.E. Koçu, Osmanlı Pâdişahları).
Mücevherlerle süslenerek pâdişahın koynuna konulmak üzere saraya hediye edilen câriyelerden biri elbet ki veliahd şehzâdeyi doğuracakdı. Devlet ve saray erkânı bu şerefi kazanmak yolunda öyle hırslı bir rekabete girişmişlerdi ki İstanbulda ve hattâ bütün Türkiye esir piyasası karışmış câriye fiatları dört beş misli artmışdı ve İstanbul sarayında Haremi Hümâyun, tek bir horozun etrâfına yığılmış piliç tavuklarla muhteşem bir kümese dönmüşdü.
Câriyeler İstanbul masallarında da mühim bir yer alır; meşhur Tayyarzâde Hikâyesinin kahramanlarından biri Cevâhirli Hanım Sultanın dilber câriyesi Sabhâ Kalfa; Silâhşor kızı Rabia Hâtun ile Karakollukcu Yusuf Hikâyesinin kahramanlarından biri câriye Letâif’dir.
Hakiki hayat sahnesinde güzellikleri yüzünden kıskanç hanımlarının türlü cevri ve cefâsına uğramış bedbaht câriyeler pek çok olduğu gibi, bilhassa kindarlıkları ile meşhur zenci câriyeler arasından da sevmedikleri hanımları kıtır kıtır kesmiş kaatiller çıkmışdır.
Aslı arabca olan câriyenin cem’i “cevâri” dir; eski metinlerde ekseriyâ öyle, meselâ “falanın cevârisi” diye kaydolunur.
Câriye
(Resim : C. Bisco)
Çerkes Câriye
(Resim : C. Bisco)
Çubuk içen hanım ve kahve getiren câriyesi
(Bir gravürden)
Theme
Other
Contributor
C. Bisco
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM060668
Theme
Other
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Contributor
C. Bisco
Description
Volume 6, pages 3382-3386
Note
Image: volume 6, pages 3383, 3384
See Also Note
B: Köle; Gulâm; B.: Esir Hanı; Esir Pazarı; Esirci; B.: Odalık; B.: Turhan Sultan, Hatice; Gülnüş Sultan, Rabia; B.: Çafire; Çıgal; B.: Esirciler
Theme
Other
Contributor
C. Bisco
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.