Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
BOĞÇACI KADINLAR
Elbîselik, çamaşırlık kumaş, baş örtüsü dülbend ve grep ve çeşidli kadın eşyası ile yatak ve yorgan çarşafları ve yorgan yüzü gibi şeyleri, boğça hâlinde sırtlanıp taşınabilecek küçük denklerle ev ev gezdirip satan kadınlar (Büyük Türk Lûgatı).
İstanbulun büyük evlâdlarından rahmetli Sermed Muhtar Alus bu ansiklopediye verdiği notlarda yakın geçmişin boğçacı kadınlarını şöyle anlatıyor:
“İki çeşid idiler: Boğçacı kadın, boğçacı madama
“Boğçacı kadın Müslüman ... Bir kısmı Rumeli muhâciri bir kısmı da kıtbii müslime... Başında, omuzlarından pelerin gibi aşağıya sarkmış patiska baş örtüsü; sırtında yeldirme, koltuğunun altında tıkız bir boğça, ayaklarında el örgüsü beyaz yün çorablar, yaşları 40 ile 60 arasında...
“Ekser ikisi üçü birlikde, İstanbul içinin, sayfiyelerin sokaklarında dolaşırlar.
—Çözmeler!.. dokumalar!.. Şile bezleri!.. Bursa malları!.. diye gevrek gevrek bağırtıyı basarlar...
“Muayyen müşterileri var. Kapuyu çalıp taşlığa girer girmez, yer malta, mermer, çini her neyle döşeli olursa olsun, derhal yere bağdaş kurup baş örtülerini enseye indirirler. İlk lafları maşraba ile su istemek; ilk işleri de, su etirilince, avucu tepeye basdırıp, ayakda iseler çömelip lıkır lıkır dikmek.
“Bir az soluk aldıkdan sonra boğça açılır; içinde şunlar vardır: çözme, dokuma, Şile bez...
⇓ Read more...
Elbîselik, çamaşırlık kumaş, baş örtüsü dülbend ve grep ve çeşidli kadın eşyası ile yatak ve yorgan çarşafları ve yorgan yüzü gibi şeyleri, boğça hâlinde sırtlanıp taşınabilecek küçük denklerle ev ev gezdirip satan kadınlar (Büyük Türk Lûgatı).
İstanbulun büyük evlâdlarından rahmetli Sermed Muhtar Alus bu ansiklopediye verdiği notlarda yakın geçmişin boğçacı kadınlarını şöyle anlatıyor:
“İki çeşid idiler: Boğçacı kadın, boğçacı madama
“Boğçacı kadın Müslüman ... Bir kısmı Rumeli muhâciri bir kısmı da kıtbii müslime... Başında, omuzlarından pelerin gibi aşağıya sarkmış patiska baş örtüsü; sırtında yeldirme, koltuğunun altında tıkız bir boğça, ayaklarında el örgüsü beyaz yün çorablar, yaşları 40 ile 60 arasında...
“Ekser ikisi üçü birlikde, İstanbul içinin, sayfiyelerin sokaklarında dolaşırlar.
—Çözmeler!.. dokumalar!.. Şile bezleri!.. Bursa malları!.. diye gevrek gevrek bağırtıyı basarlar...
“Muayyen müşterileri var. Kapuyu çalıp taşlığa girer girmez, yer malta, mermer, çini her neyle döşeli olursa olsun, derhal yere bağdaş kurup baş örtülerini enseye indirirler. İlk lafları maşraba ile su istemek; ilk işleri de, su etirilince, avucu tepeye basdırıp, ayakda iseler çömelip lıkır lıkır dikmek.
“Bir az soluk aldıkdan sonra boğça açılır; içinde şunlar vardır: çözme, dokuma, Şile bezi, Bursanın hamam takımı havlusu, bürümcüğü; uçları sarma işlemeli çevre, hesap işli uçkur. mendil, tahâret bezleri..
“Ev halkı, büyüğünden küçüğüne, Çankırılı ahretliğine kadar etrafına üşüşür. Birer birer boğçadan çıkarılanlar sıra ile elden ele alınır; aydınlığa tutularak, gerilerek atkıları, örgüleri sayılır; hamam takımının sırma işlemesinin sîm olup olmadığı münakaşa edilir; tahâret bezinin kenarındaki sıçan dişinin inceliği kalınlığı gözden geçirilir.
“Zavallı Boğçacı kadınların bahtları mı kıt, nasibleri mi bereketsizdi neydi, bu kadar muâyeneye, patırdıya rağmen bir kuruşa bir bardak altı bile alınmaz; hiç bir şey satamadan, somurta somurta kapudan çıkarlardı.
“Boğçacı Madamaya gelince: başlı başına bir tip idi. Hepsi Avusturya yahudisi. Türkçeyi, hattâ ana dillerini gaga gaga konuşurlar. Bunların yaşı da 40 ile 50 arasında. Başlarında hasırdan bir siyah şapka, üstünde gerdana kadar siyah tül; arkada yine siyah iken neftiye çalmış tayyör. Elde siyah tireden yarım eldiven, bilekde çanta, belden aşağı uzun etek ayaklarda 45 numara iskarpinler.
“Hemen hepsi de ablak çehreli, yahni yanak, çilli, sarı boyalı saçlı, güneşden yanmamak için kat kat puduralı. Serçe parmaklarında da karga gagası gibi kirden kap kara bir tırnak. Onda sekizi de etli butlu, duba gibi.
“Önce madama, beş on adım peşinde genc irisi, müheykel, eller ayaklar iri kıyım semerli bir hammal, semerin üstünde yelken bezine sarılı iki kallâvî boğça, bir de bavul.
“Hammal da tip. Kürd olmayacakdır.. uysal, toy Anadolu uşağı, köyünde nişanlısı karısı var ama İstanbulda bekâr hanında üç beş hemşehrisi ile aynı odada mihman bekâr uşağı.. Meziyetlerinin başında ketûmiyeti.. yası 17-19. Yirminin üstünde ise madamın üç dört yıllık emekdarı, senli benlisidir. Günâhı boyuna, kafasını kesseler söylemez ama “paranın yüzü sıcak” diyerek karının koynuna girer yatar. Kokona ona dâima:
— Ahmed, buğda (burada) gel!. Mehmed, sen bağçede otuğ (otur)!.. Hasan, karnın su isteyoğ (su istermisin, susadın mı)? yollu hitabda.
“Madamaların İstanbulda yüksek familyalardan bilmediği, tanımadığı yokdu. Kibar semtlerde, yazlık köşkler ve yalılar civârında mekik dokurlar idi. Devamlı müşterileri vardı. Babasının evi gibi sellemeüsselâm konaklara, köşklere, yalılara dalarlar. kapudan içeri girip boğçaları alt katdaki taşlığa taşıtırlar. Öyle de güçlü kuvvetli idiler ki boğçanın en irisini, 30-40 okka gelenini kavrar kavramaz, kapudaki Ahmedinin, Mehmedinin, Hasanının sırtından, sanki kuş tüyü yasdıkmış gibi yandaki pembe odaya atıverirlerdi.
“Madama odada soluk alınca altına bir sandalya çeker; el çantasından yelpâzeyi çıkarır, bâzılarında yelpaze de yeni moda, yaylı, düğmesine basınca vantilâtör gibi fırıl fırıl dönen nev’inden.
“Sandalyaya çöker çökmez kalfalardan su ister; fakat hemen içmez, çünkü kan ter içindedir. Buluzunun yakasını açar, göğsünü, koltuk altlarını havalandırır. Beslemenin getirdiği bardağı inceden inceye tedkik eder. Kendine, frenkçe bilenlerin de hiç anlamadığı jargonca, yani ana yurduna has, almanca, çekçe, lehçe karışık, bozuk bir dille bir kaç söz mırıldandıkdan sonra (su tortulu, yâhud bardağun kenarı yağlı!) diye besleme kızdan tekrar su ister.
“Bu boğçacıların etrafına da büyük küçük herkes toplanırdı. Boğçadakileri sayalım: En irisinde, Avrupa yünlüleri, şayak eteklikler, kazmir ceketlikler, Ortancasında: Saten dö Liyonlar, Krep dö şinler, taftalar, yâni çarşaf, yeldirme, maşlah yapılacak ipeklilerle bluzlara, fistanlara,ıvır zıvırlarına yarayacak fularlar, gazlar, tüller. Bavulda da krem, diş tozu, taşlı tarak, kolonya, lâvanta, düzgün, pudra, allık, kozmatik, saçlarda alın bombesinin altına sokulacak pompon, renkli taşlardan, mercandan kolye, küpe, yüzük, iğne...
“Madam o gaga dili ile bir bülbüldür. Bilmediği, sarf etmediği türkçe kelime yoktur: “Nasıl diyoglar alaturka ekspresyon ben bilmiyog” dediği aslaa vâki değildir.
“Üstelik, sanki İstanbul kazan, o kepçe- Büyük şehrin her tarafını karıştırmış, didiklemiş, her konağın iç yüzüne âgâh olmuşdur. Onun başka mârifetleri de çok, neler sağlık vermez: gelinlik kızlara koca, evlenecek delikanlılara kız, evli barklı ve hanımı hastalıklı beylere tâze dul, sinir hastalıklılara doktor, romatizmalılara ilâç, zaif nahiflere yıllanmış eski şarap, Büyük adada tebdîli havalık köşk, Boğaziçi hasreti çekenlere Büyükderede yalı, başına birden devlet kuşu konuvermiş de at araba tedârikine niyetlenenlere yeni ölmüş küberâdan birinin bir çift beygirini, faytonunu, kupasını sağlık verir, hattâ araya girer, kendi kesesini de şenlendirirdi.
“Zemin ve zamanı müsâid bulur, karşısındakini de teşne görürse, hemen kulağa eğilip neş’eli sözler de fısıldar; açıkcası muhabbet meyâneciliği, muhâbere memurluğu etmekden de geri kalmazdı” (S. M. Alus).
Yine ayni kıymetli yazar, bize tevdi ettiği diğer bir notunda, boğçacı kadınlar için şunları yazıyor:
“Getirdikleri Şile bezlerinin rağbetlileri çokdu, paşalara beylere helâli gömlek onlardan yapılırdı. Yazma yemenileri evin emekdarı dadılar, bacılar, mendilleri ağalar, uşaklar; yorgan yüzlerini de yazın hafif oluyor diye ev sâhibleri kapışırdı. Alafranga mizac âileler bu ekserîsi Rumelili, İstanbul civârındaki köylerde 93 harbinde muhâceret etmiş yerleşmiş boğçacı kadınlara yüz vermez, evden içeri sokmaz: - İstemez.. istemez!. lüzûmu yok!.. diye pencereden düdük gibi öter, muhâcirceğizler de ağzı açıp gözü yumarlardı.
“Alafranga mîzac olanların makbûlü boğçacı madamalar. Daha kapudan girince ağalarla merhabalaşır, hammalını harem bölüğünün dış taş merdiveni başında bırakır; “Vay madamcığım, sen misin?.. buyur bakalım!” larla karşılanır. Sigara, kahve, şerbet sunulur. “Yeni yeni nelerin var?..” diye sorarlar.
“Madamın hatırı büyük.. herkes bir şey alır, boş döndürmezler. Fazla pazarlığa da girişmezler, zîrâ madama kaç yıllık tanıdıkları, kendilerini hiç aldatır mı? Halbuki öyle kazıkcı idiler ki beş kuruşluk malı iki mislinden aşağı satmazlardı.
“Cıgarayı da tellendirdi mi dedi kodu onda: Filanca konağın beyi gizlice bir odalık alıp kâhyanın evine yerleşdirmiş, yakında evlenecek; oğlu küçük beyin de Kondordiyada bir aktrisi sevdiği herkesin ağzında imiş, ya dâmad bey, onun da bir rum metresi varmış, Tarlabaşında mı, Tatavlada mı ne? Falancaların hanımefendinin çingeneliğini sormayın, on para üstüne titrer, ya kızı, Allahın budalasın, hem de hastalıklı, sıska gelinleri de tilki, çok bilmiş, öyle olmasa sarhoş kocanın kahrını çeker mi? Bilmem kimin küçük oğlu ile korte yapıyormuş, haksız mı?.. daha neler, neler...” (S. M. Alus).
Sermed Muhtar Alusun boğçacı madamalara yüklediği muhabbet meyâneciliğini boğçacı kadınların içinden yapanların da çok, ve bu meyânecilerin de bilhassa kıbtii müslimelerden olduğu muhakkakdır.
Avusturyalı, çek yahudisi Boğçacı madamaların tanzimatdan sonra türediğini tahmin ediyoruz. 1918 mütârekesinden sonra da ortadan tamamen çekilmişlerdir.
Daha önce bu işi İstanbulun mûsevî ve rum kadınları tarafından yapıldığı söylenebilir ise de tarih kaynaklarımızda en küçük bir kayıd yokdur. Boğçacı müslüman kadınlar için de ayni şeyi söyliyebiliriz.
Boğçacı kadınlar, hayli azalmış olmakla berâber hâlâ görülürler; hele bâzı sabahlar, sekizi onu bir arada, içlerinde tâzeleri, karşı gözü yerinde, eli ayağı düzgün, cilveli, işveleri de olmak üzere bir kaafile hâlinde Haydarpaşadan gelen vapurdan çıkıp köprü üzerinde bir sahne teşkil ederler ki seyre, bir müddet seyr ede ede tâkibe değer. Kıyâfet hiç değişmemişdir: Başlarda beyaz namaz bezleri, sırtlarda siyah yeldirmeler, koyu kırmızı, koyu mâvi, dallı çiçekli basma entârileri yaşlıları, hattâ bâzen tâzeleri de rengârenk şalvarlı; yalnız ayaklarından yün çoraplar atılmışdır, kimi yalın ayak, kimi naylon çorablı, çorablılar da bir âlâmeti farika hâlinde mutlaka mâvi şosetli, topukları bilâ istisnâ yamulmuş iskarpinler. Ellerde kına, ağızlarda ciklet, hepsi yırtık, en körpesi dilberi pervâsız, omurlarında yatak çarşafına sarılmış mal denkleri, ve bağıra bağıra konuşurlar, önde kösemenleri ile bir kadın sürüsüdür ki, yâ hey.
Genç yaşda ölümü İstanbul basını için büyük kayıb olmuş Cemâleddin Bildik, ömrü boyunca çalışdığı Akşam Gazetesine yazdığı şehir hayatı röportajlarından birini bu boğçacı kadınlara tahsis etmişdir; aşağıdaki satırları da oradan alıyoruz:
“Eskiden bohçacı kadınlar, kapı kapı dolaşarak entârilik kumaşlar, hamam keseleri, sabun bezleri, yün çorap, namaz baş örtüleri, oyalı yemeniler, ibrişim veya ipekle örülmüş para keseleri, yatak ve yorgan yüzleri ile çarşafları, yün kuşaklar, tel işlemeli terlikler, çevreler, çarşaflık, maşlahlık kumaşlar satarlar ve bu işleri arasında bir de mühim vazife ile kendilerini mükellef tutarlardı: Her gittikleri evde evlenecek çağda kız olup olmadığını anlamağa ve şâyet varsa lâfı uzatarak kızın da bohça başına gelmesini temine çalışırlardı. Zaten o zamanın bohçacı kadını bir nevi teehhül vasıtası addedildiğinden evlerin kızları da onlara gözükmekten kendilerini menedemezlerdi. Hattâ, eski zamanın bohçacı kadınlarının evler arasında aşk mektupları getirip götürdükleri, evin büyükleri görmeden mektubu genç kızın eline tutuşturdukları da vâki idi.
“Bohçacı kadınlar şimdide var; sırtlarında büyük bohçalar olduğu halde yine sabahtan akşama kadar semt semt, sokak sokak, kapı kapı dolaşarak mal satmaktadırlar. Fakat şimdikilerin hem mesailerinde, hem de sattıkları mal çeşidinde eskiye nazaran hayli değişiklik göze çarpmaktadır.
“Evvelki gün bizim kapıyı çalan yaşlıca bir bohçacı kadını içeriye alarak çeşitlerine baktım: Sadece dallı, çiçekli emprimeler, basmalar, yünlü kumaşlarla yatak yorgan çarşafları vardı. Bana dert yanarak:
— Bugün, dedi, 70 yaşındayım. Otuz, otuzbeş senedenberi bohçacılık yaparım. Fakat nerede o eski günlerin alışverişi...
“— Hem de öyle bir durgunluk ki sabahtan akşama kadar sokakları, kat kat apartıman merdivenlerini arşınladığım halde günlük nafakamı bile çıkaramıyorum.
— Peki bu durgunluğun sebebi ne?
— Ne olacak? Hemen bir kadının, hattâ genç kızın çarşıyı boylamasından, fellek fellek gezmesinden, dükkân dükkân dolaşmasından... Eskiden kadınlar, şimdiki gibi bir entarilik için dükkân dükkân dolaşır, tezgâhlarla çene mi yarıştırırdı! Hele genç bir kız, sokağa çıkıp çarşıda pazarda gezmesi şöyle dursun, evinin penceresine bile zor sokulurdu.
— Bugünkü kazancınızın, eskisinden az olmasına bir sebep daha var galiba? dedim.
Hayretle baktı:
— Neymiş o bakayım?
— Siz bilmiyor musunuz?
“Gözlerini kısa kısa, ağzından bir bakla almağa çalıştığımı anlamış olmanın mânalı bakışlariyle:
— Bilmiyorum, dedi. Söylesene bakayım?
— Tabiî eskiden genç kızların evlenmelerine de yardım ederdiniz. Şimdi ise...
“Gülerek sözümü kesti:
— Bana bunu söyletmek istediğini anlamıştım zaten... Fenâmı ederdik. Kızların evlerde kalıp kartlaşmalarını önler, tam çağlarında ev bark sahibi olmalarını temin etmiş olurduk.
— Kaç sene evveline kadar bu yolda mesai sarfettiniz?
— Cumhuriyetin ilânından sonra bu işler durdu. O zamana kadar ufak tefek işler olurdu. Hele annemin zamanında, Allah sizi inandırsın, evimizi, bu yüzden yağı ile balı ile gül gibi geçindirir, para da arttırabilirdik.
— Kaç kişiyi evlendirdiniz?
— Ben ancak iki kızın evlenmesine vasıta oldum. Fakat annem, çoook!...
— Annenizin mektup getirip götürdüğünü de bilir misiniz?
— Bilirim tabiî... Annemin vefatından az sonra kocam öldü. Bir daha evlenmedim ve annemin işini devam ettirdim. İşte o zamandanberi de bohçacıyım...
— Basınızdan hiç mi enteresan bir hâdise geçmedi.
— Ne demek o?”
— Yani heyecanlı, güzel bir aşk macerasına vasıta olmadınız mı?
— İşte ilk başladığımın ikinci senesinde çok güzel bir iş yaptım. Amma ne heyecanlı, ne heyecanlı idi.
“Bohçacı ihtiyarı, boş çevirmek doğru olmıyacaktı. 3 metrelik bir basma parçasını 9 liraya aldım. Eminim ki bu basmayı piyasadan alsam ikişer liradan 6 lira edecekti” (Cemaleddin Bildik)
Midhat Cemal Kuntay “Üç İstanbul adındaki büyük romanına, ki bu eser son devirlerde intişar etmiş son derecede dikkate değer, pek kıymetli bir cemiyet etüdüdür, bir boğçacı kadın tipi alır. Bu boğçacı Hayriye bir sevici akdındır. Her eve girip çıkan boğçacı kadınlar içinde bu cinsî sapık tipleri, S. M. Alus her neden ise belirtmemişdir. Kuntayın romanında, tapu müdürü Semih Efendinin kızı Melâhat, arzûsuna rağmen Dâhiliyede şifre mümeyyizi Said Beyle evlendirilir; Said bir iç güveyidir; aşağıdaki satırları romandan alıyoruz:
“Melâhat, kocası Saidin muntazam hendese hatları ile çerçeve gibi kucaklayan kollarından sabah dar kaçdı, ve Senihânın (bu da bir sevici kadındır) çırpınmasını bilen kollarına atıldı.
“Melâhatın yatak odasına, Said felâket gibi girmiş idi; kadın aşkları düşünülen bu yatak odasını bir erkek mahvediyordu.
“Seniha, Melâhat, bir de sık gelen Boğçacı Hayriye birbirlerinde yüzüyor, uçuyorlardı. Fakat bu saadet bir ay sürdü”.
Boğçalı Kadın tipi
(Resim : S. Muhtar Alus)
Boşçacı Kadın
(Karikatürist Sâhih’in Tarihden Çizgiler albomun’dan)
Theme
Folklore
Contributor
S. Muhtar Alus
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM060023
Theme
Folklore
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Contributor
S. Muhtar Alus
Description
Volume 6, pages 2938-2942
Note
Image: volume 6, pages 2939, 2940
Theme
Folklore
Contributor
S. Muhtar Alus
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.