Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
BÜLBÜL
Güzel sesli, lâtif nağmeli, zengin ötüşlü meşhur kuş. Eski İstanbul sayfiyelerinin çoğu, çağlayan hâlinde şakıyan bülbülleri ile meşhurdu; sayfiye olmadıkları halde dahi biri Üsküdarda, diğeri Eyyub’da iki dere “Bülbülderesi” adını almış idi.
Kanlıca Körfezine dökülen derenin adı da “Bülbül Deresi” olup mehtâb âlemleri ile meşhur o körfezin de bülbülü kalmamışdır. Bugün içinde küçük bir tersânenin yerleşdiği, koca bir yüzer havuzun bulunduğu İstinye Körfezinde işidilen ses, çeşidli motor gürültüleri, koca demir balyoz ve çekişlerin saç levhalar üzerindeki sert, kaba takırdısı, vahşî uğultu ve cızırtıdır. Halbuki burası XVII. asırda muhteşem bir koru ile çevrilmiş şöhretli bir bülbül yatağı idi, o asrın büyük şâiri Şeyhülislâm Yahya Efendi bir beytinde:
Ko kafes nâlesini, nağmeyi peyderpeye gel
Râyegân eyliyelim bülbülü, İstinyeye gel!..
diyor.
Gürültüden haz etmeyen bu serâzâd vahşî kuş, büyük şehirde gürültülü motorlu vâsıtalar çoğaldıkça ve şehrin sayfiye yerleri mahalleleşdikçe İstanbulun etrâfından da tamâmen kırlara çekilecekdir.
Yine yeni motifler ibdâ eden pek hünerli bir dantelâ sanatkârı olan ve hayatının son yirmi yılını Göztepedeki evinde münzeviyâne geçirerek 1950 yılında orada vefat eden bir eski Zağralı Hacı Fatma Hanım (müverrih Göriçeli Koçu - Koçi Beyin tor...
⇓ Read more...
Güzel sesli, lâtif nağmeli, zengin ötüşlü meşhur kuş. Eski İstanbul sayfiyelerinin çoğu, çağlayan hâlinde şakıyan bülbülleri ile meşhurdu; sayfiye olmadıkları halde dahi biri Üsküdarda, diğeri Eyyub’da iki dere “Bülbülderesi” adını almış idi.
Kanlıca Körfezine dökülen derenin adı da “Bülbül Deresi” olup mehtâb âlemleri ile meşhur o körfezin de bülbülü kalmamışdır. Bugün içinde küçük bir tersânenin yerleşdiği, koca bir yüzer havuzun bulunduğu İstinye Körfezinde işidilen ses, çeşidli motor gürültüleri, koca demir balyoz ve çekişlerin saç levhalar üzerindeki sert, kaba takırdısı, vahşî uğultu ve cızırtıdır. Halbuki burası XVII. asırda muhteşem bir koru ile çevrilmiş şöhretli bir bülbül yatağı idi, o asrın büyük şâiri Şeyhülislâm Yahya Efendi bir beytinde:
Ko kafes nâlesini, nağmeyi peyderpeye gel
Râyegân eyliyelim bülbülü, İstinyeye gel!..
diyor.
Gürültüden haz etmeyen bu serâzâd vahşî kuş, büyük şehirde gürültülü motorlu vâsıtalar çoğaldıkça ve şehrin sayfiye yerleri mahalleleşdikçe İstanbulun etrâfından da tamâmen kırlara çekilecekdir.
Yine yeni motifler ibdâ eden pek hünerli bir dantelâ sanatkârı olan ve hayatının son yirmi yılını Göztepedeki evinde münzeviyâne geçirerek 1950 yılında orada vefat eden bir eski Zağralı Hacı Fatma Hanım (müverrih Göriçeli Koçu - Koçi Beyin torunu ve bu ansiklopedinin müdevvini R. E. Koçu’nun anası Fatma Ekrem Koçu) oğluna bülbüllerin ayyaş kuşlar olduğunu söylemiş, ve günlerce dürbün vâsıtası ile devam etmiş müşâhedesini şöylece anlatmışdır:
Bir bülbül, sabahleyin erkenden meselâ bir vişne ağacına gelir, yirmi - otuz kadar olgun vişneyi gagası ile deşerek gider; akşama kadar meyvanın kuş gagası ile deşilmiş yerinde tahammür eden usâre bir tabiî vişne likörü, şarabı olur; kuş akşamın, “sâmı garîban” denilen son saatinde ağaca döner, bir iki vişneden kendisi tarafından hazırlanmış içkinin ilk yudumlarını içince şöyle bir silkinip bir kaç külhânî ıslığı öttürür; kadehleri beşi, altıyı buldu mu, nağmeleri uzar, ortalık iyice karardığı için küçük esmer kuş görülemez, fakat sesi ağaçdadır, belki de bâdeye devam etmekdedir; gamlı mıdır, neş’eli midir, dilini bilmediğimiz için anlayamayız, artık şafak vaktine kadar gelsin gazeller, şarkılar, feryadlar, zengin bir karîhanın ibdâ ettiği yüzbin çeşid nağme, bir söylediğini bir daha tekrâra tenezzül etmeyen muhteşem dil...
Merhûmenin müşahedesi, hakikate ne derece yakındır bilemeyiz ama, şirindir.
İstanbul ağzı türk edebiyâtında bülbülün yeri pek saltanatlıdır; hele divanlardan bülbüllü mısrâlar toplansa koca bir cild olur; ayrıca bir ömrü dolduracak işdir.
Eski sohbet dilimizde “Bülbüli şeydâ” (Deli bülbül), “Bülbüli şîrin güftâr” (şirin sözlü bülbül), “Bülbüli gûyâ” (şakıyan bülbül), “Bülbüli zâr” (Ağlayan, yanık yanık ağlayan bülbül), “Bülbüli nâlân” (İnleyen bülbül), “Bülbüli şûrîde” (Perişan bülbül) gibi terkibler, bilhassa teşbih yolunda, ve şâirler tarafından da ekseriyâ kendilerini medih, âşıklık hallerini anlatmak için kullanılırdı. Bu terkibler üzerine Hüseyin Kâzım Bey lûgatına hemen en güzel beyitleri aldığı için ayrı bir seçmeye lüzum görmedik:
Ey Nedîm, ey bülbüli şeydâ niçin hâmûşsun?
Sende evvel çok nevâlar, güftü gûler var idi!
Nedim
Çâre ne böyle kafesbendi gam oldum kaldım
Tutalım tab’ım imiş bülbüli gûyâyi suhan.
Sünbülzâde Vehbi
Veysii haste dili bülbüli nâlân etmiş
Eyliyen gülşeni hüsne güli handan seni.
Veysî
Drigaa bir nefes dinlenmedik gülşeni âlemde
Bu bağın nice yıldır bülbüli nâlânıyız cânâ!..
Şeyhülislâm Yahyâ
Sevgilisi gülü âşık kalbinin kanı ile boyadığı söylenen hürriyetinin esîri bu hârikulâde mugannî kuşcağız, bağlarında, bağçelerinde, korularında, ormanlarında asırlar boyunca, zevk ve duygu sâhibi İstanbulluları ayağına koşdurmuşdur; Bâhâî Körfezinde (Kanlıca Körfezi) veya Alemdağında gece bülbül dinlemek için, Büyükşehrin bir bucağından kalkılmış, atlara, arabalara, kayıklara, sonra vapurlara binilerek, tâ öbür bucağına gidilmişdir. İstanbul Ansiklopedisi tereddüdsüz kaydeder ki İstanbulun otomobil devrinde bu güzel nakil vâsıtasını emrine âmâde bulundurabilenler, bir körfeze, koruya, dağa, çok mânâlı olduğu için tek isimde toplayalım, bir “Âile Gazinosu” nu, ve bülbüle de, “Çakar, Yakar, Parlar, Aygın, Baygın, Elmas, Gümüş” gibi adlar kullanan okuyucu bayanları tercih etmektedirler.
Ahmed Râsim “Feryadı Andebil” adındaki bir makaalesinde şunları yazıyor:
“Bizde sazına bülbül indirmiş diye yâd edilen esâtizei musûkiden kimse göremedik ama sazının yanına celb edeni gördük. Müteveffâ Kemençeci Vasil ehibbâdan birinin Bağlarbaşındaki köşkünde çalarken, bu mürgi nevâ âşînânın üç, dört adım ötede büyümüş arpaların sakları üzerinde uçuşduğunu seyrettik. O çaldı, bu çırpındı idi.
“Bahârın tamâmiyle münkeşif olduğu gecelerde Göksu, Emirgân, Kanlıca taraflarında akseden esvâtı bülbül ne kadar vecd âverdir. Boğaz bu terânei dilpezîri tepelerden tepelere, sâhilden sâhile çarparak zemzemei miyâhın arasına gizler.
“Bir gece Alemdağı Korusunda tulûi kamer ile başlayan bir bülbül, bütün sükkânı meşcereyi uyutmadı. Her feryâdı medîdine etrafdan akisler, cevablar geliyordu. Her âvâzı muhriki semâya irtikaa ederek parça parça, nağme nağme dökülüyor zan edilecek kadar parlak, mühtez idi. Ömrümde unutamadığım bir şebi mukammer de budur. Sükûn arasında bir âhengi tabiî ile hurûc eden bu sadâyi ulvî kâh en lâtif, en tatlı bir pesliğe, kâh en şedid, âdeta kulakda çın çın ötecek derecede kuvvetli bir tizliğe munkalib olduğu halde bile mevzûniyeti ruh nüvâzına aslâ halel gelmiyordu”. (A. Rasim, Külliyatı Sâyü Tahrir).
Nağmekâr kuş darbımesellere de girmişdir:
Hürriyetin kıymeti için: “Bülbüle altın kafes zindandır”.
Gurbetde duyulan acı için: “Bülbülü altın kafese koymuşlar, ah vatanım demiş”.
Sükûtun kıymeti hakkında: “Bülbülün çekdiği dili belâsı”.
Hasreti çekilen sevgilinin adı geçdiğinde duyulan hüzün için: “Bülbüle gül demişler, feryâd ile ağlamış” (İnce bir cinas vardır, burada gül hem mâlûm çiçek, hem de gülmekden emir; kelime iki mânâyı birden taşır).
Teşbih yollu bülbüllü deyimler de pek çokdur:
Tatlı sesle konuşmak, bilhassa hânendelerin tatlı sesi için “Bülbül gibi şakımak”, yâhud: “Bülbül gibi okumak”; misâller:
Münir Nureddin geçenki konserinde yine bülbül gibi şakıdı.
Delikanlıyı ilk defâ dinledim, hem melek gibi güzel, hem de bülbül gibi okuyor...
Kanlıcada bir sabah ezânı dinledim, müezzin kim ise bülbül gibi okuyor...
* Okula ilk giden bir çocuğun okumayı tez öğrendiğini söylemek için: “Bizimki bülbül gibi okudu maaşallah...”.
* Bir suçu, hiç bir şey gizlemeden bütün teferrutâtı ile anlatma mânasına: “Bülbül gibi söyleme”; misâller:
Karakolda komiser eline cobu alır ve hırsızlıkdan sanık hâneberduş bir delikanlıya gösterir:
— Anlat bakalım, yoksa bu, adamı bülbül gibi söyletir...
* Şaşırıb bir şey söyleyememek mânasına; “Dut yemiş bülbüle dönmek”, misâl:
Bir adam mahalle kahvehânesine girer ve dâimâ aleyhinde konuşduğu söylenen birinin önünde durur:
— Ne o? dut yemiş bülbüle döndün, ulan merd isen yüzüme karşı söyle!...
Eski toplum hayatımızda ev eşyâlarımızdan emzikli su kabının adı da, su akar, dökülürken bir lıkırtı yapmasından kinâye “Bülbüle” idi; meselâ: “Şu bülbüleyi getiriver oğlum...” denilirdi.
İstanbulda güzel sesli hâfızların, müezzinlerin, hânendelerin çoğuna bülbül lâkabı verilmişdir, hattâ eski tulumbacılık âleminde çalgılı kahvehânelerde güzel mâni, semâi destan, koşma okuyan tulumbacılardan çoğu da bu lâkabı almışlardır: Bülbül Hâfız, Bülbül Nedim Bey, Bülbül İsmail gibi.
1934 Belediye Şehir Rehberinde altı tane bülbüllü sokak vardır: Üsküdarda “Bülbüldere çıkmazı”, “Bülbüldere - Bağlarbaşı Yolu”, Eyyubda “Bülbüldere Sokağı”, “Bülbülyuvası Sokağı”, “Bülbülyuvası Çıkmazı”, Mühürdarda “Bülbüllü Sokak”.
Theme
Other
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM060330
Theme
Other
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Description
Volume 6, pages 3164-3166
Theme
Other
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.