Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
BÜLBÜLDERELİ PÂKİZE (Deveyi haklayan, hazîneyi saklayan)
Bir İstanbul meddah masalı kahramanıdır; kimin tarafından ve ne zaman tanzim edildiği ve ilk defa hangi namlı meddahın ağzından dinlenüb yayıldığı tesbit edilemedi.
R. E. Koçu “Hafta” mecmuasında “İstanbul Masallarının Güzel Kadınları” adı altında neşrettiği yirmi beş kadar İstanbul masalı arasında bunu da şöyle toplamış ve yeniden yazmışdır:
Kenarın dilberiydi; Üsküdar Bülbül deresinde Dokumacı Feyzullahın kızıydı. Kulübemsi bir evceğizde doğmuş, çocukluğu çıkrık ve tezgâh şakırtısı arasında geçmiş, yalın ayaklarında takunyalar ve el ayak parmaklariyle avuçlarında kına, küçük kalaylı bakır güğümlerle çeşmeden su taşımış, on üç on dört yaşına basıp da, körpe kız güzelliği bir gül koncası halinde beliriverince örtü altına konulup babasının dizi dibinde Dokumacı Feyzullahın mekiklerine iplik sarmağa, çıkrık çevirmeğe, eteğini beline dolayıp tahta silmeğe, çamaşır yıkamağa başlamıştı.
Güzeller talihsiz olur derler; bir hastalık salgınında Pâkizenin evvelâ anası, birkaç gün sonra da babası ölmüş, kızcağız yapayalnız kalmış; mahalleli toplanıp: “Kızı evlendirelim... Saka Mehmed de bir garib yiğittir, kuzu gibi çocuktur...” demiş ve Pâkizeye bir yetim ve öksüz düğünü yapmışlardı. Saka Mehmed on dokuz yaşlarında kimsesiz ve güzel bir delikanlıydı... Hakikaten kuzu gibi, gaayet saftı....
⇓ Read more...
Bir İstanbul meddah masalı kahramanıdır; kimin tarafından ve ne zaman tanzim edildiği ve ilk defa hangi namlı meddahın ağzından dinlenüb yayıldığı tesbit edilemedi.
R. E. Koçu “Hafta” mecmuasında “İstanbul Masallarının Güzel Kadınları” adı altında neşrettiği yirmi beş kadar İstanbul masalı arasında bunu da şöyle toplamış ve yeniden yazmışdır:
Kenarın dilberiydi; Üsküdar Bülbül deresinde Dokumacı Feyzullahın kızıydı. Kulübemsi bir evceğizde doğmuş, çocukluğu çıkrık ve tezgâh şakırtısı arasında geçmiş, yalın ayaklarında takunyalar ve el ayak parmaklariyle avuçlarında kına, küçük kalaylı bakır güğümlerle çeşmeden su taşımış, on üç on dört yaşına basıp da, körpe kız güzelliği bir gül koncası halinde beliriverince örtü altına konulup babasının dizi dibinde Dokumacı Feyzullahın mekiklerine iplik sarmağa, çıkrık çevirmeğe, eteğini beline dolayıp tahta silmeğe, çamaşır yıkamağa başlamıştı.
Güzeller talihsiz olur derler; bir hastalık salgınında Pâkizenin evvelâ anası, birkaç gün sonra da babası ölmüş, kızcağız yapayalnız kalmış; mahalleli toplanıp: “Kızı evlendirelim... Saka Mehmed de bir garib yiğittir, kuzu gibi çocuktur...” demiş ve Pâkizeye bir yetim ve öksüz düğünü yapmışlardı. Saka Mehmed on dokuz yaşlarında kimsesiz ve güzel bir delikanlıydı... Hakikaten kuzu gibi, gaayet saftı... Hattâ saflığı bönlük, ahmaklık derecesinde idi... Paranın pulun hesabını bilmez, kırbasiyle sabahtan akşama kadar kapılara su taşır, eline ne verirlerse eyvallah derdi. Birkaç kişi: “Bu aptalla kızın başını ateşe yakacağız...” diyecek olmuşsa da imam efendi: “Pâkize onu çekip çevirir... İdare eder... Kızın elindekini avucundakini alacak hayta ve haylaz daha mı iyi sanki... Hem Mehmedin kaşı gözü yerinde, eli ayağı düzgündür... Kadın kısmı için de bu kâfi değil mi...” deyip nikâhlarını kıymıştı.
Düğünden sonra güzel Pâkizeyi aguşu muhabbete çeken Saka Mehmedin sevincinden ağzı kulaklarına varmış, büsbütün aptallaşmıştı.. Pâkizecik ise babasının tezgâhı başına oturmuş: “Ne yapayım... kısmetimmiş... Ben çalışır ona bakarım... Başımda gölge olması kâfi!..” demişti. İlk işi de kocasını sakalıktan almak olmuştu... Saka Mehmedin işi artık dere boyunda iplik yıkamak idi... Delikanlı hiç alışmadığı bu yeni işine karısının zoruyla gidiyordu. Öylesine ki bu yüzden sık sık kavga dahi ettikleri oluyordu...
Saka Mehmed bir gün yine iplik çilelerini yüklenmiş dere boyuna gitmişti.. Suya sokup çırpa çırpa yıkayacak, sonra ağaç dallarına asıp kurutacak!.. İplikler kuruyuncaya kadar da bir kır kahvesine gidip çubuğunu tellendirecekti. Çileleri çözdü, ayırdı.. Tam suda çırpacağı sırada kurbağaların bir ağızdan bağırmalarına kulak kabarttı:
— Bırak.. Bırak.. Bırak.. Bırak.. Bırak..
Diyorlardı!.. Zahir hayvancıklar da Mehmedin hâline acımışlar: “Bırak biz yıkarız!...” diyorlardı . İplik çilelerini olduğu gibi dereye attı:
— Haydi yıkayın bakayım kızlar!... Bu zaten erkek işi değil!...
Dedi... Ve bir “Oh!..” çekerek kır kahvesine gitti... Kahveci:
— Ne o Mehmed... Bugün erken geldin? İplik yok galiba?... diye sorduğu zaman:
— Kızlar yıkayacak!.. dedi ve çubuğunu yakıp oturdu.
Fakat birkaç saat sonra dere boyuna gidince, baktı gördü ki meydanda bir çile bile iplik yok. Ama kurbağalar hâlâ:
— Bırak... Bırak... Bırak... diye seslenmekte.
Mehmed:
— Neyi bırakacağım, dedi, hepsini verdim size... Haydi bakalım, yıkadıklarınızı getirin de serip kurutayım!...
O akşam Mehmed eve eli boş döndü... Ve “İplikler nerede?...” diye soran Pâkizeye başına geleni anlattı:
— Su kızları bırak bırak dediler, bıraktım... İplikleri vermediler...
Pâkizenin kan beynine hücum etti: “İlâhi!.. Sermâyemiz gitti... Seni benim başıma musallat edenler Allahtan bulsunlar!...” deyip Saka Mehmedi içeri almadı: “Bu gece sokakta kal da akıllan biraz!...” dedi.
Mehmed karısına hak verdi: “Gidip su kızlarına biraz daha yalvarayım, iplikleri belki verirler...” diye tekrar dere boyuna döndü.. Gece, ayın on dördü, ortalık pırıl pırıl, gündüz gibiydi.. Binlerce kurbağa neşe ve şatâret içinde vıraklıyordu.. Ama içlerinde iplik getireni yoktu... Bön delikanlının canı sıkıldı. Karnı da açtı... Uyku tutmadı...
Efendim... Masallarda ayıp yoktur... zarûretlerin söylettiği, yazdırdığı bâzı kelimeler hoş görülür... Saka Mehmedin su dökeceği tuttu... İşini görürken eline bir çubuk aldı:
— Sen bu yola git... Sen bu tarafa dön... Sen buradan dolaş!.. diye su yolları açmağa başladı...
Meğer Kırk haramiler Bağdad kervanını basıp Bağdaddan gelen hazine devesini çalmışlar. Üsküdar Bülbülderesi civarında olan yataklarına getiriyorlarmış... Saka Mehmedin sesini işitince: “Eyvah... Asker kolları tarafından sarıldık!...” diye hazine devesini bırakıp kaçmışlar.
Az sonra deve de Mehmedin yanına geldi ve dereden su içmeğe başladı. Saka Mehmed bunu görünce:
— Ah ulu kadın... Bu su kapheleri senin ipliklerini de alıp vermediler mi?!!! Gel seni Pâkizeye götüreyim de bana şefaat et... Karım beni eve alsın!.. dedi ve hazine devesini yularından tutup evine götürdü, kapıyı çaldı:
— Pâkize aç kapıyı, Pâkize!... Bak sana ulu kadını getirdim. Onun da ipliklerini su kızları almış da vermemişler!...
Pâkize kapıyı açıp da hazine devesini görünce şaşırdı... Ve hemen Saka Mehmedle deveyi içeri aldı... Saka Mehmedi odaya kapattı, kendisi de deveyi hakladı. Ertesi sabah da Saka Mehmedi: “Bugün göz oyuncular geliyormuş!..” diye büyük bir çamaşır teknesinin altına kapadı, üstüne darı serperek kümesteki tavukları salıverdi. Onlar tekne üstünde takır takır darı yerken Pâkize de hazineyi evinin köşesnne bucağına sakladı... Saka Mehmede Ulu kadının geldiği yere gittiğini söyledi.
Üsküdarın her tarafına delâllar çıkmış, Bağdadtan gelen hazine devesinin çalındığını, haramilerin izini, yerini bilene pek çok para verileceği ilân ediliyordu. Kahvede oturan Saka Mehmed: “Ben deve filân görmedim ama eve bir Ulu kadın götürdüm...” diye geceki mâcerayı anlatınca Üsküdar Ağası Dokumacı Pâkizenin evini bastı; deveden eser bulamamakla beraber kadın ile kocasını Üsküdar Kadısının huzuruna çıkardı: “Kocasının sözüne bakılırsa deveyi bu kadın yok etmiş.” dedi. Güzel Pâkize:
— Hâkim efendi... Kocam bir safdil, aptal adamdır... İplikleri kurbağalar yıkasın diye dereye atan adamın sözüne bakılır mı?... dedi.
Kadı Efendi:
— Anlat bakalım Saka Mehmed, eve götürdüğün Ulu kadın nasıldı?... diye sordu.
Fakat genç adam Kadı efendinin sualine cevap vermedi; meğer Kadı efendinin bir gözü körmüş:
— Efendi... Senin gözünü de göz oyucular mı çıkardı?! Pâkizeciğim beni saklamasıydı benim de senin gibi oyacaklardı!.. dedi.
Bunun üzerine Kadı Efendi Üsküdar Ağasına:
— Çıkarın bunları dışarı!... Aptalın sözüne uyup mahkemenin mehâbetini, hâkimin ırzını berbat ettiniz!... diye bağırdı.
Dokumacı güzeli Pâkize de böylece Bağdad hazinesinin üzerine oturdu; İstanbul içinde bir konak satın aldı, mükemmel döşeyip dayadıktan sonra Saka Mehmediyle beraber sefayı hatırla ömür sürdü.
Theme
Person
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM060334
Theme
Person
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Description
Volume 6, pages 3168-3169
Theme
Person
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.