Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
BÜYÜK VÂLİDE HANI
Onyedinci asır Türk yapı sanatının şaheserlerinden, İstanbul’un en büyük hanlarından biri, âbidevî muazzam binâ; Çakmakcılar Yokuşunda, Büyük Yeni Hanın hemen karşısında, bu yokuşu Sultanhamamından Bayazıda doğru çıkarken sağ koldadır.
Bu şehir kütüğünde Büyük Vâlide Hanının mimârî hüviyeti ile tesbiti için kendilerine müracaat ettiğimiz salâhiyetli kalemler, ki içlerinde bu ansiklopedinin pek azîz dostları bildiğimiz sîmâlar vardır, susmuşlardır (Bu ansiklopedide Büyük Yeni Han maddesinde Cemaleddin Bildik’in imzasını taşıyan makaalenin sonundaki nota bakınız). Bundan ötürüdür ki burada tarih kaynaklarımızdaki kayıdlarla iktifâ etmek zaruretinde kaldık.
Bu büyük han, kendisine îrad olarak Dördüncü Sultan Murad zamanında (pâdişahlığı 1623 - 1640) bu pâdişahın anası Kösem Mahpeyker Sultan tarafından yapdırılmışdır.
O devrin adamı büyük muharrir Evliyâ Çelebi şu satırları yazıyor:
“Kösem Vâlide Sultan Hanı — Bu hanın yerinde evvelce Cerrah Mehmed Paşanın sarayı vardı, zaman ile yıkılmış olduğundan Kösem Vâlide altlı üstlü üçyüz höcreli şeddâdî bir han binâ ettirmişdir ki İstanbul’da Mahmud Paşa Hanı ile bundan büyük han yokdur. Bir tarafında dört köşe bir cihannümâ kulesi vardır ki eflâke ser çekmişdir. Develiği ve bin aded at ve katır alır ahırı vardır. Ortasında camii şerifi vard...
⇓ Read more...
Onyedinci asır Türk yapı sanatının şaheserlerinden, İstanbul’un en büyük hanlarından biri, âbidevî muazzam binâ; Çakmakcılar Yokuşunda, Büyük Yeni Hanın hemen karşısında, bu yokuşu Sultanhamamından Bayazıda doğru çıkarken sağ koldadır.
Bu şehir kütüğünde Büyük Vâlide Hanının mimârî hüviyeti ile tesbiti için kendilerine müracaat ettiğimiz salâhiyetli kalemler, ki içlerinde bu ansiklopedinin pek azîz dostları bildiğimiz sîmâlar vardır, susmuşlardır (Bu ansiklopedide Büyük Yeni Han maddesinde Cemaleddin Bildik’in imzasını taşıyan makaalenin sonundaki nota bakınız). Bundan ötürüdür ki burada tarih kaynaklarımızdaki kayıdlarla iktifâ etmek zaruretinde kaldık.
Bu büyük han, kendisine îrad olarak Dördüncü Sultan Murad zamanında (pâdişahlığı 1623 - 1640) bu pâdişahın anası Kösem Mahpeyker Sultan tarafından yapdırılmışdır.
O devrin adamı büyük muharrir Evliyâ Çelebi şu satırları yazıyor:
“Kösem Vâlide Sultan Hanı — Bu hanın yerinde evvelce Cerrah Mehmed Paşanın sarayı vardı, zaman ile yıkılmış olduğundan Kösem Vâlide altlı üstlü üçyüz höcreli şeddâdî bir han binâ ettirmişdir ki İstanbul’da Mahmud Paşa Hanı ile bundan büyük han yokdur. Bir tarafında dört köşe bir cihannümâ kulesi vardır ki eflâke ser çekmişdir. Develiği ve bin aded at ve katır alır ahırı vardır. Ortasında camii şerifi vardır”.
Hadikatül Cevâmi, Kösem Sultanın hayır eseri olan Üsküdardaki Çinili Camiden bahsederken bu hanın o camiin evkafından olduğunu zikrediyor ve şunları yazıyor:
“İstanbul’da vâki Vâlide Hanı denmek şehir hânı kebir bu camiin vakfından olub han derûnunda olan mescid dahi sultânı müşârüileyhânın eseri hayrıdır”.
Büyük Vâlide hanının bânisi Kösem Sultan gayri meşrû yollardan topladığı muazzam servetinin bir kısmını da bu handa kendisine tahsis etdiği odalarda saklamışdı. Müverrih Naimâ Kösem Sultanın katlini naklederken bu münasebetle Handan şu satırlar ile bahsediyor:
“Mercan çarşısında binâ etdiği han ki Vâlide Hanı dedikleri muazzam handır (müşerrihin Mercan Çarşısı diyerek Çakmakcılar Yokuşunu zikretmesi hatâ değildir, bu yokuş da dâhil bütün o havâli o tarihde Mercan adı altında toplanmışdı); ol handa yirmi sandık filorisi (florin altını) bulundu, anı dahi mirîye aldılar” (Naimâ, V).
Hicrî 1078 (milâdî 1667 - 1668) yılında dinsizlik ile ittiham edilerek İstanbul halkına teşhirden sonra İstanbul tarafındaki Parmakkapuda başı kesilen ulemâdan Lârî Mehmed Efendi bu handa bir bekâr odasında otururdu. Müverrih Fındıklılı Silâhdar Mehmed Ağanın “Vâlide Hanında mütemekkin mütemevvil ve mâldâr ve ilmü zekâ ile mâruf ve meşhur” dediği bu zâtin Vâlide Hanında ticâret işleri ile de meşgul olduğunu tahmin edebiliriz (B. : Mehmed Efendi, Lârî); Lârî Mehmed Efendi münasebeti ile o târihde handa mukim ve yine bekâr tâifesinden pek çok kişinin hayli sıkıntılı günler geçirdiği, efendi ile sıkı temâsı olanların ise en hafifinden hapis ve sürgün cezâlarına çarpdırıldıkları da söylenebilir.
Onsekizinci asır sonları şöhretlerinden Yegen Mehmed Paşa (B. : Mehmed Paşa, Yegen), gençliğinde Belgrad Serdengeçti ağası bulunur iken bir fitneye sebeb olmuş, oradan Anadoluda Alâiyeye (Alanya’ya) kaçmış, yine uslu durmayarak hâdise çıkardıktan sonra İstanbula firâr ile Büyük Vâlide Hanında bir bekâr odası bularak saklanmış, handa oturur iken bir vâsıta bularak devrin devletlilerine 50,000 kuruş rüşvet verip suçlarını af ettirmiş ve Eflâk Serdarı tâyin edilmişdi (Cevdet Tarihi, IV).
İstanbul’da Kur’anı Kerimin ilk defa olarak gizlice basıldığı yerlerden biri Büyük Vâlide Hanında İrânîlerin matbaaları olmuşdur; müverrih Cevdet Paşa, hicrî 1272 – 1292 (milâdî 1855 – 1875) yılları vakayii üzerine kaleme aldığı notlar arasında, ki bu notlar Osmanlı Tarih Encümeni Mecmuasında neşredilmişdir, bu meseleyi şöylece anlatıyor:
“Nice senelerden beri Kur’an cüzü’lerinin tab’ı Bâbıâlice arzû olunurdu, Fetvâhâneden muvafık cevap alınamamışdı, halbuki İranlılar Vâlide Hanında ve sâir mahallerde gizlice Kur’anı Kerimi tabı’, ve alenen de satarlardı; bâzan da matbaalarında kalan hurda kâğıdlar hâlinde bu Mushaf yaprakları bakkal dükkânlarında görülürdü” (Osmanlı Tarih Encümeni Mecmuası, V).
Meşrûtiyetden evvel Büyük Vâlide Hanında irânî kitabcıların kurmuş olduğu bir kaç küçük matbaanın hususiyeti, rağbet gören eserlerin hemen taklidlerini basarak piyasaya sürmek, bir metelik bir telîf hakkı ödemeden belki yüzünü dahi görmedikleri müelliflerin sırtından para kazanmakdı. Bu yüzdendir ki o devirde basılmış eserlerin çoğunun kapağında “mühürsüz nüshalar takliddir” yahud “sahtedir” gibi notlar bulunurdu; hattâ sahtekârlığın şirinliği diyebiliriz, Vâlide Hanı matbaalarında hırsızlama eserlerin kaplarına aslındaki bu notu da koyarlardı; eserin aslındaki mühürle hiç ilgisi olmayan mührümsü bir motif koyarlar ve altına da “mühürsüz nüshalar sahtedir!..” derlerdi.
Bununla beraber bu son derece cessur adamlar hürriyet mücâdelesinde hizmet de görmüşlerdir, Ahmed Rasim “muharrir, şâir, edîb...” adındaki eserinde anlatıyor:
“Diğer tarafdan bizde serbestii matbuatın en faal âmillerinden olan irânî kitabcılar, Vâlide Hanı Matbaasında hükûmetçe muzir görünen veya görünmesi mültezim olan âsârı durmayıp basıyorlardı, bu matbaayı sed etmek her nasılsa mümkin olamıyordu. İrânî taklidcilerin bu babdaki hizmetleri bence pek ziyâde mühimdir.” (Ahmed Rasim).
Rahmetli aziz dostumuz İhsan Hamamioğlu Büyük Vâlide Hanının günlük hayâtı hakkında bize şu küçük notu tevdi etmişdir:
“1926 senesinde bu meşhur hanın Hânı Sagir denilen kısmında bir inhidâm olmuşdu. Hânı Sagirdeki kahvehânede hem gayetle nefîs çay yapılır, hem de esmer üzerine hak edilmiş bir kahve fürûşi nâz Isfahânî fetâ vardı, merak ve endişe ile gittim, hamdolsun hatırı rencide olmamış Asıl Vâlide Hanı kahvehânesinde oturduk delikanlı:
— Aman efendim, odasından nasılsa çıkmış sizi Akay Hâlid Han ile tanışdırayım.. dedi.
Tam doksan dokuz yaşında, uzun boylu, kupkuru bir Tebrizli, etrâfımızı saran gazetecileri de savdıktan sonra dilbazlığım tuttu, 36 seneden beri bu handaki bekâr odasında tek başına oturmakda olan pîri de dillendirdim, ve mübalağalarına aslaa dokunmadan ağzından alabildiklerimi kaydettim:
— Bura Han değildir, memlekettir, on beş bin irânî oturur, beşyüz bâb hânedir, bir zen ile akdi nikâh eyleyüb âguuşe şevher alan handan çıkar, İstanbul mahallâtında sâkin olur, bu handa oturanların hemmisi nigâra iltifat eylemez bekârandır, amma her kişinin odasında, evinde evlâd yerine beslediği püserânı vardır ki işimizde çırağımız uşağımız, hem evimizde odamızda gülümüz ve bülbüllerimizdir ki elemü gamü derdü mihneti gurbeti onlarla refâmûş eyleriz; kandehârî, ısfahânı, şirâzî, hemedânî, tebrîzî güllerdir ki herbirinin ıtri lâtifi kendi hemşehrîsine hoş gelir; odamızı, evimizi temizleyen, aşımızı pişiren, çamaşırımızı yıkayan ve haftada asgarî bir gün germâbeye bile gelüb bizi dahi yıkayan ol yâri sâdıklarımızdır, biz dahi giydirir, kuşaturuz, ve kemâl üzere hattı geldikde sermâye verir çırağ ederiz, ammâ bana sual eylesen ki ey Akayı Tebrîzî senin günce gülün kandedir ki görelim, bu handa gördüklerinin hemmisi benimdir; bu handa ki bu kadar irânî cem olmuş ne iş görür diye sual eylesen, kimi halıcı, çuvalcı, kesekâğıdcı, çorabcı, iş yokdur ki irânî anı bilmeye, büyük zenginler, yüzbin kere yüzbinlik kişi vardır, hem dahi ayak işleri görür fukaara vardır, amma ne sahibi gurûri nahvet, ve ne de kendin hakir ve zelîl görür kişi yokdur. Sual etsen ki bu han irânîye kimden kaldı, Takyanos Tekfur binâsı derler. hatâdır, bu hanı Sultan Mahmud Gaznevînin vâlidesi Şeker Bânû İstanbul’daki irânîlerin özleri için yapdırmışdır”.
Bu vâdîde çok hünerli bir kaleme sâhib olmasına rağmen Hamâmîzâde İhsan Bey merhumun Akay Hâlid Han Tebrîzînin beyânatını gereği gibi zabtedemediğini tahmin ediyoruz. Yaşı yüzü bulmuş tebrizlinin Vâlide Hanının bânisinden bahsederken zikrettiği Şeker Bânû adı da tamamen hayal mahsûlü değildir. Hanı yapdıran Kösem Mahpeyker Sultanın oğlu Sultan İbrâhimin namlı gözdelerinden biri Şekerpâre Kadındır, bu kadının servetini bu handa tuttuğu bir odada sakladığı da tarih kaynaklarımızda kayıdlıdır (B. : Şekerpâre Kadın). Üç asır sonra Şekerpâre adının Şeker Bânûya inkılâbı folklor ile uğraşanlarca pek şirindir.
İstanbul basınının en mümtaz kalemlerinden merhum Cemâleddin Bildik 1948 yılında “İstanbul’un Hanları” serlevhası altında Akşam Gazetesinde neşrettiği bir sıra makaale arasında Büyük Vâlide Hanı için en geniş yeri ayırmış ve pek değerli mâlûmat vermişdir; aşağıdaki satırları o makaalelerden alıyoruz:
“Onyedinci asırda Sultan İbrahim’in validesi Kösem Mahpeyker Sultan tarafından inşa ettirilmiştir. Hana “Vâlide” isminin verilmesi de bu münâsebet iledir. Han, vâristen vârise intikal ede ede bir çok el değiştirmiş ve o hale gelmiştir ki hissedarlar çoğalmış, her katın odaları için birer sahip meydana çıkmışdır. Hattâ bu arada odalardan 20 si de Evkafa geçmiş, Evkaf da bunun yarısını satmışdır. 10 oda da hâlen (1948) Evkafa ait bulunmaktadır.
“Yol üstündeki daracık kapısına bakılırsa “Büyük Vâlide Hanı” nın 210 odalı muazzam bir bina olduğu anlaşılamaz. İçeriye girildiği takdirde ise binanın, üç avluyu içine aldığı, kemerler üzerine iki katlı olarak inşa edilmiş şeddâdî bir yapı olduğu görülür. Birinci ve ikinci avluda 2 si cami odası 153, üçüncü avluda da 57 oda bulunmaktadır ki hepsi 210 oda eder. Üçüncü avlunun 57 odalık kısmı şimdi harap vaziyette olduğundan ancak birinci ve ikinci avlulardaki 151 oda meskûndur.
“Daha ziyade İranlıların ticaret merkezi ittihaz ettikleri bu han 126 hissedarın malıdır. Harap ve metrûk vaziyette bulunan 57 odanın 40, diğer 153 odanın da 86 sahibi vardır. Yalnız 4 odanın dört sahibi İranda, diğer 122 sahip ise buradadır.
“Yirmi yedi yıldan beri hanın odabaşılığını yapan Ahmed Bahadır diyor ki:
“— Bu han, 1931 yılına kadar bekâr uşağı İranlıların bir ikâmetgâhı idi. O yıl, ikâmetgâh olarak kullanılamayacağına vilâyetçe karar verilmesi üzerine hanı boşaltıldı. Ticarethâne olarak kiraya vermek için sağa sola başvurduk ve odaları 6 şar 7 şer lira aylıkla zorla kiraya verebildik... Şimdi bu odalar birer imalâthane, fabrika ve yazıhanedir, fakat hanın geliri azametine göre devede kulak kabilinden bir şeydir, ayda 2890 lira... Şunu da söylemek isterim ki 1931 de 5-6 şar 7 şer liraya kiraya verdiğimiz odaların kiraları öylece kalmış değildir. 10, 15, 30 liraya yükselmiştir. Yani vasatî olarak 22 liradan hesap edebiliriz. 46 odanın müsteciri de benim, ayda 580 lira kira veriyorum. 151 odadan 46 sını çıkarırsak 105 oda kalır, 22 şer liradan 2310 lira eder. 580 de benim verdiğim kira 2890... Evet, bu han ayda 2890 lira kira getiriyor.
“Senede getirdiği kira ise 34,680 lira...
“Senede 34,680 lira getiren Büyük Vâlide Hanı o derece bakımsız bir haldedir ki yıllardır, oynayan bir taşın dahi yerine konmasına teşebbüs edilmediği ve hanın yıldan yıla haraplaşmakta olduğu aşikâr bir surette göze çarpmaktadır. Birinci kattan üst kata çıkan merdiven basamaklarındaki taşlar aşına aşına yamrı yumru hale gelmiş, çukurlar hasıl olmuş, çoğu yerinde de taş bile kalmamışdır. Fakat böyle olmasına rağmen han, tam bir ticaret merkezi halinde vızır vızır işlemektedir.
“Birinci avlunun birinci kemerindeki alt katında 1 bakkal, 1 kahvehâne, 16 çuvalcı olmak üzere 18 oda; bunların üstünde de 1 perdelik kumaş dokuma atölyesi, 1 dökmeci, 1 gömlekci, 4 terzi, 8 şapkacı ki ceman 15 oda bulunmaktadır.
“İkinci avlunun birinci kemer altı katında 10 çuvalcı, 3 büküm atölyesi, 1 kilit fabrikası, 1 ayakkabıcısı, 1 iskemle fabrikası, 2 boyahâne, 7 kumaş fabrikası (ipekli ve yünlü kumaş), 1 köfteci, 2 kahvehâne, 1 terâzi fabrikası, 1 baskül fabrikası, 3 bakır kab yapan fabrika, 4 ardiye, 18 terzi olmak üzere 55 oda; bunların üst katında da 4 dökmeci, 10 motörlü dokuma atölyesi, 13 el tezgâhı dokuma atölyesi, 4 şapkacı, 1 ayakkabı mantarcısı, 30 terzi, 1 lâstik şerit fabrikası ki ceman 63 oda vardır.
Şu hale göre birinci avludaki odalar yekûnu 33, ikinci avludaki odalar yekûnu 118 ki her iki avludaki odaları topladığımız vakit 151 meskûn odayı buluyoruz; iki oda da evvelce kaydettiğimiz gibi cami odasıdır.
“Bu üç yüz yıllık binaya, üç yüz yılda üç yüz taş konmadığı, 300 çivi çakılmadığı, hattâ tamiri için 300 kuruş masraf edilmediği açıkça görülüyor! Yalnız iç kısmı değil, dışı da, üstü de bakımsızdır. Saçak kenarlarından, kubbeler arasından fışkıran yabanî incirler, aylandoslar ağaç haline gelmişdir.
“Büyük Vâlide Hanının 75 odalı ikinci bölümü Sagir Han, Hânı Sagir (Küçük Han) adı ile anılır. 1926 da bu handan bir kısmı yıkılmış ve anlatıldığına göre bir iki vatandaş enkaz altında kalarak ölmüştür. Bunun üzerine o zamanın Belediye fen heyeti Sagir Hanı gezmiş, duvarlarından ve kemerlerinden bir kısmında çatlaklıklar görerek cümle kapısına mührü basmış: Tehlikeli olduğundan Sagir Hana girmek yasaktır!
“Bu yasak devam ede dursun, bir yandan hazine, diğer yandan da bazı vârisler odalarını satılığa çıkarmışlar... Tâlibler zuhur etmiş, cümle kapısındaki “yasak” ihtârına rağmen içeriye girip satılığa çıkarılan odaları tetkik eden talipler, alım muamelesini intaç ederek odalarına sahip olmuşlar... Odalar satılır da onları alanlar, boş mu dururlar... Bir kısmı dokuma, döküm atelyeleri haline getirilmiş, bir kısmı da ikametgâh olarak kiraya verilmiş.. Seneler geçtikçe Sagir Hanın bütün odaları dolmuş, muhtelif yerlerinden de kapılar açılmıştır. Şimdi (1948) bu han tıklım tıklım doludur ve cümle kapısında da Belediye fen heyetince asılan kilit ve “Yasaktır!” mührü durmaktadır!
“Değirmendere Saraylı köyünde oturan bayan Yegâne Demirel diyor ki:
“Sagir Hanın 11/12 numaralı odasının vârisiyim. Elimde buna dair resmî vesaik de mevcuttur. Fakat içeriye girilmesi Belediyece yasak edildi diye yıllardan beri bu hana giremiyor, odamı göremiyordum. Nihayet haber aldım ki hanın birçok yerinden kapılar açılmış, odalara yerleşenler olmuş... Cümle kapısındaki yasak devam ede dursun, açılan diğer kapılardan içeriye girince ne yalan söyliyeyim hanı tanıyamadım. Bir çok yerleri yıkılmış, avlu ortasındaki çeşme moloz yığınları altında kaybolmuş... Hülâsa han berbat bir hale gelmiş... Yıkılma tehlikesine karşı içine girilmesi yasak edildiğini bildiğimiz hanın, açılan gizli kapılarla yeniden bir iş merkezi olduğunu görünce hayret etmemeğe imkân var mı?”
“Bir çok sahipleri bulunan Sagir Hanın bugünkü durumu yürekler acısıdır. Âsârı atikadan olduğu ileri sürülerek vaktile sahipleri tarafından en ufak tadilât yapılmasına müsaade edilmeyen han, şimdi bir harabe haline getirilmiştir. Yıkılan odaların taşı toprağı avluya dolmuş, sağlam kalan odalarda da duvarlar delinmiş, bölmeler yapılmış, kısacası han, gizli kapıları ve yollariyle köstebek yuvasından farksız hale gelmiştir.
“Han, bugün de bir fen heyeti tarafından gözden geçirilse yıllarca evvelkinden daha tehlikeli durumda olduğu görülecektir. Şayanı hayret diğer bir cihet de şudur ki, bu tehlikeli durumuna ve yasak kararına rağmen han odalarında harıl harıl çalışılmakta, çalışanlar da kemerlerde ve duvarlarda büyüyen çatlaklıklardan her an korkmaktadırlar:
— Günün birinde, diyorlar, bu han müthiş bir gürültü ile çökecek ve yüzlerce işçinin ölümüne sebeb olacaktır.”
“Bu sözler de hanın salâhiyetli bir fen heyeti tarafından tetkik edilmesine şiddetle ihtiyaç hasıl olduğunu belirtmektedir.
Odalardan birinin vârisi bulunduğunu söyliyen Yegâne Demirel, bir çok vârislerin Belediye yasağı var diye yıllardan beri hana uğramadıklarını, odalarının ne hale geldiğini bilmediklerini ve kiralarını da almadıklarını anlatarak diyor ki:
— Odam bir boya atelyesi olmuştur. İçinde çalışanlardan kiramı istiyorum vermiyorlar. Kimden kiraladıklarını soruyorum cevap vermiyorlar. Kontrat istiyorum, göstermiyorlar, Odalar kapanın elinde kalmış... Bu kiraları emaneten alıp saklıyacak bir makam yok mu? Belediye yasağı konduğu zaman mülkümüz, yüzüne bakılır halde idi. Şimdi ise her tarafı delik deşik edilmiş... Belediye bu hanı niçin görmüyor?”
“Açılan gizli kapılardan girdiğim Sagir Handa gezerken kalın duvarlar arasında uzayıp giden bir dehlize rasladım. Yürüdüm. Buradan harap ve korkunç bir taş odaya çıktım. Hava dehşetli soğuk olduğu halde bu taş oda hamam kadar sıcaktı. Hayretle etrafı gözden geçirmeğe koyuldum. Az ileride yerde büyükçe bir delik vardı. Yaklaştım, baktım... Yer altında bir demir dökümhanesi... Kıpkızıl demirler, kalıplara dökülüyor.
“Beş altı adam boyu derinlikte bulunan bu dökümhaneye girilecek kapıyı arıyorum. Sağa gidiyor, sola sapıyor, odalardan odalara geçiyorum... Yok, yok, yok!.. Peki bu işçiler, nereden girip de çalışıyorlar nihayet sonradan öğreniyorum ki, cümle kapısında Belediye yasağına dair kilit asılı dura dursun, Sagir Hanın mahzen kısmına da sokaktan gizli kapı açılarak girilmiş...
“Bu harabe içinde ikametgâh da bulunduğunu öğrenince orada, rasladığım esmer orta boylu zayıfça bir erkeğe soruyorum:
— Hani ikametgâh?
Az ileride iki taş odayı göstererek:
— İşte, diyor, şu iki odada ben oturuyorum. Hem de 25 lira kira ile...”
Kimden kiraladığını söylemiyor amma:
— Şu taş odaları oturulacak hale sokuncaya kadar 1200 lira masraf ettim.” Diyor.
“Kendileriyle konuştuğum diğer kiracılar da Sagir Hanın işine akıl erdirmenin güç olduğunu söyliyerek:
— Fakat dâvası büyüktür bu işin... Bir odanın bir sürü vârisi var. Kimin kimden ne aldığını, kimin kime neyi ve nasıl kiraya verdiğini tesbit edip meydana çıkarmak kolay değildir, diyorlar”. (Cemâleddin Bildik, İstanbul’un Hanları, Akşam Gazetesi, 1948).
Cemaleddin Bildik’in Hâni Sagir hakkındaki notları, bir büyük şehrin türlü cilve ile dolu günlük hâyatı bakımından bilhassa dikkate değer.
Şiî îrânilerin muharrem mâtemi âyînî — İstanbul’da oturan şiî îrânîlerin hicrî takvimdeki muharrem ayında Kerbelâ fîciası yâd ile yapdıkları büyük mâtem âyini, Türkiye’de bu gibi törenlerin yasak edildiği 1927 yılına kadar, asırlar boyunca Büyük Vâlide Hanında yapılagelmişdi. Handa bu âyîn hakkındaki hâtıralar, pek değerli gazeteci Cemaleddin Bildik, bütün meslek hayatını geçirdiği Akşam Gazetesinde, şu satırlarda toplamış ve neşretmişdir:
“Ernest Mamboury 1925 de neşrettiği “İstanbul rehberi” adlı eserinde Valde Hanına tahsis ettiği sahifede bu handa yapılagelen bu kanlı muharrem âyinleri hakkında şunları yazmaktadır:
“İranlıların muharrem ayında (Aşûra ayı) icrâ eyledikleri âyin bu Hanın birinci avlusu dahilinde vukubuluyordu. “Aşûra merasimi” denilen bu âyin, İmam Hüseyin Hazretlerinin itbaiyle birlikte Kerbelâ’da şehid edilmesi ile nihayet bulan facianın yıldönümü vesilesiyle icrâ edilirdi. İmam Hüseyin, 58 senei hicriyesi muharrem ayının 10 uncu günü 72 neferden mürekkep akrabası ile birlikte Sahrayı Kerbelâ’da Fırat nehri kıyılarına gelmiş ve bu nehirde hararetini teskine çalışırken Mülüki Emeviyeden Yezid ibni Muâviyenin emriyle şehid edilmiştir. Bu vak’a dolayısiyle İmam Hüseyin menakıbının her sene kanlı âyinler ile ihyâ ve tecdidi Şiî Müslümanlar arasında âdet olmuştur. İranda, Kafkasya’da ve Hindistan’da muharrem âyinleri pek mutantan ve velvelelidir.”
“1925 yılında, Büyük Valde Hanında devam ettiğini “İstanbul rehberi” nde yazan Ernest Mamboury’nin hatırladığına göre, “Muharrem âyinleri” 1927 de veya bu yılın sonlarına doğru menedilmiştir.
“Hanın 27 senelik odabaşısı, aynı zamanda da müstecirlerinden biri olan Ahmed Bahadır’ın anlattığına göre bu âyinler, tüyler ürpertici derecede heyecanlı olurmuş; Odabaşı şöyle anlatıyor:
“Âyinlere, 40-50 kadar İranlı bilfiil kan akıtıcı olarak iştirak ederdi. Âyinden bir gün evvel yani muharremin 9 unda Valde Hanına 15-20 bileyci gelir, akşama kadar bıçak ve hançer bilerdi. Âyine iştirak edecekler bu bıçak ve hançerlerle kendilerini başlarından, yüzlerinden yaralar, kan akıtırlardı. Bu arada bir demir çubuk ucuna takılmış zincirli topuzlarla da sırtlarını döverlerdi. Âyin yapanlar siyah birer gömlek giyerler, topuzlu zincirlerle kan akıtacaklar, bu gömleklerin arkalarını murabba şeklinde keserek açık bırakırlardı. Sağ ve sol omuzlardan aşırtılarak sırttaki açıklığa vurulan zincirlerin uçlarındaki topuzlar vücudün o kısmını zedeler ve oradan kan çıkmağa başlardı.”
“Soruyorum:
— Niçin her İranlı bu âyine iştirak etmez de 40-50 kişi katılırdı?
“Ahmet Bahadir:
— Sebebi vardır, dedi, ananeye göre, İranlılardan bazıları, doğan erkek çocukları için “Ben oğlumu İmam Hüseyin uğruna zincir vurmağa veriyorum” der. İşte o çocuk, anasının veya babasının bir nevi adağıdır ve sözü yerine getirmeğe mecburdur. Her İranlı, çocuğunu bu yolda bir adak ile vazifelendirmediği için herkes âyine iştirak etmez, yalnız anası ve babası tarafından vazifelendirilmiş olanlar kan akıtırlardı.”
“Yine sordum:
— Bu kan akıtma esnasında ölenler de oluyor mu idi?
— Kan akıtma merasimi bittikten sonra o kafile, sırtları, yüzleri ve başları kan içinde Valde Hanından çıkar, Bayazıda doğru yürür, Çemberlitaştaki Vezir Hanına uğrıyarak kısa bir müddet orada kalır ve doğruca Köprüye inerek Üsküdar’a geçerdi. Yüzlerce İranlı da onları takibederdi. Üsküdar meydanında yeniden toplanan kalabalık, önde kan akıtanlar olduğu halde Seyid Ahmed deresine gider ve Muharrem âyini oradaki camide nihayet bulurdu. Bütün âyinlerde bulunmuşumdur. Fakat yıllarca devam eden bu âyinler esnasında ancak bir tek kişinin öldüğünü gördüm. Kan akıtanlar, yaralı halde başı boş bırakılamaz. Âyinler başlamadan bir gün evvel nasıl Hana bileyiciler geliyorsa, yaralıların ilk tedavilerini yapmak üzere de doktor gelir, ilâçlarını, sargı bezlerini ve pamuklarını getirirdi. Yaralar derhal sarılır, fakat sızan kanlar silinmezdi. Onlar, ancak Üsküdarda’ki Seyid Ahmed deresi camiinde merasimin sona ermesiyle temizlenirdi.” (Cemaleddin Bildik, İstanbul’un Hanları, Akşam Gazetesi, 1948).
Büyük Vâlide Hani İnhidamı — Yapıldığı tarihlerden bu yana hiçbir ciddî tâmir görmeyen bu büyük hanın bir kısmı 1906 senesinde çökmüşdür. 6 ağustos 1322 ve 19 ağustos 1906 tarihli Sabah gazetesinde şu satırlar yazılıdır: “Hanın iç tarafında bulunan ve münhedim mahallin ittisâlinde yekdiğerine mülâsık iki odayı tefrik eden duvarın dahi çatlak ve tehlikeli olduğu görülmesi üzerine heman mezkûr odalar tahliye edilmişdir. Enkazın serian kaldırılmasına fevkalâde çalışıldığından birkaç güne kadar Sakaçeşmesi Sokağı ile Mehmed Paşa caddesinin alt tarafındaki yol küşâd edilecektir”.
Bilhassa son satırlardan 1906 daki inhidâmın mühim olduğu anlaşılır.
Hâni Sagir inhidâmı — Çakmakçılar yokuşunda Büyük Vâlide Hanının ikinci bölümü olup kadimdenberi Hâni Sagir (Küçük Han) diye anılagelmiş olan, aslında ise bir avlu etrâfında 75 höcreli koca bir han olan târihî yapının mühim bir kısmı 21 mart 1926 da çökmüş, enkaz altında genç bir amele telef olmuş ve vak’a İstanbul gazetelerinde büyük kazalardan biri olarak kaydedilmişdir.
Hani Sagir’in harab ve bakımsız, ve bir kısmının mailî inhidam olduğunu gören Şehiremaneti heyeti fenniyesi, bu kısmın yıktırılmasına karar vermiş ve işi müteahhid Kayserili Ali Bey isminde birine vermiş, müteahhid de altı amele ile işe başlamıştır. Birinci gün tehlikeli kemerlerin kubbeli yeri yıktırılmış, ikinci gün de amele işe başladıktan az sonra, kemerlerin dıvarlara bağlı yeri, birden bire çökmüş ve amele enkaz altında kalarak ağır yaralanmışlar, Irgadpazarında İplikci Hanında oturan 18 yaşında Kayserili Mehmed oğlu Abdürrahman adında genç bir amele de enkaz altından ölü olarak çıkarılmıştır.
Hadiseyi gazetesi için tesbit eden bir muhabir şu şayanı dikkat satırları yazıyor:
“Hanın medhalinde papağılı, kasketli yüzden fazla irânî kaynaşıyordu, sanki içeride hiç bir hâdise olmamış gibi, hepsi kendi işleri, alım satımları ile gürültülü bir suretde mezgul idiler; büyük kemerli dehlizden, kalabalığı güçlükle yararak geçebildim. Burası bir âlemdi. Dehlizlerin sağında solunda kirden ve çamurdan renkleri kaybolmuş taş merdivenlerle çıkılan daireler, evler, ticarethâneler vardı, yine dehlizlerde, üzerlerindeki tabelelerde “Tütüncü Ali Ekber”, “Bakkal Mirza Cafer” gibi isimler yazılı dükkânlar bulunuyordu. Yirmi adım sonra önüme pek geniş bir meydan çıkdı, bu meydanın tam ortasında ahşab bircami, etrafında dairen mâdâr demir kapulu bir çok ev vardı. İranîlerin muharrem âyinini yaptıkları yer, camiin arkasında kalan kısımdı. Burası mustatil bir meydancık idi. Üzerinde, icabında çadırlar ve halılarla örtülebilen bir sayvan yapılmıştı. İran sefiri, ailesi ile birlikde, bu meydancığın etrafındaki evlerden beyaz badanalısına gelir, âyini oradan seyredermiş.”
Büyük Vâlide Hanı, avludan kapuya bakış.
(Resim : Ö. Arslan)
Theme
Building
Contributor
Ö. Arslan
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM060518
Theme
Building
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Contributor
Ö. Arslan
Description
Volume 6, pages 3307-3313
Note
Image: volume 6, page 3308
See Also Note
B. : Mehmed Efendi, Lârî; B. : Mehmed Paşa, Yegen; B. : Şekerpâre Kadın
Theme
Building
Contributor
Ö. Arslan
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.