Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
BULGURLU
Kısıklı - Dudullu üzerinde ve Kısıklı’nın pek yakınında kadim bir köy olup, kuruluşunun Bizans devrine kadar gittiği tahmin olunabilir; zamanımızda Kısıklı ile birleşmiş gibiydi ve Kısıklı’nın bir mahallesi olmuşdu.
Bulgurlu, İstanbul Ansiklopedisi adına, ondört yıl ara ile, biri 1947 de, diğeri de 1961 de iki defâ ziyâret edildi; R. E. Koçu’ya 1947 de İhsan Hamamioğlu, Vâsıf Hiç ve Muzaffer Esen refâkat etmişler idi ki bu baş tâcı dostların üçü de rahmeti Rahmâna kavuşmuşlardır; 1961 de de pek değerli dost emekli muallim general Hakkı Râif Ayyıldız’la gidilmişdir.
Bulgurlu, bol yeşillik içinde, evlerinin çoğu ahşab ve hemen hepsi bağçeli, havası güzel, suyu bol cennet misâli bir köydür. Çarşısı ana yol üzerinde toplanmış, köyün kendisi dağınık; Dudullu yolunun Dudullu istikametinde sol tarafı daha az iskân edilmiş olup, Bulgurlu, yukarıda adı geçen yolun sağ tarafını, bilhassa, Küçük Çamlıca Tepesinin doğu eteğini buradan geçen Bulgurlu - Merdiven Köyü yolu ile Dudullu yolunun teşkil ettiği geniş açıyı doldurur.
1947 de köy, muhtarlık kaydına göre 286 hâne idi ve 1685 can nüfûsu vardı; iki hâne ermenisi haric sekenesi tamâmen müslümandı, ve ekseriyeti de doğma büyüme köyün yerlisi; 1947 muhâcir iskânında buraya Yugoslavya ve Yunanistan Türklerinden bir mikdar âile, cüz’î mikt...
⇓ Read more...
Kısıklı - Dudullu üzerinde ve Kısıklı’nın pek yakınında kadim bir köy olup, kuruluşunun Bizans devrine kadar gittiği tahmin olunabilir; zamanımızda Kısıklı ile birleşmiş gibiydi ve Kısıklı’nın bir mahallesi olmuşdu.
Bulgurlu, İstanbul Ansiklopedisi adına, ondört yıl ara ile, biri 1947 de, diğeri de 1961 de iki defâ ziyâret edildi; R. E. Koçu’ya 1947 de İhsan Hamamioğlu, Vâsıf Hiç ve Muzaffer Esen refâkat etmişler idi ki bu baş tâcı dostların üçü de rahmeti Rahmâna kavuşmuşlardır; 1961 de de pek değerli dost emekli muallim general Hakkı Râif Ayyıldız’la gidilmişdir.
Bulgurlu, bol yeşillik içinde, evlerinin çoğu ahşab ve hemen hepsi bağçeli, havası güzel, suyu bol cennet misâli bir köydür. Çarşısı ana yol üzerinde toplanmış, köyün kendisi dağınık; Dudullu yolunun Dudullu istikametinde sol tarafı daha az iskân edilmiş olup, Bulgurlu, yukarıda adı geçen yolun sağ tarafını, bilhassa, Küçük Çamlıca Tepesinin doğu eteğini buradan geçen Bulgurlu - Merdiven Köyü yolu ile Dudullu yolunun teşkil ettiği geniş açıyı doldurur.
1947 de köy, muhtarlık kaydına göre 286 hâne idi ve 1685 can nüfûsu vardı; iki hâne ermenisi haric sekenesi tamâmen müslümandı, ve ekseriyeti de doğma büyüme köyün yerlisi; 1947 muhâcir iskânında buraya Yugoslavya ve Yunanistan Türklerinden bir mikdar âile, cüz’î miktarda da Bulgaristan muhâcirleri yerleştirilmiş bulunuyordu.
1947 de çarşısında 2 kahvehâne, 3 bakkal, 1 manav, 1 berber ve 1 hamam bulunuyordu; kasabı ve fırını yokdu, eti Kısıklı’dan alıyor, ekmeği de oradan getirtiyordu. 2 mescidi (Çilehâne Mescidi ve Namazgâh Mescidi) ve 1 camii (Bulgurlu Camii) vardır. Köyün güneyinde ve hayli uzakca Bodurum Mescidini de Bulgurlu’ya bağlayanlar vardır.
İkisi köyün ortasında, Dudullu yolu üzerindeki meydancıkda, ikisi de aynı yol üzerinde, Bulgurlu Camii önünde dört ulu çınar vardır ki İstanbul’un meşhur ağaçları arasındadırlar, en az 500 - 550 yaşında, fidan çağlarında iken İstanbul fethini görmüşlerdir.
Bulgurlu’nun içinde çarşı boyunda, biri cami yanında, diğeri köy ortası meydancıkda iki büyük çeşmesi vardır (B.: Bulgurlu Cami Çeşmesi; Bulgurlu Demirci Çeşmesi).
Biri eski, diğeri hâlen mevtâ defn edilir iki mezarlığı vardır; eski mezarlık, Bulgurlu’dan Umrâniye’ye giden cadde üzerindedir, belli bir adı yokdur ama, hâlen mescide tahvil edilmiş kadim bir namazgâha nisbetle “Namazgâh Mezarlığı” denilebilir; diğeri Çakaldağı Mezarlığıdır, Bulgurlu ile Umrâniye ve Kısıklı’nın müşterek mezarlığıdır.
1947 de üç sınıflı bir ilkokulu vardı (B.: Bulgurlu Mektebi), 1961 de, bu mekteb kapatılmış bulunuyordu, Bulgurlu çocukları köylerinin (mahallelerinin) yakınında ve Kısıklı Caddesi üzerinde beş sınıflı Kısıklı ilk okuluna devam ediyorlardı.
Son demi hayâtına kadar Üsküdarlı olmakla övünmüş olan rahmetli Vâsıf Hiç (Halk Şâiri Vâsıf Hoca), 1947 deki Bulgurlu gezisinden sonra, bu güzel köyün yakın geçmişini tesbit eden şu hâtıraları tevdi etmişdir:
“Benim yazdıklarım halk ağzı rivâyetlerdir, aslını bulup çıkarmak târih ulemâsının işidir. Bulgurlu, işitdiğime göre Sultan Selim-i Evvel devrinde İran’a nâme götüren incili kaftan sâhibi meşhur Muhsin Çelebi’nin Çiftliği imiş. Bulgurlu adı için de, burada vaktiyle bir cenk olmuş, pâdişâha: “Düşmanla bulgur gibi kaynaşma oldu..” diye anlatmışlar, isim buradan kalmış.
“Bulgurlu için bir rivayet vardır. Mürîdi Sultan Ahmed Hanı Evvel tarafından mürşidi Hüdâî Aziz Efendiye bahşolunmuş ve bu mübarek zât tarafından köy halkına dağıtılarak vakfedilmiş arâzidir derler. Şöyle ki bu pâdişah şeyh ile birlikde Çilehânenin önünde otururlar iken: — Şeyhim, şu gözümüzün önündeki yerleri kabul buyur!.. demişler ki Şerifali Çiftliğinin Dudullu köyüne giden sâhası ile Umrâniye köyünden yine Dudullu yakınlarına ve Hekimpaşa Çiftliği hududuna kadar uzanan sâhadır. Sonraları Bulgurlu köyü vüs’at bulmuş.
“Bulgurlu köyünün havası lâtif, köy içindeki Demirci Çeşmesi ve etrafındaki Libâde suyu, Müftü kuyusu suyu, Haminne suyu, Şeker Maslağı gibi suları da lezizdir. Köyde bir fırın, bir hamam, birkaç bakkal, köy ortasında meydanımsı açıklık, iki ulu çınarın etrafında altı, yedi kahvehâne vardı. Fırın kapanmış. Hamam da bâzan açık durmada, bâzan da kapanır..
“Bulgurlunun bir eteğini teşkil eden Libâde, 1925-1930 arasına kadar güzel suyu ve manzarası ile hoş bir mesîre idi; suları kurumuş, metrûk bir viranhâne olmuş. Libâde aşağısında Çilehâne yanından bir sızıntı hâlinde akan su, siyâhî bir kadının değneğinin ucu ile iz aça aça getirerek hayır sâhibi bir zâtın himmeti ile bir çeşme inşa edilmiş ve “Hanımnine Suyu” ünvânını alarak civârındaki diğer sular şekerliğinde atşânı sulamaktadır.
“Aziz Mahmud Hüdâî Çilekhânesinde bir zamanlar gündüzleri mumlar yanar, dervi şân nöbetle vazife görürdü; bu hal tekkeler kapanıncıya kadar devam etmişdir.
“Eskiden arab bacılar, mayısın onuncu günü İstanbul’un her tarafından kalkıp Bulgurlu’ya gelirler, Çilehâne önünde bir bahar bayramı yaparlardı, görülecek âlemdi. (B.: Burgurluda arab bacıların bahar bayramı).
“Şimdi yapılmıyor, Burgurlunun köy güreşleri pek meşhurdu. Köyün Hanım sedi denilen bir mesîresi vardı, hâlen, Kısıklı ile Bulgurlu arasındaki Subhi Paşa korusunun karşısındaki sekiz, on sakız ağacının altındaki seddir; onun altında Bamya Tarlası denilen bir sâha, güreş meydanı idi (B.: Bulgurlu Köy Güreşleri).
“Yine eski âdetlerdendir, târihini tesbit edemiyeceğim, her sene sonbaharda bir gün, an’aneperest İstanbullular gayet nefis etli bulgur pilâvları yaparlar, Bulgurlu ile Kısıklı arasındaki Subhi Paşa korusuna giderler, orada Bulgurlu nâmını tes’îd ederek, şeker gibi suların da himmeti ile pilâv atıştırırlardı. Bunu bilenler, yapanlar kaldı mı, bilmiyorum..
“Kadıköy - Kısıklı ve Üsküdar - Kısıklı tramvay hatları döşenmeden, otomobiller de yok iken, ve daha eski devirlerde, Bulgurluya öküz arabaları ile gidilirdi; o gidiş de bir âlem, bir zevkü safâ idi. Aman ne süslü arabalardı. içleri hasırlar, güzel güzel kilimler, şilteler, yastıklarla döşenirdi. Arabaların sâhibleri Bulgurlunun kendi köylüsü idi. Üsküdara gece gelirler, sabahın alaca aydınlığında müşterileri, mesîrecileri alıp Bulgurlu yoluna düzülürlerdi. Bilhassa köy güreşleri günlerinde bu gidiş ve dönüş pek şenlikli olurdu. Bulgurlunun en güzel öküz arabaları, köyün mütevellîleri olan Besim Bey ve Nesin Bey adında iki kardeşin idi” (Vâsıf Hiç, Not).
Devrimizin seçkin röportaj muharrirlerinden merhum Cemaleddin Bildik’in 1945-1947 arasında Akşam Gazetesinde intişar etmiş bir yazısında, yukarıda Vâsıf Hocanın kaydettiği bulgur pilâvı âdetinin, 1945-1947 arasında köyce ihyâ edilmek istendiğini görüyoruz; aşağıdaki satırları C. Bildik’in “İhmal edilmiş bir sayfiye köyümüz: Burgurlu” başlığını taşıyan bu makalesinden alıyoruz:
“Pazar günü Bulgurlu Köyünde tertibedilen Bulgur Pilâvı Bayramına ben de gittim. Maksadım yalnız bulgur pilâvına dayanan bir bayram günü geçirmek, tabak tabak bulgur pilâvına kaşık salan köylü dayılarımızı seyretmek, davul ve zurna sesi dinlemek değildir! Bulgurlulara böyle bir bayram günü tertibettiren sebebi araştırmağı arzu ediyordum.
“Üsküdara, oradan da otobüsle Bulgurluya gittim. Otobüstekilerden çoğu, bu köyü “Bulgurluya gelin mi gidiyorsun!” sözü ile yalnız ismen tanıyorlar.
“Bayraklarla donatılmış köy kahvesindeki kalabalıktan davul ve zurna seslerinden Bulgurluya geldiğimizi anlıyarak indik ve kalabalık arasına katıldık.
“Bulgurlu köyüne, neden bu ismin verildiğini o köyün aşağı yukarı 50 senelik sakinlerinden bir ihtiyar anlattı:
“— Burası, diyor, çok eski senelerde Bulgar tebaalıların toplandıkları bir köymüş... Zamanla bu köyü terketmişler, azalmışlar, nihayet hiç kalmamış ve o zamanlar adı “Bulgarlı” olan bu köyde Türk aileleri yerleşince, adını “Burgurlu” ya çevirmişler. (.. Basit bir ses benzetimi ile Bulguru Bulgara bağlamanın mantığını anlamadık. Anlaşılıyor ki, C. Bildik merhum Tük lûgatı üstünde gereği gibi çalışmamışdır. Notunu kasden aynen aldık, zîrâ, kendi köylüsünü dahi hataya düşürmüş bir ismin nereden geldiği aydın olarak göstermek vecîbemizdir. Bu köyün adı eski metinlerde ekseriyâ Burgurlu veyâ Burkurlu olarak kayıdlıdır. Türk lügatında da bizim Bulgur dediğimiz, suda kaynatılmış ve kabaca kırılmış buğdaya Bulgur denilir, nitekim sert ve ufacık dâneli kar da aynı ismi taşır. Bu köyün adının Bulgarla hiç münasebeti yokdur, oraya Bulgarlıdan bozma demek münâsebetsizlikdir. Köyün adı Burkullu, Burgullu, Bulgurlu, her üç şekil telâffuzu ile misk gibi, bal gibi Burgul ve Bulgurdan gelir. İst. Ansiklopedisi).
“Bu bulgur bayramından asıl maksat, bu köyde doğmuş ve büyümüş, doktorluk, mühendislik gibi mesleklerde temayüz etmiş, zengin olmuş tüccarları bulgur pilâvı başında toplamak ve onlarla dertleşerek talihsiz köyün kalkınması için yardımlarını sağlamakmış. Ayni köyün çocuklarından olduğunu söyliyen Celâl Alınaçık:
— Ben, dedi, yalınayak gezerek bu köyde büyüdüm. Muallim mektebinden mezun olunca da bu köye hoca oldum ve beş sene hocalık ettim Benim gibi bu köyün toprağına tabanı değmiş nice mühendis, doktor, zengin tüccar vardır ki, şu mütevazi bayramımıza gelirler ve gayemize hizmet ederler diye düşünmüştük. Hani nerede? Hiç birini burada göremiyorum. Lütfen kendilerini protesto ettiğimizi de yazınız
“Bir ihtiyar da şöyle derd yandı:
— Tramvay hattını Kısıklıya kadar getirdiler de beş dakikalık mesafe farkile Bulgurluya uzatamadılar. Otobüs seferleri ihdas ederek Üsküdarla - Kısıklı arasında vızır vızır işletirler de, onları Bulgurluya uğratmak akıllarına bile gelmedi. Her şeyden mahrumdur bu köyümüz.
“Her yaz Bulgurluya dört beş yüz aile gelirmiş. İki odalı bir yerin mevsimlik kirası 150 lira ile 450 lira arasında oynarmış. Müstakil ev olarak mevsimliği 1000 liraya verilenleri de varmış.
“Bu rağbet de, köyün güzelliğini ispat ediyor amma, tramşay yok, otobüs yok, havagazı yok, telefon yok! (Telefon var, Umrâniye otobüsleri de Bulgurludan geçer. 1961) Nasılsa bir elektrik getirilebilmiş.” (C. Bildik).
Kraliçe Viktorya devrinin İngiliz kadın muharrirlerinden Mis Pardo, İstanbul hakkındaki meşhur eserinde, Bulgurlu üstlerinden büyük şehrin panoramasını şu satırlar ile tasvir ediyor:
“Bulgurlu Dağının tepesinde duran bir seyyah, gözlerinin önüne serilen manzarayı ölünceye kadar unutamaz. Hemen ayaklarının dibinde Üsküdar yatar; İstanbul şehri de, uzakda, berrak sularla çevrilmiş kabartma bir haritaya benzer. Nazarlar Sarayburnunun esrârengiz bağçelerinden Marmaranın pırıltılarına doğru kayar; Boğaziçi’nin kıyılarında dolaşdıktan sonra Halic’e girer, Ayasofya’nın parlak kubbesinde bir nebze durur, payitahtın yedi tepesini araşdırarak Yedikule’ye vâsıl olur, Bizans surları boyunca yürür, nihâyet Marmara adalarını da görerek münbit Bursa ovalarına hâkim kar taçlı Uludağ’a varır.
“Böyle bri manzarayı lâyıkı ile canlandırmak isteyenler için sanatkârın kaleminden çıkan bir resmi görmek lâzımdır, sâdece kelimelerle böyle muşâşâ bir hayâli yaratmağa katiyen muvaffak olunamaz.
“Bir seyyahın, tabiatın bu ihtişâmını tedkik ve temâşâ adebilmesi için saatler lâzımdır. Hattâ dağın yabânî kekikleri, zeytin ağaçları arasına develerini yaymış ve çadırlarını kurmuş ve bir kervancığın seyri dahi zevk verir. O develer ki pâyitahtın pazarlarından alınan emtiai ticâriye ile yüklü olarak dâhile doğru gitmek üzere bu tepeye varmışlardır, ve o saatlerde bu gölgeliğe sığınmışlardır. Seyyah onları gördüğü zaman kendisinin Asya’da olduğunu daha iyi his eder.
“Bulgurlu Dağı, İstanbul’u bütün genişliği ile temâşâ edebilecek ve onun hârikulâde ihtişâmını idrâk edebilecek belki en münâsib, tek yerdir. Bütün girintili çıkıntılı yılankarî sahillerinin dâvetine seve seve icâbet eden mâvi dalgalı denizlerle çevrilmiş eşsiz sınır hattı, binlerce kubbe, semâya doğru mücellâ fildişleri gibi pırıldayan minâreler, rengârenk evleri gölgeleri altına almış ulu ağaçlar, deniz kıyılarına kadar inmiş servilikler bu rakibsiz mevkiin dahi birçok güzellikleri ile beraber göz önündedir.”
İngiliz edîbesinin bu hâtırasında şâyânı dikkat olan nokta, kullandığı “Bulgurlu Dağı” adıdır. Zamanımızda, Subhipaşa Korusunun kapladığı bu tepeye “Küçük Çamlıca” diyoruz. Anlaşılıyor ki Sultan Abdülmecid zamanında Küçük Çamlıca adı henüz yokdur, ve bu cihannümâ tepe Bulgurlu Dağı adını taşımaktadır. Sonraları Bulgurlu Dağı “Küçük Çamlıca” olunca, asıl Çamlıca da “Büyük Çamlıca” adını almışdır.
Bulgurlu’ya gelin mi gidiyorsun? — İstanbullu ağzı deyim; her hangi bir işde lüzumsuz acele edenlere, telâş gösterip etrâfındakileri de şaşırtanlara söylenir. Büyük halk şâiri ve otodidakt yetişmiş folklor bilgini Üsküdarlı Vâsıf Hoca merhum, bu deyimin menşeini şöyle anlatıyor:
“Bulgurlu Köyü suyu ve havası gaayetle lâtif bir köydür; ayrıca kadimden beri de pehlivan yatağıdır, yani erkek çocukları bu ananevî millî sporumuzla yoğrularak yetişir, serpilir, büyürler; su, hava, spor, Bulgurlu’yu erkeklerinin, delikanlılarının güzelliği ile meşhur kılmışdı; güneşe “ya doğ, ya doğayım!.” diyen; şâhinbaş, şehbaz, şehlevend, tığ gibi, sırım gibi civelek, el ayak biçimli, şekilli, akı gün yanığı, esmeri tunc karası fetâlar, dilâverlerden birinin helâli olup koynuna girebilmek için civar köylerin gelinlik çağındaki ızları can atarlardı. Bulgurlu’nun köy düğünleri de pek meşhurdu, pehlivan güreşleri ve at yarışları ile dokuz gün sürerdi, gelin kız, bu dokuz günlük düğünün adetâ bir sultanı olurdu. Güzel bir ananedir, Bulgurluda oğlan anaları gelinlerine öz kız evlâdı gözüyle bakardı. Civar köylerden bir kıza Bulgurludan görücü gelip kızı beğenerek nişan takdı mı, araya bir münafık girip nişan bozulur korkusu ile çeyizinin noksanlarının tamamlanması, bir an evvel nikâh kıyılıp Bulgurluya gitmek için anasını, babasını gece gündüz sıkıştırırdı. Meşhur tâbir işte bundan kalmışdır”. (Vâsıf Hiç, not).
1934 Belediye Şehir Rehberinde Bulgurlu
(B. Cantok eli ile)
Bulgurlu’dan bir köşe, 1909
(Hoca Ali Riza Beyin bir deseninden S. Bozcalı eli ile)
Theme
Location
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM060260
Theme
Location
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Description
Volume 6, pages 3113-3117
Note
Image: volume 6, pages 3114, 3115
See Also Note
B.: Bulgurlu Cami Çeşmesi; Bulgurlu Demirci Çeşmesi; B.: Bulgurlu Mektebi; B.: Burgurluda arab bacıların bahar bayramı; B.: Bulgurlu Köy Güreşleri
Theme
Location
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.