Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
BOLAYIR (Ali Ekrem)
Büyük vatan şâiri Nâmık Kemal’in oğlu, Serveti Fünun edebiyatının tanınmış şâirlerinden. Şiirinde babası Nâmık Kemal’in, büyük tanzîmat şâiri Abdülhak Hâmid’in, Recâîzâde Ekrem Beyin, Muallim Nâci’nin, İsmail Safa’nın, ve kendi sanat arkadaşları Tevfik Fikret’in, Cenab Şahâbeddin’in, üstad ve arkadaş olarak tesirleri vardır.
Ali Ekrem Beyin “Bolayır” soyadını alması, babası Nâmık Kemal’in hayatda iken hayrânı olduğu ve ölünce de yanına gömülmek istediği Rumeli Fâtihi şehzade Süleyman Paşanın türbesinin Bolayırda bulunmasıdır.
Ali Ekrem, 1867 yılında (Hicrî 1284) İstanbul’da doğdu. İlk tahsilini Hûbyar Mahallesi, mahalle mektebinde ve Fâtih askerî rüştiyesinde yaptı. İlk, bebeklik yıllarını babasından ayrı geçirmişti. Çünkü bu yıllarda babası Namık Kemal, diğer Yeni Osmanlılar’la birlikte siyâsî mülteci olarak Fransa’da bulunuyordu. Ali Ekrem. bu yıllarda, dedesi Mustafa Âsım Bey’in yanında kalmıştı. Tahsilini, o zamânın âdetine uyarak, hususî hocalar elinde devam etti. 1884-1887 yıllarında, babası Nâmık Kemal’le birlikte Rodos ve Sakız adalarında bulundu. O târihlerde Türk toprakları arasında bulunan ve Nâmık Kemal’in mutasarrıflık yaptığı bu adalarda Ekrem Bey’in tahsiline yardım edecek ilim adamları da vardı. Ali Ekrem, bu adalarda husûsi hocalardan ders görerek, İslâm ilimle...
⇓ Read more...
Büyük vatan şâiri Nâmık Kemal’in oğlu, Serveti Fünun edebiyatının tanınmış şâirlerinden. Şiirinde babası Nâmık Kemal’in, büyük tanzîmat şâiri Abdülhak Hâmid’in, Recâîzâde Ekrem Beyin, Muallim Nâci’nin, İsmail Safa’nın, ve kendi sanat arkadaşları Tevfik Fikret’in, Cenab Şahâbeddin’in, üstad ve arkadaş olarak tesirleri vardır.
Ali Ekrem Beyin “Bolayır” soyadını alması, babası Nâmık Kemal’in hayatda iken hayrânı olduğu ve ölünce de yanına gömülmek istediği Rumeli Fâtihi şehzade Süleyman Paşanın türbesinin Bolayırda bulunmasıdır.
Ali Ekrem, 1867 yılında (Hicrî 1284) İstanbul’da doğdu. İlk tahsilini Hûbyar Mahallesi, mahalle mektebinde ve Fâtih askerî rüştiyesinde yaptı. İlk, bebeklik yıllarını babasından ayrı geçirmişti. Çünkü bu yıllarda babası Namık Kemal, diğer Yeni Osmanlılar’la birlikte siyâsî mülteci olarak Fransa’da bulunuyordu. Ali Ekrem. bu yıllarda, dedesi Mustafa Âsım Bey’in yanında kalmıştı. Tahsilini, o zamânın âdetine uyarak, hususî hocalar elinde devam etti. 1884-1887 yıllarında, babası Nâmık Kemal’le birlikte Rodos ve Sakız adalarında bulundu. O târihlerde Türk toprakları arasında bulunan ve Nâmık Kemal’in mutasarrıflık yaptığı bu adalarda Ekrem Bey’in tahsiline yardım edecek ilim adamları da vardı. Ali Ekrem, bu adalarda husûsi hocalardan ders görerek, İslâm ilimleri, Arap ve Fars edebiyatları sahasındaki bilgilerini arttırdı; fransızca öğrendi.
Oğlunu asker olmasını istiyen Namık Kemal, Ali Ekrem’in askerlik tahsilini Almanya’da yapması düşüncesindeydi. Bu tasavvura Mustafa Âsım Bey’in mâni olduğu söylenir.
Babasının ölümünden sonra Ali Ekrem, Sultan Abdül-Hamid tarafından Mâbeyn’e alındı ve Mâbeyin kâtipliğine tâyin edildi. O tarihlerde, hâlâ, siyâsî, sosyal, hattâ edebî bir mektep gibi, yetiştirici bir vazife olan Mâbeyin kâtipliğinde Ali Ekrem 18 sene çalıştı. Sonra Kudüs mutasarrıflığında; meşrûtiyetin ilânından sonra da Beyrut ve Cezâyir-i Bahr-i Sefid vâliliklerinde bulundu.
Daha sonra, İstanbul Darülfünûnunda edebiyat târihi ve edebî nazariyeler derslerini okuttu. Bir aralık Galatasaray Sultânîsi’nde edebiyat muallimliği yaptı. Sonra tekrar, İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi “metinler şerhi” hocalığına getirildi. Ali Ekrem, bu dersin hocalığını uzun müddet ve başarıyle yaptı. Divan şiiri metinlerinin açıklanmasında yalnız kendi bilgisiyle yetinmiyerek, Ferid Bey, İsmâil Sâib Efendi gibi, devrin diğer mütehassıslarının da yardımlarını gördü, onlardan istifâdeyi tabiî bir vazife bildi.
Dârülfünun’un adı Üniversite olduktan sonra, Ali Ekrem, yaşlılığında kendisine hayli uzak gelen, Maltepe Askerî Lisesi’nde hocalık yapmak zorunda kaldı. Hayâtının son devresi her bakımdan iyi geçmedi. Hem oğlunu hem kızını kaybetmekten doğan telâfi edilmez bir acı, yaşlı zamanlarının derin elemi oldu. Cemiyetimizin, ona hizmet etmiş, her kültür adamını en mustarip ve düşkün çağlarında yalnız bırakmayı âdet hâline getiren hatâsı, Ekrem Bey’in hayâtında da sarsıcı vazîfe gördü. Nâmık Kemal’in oğlu, 27 Ağustos 1937 tarihinde, gözlerini böyle mustarip bir hayâta yumdu.
Edebî hayâtı, Nâmık Kemal’in oğlu olmak gibi, büyük imtiyazla başlıyan Ali Ekrem, edebiyat sanatına sevgi ve saygıyle bağlı şâirlerimizdendi. Servet-i Fünun edebiyâtının şiir alanında ve Fikret’in şiir anlayışına uyarak çalışmıştı. Sağlam bir türkçesi ve yeni arûza hâkim bir söyleyişi vardı. Tevfik Fikret’le Cenab Şahâbeddin’in, şiir temalarına göre vezin kullanmak şeklinde heveslerine Ekrem Bey’in de katıldığı olmuştu. Fikret’in Yağmur şiirinde, yağmur seslerini faûlün fâûlün faûlün faul vezniyle terennüm etmek için söylediği:
Küçük mut — tarih mut — teriz dar — beler
Kafesler — de camlar — da pür ih — tizaz
mısrâlarında vezin oyununa Ali Ekrem’in de iltifat ettiği zamanlar vardır. Sokakta, küçük bir sepet içinde; gül demetleri satan bir yavrunun:
Gül on para — gül on para
seslerini duyarak ve bu seslerin Mefâilün-mefâilün seslerine uyuşuna dikkat ederek söylediği:
Elinde bir — küçük sepet,
İçinde var — beş on demet
gibi mısrâlarda böyle bir zevk sezilir.
Gerek yeni edebiyâtın gerek eski edebiyâtın şiirlerini güzel okuyuşu da onun, şiiri duymak ve anlamak bakımından hûsusî bir kabiliyete sahip olduğunun ifâdesiydi. Dârülfünun’da şerhi mütun hocalığı yaptığı yıllarda, talebesine Dîvan şiiri metinlerini âdetâ bir vecd içinde okur, bu şiirlerden ne sesini ne heyecanını esirgerdi. Yine Dîvan şiiri metinlerindeki edebiyat sanatlarını; tenâsüb, hüsn-i tâlil, leff ü neşir, kinâye, tezâd, tevriye v. s. gibi söz ve mânâ hünerlerini açıklar, yâhut, bu edebiyattaki ilim ve tefekkür unsurları üzerinde dururken; nihâyet, Fuzûlî gibi, Bâki ve Nedim gibi üstad şairlerin geniş duygu, görgü, bilgi ve düşünceleri bir mısrâ veyâ bir beyte sığdırışlarındaki sanata hayranlık duyarken, arada bir coştuğu olur. ve heyecânını bir “koca herif!” seslenişiyle ifâde ettiği duyulurdu.
Aynı husûsî iltifâtı, aynı gür ve yüksek sesle, babası Nâmık Kemal’in şiirlerinden de esirgemezdi.
Namık Kemal’in, şiir sanatını, hayâtının ikinci plânına bıraktığını söyler, ona dair yazdığı monoğrafide belirttiği gibi. “Kendisi istemiş olsaydı, meşguliyetini şiire hasr eder ve fıtratında olan o şedîd hassâsiyet, o mümtaz ulviyet ile pek büyük bir şâir olurdu. Lâkin o şiiri de bir gaaye değil, bir vasıta telâkkî etmiş ve bütün vicdan ve irfânı ile siyâset sâhasına, vatan hizmetine atılmıştır.” şeklindeki fikirlerini, şifâhî olarak da tekrâr ederdi.
Ali Ekrem, Mâbeyin’de kâtip bulunduğu yıllarda Servet-i Fünun cereyânına katılmakla berâber, bu mecmûadaki şiirlerini asıl adı ile değil, “Ayın” Nâdir imzasıyla yayınlamıştı. Şiire daha on, oniki yaşlarında başlıyan şâir, zamanla, devrinin tanınmış üstadlarına nazîreler söylemiş, o çağların genç nesilleri için âdetâ bir mektep, bir hoca vazifesi gören bu nâzirecilikte başarılı şiirler meydana kaymuştu. O kadar ki şiir neşrine önce Mirsâd mecmuasında, şâir İsmâil Safa’ya söylediği bir nazîre’yle başlamıştı. Ali Ekrem, o devirlerde şiddetle hakkı yenen, üstad ve yenilikte mûtedil şâir Muallim Nâci’ye de anlayış ve saygı göstermiş, şiirlerinin oldukça başarılı bir aruzla birleşmesinde bu anlayışın mühim tesîri olmuştu. Şâir, Nâcî’ye olan bu şükrânını bu Tanzimat ve eski şiir üstâdının ölümüne güzel bir târih düşürmek sûretiyle de göstermiştir:
Yine bir kevkeb üfûl eyliyerek
Oldu muzlim edebin minhâcı,
Geldi bir devre-i mâtem şiire
İrtihâl etti Muallim Nâci
mısrâları, böyle bir şükrânın ifâdesidir.
Ali Ekrem, arzuyla, hecey’le, büyükler için, çocuklar için, askerler için çeşitli şiirler söylemiş, onun vatan şiirleri, aşk şiirleri yanında dini heyecanla terennüm ettiği manzumeler de olmuştur. Şöhretini sağlıyan ve hemen her devrin antolojilerine geçen en güzel manzumesi, Tesalya Harmbi dolayısıyla yazdığı “Vasiyet” adlı manzûmedir.
Bu sebeple, Ali Ekrem’i, sanatının ölmez eseri sayılabilecek bu manzumesiyle anmak ve tanıtmak lüzûmunu düşünerek, Vasiyet şiirini buraya aynen almayı ihmâl edemiyoruz:
V a s i y e t
Donuk bir fenerin nûr-ı sayedârında,
Ağaçlı bir tepenin kuytu bir kenârında
Buluştular iki hemşehri, kahraman asker:
Çemişgezekli Memiş’le bölük emini Ömer.
— Gel arkadaş, bakalım gel, şu mektubu anlat;
Babam nasıl?
— İyidir.
— Çok şükür, nasıl Emine’m?
Yeminlidir bana korkma yalan demez ki ninem.
Çarık takındığımız gün ağırca hasta idi;
Memiş, eğer ben ölürsem sakın acınma, dedi...
— Baban selâm ediyor, Daltaban selâm ediyor;
Bekir selâm ediyor, Pehlivan selâm ediyor;
Ninen selâm ediyor, ammi kızların da kezâ;
Çoban selâm ediyor..
— Bak hele! Deyindi bana,
Bizim kadın nice olmuş, bizim kadın Emine?
— Bekir nişanlanıvermiş, Bey ırmağı taşmış;
Sular yeşil öyüğün üstünü basıp aşmış..
— Yoğundu... Emme su hâ! Coşkun olmalı bu sene.
Kızılpınar bu kadar taşmadıydı.. Sen de hele
Şu mektubu bitir artık, bizim kadın nicedir?
— Memiş durundu...
— Bırak, ben tamam sekiz gecedir
Düşümde görmedim artık...
— Bu yıl da sazlı ile
Çekirge çok düşüyormuş, öğen hele yoğımiş.
Ağılda üç koyun ölmüş; sıcak biraz çoğ imiş.
Senin buzak büyümüş, gök ağaç çiçek açmış;
Zavallı Çöp Hasan’ın kır tayı dağa kaçmış.
İmam duâ okumuş cenge... hâ selâm ediyor,
Ömer-gil’in kızı doğmuş.. Sâdık selâm ediyor,
— Bırak bırak, yetişir anladık...
— Selâm ediyor!
— Ne saklıyon bana sen.. anlamam mı hâlinden?
Bizim kadın, diyiver,di.. düşümde gördüm ben!
Garib.. can veriyor zannolundu, sordu yine:
— Bizim kadın gidivermiş, değil mi, âh Emine!
Ne mâli var bu fakîrin? Beş on koyun, kösemen;
Biraz ekin, buzağı, kağnı, bir de sazlı dere
Bu şeylerin birisi arkasında kalmıyacak:
Ne var ne yoksa satıp savmalı... Parasıyle
Emîneye yakışır bir taş almadır emeli!
Kızıl boya, sarı altın yazıyle süslemeli;
Taşın yüzünde kılıç resmi olmalı mutlak;
Memiş nefer mi ya zâbit mi kim bakıp soracak?
Bir ince süngü yapılsın kılıç değilse bile...
— Bir asmacık dikiversin babam, fidan salsın;
Bi dânecik Emine’m gölgesinde hoş kalsın.
İmam Efendi’ye söylen ki Hak rızâsı için,
Mezarcığın baş ucunda, üç ayda bir akşam
Bir “Amme” cik okusun, bir yanık ilâhi desin...
Kadıncağız gidiverdi...
— Şuna bakındı tamam..
Memiş sen ağlar isen şimdicik kaçıp giderim!
— Yazındı, yaz Ömer, Osman-gil.ê selâm iderim!
Teselsül eyliyecekti selâamlar ammâ
Çalındı bir boru ..
Kalk kalk Memiş, silâh başına!
Memiş, o mektubu müstağrak etti göz yaşına,
Kıvırdı, koynuna koydu.. Dilinde aşk-ı Hudâ
Yüzünde ân-ı şehâdet, atıldı meydâna
Kavuşmak istiyerek âhirette cânâna!
Böylelikle, Yunan Harbi ardından yazılan bu şiirli hikâye yıllarca dillerde dolaştı. Evlerde, edebî toplantılarda okundu. Zamânımızdan altmış bu kadar sene evvelki türkçenin, bu sâde ve samîmî, lirik manzumesiyle Ali Ekrem, haklı bir şöhret kazandı.
Diğer taraftan, Yavuz Sultan Selim’in:
Feryâd ez-in nev-i vücûd-ı adem-âlûd
mısraına söylediği tazmin yollu bir müseddes’le ayrı bir şöhreti oldu. Bu müseddesin:
Feryad!.. Bu söz terceme-î hâl-i felektir;
Her ân-ı cihan bir ebedî âh demektir.
Mâdâm ki insanlar için nevha gerektir,
Mâdâm ki feryad ile âlem bitecektir...
Bilmem ki yaratmakta nedir şîve-i Mâbûd?
“Feryâd ez-in nev’-i vücûd-ı adem-âlûd’”
gibi kıt’aları da aynı sitâyişle okundu.
Ali Ekrem Bey, kendisinden rica edildiği zaman bu ve benzeri şiirlerini ağırbaşlı bir edâ ile okur, şiirlerine husûsî bir ses güzelliği katardı.
Darülfünun’da şerh-i mütun hocalığı sıralarında bütünlediği Tâ’ir-i İlâhî adlı, büyük ve timsâlî manzûmesini de, talebesine, bâzan evinde dâvet tertipliyerek, derin bir vecidle okurdu.
Ali Ekrem, ilk şiirlerini tam Servet-i Fünun tarzı bir isim altında ve Zılâli İlham adlı bir kitapta topladı (1911). Ardından, Ana Vatan, Ordunun Defteri, Rûh-ı Kemal, Şiir Demeti,Vicdan Alevleri isimli eserlerini yayınladı.
Lisân-ı Osmânî, Usûl-i Kitâbet, San’at-ı Tahrir konularında eserler yazdı. Recâi-zâde Ekrem ve Namık Kemal gibi monografiler neşretti. Bâria, Sultan Selim, Sukuut, Engel, Eğlenirken gibi sahne eserleri denedi. Hiciv ve mizah çeşnisi taşıyan manzumeler, nesirler, makale ve hâtıralar kaleme aldı. Fakat edebiyâtımızda yine şâir, hem de Servet-i Fünun şâiri olarak ad bıraktı. Zılâl-i İlham şâiri, Vasiyet şâiri gibi sözlerle hatırlandı.
Vefâtında, Bolayir’e, bir ömür boyu sevgisi ve büyük şöhretinin himâyesi altında yaşadığı, babası, Namık Kemal’in yanına gömülmesi doğru ve bir kadirşinaslık eseri olabilirdi, fakat galiba zahmet edilmedi, buna mukabil Zincirli Kuyu’daki asrî mezarlığa götürüldü. Bütün Servet-i fünuncuların hayrânı oldukları şâir, Abdülhak Hâmid’in kabri civârında bir mezara gömüldü.
Nihad Sâmi Banarlı
Ali Ekrem Bolayır
(Resim : S. B.)
Theme
Person
Contributor
S. B.
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Creator
Nihad Sâmi Banarlı
Identifier
IAM060042
Theme
Person
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Contributor
S. B.
Description
Volume 6, pages 2949-2952
Note
Image: volume 6, page 2949
Theme
Person
Contributor
S. B.
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.