Maddeler
İstanbul Ansiklopedisi'nin A harfinden Z harfine tüm maddelerini bir arada inceleyin.
Ciltler
1944 ile 1973 yılları arasında A harfinden G harfine kadar yayımlanmış olan ciltlere göz atın.
Arşiv
Reşad Ekrem Koçu'nun, G ve Z harfleri arasındaki maddelerle ilgili çalışmalarını keşfedin.
Keşfet
Temalar veya belge türlerine göre arama yapın; ilk kez erişime açılan arşiv belgeleri arasında gezinin.
BUHÂRÂ TEKKESİ CİNAYETİ
1947 yılı haziranının dördüncü çarşanba günü öğle üzeri, saat 12 de, Sultanahmedde Mehmedpaşa yokuşunda Buhârâ Tekkesi diye meşhur binâda henüz on dört yaşında Hâcer adında güzel bir mektebli kızcağız kırk beş yaşındaki âşıkı Yusuf tarafından onyedi yerinden bıçaklanarak öldürülmüş, bu şenî vak’a büyük şehirde derin bir teessür uyandırmışdır. Avam ağzında aşk denilen, aslında ie tatmin edilmemiş behîmî canavar hırsın kurbanı olan küçük Hâcer’in hastahânede bulunan müteverrim babası da fâciadan birkaç gün sonra ölmüşdür.
Ağır suçlu kaatil Yusuf’u bu fâciaya sürükleyen sâikler arasında küçük kurbanın baba ve anasının mes’ûliyet hisseleri bilhassa şâyanı dikkattir.
Cinâyet üzerine gazeteler geniş tafsilâtlı yazılar neşretmişdir. O zamanlar İstanbul gazeteciliğinin en kudretli zâbıta ve adliye muhâbirlerinden Ferdi Öner bu vak’a üzerine «Sultanahmed Cinâyeti» adı ile bir risâle yayınlamış, Üsküdarlı Destancı Vâsıf Hoca da, yarım asır evvelki geleneği ihyâ ile «Hâcer’in Destanı» nı yazmış ve neşretmişdir.
Bütün mes’uliyeti kaatile yükletilemiyecek olan bu müdhiş cinâyet, hâdiselerin şu seyir ve inkişâfı ile işlenmişdir:
Karı koca Müyesser ve Âdil Çiray aslen Türkistanlı olup 1931 de orada evlenmişlerdir; o zaman Müyesser 15, Âdil 18 yaşlarındadır. Fakat bir müddet sonra Türkistan’...
⇓ Devamını okuyunuz...
1947 yılı haziranının dördüncü çarşanba günü öğle üzeri, saat 12 de, Sultanahmedde Mehmedpaşa yokuşunda Buhârâ Tekkesi diye meşhur binâda henüz on dört yaşında Hâcer adında güzel bir mektebli kızcağız kırk beş yaşındaki âşıkı Yusuf tarafından onyedi yerinden bıçaklanarak öldürülmüş, bu şenî vak’a büyük şehirde derin bir teessür uyandırmışdır. Avam ağzında aşk denilen, aslında ie tatmin edilmemiş behîmî canavar hırsın kurbanı olan küçük Hâcer’in hastahânede bulunan müteverrim babası da fâciadan birkaç gün sonra ölmüşdür.
Ağır suçlu kaatil Yusuf’u bu fâciaya sürükleyen sâikler arasında küçük kurbanın baba ve anasının mes’ûliyet hisseleri bilhassa şâyanı dikkattir.
Cinâyet üzerine gazeteler geniş tafsilâtlı yazılar neşretmişdir. O zamanlar İstanbul gazeteciliğinin en kudretli zâbıta ve adliye muhâbirlerinden Ferdi Öner bu vak’a üzerine «Sultanahmed Cinâyeti» adı ile bir risâle yayınlamış, Üsküdarlı Destancı Vâsıf Hoca da, yarım asır evvelki geleneği ihyâ ile «Hâcer’in Destanı» nı yazmış ve neşretmişdir.
Bütün mes’uliyeti kaatile yükletilemiyecek olan bu müdhiş cinâyet, hâdiselerin şu seyir ve inkişâfı ile işlenmişdir:
Karı koca Müyesser ve Âdil Çiray aslen Türkistanlı olup 1931 de orada evlenmişlerdir; o zaman Müyesser 15, Âdil 18 yaşlarındadır. Fakat bir müddet sonra Türkistan’dan hicret etmek zorunda kalmışlar, türlü mihnet ve meşakkatle Afganistan’a sığınmışlar, yaya olarak bir ay kadar süren bu hazin yolculukda, konakladıkları bir mağarada, 1932 yılında Hâcer dünyaya gelmişdir. Kâbül şehrinde iki yıl oturan bu âile Afganistan’ın diğer bâzı şehir ve kasabalarını da dolaşarak 1940 da Türkiye’ye gelmişler ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına kabul edilerek Çiray soyadını almışlardır. Evvelâ Lâleli’de yerleşmişler, Âdil seyyar satıcılık yaparak âileyi geçindirmeğe çalışmış, işleri iyi gitmemiş, mihnet ve teessürle teverrüm etmişdir; 1943 de Kızılay’ın delâleti ile Buhârâ Tekkesinin bir odasına taşınmışlardır, Hâcer 11 yaşındadır, ilkokulu bitirmek üzeredir. Ayni tekkede oturan hemşehrilerinin yardımı ile bir dikiş-nakış makinası edinen Müyesser Çiray terzilik yaparak hasta kocasına yardıma başlamışdır. İşte bu sırada, 1943 de, Çirayların karşısına ayni tekkenin üst kat odalarından birinde oturan Yusuf Kıpçak çıkmışdır, Âdil’den onbir yaş büyük olan bu adam küçük mektebliye âşık olmuşdur, ve bir gün Âdil’in önüne çıkarak kızını helâlinden zevce olarak istemişdir, ve şiddetle red cevâbı almışdır. Bir gün de okuldan dönen Hâcer’in yolunu kesmiş: «Seni seviyorum, bana varır mısın?” demiş, küçük kız dehşet içinde, müvâzenesiz âşıkın elinden güçlükle kurtulup odalarına kaçmışdır. O akşam Çiraylar Yusuf’un odasına giderek meseleyi ciddî görüşmüşler, sonra cinâyet mahkemesinde tesbit edilecekdir, yalnız kızın yaşı üzerinde durularak Yusuf’a Hâcer’in ondört onbeş yaşına girmesi için üç dört sene beklemesi söylenerek mübhem bir söz kesilmiş, ve Çiraylar Yusuf’un küçük nakdî yardımlarını kabûle başlamışlardır. Yusuf da bir seyyar satıcıdır, sıkıntı içindedir, daha müsâid şartlar ile para kazanmak için Anadolu’ya, Silifke’ye gitmişdir.
1947 de 14 yaşına girmiş olan Hâcer Çapa Kız Sanat Enstitüsüne devam etmektedir, okulunun güzel, çalışkan, sevilmiş bir kızıdır, muhakkak ki gönül vâdisinde tomurcuk hâlinde duyguları vardır, mübhem de olsa, muhayyilesindeki hayat arkadaşı güzel ve münevver bir delikanlıdır. Anası Müyesser 12 lira haftalıkla Mahmutpaşa’da bir iplik fabrikasında çalışmaktadır, babası Âdil de Haydarpaşa Hastahânesinde, şifâ ümidi tamamen kesilmiş, çok yaklaşmış son gonünü beklemektedir. Yusuf Kıpçak İstanbul’a dönmüşdür, Anadolu’da da muvaffak olamamış, parasızdır, fakat âşıkdır. Müyesser’le konuşur, eski sözü hatırlatır, Türkistanlılarca evlenme çağına girmiş olan Hâcer’in kendisine verilmesini söyler. Genç kadın, Hâcer’in yeni bir muhite açılan hayat yolunu anlatır, güzel kızın istikbâli parlakdır, Yusuf 45 yaşında ve hâlâ muvaffak olamamış parasız bir adamdır, kızı ona vermek, bir ananın evlâdını eliyle ateşe atması demekdir; bu konuda verilmiş söz mevzûi bahis olamaz, söz Hâcer’indir, ve Hâcer, babasından bile çok büyük, ve üstelik parasız bir adamı elbet ki istemiyecekdir; ona bu yolda en küçük bir imâ dahi haksız ve yersizdir.
Vak’a günü Hâcer, iyi derecede sınıf geçdiğini bildiren karnesini almış, sevinç içinde Buhârâ Tekkesine dönmüşdür, anası henüz işinden gelmemişdir, odalarında ayni tekke sâkinlerinden biri İkbal Abla vardır. Cinâyetin tek görgü şâhidi olan bu kadın şöyle anlatır:
«Neş’e içinde olan Hâcer nakış makinasına oturmuşdu, kapu vuruldu, ben açdım, Yusuf’u gördüm:
— Abla, dedi, Hâcer’e iki çift sözüm var, müsaade edersen içeri gireyim..
«Kıza sordum:
— Gelsin söylesin bakalım, ne istiyormuş benden.. dedi.
«Yusuf geldi, bir iskemleye oturdu:
— Hâcer, seni yıllardanberi seviyorum, unutmak için Anadolu’ya gittim, unutamadım, on dört yaşına kadar bekle demişlerdi, işte şimdi o yaşa geldin, şimdi anan râzı olmuyor, iş sana kaldı, son söz senin, dedi.
«Hâcer:
— Yusuf amıca, neden böyle söylüyorsun, ben yaşda kız evlenme düşünür mü, üstelik babam hasta, ana kız geçim için didiniyoruz, mektebdeyim, bir istikbâlim var, sen ise benim dedem yerindesin, bu nasıl teklif dedi. Yusuf birden yerinden fırladı, kız da fırladı. Adam yüzünü korkunç bir şekilde buruşdurarak tekrar:
— Bana varacak mısın ?diye sordu.
«Kız gözleri yerde:
— Hayır, ben çocuğum.. cevabını verdi.
«Yusuf:
— Bu son sözün mü? diye bağırdı. Elleriyle kızı omuzlarından tutup sarsdı. Hâcer kendini kurtarmaya çalışarak: —Son sözüm!. dedi.
«Yusuf’un bıçağını çekdiğini gördüm, kendimi dışarı attım, avazım çıkdığı kadar:
— İmdad.. imdad... Yusuf Hâcer’i öldürüyor!. diye bağırdım.
«Ne kadar bağırdım, ne kadar zaman geçdi bilmiyorum. Yusuf’un elinde kanlı bir bıçakla odadan dışarı çıkdığını gördüm, cümle kapusuna doğru koşdu. Sesime koşan komşularla odaya girdiğimizde Hâcer’i param parça bi rhalde bulduk».
Kaatil doğru karakola giderke teslim olmuşdur. Ağır Ceza Mahkemesi Yusuf’a verilmiş sözü, ve Çiraylar’ın ondan gördükleri eski küçük yardımları suçu hafifletici sebepler bulmuş, Yusuf Kıpçak otuz yıl ağır hapse mahkûm edilmiş, ve zan ederiz ki 1947 den sonraki umumî aflardan birinde de tahliye edilmişdir. Bu cinâyet, türlü cemiyet meselelerinin içinde kolaylıkla mütalâa edilebileceği bir roman konusudur. Günün gazeteleri vak’ayı «canavarca bir şenaat» olarak göstermişlerdir. Hattâ mahbushânedeki mahkûmlar tevkif edildiği gün aralarına sokmak istememişler, linc edilmesinden korkulan kaatil tecrid edilmişdir.
Üsküdarlı Vâsıf Hoca da destanını o hava içinde yazmışdır.
HÂCER’İN DESTANI
1. Meş’um saatinde güzel bir günün
İrişir bir haber nagihâni
Bahtı siyahını bir gonce gülün
İşiden basıyor feryad figaanı
2. Hangi birini itmali hikâyet
Âdi vukuat yerine cinayet
Ne rivayettir bu ve ne şikâyet
Hakikat halin öz tercemânı
3. Sultanahmedde Buhârâ Tekkesi
Çün dergâhtır kabul ider herkesi
Türkistanlı Yusuf Kıpçak nâkesi
Asıl maksadım kılmakdır beyanı
4. Bir höcrede yalnızca sâkin
Mûnis görünürmüş fasikmiş lâkin
Fesad kumkuması lâinü hâin
Kurarmış gönlünce nifak pilânı
5. Hemşehri ve komşusu Âdil Çıra
Konuşurlar Yusuf’la ara sıra
Lâkin Yusuf denilen o kalbi kara
Koparır arkasından bora tufânı
6. Hâcer’dir Âdil’in biricik kızı
O kızı için çekermiş çok sızı
Kınalı kuzu alnında yaldızı
İffet ve ismeti parlak nişânı
7. Mekteb talebesi idi henüz ma’sum
Her ahvâlinden safiyeti ma’lûm
Çok yazık vazallı babası mağmum
Kalbinde daim Hâcre’in hicrânı
8. O Yusuf imiş hicrânın sebebi
Hâcer’miş derdli babadan talebi
O taleb yerine Hakkın gazebi
Dolandı başına kahri Rabbânî
9. Sırnaşık bî hâyâ yanub yakılır
Babasından ister kıza takılır
Komşuluk yineyüz yüze bakılır
Amuca yerine tutardı anı
10. Utançdan hiddetden başın eğerdi
Büyüğümdür diye hürmet iderdi
Kandilde bayramda elin öpredi
Sokmasun diye kollardı o yılanı
11. Dirlerdi Kıpçağa gel eyle kerem
Vaz geç bu sabîden getirme elem
O yüzden olmuş vah baba da verem
Düşdü hastahâneye bitti tüvânı
12. Bırakub yavruyu evinde ana
Bir gün gider hastahâneden yana
Görünce eşini yana yana
İlk sorgusu olur tâze fidânı
13. İyi mi Hâcer’im didemin nûri
Ağlar mı benimçün söyle ol hûri
Dem gelür görürüz yevmi sürûri
Buluruz şifâlar lütfi Sübhâni
14. Öp de gözlerinden olsun selâmım
Budur hep tavsiyem hâsılı kelâmım
Yalnız bırakma sâfi merâmım
Yetiş meleğe eyle şitabânı
15. Bilmez ki ne yapmışdı Yusufi hunhâr
Yıkmış da devirmiş solmuş gül’izâr
Parçalanmış bulunmuş sönmüş nigâr
Kim bilir ne kadar kıldı amânı
16. Müstekrek ahvâli hayliden kurmuş
Kapılmış hırsına coşmuş kudurmuş
Onüçlük sabîye urdukça urmuş
Unutmuş da zâlim havfi Rahmânı
17. Satır altında ne kadar bağırdı
Meledi kuzular gibi çağırdı
Çırpınıp da kuşlar gibi şakırdı
Teslim etti nihâyet ol aziz cânı
18. Girince odaya ol bedbaht ana
Görür ki boyanmış kuzusu kana
Sîm tenin her parçası bir yana
Şaşırdı kendini basdı figaanı
19. Süremeden yürüdü ömri bahârın
Acısı mirasdır her elde varın
Duyunca bu hâli semti civarın
Ağlayı ağlayı koşdu sükkânı
20. Donanan tabutu gelinler gibi
Kokardı miskü yaseminler gibi
Heman şühedayı güzinler gibi
Garki nûr eyledi mezaristânı
21. Pençei adalet tuttu kaatili
Tav’an ve kerhen ahkâmın kaili
Yoktur bu işde halâsın kaabili
Bulur yerini tahriri Yezdâni
22. Her kara habere diğer bir acı
İnzimamla bozar hep imtizacı
Hangisine yansun bîçâre bacı
Âdil de boylamıştır kabristânı
23. Kılı kırk yarardı şübhesiz kelâm
İddiayı savcı bihakkın tamam
Virilen cezada ayniyle îdam
Döğünsün yırtınsın kılsun nalânı
24. Safha be safha celse be celse
Uzadı bu dâvâ konulsa re’se
Azdır çokdur diye kapılma ye’se
Otuz sene kanaati vicdâni
25. Ol sefih Kıpçak ol nâ merd nâ bekâr
Bir hâne halkını kıldı tarümâr
Vahşilerden alçak ifrit canavar
Hiç insan kıyar mı böyle insânı
26. Fenâda kurtuldu böylece hunkâr
Soracak elbette bekaada Kahhâr
Ne korkunç süaller vardır neler var
Kurulunca ulu Hakkın divânı
27. Gittiyse o yavru hazin mezâre
Kaatil haşredek hedef inkisâre
Olsun da ciğergâhı pâre pâre
Hıçkıra hıçkıra çıksın çeşmânı
28. Olacak nâçâr mukadder zuhurât
Bin dokuzyüz kırk yedide vukuât
Vâsıfla ağlar kelimât hurufât
Bir yıl sonra yazabildi destânı
Hâcer Çiray
(Resim : S. Bozcalı)
Tema
Olay
Emeği Geçen
S. Bozcalı
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.
TÜM KAYIT
Kod
IAM060248
Tema
Olay
Tür
Ansiklopedi sayfası
Biçim
Baskı
Dil
Türkçe
Haklar
Açık erişim
Hak Sahibi
Kadir Has Üniversitesi
Emeği Geçen
S. Bozcalı
Tanım
Cilt 6, sayfalar 3099-3102
Not
Görsel: cilt 6, sayfa 3099
Tema
Olay
Emeği Geçen
S. Bozcalı
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.