Maddeler
İstanbul Ansiklopedisi'nin A harfinden Z harfine tüm maddelerini bir arada inceleyin.
Ciltler
1944 ile 1973 yılları arasında A harfinden G harfine kadar yayımlanmış olan ciltlere göz atın.
Arşiv
Reşad Ekrem Koçu'nun, G ve Z harfleri arasındaki maddelerle ilgili çalışmalarını keşfedin.
Keşfet
Temalar veya belge türlerine göre arama yapın; ilk kez erişime açılan arşiv belgeleri arasında gezinin.
BOĞAZ KESEN KALESİ, RUMELİ HİSARI
Rumeli Hisarı, esas itibâriyle, burçlarla tahkim edilmiş ve en büyük genişlikleri, yuvarlak hesap, şimâlden cenuba doğru, 250 metre ve doğudan batıya doğru 125 metreyi bulan bir ihâta duvarından terekküp eder. Bu sâha, denize doğru dik bir meyille inen tepelerin üzerine yayılır. Bugün deniz kıyısında bulunan rıhtım ve kaldırım yeni yapılardır: İlk zamanlarda, Rumeli Hisarı’nın, doğu tarafındaki duvarları kısmen Boğaz’ın suları ile yıkanırdı.
Melling’in gravürlerinde, taştan örülmüş bir rıhtım duvarı görülüyor. Bu duvarlar örülmeden evvel, hisarın duvarlarının dibinde bir keçi yolunun geçtiği bir kumsalın mevcûdiyetine hükmolunabilir.
Kuleler değişik şekil ve büyüklüktedir. Bunlardan üçü “A, B, C,” cüsseleriyle diğer bütün kısımlara hâkim olup surun kalan diğer parçalarından tamâmiyle ayrı üç ana burç teşkil eder. “A” burcu şimâlde, “C” burcu cenupta, B burcu doğuda, sâhilde yükselir. “A” ve “C” kuleleri, plân üzerindeki çizgisi mustakim hattan az inhiraf eden bir beden duvariyle birleşirler. Bu duvar, “A” ve “C” kulelerinin işgâl ettiği iki tepeciğin meyli âzam hattını, Boğaz’a doğru inen dar vâdiyi bütün genişliği ile kapatacak surette tâkip eder. “C” kulesinden “VI” numaralı kuleye doğru giden beden duvarı da, batıdan doğuya doğru müteveccih meyli âzam hattını tâkip eder sure...
⇓ Devamını okuyunuz...
Rumeli Hisarı, esas itibâriyle, burçlarla tahkim edilmiş ve en büyük genişlikleri, yuvarlak hesap, şimâlden cenuba doğru, 250 metre ve doğudan batıya doğru 125 metreyi bulan bir ihâta duvarından terekküp eder. Bu sâha, denize doğru dik bir meyille inen tepelerin üzerine yayılır. Bugün deniz kıyısında bulunan rıhtım ve kaldırım yeni yapılardır: İlk zamanlarda, Rumeli Hisarı’nın, doğu tarafındaki duvarları kısmen Boğaz’ın suları ile yıkanırdı.
Melling’in gravürlerinde, taştan örülmüş bir rıhtım duvarı görülüyor. Bu duvarlar örülmeden evvel, hisarın duvarlarının dibinde bir keçi yolunun geçtiği bir kumsalın mevcûdiyetine hükmolunabilir.
Kuleler değişik şekil ve büyüklüktedir. Bunlardan üçü “A, B, C,” cüsseleriyle diğer bütün kısımlara hâkim olup surun kalan diğer parçalarından tamâmiyle ayrı üç ana burç teşkil eder. “A” burcu şimâlde, “C” burcu cenupta, B burcu doğuda, sâhilde yükselir. “A” ve “C” kuleleri, plân üzerindeki çizgisi mustakim hattan az inhiraf eden bir beden duvariyle birleşirler. Bu duvar, “A” ve “C” kulelerinin işgâl ettiği iki tepeciğin meyli âzam hattını, Boğaz’a doğru inen dar vâdiyi bütün genişliği ile kapatacak surette tâkip eder. “C” kulesinden “VI” numaralı kuleye doğru giden beden duvarı da, batıdan doğuya doğru müteveccih meyli âzam hattını tâkip eder surette çizilmiştir. “VI” sayılı kulenin şimâlinde sur duvarı istikâmet değiştirir ve beden duvarının bir parçası, cenup - şimâle müteveccih olarak, “B” kulesine kadar uzanır. “B” ve “A” kuleleri arasında, ârızaları dolayısiyle, şekil daha karışıktır ve bir takım girintili ve çıkıntılı köşeler meydana getirir.
Bu kulenin önündeki, ancak bir kısmı kalmış olan barubakandan (hisarpeçeden) başka ne hendek ne de alçak duvar parçaları mevcuttur. Bu barubakan, doğudan Hisar’a girilen “b” kapısını koruyordu. “A” burcunun doğusunda başka bir kapı, “a”, şimâle açılır. “C” kulesinin yakınında iki gizli kapı vardır ki, birincisi bu burcun doğusunda, ikincisi de şimâlindedir. Birçok düz merdivenler “e, e..” hisarın zeminini kalenin devriye yoluna bağlar.
Sur dâhilindeki sâha ahşap evleri ihtiva eder, ve bunların arasında eski inşaatın yegâne izi olan bir tuğla minârenin bakiyesi yükselir. Bu minârenin yanında dâire şeklinde bir sarnıcın duvarları görülmektedir. Surun batısında, vâdinin dibinde bâzan akan bir su ile beslenen “f/1, f/2, f/3” çeşmeleri vardır.
Rumeli Hisarı’nın, heyeti umûmiyesinin tertip ve taksimi bundan ibârettir. Onun gayri muntazam plânının çizilişinin ilham ettiği indî tefrisata bilâhare avdet edeceğim. Hakîkatte, ilk bakışta görüldüğü üzere, kale bedenlerinin ve ana kulelerin çizilişi toprağın ârızasına uyularak vücuda gelmiştir.
Sur içindeki ahşap evlerin - bugün kaldırılmıştır - hepsi muahhar yapılardır. Fakat ilerde göreceğimiz gibi kalenin inşâsında yapılmış olan ilk ikametgâhların yerindedir. Surun duvar ve kuleleri ise, heyeti umûmiyesi itibâriyle oldukça iyi muhafaza edilmiştir, ve surun eski hâlini restitüe etmek kolaydır.
Rumeli Hisari 1918 de, Maximilien Zürcher isminde İsviçreli bir mîmâr tarafından hafif bir restorasyona tâbi tutulmuştur. Bu hakikî bir restorasyondan ziyâde kalenin bâzı kısımlarında fazla toprakların temizlenmesinden biâret kalmıştır. Üç büyük burcun ahşap külâhlarının yeniden inşası düşünüldüğü sırada harbin sonu, işleri durdurmuştur. Bu çatıların yokluğuna kimse teessüf etmese gerektir, zira böyle yeniden yapılan işlerde, eski tertibat pek doğru olarak inşa edilse bile, nâdiren mesut bir netice husûle getirir. Kale içindeki ahşap binaların da, arkeolojik hakîkate uymak bahânesi ile yıktırılması birçok kerreler düşünüldü. Târihî geleneği yaşatan bu ahşap yapıların yıkılması bir hatâ olurdu. Yalnız yeni bina yapılmasını durdurmakla iktifa olunmalı idi.
I) : BEDEN DUVARLARI :
Rumeli Hisarı’nın beden duvarları, her iki cidârı şâkûlî olan ve değişik kalınlıkta bulunan som kâgir yapıdır.
Bir hücum ânında en ziyâde tehlikeye mâruz olan duvarlar, “A” ve “B” burçları arasındaki batı duvarları idi. Bütün bu cephe üzerinde, beden duvarının aşağı yukarı sâbit olan kalınlığı 5 metreyi bulur. Cenup cephesinde arâzi çok münhat olduğundan yaklaşmayı pek güçleştiriyordu: Burada beden duvarının kalınlığı 3 metreye indirilmişti. Kayaların sarplığının, müdafaa kuvvetini arttırdığı bütün yerlerde duvarlar bu 3 metre kalınlığı muhafaza ederler. Doğu cephesinde, yâni Boğaz’ın sâhiline doğru, bir barubakanın koruduğu yerde bile kalınlık 4 ilâ 5 metre genişliktedir.
Beden duvarlarının tepesinde bir devriye yolu vardır. Hareketini tâkip ettiği toprağa 5 ilâ 15 metreden hâkim vaziyettedir. Bâzı çok dik meyilli yerlerde, bu taş kademeler hâlindedir. Bu suretle, cenup duvarının bütün uzunluğunca bedenin üzerinde devamlı bir merdiven vardır.
Dışarı tarafında, devriye yolu 80 santimetre kalınlığında ve 2 metre yüksekliğinde dendanlı bir korkulukla himâye edilmiştir. Ortalama olarak mazgalların açıklığı 80 santimetredir ve 1,50 den 2 metreye kadar eninde, iki akıntılı ve yassı tuğla ile örtülmüş duvarlarla ayrılmıştır. Hâli hazırdaki örtü yenidir, fakat duvarların inşa tarzına nazaran, eskisinin tertibinin de ayni olması muhtemeldir.
Tahkim edilmiş ihâta duvarı boyunca birçok merdivenler yerleştirilmiştir. Genişlikleri az olan (80 santimden 1 metreye kadar) ve beden duvarının içinde bulunan bu merdivenler devriye yolu ile kalenin zemîni arasında doğrudan doğruya ve çabuk bir muvasala temin ediyordu. Bunların sayısı 18 dir.
Kalenin plânında “e, e,” ile gösterilen bu merdivenlerin bu kadar çok olması, devriye yolunun kulelerle sık sık kesilmesi ve mücavir iki sektör arasında muvasalanın ana kuleler taarfından menedilmiş bulunması dolayısiyle ağır ve güç idi; Filhakikâ ikinci kulelerden birine girmek ve orada bulunan kapı, merdiven, müteharrik köprüler gibi mâniaları aşmak icâb ederdi. Beden duvarına yapıştırılmış olan merdivenleri çoğaltmakla, muhariplere, kalenin hücuma uğramış olan kısmına süratle yetişmek imkânı verilmiş oluyordu.
Doğudaki barubakandan bugün ancak şimâl kısmı kalmıştır. Cenupta bu kısım bir polis mevkii yapmak için yıkılmıştır. Restitüe ettiğim plân kat’î olarak aslı gibi değilse bile ilk şeklinden çok uzak değildir
Barubakanın cenuba doğru biraz daha imtidad etmiş olması mümkündür, lâkin cenubî şarkîdeki çok köşeli kuleyi ihâta etmiş olacağını sanmıyorum. İhâta duvarının cephesi, bu kesimde tamamiyle serbest olduğundan, alçak bir duvara hiç bir başlangıç veya dayanak izi arzetmiyor. Evliyâ Çelebi’nin (I, s. 454) de bir pasajının farzettirebileceği gibi birinciden başka bir barubakanın mevcûdiyeti ihtimâl dâhilinde görünmüyor.
Ortalama 2,50 m kalınlığındaki beden duvarı şimâlde, II sayılı burca dayanıyor ve gayri muntazam çok zâviyeli bir şekil tersim ediyor. Onun, mazgallı bir korkulukla himâye edilmiş bulunan devriye yolu, barubakanın iç zemînine 2,50 metre ile 5 metre yüksekten hâkim bulunuyor. Dipte ve beden duvarının yarı irtifâında yarım daireli kemerler şeklinde ve değişik genişlikte top mazgalları sıralanmıştır. Yalnız bir kapı, “b”, “ihâta duvarının cümle kapısına “b” uygun olarak basık kemerlidir. Yalnız bir tek yan takviye kulesi olan “XVI” sayılı burç iki katlı ve çok köşelidir.
Tursun Beyin hisarbeçe dediği işte bu barubakandır. Ayni kelime hisarpeçe şeklinde Evliyâ Çelebi tarafından kullanılıyor ve şüphesiz ayni kuleye veriliyor. Tursun Bey, hisarpeçenin duvarında on kapı açıldığını ve birinin karşısına taş güller atan büyük toplar yerleştirildiğini tasrih ediyor. Sonra, Boğaz’ın öbür tarafındakine (Anadolu Hisarı) berikine müşabih bir hisarpeçe ilâve edildiğini ve Türk topçusunun geçide hâkim olduğunu, söylüyor. Hisarpeçe kelimesinin Fransızca askeri bir teknik terim olan barbacane ile tercüme edilmesinin yerinde olduğuna hiç şüphe kalmıyor. (Barbacane kelimesi fransızcaya şarktan, Türkçeden geçme bir kelimedir. Aslı bârûbakan olup hisar mânâsına gelen bârû ile, koruyan mânâsına olan bakan’dan mürekkeptir. Türklerin bunu bırakıp farsca hisarpeçe’yi kullanmaları Osmanlı devrinde başlamış olsa gerektir. Mütercimin notu).
Yirmi kapıya gelince, bunların top mazgalları olduğu şüphesizdir. Eesâsen bunlardan şekli tâdil edilmiş bir kaçı hâlâ mevcuttur, ve hisarpeçenin tamam şekli gözönünde bulundurulursa yirmi adedi mübalâgalı değildir.
II) : KAPULAR:
Kale bedenlerinde açılmış bulunan beş adet “a, b, b1, c, d” kapısından ilk dördü Evliyâ Çelebi tarafından zikrediliyor ve herbirinin malûm olan isimlerini veriyor. Birinci kapı, a, Dağ Kapısı; ikinci, b, Dizdar Kapısı; üçüncü, b1, Hisarpeçe Kapısı; dördüncü, c, Sel Kapısı adını taşıyorlardı. Evliyâ Çelebi, d, kapısından bahsetmiyor.
Bu kapıların her birinin mahiyetleri berveçhi âtidir:
Dağ Kapısı — Basık kemerli olan bu kapının üstünde surun devriye yolu seviyesine açılan dörtgen şeklinde bir maşikuli ile mücehhez bir mazgal vardır. Kale duvarının şâkûlî sathından biraz çıkıntılı olan bu mazgal yarım daireye pek yakın münkesir bir tuğla kemerin üzerindedir. Kapının üstünde, duvarın içine yerleştirilmiş dikdörtgen biçiminde bir taş vardır ki, bir kitâbe için konmuş olan bu plâkaya hiçbir yazı hâkkedilmemiştir. Mevkiin iç tarafına doğru, üzeri tonozlu bir nöbetçi yeri ilâve edilmiştir ki, bugün bu yeni bir duvarla çevrilmiş bir yere müntehî olur. Bu geçidin vaktiyle buna benzer bir duvarla muhat olduğu mümkündür.
Kapının doğusunda “a’” noktasında, devriye yolunun genişliğinde 2,5 metre ebadında kare bir nöbetçi kulübesi yükselir. Bu bir veyâ müteaddit nöbetçi alabilir ve kapının üzerinde bulunan devriye yolunu sâhanın geri kalan kısmından tecrit ederdi.
b) Dizdar Kapısı — Dizdarın ikametgâhının hemen bu kapının yakınında bulunmuş olması muhtemeldir: Evliyâ Çelebi’nin bu ismi vermesi bundan dolayı olabilir. Basık kemerli açıklıktan evvel, baş kemeri tuğla ile örülmüş yarım daire eklinde bir tonoz vardır. Buna, yassılığına konmuş üç sıra tuğladan teşekkül eden bir kemer silmesi refakat eder. Tolozun içine, suyun devriye yolu seviyesine açılan bir ufkî mazgal yerleştirilmiştir. Demir levhalarla kaplanmış olan kapı kanadları bir yatak içine yerleştirilmiş olan ufkî bir direkle kapatılabilirdi; bunun için direğin ucunu kemerin öbür ayağındaki oyuğa sokmak kâfî gelirdi.
b1) Hisarpeçe veya Barubakan Kapısı — Bu, barubakanın beden duvarında açılmış basık kemerli sâde bir kapıdır. Kapının eşiği rıhtım seviyesinden iki metre yüksektir. Geniş kademelerden terekküp eden hâli hazırdaki merdiven yenidir ve hiç şüphesiz, rıhtımın inşasından evvel, Boğaz’ın sâhiline doğru inen bir rampanın yerine kâim olmuştur.
Esâsen bu açıklık eşiği “b1” inkinden 3 metre yukarda bulunan, “b” kumandan kapısının ileri kapısından başka bir şey değildir. İki seviye arasındaki muvâsala, hisarpeçenin iç tarafına konmuş olan merdivenlerle temin edilir. Büyük bir kısmı muahhar olan bu merdivenlerin, tam şekilleri bilinmiyen eski basamakların yerine inşa edildiğine şüphe yoktur.
c) Sel Kapısı — Bunun tertibâtı “b” kapısınınkinin aynıdır, fakat 40 sm. genişliğindeki ufkî mazgal açıklığın iki tarafındaki duvar kenarının arasındaki bütün uzunluğu işgaal ediyor. Kapının kanadlarının gerisinde, “b” kapısındaki ayni kapatma sistemi vardır. Evliyâ Çelebi, Sel Kapısı’nın dâimâ kapalı bulunduğunu söylüyor.
Bu kapıya demir pencereli diyor, penceresi demir parmaklıklı mânâsına gelmesi muhtemeldir. Kapının yalnız bir tek açıklığı bulunduğundan, ve bu yerde duvarda hiç bir pencere bulunmadığından, bunu demirli açıklık diye tercüme etmek lâzımdır. İhtimal ki, açıklığın bütün genişliğini kaplıyan ufkî mazgaldan buraya bir dişli demir sürgü iniyordu. Bu dişli demir sürgü dâimâ indirilmiş vaziyette olduğu için Evliyâ Çelebi’nin işâret ettiği gibi kapı kapalı kalmaya mahkûm idi.
Duvarın güç geçilebilen bir noktasına açılan d kapısı husûsî bir müdafaaya mâlik bulunmıyan basit bir gizli kapı idi. Esâsen a, b, c kapılarında, o zaman mûtad olan ihtiyat tedbirlerinden hiç birisine tesadüf edilmiyor. Herhalde, her bir kapının müdâfaası en müessir surette, A, B, C burçları tarafından temin ediliyordu; bunların müteaddit katları bu medhâllere yaklaşmayı nezaret altında tutuyor ve savunuyordu.
III) : BURÇLAR:
Ileride tafsilen bahsedeceğimiz üç “A, B, C” burçlarını şimdilik bir tarafa bırakalım. Daha az ehemmiyeti haiz bulunan diğer kuleler, beden duvarının muhtelif şekil ve ebaddaki normal yan atış yerleri idi.
Onüç kuleden yalnız birisinin plân (XI) dikdörtgen, altısının (III, V, VII, VIII, XII, XIII) çokgen, altısının daire (I, II, IV, V, IX, X )şeklinde idi. Hisarpeçenin tek kulesi yalnız (XIV) çokgen şeklinde idi. Kulenin plânlarının tersiminin, her halde, pek ciddî bir tedkik ve muhakemeye tâbi tutulduğu görülmüyor: Çokgen şeklindeki her hangi bir kule, hisarın savunma kudretini değiştirmeden ayni büyüklükteki müdevver bir kule ile tebdil edilebilirdi.
Plânları ne olursa olsun, bütün kulelerin devriye yoluna hakimiyeti -2 ilâ 3 metre azdır. Yedi sekiz metreyi bulan bâzı mühim seviye farkları, arâzinin meyli icâbı olarak, bir kulenin dibinde beden duvarının inmesinden husûle gelir. Her hâlde, kabul edilmiş olan esas, mahdut hakimiyetli kuleler prensibi olmuştur.
Bir taraftan da, “AB” mesafesi üzerindeki kulelerin diğer ihâta duvarlarınınkinden daha sık olduğuna işâret olunabilir. Kütle hâlinde bir hücûma maruz kalabilecek yegâne kısımda, kısa cepheler kaidesi tatbik olunmuştur. Böylece hisarın tekarrüp noktaları çapraz atışlarla müessir bir surette himâye edilmiş bulunuyor ve düşman hiç ölü zâviyeden istifade edemiyordu.
Eskarpanın üzerinde az çıkıntılı olan “III” kulesinden mâdâ, bütün flankmanlar devriye yolunu katediyor ve birbirinden kolayca tecrid edilebilir sektörleri ayırıyordu. Bâzı kulelerin, bütün irtifâlarında, içleri boştu (I, II, IV, XII, XIII. inci kuleler), veya yalnız alt kısımları, devriye yolunun altında açıktı (VII, VII inci kuleler). Diğerleri (V, IX, X, XI inci kuleler) bir veya bir kaç dairevî ve müstatil şeklinde katlara mâlikti. Katların arasındaki döşeme ve kirişleri bugün yok olmuştur, fakat duvarlarda bunların yerleri görülmektedir.
Sektörlerin birindeki devriye yolu üzerine düşmanın girdiğini farzedelim. O, orada dar bir satıh üzerinde, civar kulelerdeki mahsur kuvvetlerin atışına maruz kalırdı. Diğer taraftan, eğer yanındaki sektöre geçmek istese, kapılariyle, iç merdivenleriyle ve diğer mânialariyle başlı başına bir müdafaa sistemine mâlik olan bir kuleden geçmek zorunda kalırdı.
İleride göreceğimiz üzere “A, B, C” ana burçları mahrûtî külâhlarla örtülü idi. Bunun böyle olmasi hiç bir münakaşaya yol açabilecek mahiyette değildir. Fakat ikinci derecedeki kulelerden yalnız cenûbî-şarkîdeki çokgen şeklinde bulunan VI. kulenin kurşun kaplı bir ahşap çatı ile örtülü olduğu tahmin olunuyor.
Diğerleri bugünkü gibi dendanlı bir korkulukla bitiyordu. Daha doğrusu bu, muhtelif vesika ve metinlerin karşılaştırılmasiyle elde edilen sonuçtur.
IV) : ÜÇ BÜYÜK BURC
Her ne kadar “A, B, C” kulelerinin her biri ayrı birer plâna göre tersim edilmiş ise de, her üçü de aynı maksadlar için inşa edilmiş bulunduğu cihetle, teferruata varıncaya kadar birbirlerine çok benziyen yerleri vardır:
1) Eb’adları, müsâvi değilse de, ikinci derecedeki kulelere kıyas edildiği zaman, ayni derece büyüklüğe mâlik olduğu görünür. Aşağıdaki tabloda bunların dıştan kuturları-
na, orta boşluk kuturlarına, kule duvarının kalınlığına, en yukarda tanburun kutruna, bu tanburun duvar kalınlığına ve nihâyet kulenin mecmû yüksekliğine âit olan rakımları gösteriyorum:
“A” Kulesi
Kulenin dışdan kutru : 23,80 m.
Orta boşluğun kuturu : 9,80 m.
Kule duvarının kalınlığı : 7,00 m.
Nihâî tanburun dışdan kutru : 14,50 m.
Tanbur duvarının kalınlığı : 2,50 m.
Kulenin mecmû irtifâı : 28,00 m.
“B” Kulesi
Kulenin dışdan kutru : 23,30 m.
Orta boşluğun kutru : 10,00 m.
Kule duvarının kalınlığı : 6-6,50 m.
Nihâî tanburun dışdan kutru : 15,50 m.
Tanbur duvarının kalınlığı : 2,80 m.
Kulenin mecmû irtifâı : 22,00 m.
“C” Kulesi
Kulenin dışdan kutru : 26,70 m.
Orta boşluğun kutru : 14,70 m.
Kule duvarının kalınlığı : 5-7 m.
Nihâî tanburun dışdan kutru : 20,40 m.
Tanbur duvarının kalınlığı : 1,00 m.
Kulenin mecmû irtifâı : 21,00 m.
Bu kuleler, orta çağda, Şarkta inşa edilmiş olan burçların en kudretlisidir. Bunların rakımları, Fransa’daki Coucy burcundakilere yaklaşır. Violet-le-Duc, Coucy burcu hakkında şöyle der: “Fransa, Almanya ve İtalya’da bilinen en büyük burçlar bu devin yanında birer çubuk gibi kalır”.(Dictionnaire raisonné de I’architecture française).
Rumeli Hisarı’nın inşâsından bir kaç sene sonra, Fâtih Sultan Mehmed, Yedikule Hisarı’nın yapısında, kendi de, daha küçük nisbetler kullanacaktır.
2) Her kulenin ortasında, bütün irtifâınca, müteaddid katlara bölünmüş üstüvânî bir boşluk yükselir. Yalnız “A” kulesinde kirişler ve kısmen döşemeler hâlâ yerindedir. Halbuki “B” ve “C” kulelerinde hiç bir ahşap kısım kalmamıştır, fakat ufkî bölmeler, kirişlerin duvar içindeki oyuklarından müşâhede edilmektedir.
3) Üç burç, hisarın mütebâki kısmından tamamiyle müstakildir ve bunların her biri, “B” kulesinin, zemin seviyesinde açılmış veya “A, C” kulelerinde zemine bir merdivenle bağlanmış daha yüksek bir seviyede birer tek kapısı vardır. Bir burç ile mücavir devriye yolu arasında doğrudan doğruya hiç bir irtibat yoktur.
4) Her katta duvarın içine, üzeri basık beşik tonozlu derin höcreler yapılmıştır. Bu boşlukların esas maksadı, duvar kısmını hissedilir bir surette azaltmak idi. Muhtelif biçim ve eb’atta üzeri tonozli tâli odalar yukarı katlarda, hisarın iç tarafına doğru tevzî edilmiştir. Bunda makinalarla atılan mermilere veya sâir lâğım taarruzlarına mâruz bulunan kulenin mukavemetini zayıflatmamak ihtiyatı görünüyor.
5) Her burç halka şeklinde bir devriye yoluna mâlik olup kulenin ortasında içeri çekik bulunan üstüvânî tanburun etrafını çevreler. Bu tanbur da, tepesinde, dar bir devriye yoluna mâliktir ve mazgallı bir korkulukla çevrilmiştir.
6) Her üç kule ayni şekilde örtülü idi. Kulenin esas bedeni üzerindeki devriye yolunun üstünde, direklerinin bir ucu korkuluğun üzerine dayanan, diğer ucu da tanburun duvarının içine giren, tek akıntılı bir çatı mevcuttu. Tanbur ise mahrûtî bir külâhla örtülü idi. Bu ahşap aksamdan hiçbir eser kalmamıştır, fakat duvarın üzerinde bunların uçlarının girmiş olduğu delikler mevcuttur. Diğer taraftan metinler Rumeli Hisarı’nın bir çok kulelerinin, bilhassa “A, B, C” nin kurşunla örtülü olduğunu tasrih ediyorlar. Nihayet XVIII ve XIX asır gravürleri bu çatıların tertibâtı hakkında birbirine uyan mâlûmat vermektedir.
Bizim restütisyonu yapmak için ana kulelerde, en sâdık ve vâzıh görünen Melling’in resimlerini tâkip ettik.
Bir yandan “A” ve “B” burçlarının, diğer yandan da öbür ikisinden daha sivri olan “C” çatısının meyil farklarını itibara aldık. Melling tarafından iki muhtelif gravürde gösterilmiş olan bu meyil farkı bir resim hatâsı olarak telâkki edilemez. Bu, diğer iki burca nazaran daha kalın olan kulenin kutru ile ve taştan merkezî bir istinad noktasının mevcudiyetiyle isbat edilebilir. Herhalde çatının akıntısında, merkezî mahrûtun merteklerine saplanmış temdid mertekleriyle elde edilen bâriz bir inkisar arzetmektedir. Anadolu Hisarı’ndaki gibi Rumeli Hisarı’nın çatıları da 1830 yılına doğru ortadan kalktılar.
7) Her kulede, küçük teferruat tekerrür eder. Bugün kapatılmış olan dar mazgallar merkezî odaları hafif bir surette tenvir ediyordu. Küçük pencerelerle mücehhez olan etraftaki küçük odalar daha az karanlıktır. Duvarın kalınlığı içine yerleştirilmiş pek az ocak bacalarına rastlanır. Bunlardan başka, dörtgen kesitli hava bacaları her kattaki höcrelerden başlıyarak tepedeki devriye yolunun zemînine kadar gider. Bu bacalar belki muhtelif katlardaki müdafiler arasında irtibâtı temîne ve emirleri isâle yarıyordu. Bu nevi bacaların mükemmel muhabere vasıtası olduğu müşahede edilebilir.
Bu müteaddit benzerliklerin yanı sıra, bâzı farklar da göze çarpıyor:
1) “A” ve “C” kuleleri üstüvânî olduğu halde “B” kulesi oniki kenarlı bir prizmadır. Bununla beraber her üç kulede son tanburlar üstüvânîdir.
2) “A” ve “B” kulelerinde hâricî cidar ve orta odaların cidarının müveccihleri müttahidülmerkez şekiller, yâni iki daire olup birincisinde oniki kenarlı bir çokgen ve ikincisinde bir daire vardır. Bundan duvar kalınlığının sâbit olduğu neticesi çıkar. Bilâkis, “C” kulesinde, müveccih dairelerin merkezleri birbirinden 1 metre mesafededir, o suretle ki, duvar kalınlığı 3,50 m. den 7 metreye kadar değişir. Bu simetrisizliğin esbâbı anlaşılır. En kalın duvar, şimâl-batı kısmına tesadüf eder ki orada hissolunur derecede ufkî olan arâzi, düşmanın hücûmuna müsait idi, halbuki cenubdoğu sektöründe toprağın fazla meyilli olması müessir harekâtı imkânsız kılardı.
3) “A” ve “B” burçlarında merkezî salonların kiriş tertibâtı uzun direklerin kullanılmasını icap ettiriyordu. Kirişlerin mevcut bulunduğu A burcunda esas kiriş, alt katta başlıklı bir taş sütuna istinad ettirilmiştir ve üst katta ahşap direkler, bağlar ve makaslarla temin edilmiştir. Tek kirişler, çift kirişler, mürekkep kirişler v.s. gibi kombinezonlar büyük ve kalın eb’attaki kirişlerin adedini asgariye indiriyordu. B kulesinde hiç kiriş tertibâtı kalmamıştır, fakat pek vâzih olan izlerinden yedi kiriş restitüe ediliyor. “C” kulesinde, dâhilî boşluk diğer iki burca nazaran daha büyüktür, burada üstüvânî örme bir pilye dipten son kata kadar, merkezî boşluğun mihverini takîben yükselir. Kaidesinde 3,80 m. ve tepesinde 3,25 m. kutrunda olan bu pilyenin üzerinde, birbiri üzerine konmuş olan beş katın kirişlerinin delikleri maktada görülür. Merkezden çıkan bu kirişler bu pilyeye ve hâricî duvara sokulmuştu.
4) “A” burcunda, son kat tuğladan kürevî bir kubbe ile örtülüdür; bu 1918 de restore edilmişti. “B” ve “C” kulelerinde bir kubbe başlangıcını gösteren hiçbir şeye tesadüf edilmiyor, binaenaleyh son kat ahşap çatı ve kurşunla örtülü idi. Bu fark Evliyâ Çelebi tarafından da teyid edilmektedir. Tasvirinin bir yerinde A burcuna kule ismini değil kubbe-i azîm ismini veriyor, halbuki B ve C burçları için kule tâbirini kullanıyor.
5) Merdiven sistemi bir kuleden diğerine değişiyor. “A” kulesinde helezonî bir merdiven giriş seviyesini 7. kata kadar bağlar, oradan üç parça düz bir merdiven dairevî devriye yoluna kadar çıkar. Buradan tanburun mazgallarına, duvar kalınlığı içine yerleştirilmiş bir düz merdivenle çıkılır. “B” kulesinde, aşağı kattan, birbiri üzerinde bulunan beş kata, methalin mütenaviben sağ ve soluna mevzu düz veya müdevver merdivenlerden çıkılır.
Altıncı ve yedinci katlara, duvar kalınlığı içine yerleştirilmiş helezonî birer merdivenle çıkılır. En üstteki kısımlara, tanburun duvarına, dış cidarına dayanmış bir merdivenle varılırdı. “C” kulesinde medhalden itibaren, helezonî bir merdiven dördüncü kata isâl eder, oradan da dört düz merdivenle, müdevver devriye yoluna erişilir. Beşinci katla tanburdaki mazgallar devriye yoluna kâgir ve ağaç merdivenlerle çıkılmış, bugün bunlardan hiçbiri kalmamıştır.
Üç burcun umûmî vasıfları müşâbehet ve mübayenetleri bunlardan ibârettir. Bu mukayeseli izâh, bizi, her biri için ayrı bir tavsif yapmaktan vâreste kılacaktır: Plânlar, kesitler ve resimlere refakat eden izâhat, her kulenin heyeti umûmîyesini ve husûsîyetlerini açık bir surette gösterecektir.
“A” burcunun oldukça iyi bir halde muhafaza edilmiş olduğuna ve bütün kiriş tertibâtını ve son katı örten tuğla kubbeyi elân muhafaza ettiğine işâret olunacaktır. Yalnız kurşun kaplı ahşap çatı külâhı 1830 yılına doğru yıkılmıştır. Ayni şeyler “B” ve “C” burçlarında da yok olduğu gibi, bunların döşemeleri de tamamen mahvolmuş bulunduğundan bu iki kule üzeri açık birer büyük kuyu manzarası arzetmektedir.
V): YAPI
Hisarın duvar yapısının heyeti umûmîyesinin tetkîkî, çabuk bir inşâ ve icrâya delâlet etmektedir. Duvarların görünen yüzlerinde, basit bir surette düzeltilmiş moloz taşları, ufkî tabakalar hâlinde örülmüştür. Taşların gayri muntazam tarafları bol bir horasan kireç harciyle yedirilmiş, şurada burada, tuğla ve kiremit parçaları ile kamalanmıştır; çizdiğimiz kroki beden duvarının normal duvar inşâ tarzını gösterir. Örülmüş iki cidar arasındaki iç kısım, muhtelif eb’atta moloz taşlariyle horasan ve kireç harcından vücûde gelmiş bir blokajla doldurulmuştur. İkinci derecedeki kulelerde de bu tarz inşaattan ayrılmamışlardır; bâzı bağlantı yerlerinde tuğla hatılların kullanılması, ve tuğla kamaların az çok büyük miktarda kullanılması, kullanılan usûllerin tamamen aceleci mahiyetini aslâ değiştirmez. Yalnız A, B, C esas burçlariyle cenub-doğu daki çokgen şeklindeki en mühim tâli kulede, duvar inşa tarzına dair bâzı husûsiyetlere işâret olunabilir.
A Burcu — Duvar örgüsü, beden duvarlarındaki tarza yaklaşır, yâni moloz bâzan da tuğla hatıllar; ve bunlarda bir intizam yoktur. Kullanılan tuğlaların kalınlığı 4 cm. ve boyları 28 cm. dir. Dâhildeki kemer ve kubbelerde de ayni model tuğla kullanılmıştır. Muhtelif cephelerde, oldukça mühim tabaka farkları vardır. Şimâl, doğu ve batı cepheleri değişik irtifâda moloz tabakalariyle örülmüştür; tekrar kullanılan eski binâlara âit taşlar da pek çoktur.
B Burcu — Prizmanın muhtelif cepheleri arasında duvar örgüsünün mühim değişiklikleri görülür. Şimal, doğu ve batı yüzleri muhtelif yükseklikteki moloz taşı tabakalarından örülmüştür; tekrar kullanılan eski yapı taşları pek çoktur. Krokimiz kaidenin doğu cephesinin bir kısmının tafsilâtını gösteriyor. Üstünde taşın ve tuğla hatılın tenavübü oldukça muntazamdır. Bu tarza, cenup-doğu ve cenup-batı cephelerinde, hemen pek az yontulmuş moloz taşların, tuğla hatılsız ve gayri muntazam bir surette kullanıldığı daha kaba ve iptidâî bir örgüye rastlanır.
Birbirinden bu kadar farklı iki örgü tipinin, inşaatın ayrı iki devresine tekâbül ettiğine şüphe yoktur. Aslen Bizans işi olan bu burcun Türkler tarafından tâmir ve itmam edildiğine hükmedilebilir mi? Bu faraziye kabule şâyan değildir ve buna kanaat getirmek için, şimdiye kadar yapılmamış olan bir şeyi yapmak, yâni örgünün daha itinâli bulunduğu şimâl ve doğu cephelerindeki iki tezyinî panoyu biraz daha dikkatle incelemek kâfidir. Her pano murabba bir çerçeve içinde ve moloz zemin üzerinde tuğladan yapılmış meandır ve zikzaklı şekilleri ihtiva eder. Birinde merkezde, tuğlalardan arapça kûfî yazı ile “Allah” kelimesinin dört defa yazılı olduğu görülür. Diğerinde ise pek çok tuğlası eksik olduğu için doğru bir restitüsyon yapmak mümkün değil ise de, her halde bunu “Muhammed” sûretinde okumak muvafık olur.
Bunlar “B” burcunun Türk eseri olduğunun hiç su götürmiyen delilleridir. Bu kısmın en ihmâl edilmiş olan tarafları, her ihtimale göre, bir deprem neticesi vukûa gelen tahribâtı tâmir için yapmış olan kısmî bir yeni inşadan kalmadır.
C Burcu — Şevli subasman kısmı “A” kulesininki gibi örülmüştür, lâkin üstüvânî kısmın bütün irtifâınca moloz taş ve tuğla hatıl tabakaları bâriz bir surette görülmektedir. Panoların irtifâları değişiktir. Ortalama altı kat moloz taşı duvar vardır. Tuğla bağlantıları üçer kat tuğladan mürekkeptir ve her tuğla tabakasının arasında 4 ilâ 5 santimetre kalınlığında harç tabakası vardır.
Bu örgü tarzı yalnız duvarın dış cidarında kullanılmıştır; içeride, mûtad olan tip görülür: Kabaca yontulmuş moloz taşı ve taş kamalar.
VI. Kule — Bunda tuğla hatıllarla moloz taşının oldukça muntazam bir surette tenavüp ettiği müşâhede olunur. (Yukarıda olduğu gibi 4 cm. X28 cm. eb’adındaki tuğla ile 4 santimetre kalınlığındaki harç tabakası.)
Böylece, beden duvarlarında olduğu gibi kulelerde de, tuğlanın taşa değişik nispetler dâhilinde karıştığı, fakat bütün hallerde, kullanılan taşların küçük hacımda ublunduğu, bol harçlı kalın bağlamalar kullanıldığı müşâhede olunur. Mamafih, Critoboulos’un rivayetine bakılırsa, kurşunlu demir kenetlerle bağlanmış büyük eb’atta taşlar kullanılmış imiş. Eğer tafsilât tamamiyle uydurma değilse, malûm olan bu gibi usûllerin, temellerin bâzı kısımları ile bilhassa fevkalâde mukavim bir yapıya lüzûm gösteren deniz tarafındaki bâzı subasman duvarlarında kullanıldığı kabul olunabilir. Critoboulos, olsa olsa husûsî ve istisnâî bir hâli, duvarların hepsine teşmil etmiş olabilir.
Tuğlaların hepsinin 28 santimetre X 4 veya 5 santimetre eb’adında bulunduğu görülüyor. Başka yapıların yıkıntılarından alınarak kullanılmış olan taşlar, bâzan söylendiği kadar, çok değildir, bunlar silmeli ve kabartmalı mermer parçalarından ibârettir.
İstisnâî bir surette mühimce bir tek Bizans parçası yapıya ithâl edilmiştir: Sütun parçaları ile, “A” kulesinin merkezindeki döşeme kirişlerini tutan sütun kaide ve başlıklarından ve “B” kulesinde giriş silmeli çervesinden başka bir şey zikredilemez. 1918 restorasyonunun Hisarpeçe içinde topladığı sütun ve başlıklara gelince, bunların nereden geldiği ve nerede kullanılmış olduğu bilinmiyor.
Kemerler değişik şekillerde çizilmiştir: Yarım daire, basık, kırık veya gemi teknesi biçimindedirler. Yarım daireli kemerle kırık kemerin hemen yanyana kullanılması, Selçuk ve Şark an’anesinin Bizans usûl ve formülleriyle zenginleştirildiği, Osmanlı mimârîsinde kemer şekillerinin arkeolojik bir kriter teşkil edemiyeceğini bir kere daha isbat etmiştir.
Tezyinatlı hiç bir kemer yoktur: Yalnız “C” kulesindeki kapının basık kemeri beyaz mermer ve gri kalker taşlarla tenavüp etmektedir.
Doğrama ve ahşap işinden, yalnız “A” kulesinin döşemesi mevcuttur, fakat “B”, ve “C” kulelerindeki duvarlarda bulunan kiriş oyuklarından bunların da birincisine müşabih olduğuna hükmedilebilir. Evvelce bu üç kulenin de ahşap kirişlerle örtülü olduğunu, yukarıda söylemiştik. Rumeli Hisarı’nda tatbik edilmiş olan inşa tarzı mütecânis bir bütün teşkil eder ve esas kulelerin duvar yapısında rastlanan hafif farklar ancak talî teferruata âit bulunmaktadır. Bu ufak tefek değişiklikler, hiç bir zaman bâzı yapı kısımlarının Bizans aslından olduğuna hükmetmeye aslâ cevaz vermez: Bunların îzâhını, şantiyenin teşkili ile iş bölümü bahislerinde göstereceğiz.
VI: KİTÂBE:
Hisarda, arapça olmak üzere, yalnız bir kitâbe vardır: O da, mermer üzerine hakkedilmiş ve “C” kulesinin kapısı üzerinde duvarın dışına yerleştirilmiştir. Eb’adı, uzunluk 0,70; yükseklik, 0,25 olup iki satır hâlinde nesih yazı ile kabartma olarak hakkedilmiştir:
Birinci satır — Emere bi binâi hâzihil kal’ati v-el kuletil menîat-ir refîatı es-Sultanül a’zam v-el Hâkaanül muazzam Mehemmed bin Murad Han.
İkinci satır — Hulidet memleketühû li abdihil mükerrem v-el vezîrihil muazzam Zağnos Paşa bin Abdullah ve feraga minhâ. Litemâmi şehri (rebîülâhir) min şuhûri sene ti sittîn ve hamsîne ve semâni mietin.
Tercemesi şudur: “Bu, sarp ve yüksek kalenin inşasını Sultan el- muazzam ve hakan ela’zam Muhammed bin Murad Han emretti: Onun memleketi ve kulu ve mükerrem veziri Zağanos Paşa bin Abdullah hakkındaki (lûtfu) ilânihaye payidâr olsun. 856 senesi (Rebiülâhir) ayında tamam oldu.”.
Bunun metni, ilk defa Halil Ethem (Eldem) tarafından, “İstanbul’da En Eski Osmanlı Kitâbesi” ünvanı ile izâh ve neşredilmiştir. (Tarihi Osmanî Encümeni Mecmuası, II, 1327, s.)
Zağanos Paşa, Fâtih devrinde mühim bir rol oynamıştır. Bir kızını almış olduğu Sultan Murad tarafından sürgün edilmiş bulunan bu Paşa, tahta geçer geçmez II. Mehmed tarafından çağırılarak vezir tâyin edilmişti. Kalenin inşası sırasında pâdişâhın gözünde idi (B.: Zaganos Paşa) İleride, hisarın târihini incelerken, bu kitâbenin nasıl izâh edilmesi lâzım geldiğini göreceğiz.
VII): HİSARIN TARİHİ:
Boğaz’ın Asya sâhilini eline geçiren II. Mehmed, İstanbul’u muhâsara etmeden, Karadeniz Boğazı’nın kontrolunu elinde bulundurmak ve şehrin buradan bir yardım alabilmesine mâni olmak mecburiyetinde olduğunu gözönünde bulunduruyor. Binaenaleyh, Anadolu Hisarının karşısında, yâni Boğaz’ın en dar yerinde, Rumeli cihetinde kuvvetli bir hisar inşası ile bu geçidi, iki kalenin karşılıklı ateşi arasına almaya karar veriyor. Rumeli Hisarı’nın temelinin atılması, Bizans imparatorluğu’nun çöküp mahvolmasını intac edecek olan son dramın bir mukaddimesi gibi görünüyor. Kostantiniye şehrinin muhâsarasını tasvir eden muâsır târihçiler, az çok tafsilâtlı bir surette şehrin kapısı önünde bir Türk hisarının inşâsını, anlatmaktadırlar. Bu kaynaklardan alınan ve hisarın arkeolojik incelemesi ile kararlaştırılan bilgiler, II. Mehmed’in projesinin icrâsını adım adım tâkip etmeye ve bu şâyân-ı hayret teşebbüsün bâzı husûsiyetlerini kaybetmeye müsaade ediyor.
Sultan Mehmed, 1451 yılı kışının başında, vâlilere işçi usta ve kireç yakıcı amele toplamalarını, mahiyet ve mahallini gösterdiği inşaatın gelecek baharda başlamasının temînini emrediyor (Ducas, s. 237 ve devâmı). Emirler harfi harfine icrâ ediliyor ve 1452 martı sonunda, bizzat pâdişâh inşaat mahallindedir. Gayet acele yürütülen işler dört ayda ikmâl olunuyor, ve Ağustos ayının sonunda, hisar, garnizonu ve topçusu ile mücehhez olarak, kendisine tevdî olunan vazifeyi ifâya müheyyâ bir hâlde bulunuyor.
Yeni kalenin mevkii evvelden intihâp edilmişti; Ducas: “O, Anadolu Hisar’nın karşısında, vaktiyle Fonca tesmiye olunan bu burnun üzerinde Sosthenion nam mevkide yükselecektir.” diyor.
Boğaz’ın burasına eski zamanlarda olduğu gibi Bizans çağında da, hiçbir müdâfaa tertibatı olmadığını evvelce gösterdim. Bundan dolayı, Nicéphore Grégoras’ın otoritesine dayanarak. Lethé Kulesi’nin burada bulunduğunu söylemeğe imkân yoktur. (Sostenion denilen yer, şimdiki İstinye’ye tekâbül eder. Ducas, s. 241.) Bu burnun üzerine vaktiyle mevcut olan yegâne âbide Hermaion idi ki, evvelden tamamiyle yıkılmamış olduğunu kabul etsek bile XV. asırda ondan pek az bir şey kalmış olması îcâp eder. Muhtelif metinlerin bahsettiği Saint-Michel Kilisesi’nin daha cenupta, bugünkü Arnavutköyü mevkiinde olması gerekiyor.
Bu mevki tâyini gerçi şâyânı münakaşa ise de bir takım müellifler tarafından kabul edilmiştir. Şüphesiz olan bir şey varsa, Rumeli Hisarı’nın aslâ “bu mukaddes mabedin yerine” inşa edilmemiş olmasıdır: Schlumberger bunu hiç bir delile dayanmadan, ileri sürüyor. (G. Schlumberger, le siège et la prise de Constantinople, s. 24).
Binaenaleyh, bu tamamiyle çıplak bulunan arâzi üzerindedir ki, II. Mehmed hisarını hiçbir eski yapıdan istifâde etmeksizin, temelden inşâ etti. Kalenin yapısının tahlîli, başka alâmetler olmasa bile, tekniğin tecanüsünü göstermek suretiyle, bizi, bütün târihî mütalâalara uyan bu neticeye isâl eder. Esâsen, Ducas’ınki gibi, sarih ve doğru tafsilâtı mebzûlen ihtivâ eden bir vakayinâmenin, Fatih’in bir Bizans yapısından istifâde etmiş olması meselesini sükûtla geçiştirebileceği nasıl kabul olunabilir?
İnşaatın târihi ve devam müddeti hakkında, müelliflerin ekserisi az çok birbirine uygun malûmat vermektedirler: Şantiye martın başında kuruldu ve inşaat yaz ayları zarfında, ihtimâl, 1452 temmuzunda, yâni dört ayda ikmâl edildi.
Ameliyata iştirâk etmiş olan ırgad, amele ve ustaların mikdarı bâriz mübalâğalara sebebiyet vermiştir.
Sadeddin, yardımcı ve muhafız askerlerle beşbin ameleden bahsediyor. Beşbin rakamı şüphesiz işçi ve ırgatların mecmûunu ihtivâ ediyor. Evliyâ Çelebi müphemiyetle konuşuyor: “Sultan, Edirne’den binlerce işçi ve usta getirtti...” diyor. (Seyahatnâme, s. 453) İşlerin idâresine müteallik olan sözler sırf hayâl eseri gibi görünüyor.
Hammer, Ducas’ın metnini fena tefsir ederek altıbin amelenin mevcudiyetine kadar veriyor (Hist. de L’empire Ottoman, II, s. 376) Schlumberger, bu sayıyı onbeş bine kadar çıkarıyor ve kendisinin mübalâğalı bulduğu bu rakamı nereden çıkardığını söylemiyor.
Asıl yapı işlerine gelince, ileride şantiye teşkilâtını incelerken göreceğimiz gibi, Ducas’ın verdiği 1000 işçi ve 200 ırgad, yüksek olmakla beraber, âzâmî olarak kabul edilebilir. Buna kireç yapan ve malzeme taşıyanları da ilâve etmek gerekir. İnşaat başlamadan, şantiyeye muhtelif malzemenin depo edilmesine mübâşeret edildi: Anadolu ocaklarından çıkarılan taşlar, Nikomedya ve Pontus ormanlarından tedarik olunan ahşap malzeme. Şimdiki Çubuklu civarına tesadüf eden yerde tesis edilen oniki kireç ocağından mebzûlen kiraç istihsâl edildi. Bu şartlar içinde, ve icraâtın sürati bakımından üç, dört bin işçinin, doğrudan doğruya veyâ bilvasıta Rumeli Hisarı’nın inşaatına iştirâk ettiği kabul olunabilir.
Ta bidâyetten itibaren, pâdişâh pek faali bir surette işe iştirâk ediyor. O, yalnız hisarın yerini intihab etmekle kalmıyor, inşaat sâhasında kazıklar rekzi ile plânın tatbikine bizzat riyaset ediyor. Daha ileri giderek, hisarın, kendi eliyle, tasavvur ettiği bir krokisini çiziyor.
Bir harp adamı olan II. Mehmed, kuleler, kapılar, hisarpeçeler gibi muhtelif kısımları ehemmiyet ve yerlerini tâyin hususunda arâziden müdekkikâne bir surette faydalanarak hisarın umûmî eşkâlini tesbit için gereken malûmata sahip bulunmaktadır. Critoboulos’un Fâtih Sultan Mehmed hakkında kullandığı sitayişkârâne sözler, sırf dalkavukluk eseri olmayıp, islâm dünyasunda birçok misâllerine rastlayabileceğimiz bunun tam ayni veya benzeri hakikî vakaların sâdıkâne bir surette naklinden ibârettir.
Teşebbüsün heyeti umûmîyesi üzerinde yüksek nezareti muhafaza etmekle beraber pâdişâh mesuliyetin bir kısmını Devletin üç büyük adamına tevdî ediyor.
Gerçi, Critoboulos, işlerin bu sûretle taksiminden açık bir sûrette bahsetmiyor ise de, müellifin bir pasajından bunu zımnen anlamak mümkündür. Buradaki sözlerden Sultan’ın yalnız sâhildeki sur duvarlarının inşasına nezareti deruhde ettiği anlaşılmakta isede, daha sarih ve daha tam olan Ducas’ın metni, üç ana kule müstesna olmak üzere, bütün duvarları ona atfediyor. Bu metin, her bakımdan, daha mâkul görünüyor.
Ducas tarafından sayılan kuleler, hiç şüphesiz; A, B, C burçlarıdır. Sadırâzam Halil Paşa, sâhildeki çokgen şeklindeki “B” burcunun inşâsına memur edilmiş ve müdevver “C” burcu da Zağanos Paşa’nın ihtimâmiyle inşa edilmiştir. Filhakika bu son burcun kapısının üzerinde mevcut olan Arapça kitâbede, işin Zağanos tarafından yapıldığına ve onun bu işe mâli yardımı bulunduğuna dâir hiç bir telmih bile yok ise de Sultan’ın isminin yanında Zaganos’un isminin bulunması başka ne suretle tefsir edilebilir?
Şu hâlde, Saruca Paşa’ya “A” kulesi kalıyor. (Eski Türk müverrihleri bu zatta bahsetmiyorlar. Onun ismi ancak, garplılar gibi, Ducas’ın eserinden faydalanmış olanlarda geçiyor; ve Rumeli Hisarı’nın inşasında onun rolünü, bu müellife atfen, bahsediyorlar). Ne Halil Paşa’nın eseri olan “B” burcunda ne de Saruca’nın eseri bulunan “A” burcunda hiç bir kitâbe mevcut değildir. “A” kulesinin kapısının üstünde bir kitâbe yazılmak üzere bir mermer levha konmuş ise de buna hiç bir yazı hakkedilmemiştir. Yalnız Zaganos’un isminin zikredilmesi ve onun pâdişâhın teveccühüne mazhar bulunması şâyânı hayret değildir. Ducas tarafından ileri sürülen üç zatın bu işe iştirâki de doğrudur. Bu, her halde, İslâm âleminin ve bilhassa Türklerin eski geleneklerine uygundur.
Arkeoloji bakımdan bu, husûsî bir alâka arzeder. Üç burcun tertip farkları ile inşaattaki teknik usûllerin, yek diğerine nazaran hafif bir surette değişik olmalarını, bu izâh ediyor. Bunların her biri için, hepsinin bâzı husûsî gelenekleri olan menşelerine göre bir araya toplanmış amelelerle, bir nevi müstakil birer şantiye kurulmuş olduğu anlaşılıyor. Her ne olursa olsun, hisarın bütününün Türk işi olduğu şüpheden vârestedir ve A, B kulelerine rum menşei isnad eden faraziye katî surette bertaraf edilmelidir.
Şu halde 1452 yılı ilkbaharında her şey hazırlanmış ve herkesin vazifesi sarih bir surette tesbit edilmiş bulunuyor. O zaman, mûtad olan merâsimle işe mübâşeret olunuyor. Otağı hümâyun, hisarın ortasındaki mahalle kuruluyor ve pâdişâhın kendisi de orada hazır bulunuyor. Müneccimler, eşref saati tâyin için gereken hesapları yapıyorlar. Verilen bir işâret üzerine her tarafta birden işe başlanıyor. Bunu bilâfâsıla ve fevkalâde bir faaliyetle devam olunacaktır. (Tursun Bey, Târihi Ebul-Feth).
Gayet mazbut ve müsbet olan hâdiselere, menkıbe, bâzı ilâveler ekliyerek süslemiştir. Fâtih’in, bir sapanla hisarın çevresini bizzat çizmediği pek muhakkaktır. (Pusculus).
Kendi elleriyle bir kaç taş getirdi ise de, bu, gayret göstermek husûsunda arzukeş olan maiyeti tarafından taklit edilen senbolik bir hareketten başka bir şey değildir. Fakat gayet müsbet olan şey pâdişâhın, onun projesinin icrasına doğrudan doğruya iştirak ettiği ve en ufak teferruatı bile bizzat kontrol ettiğidir. Tursun Beğ “Bütün zevklerini ve avlarını inşaata riyaset etmek için feda etti.” diyor. Efendilerinin gözü önünde Halil, Saruca ve Zaganos, kendi şantiyelerine nezaret ve faaliyette birbirleriyle rekabet ediyorlar. Gemiler, fâsılasız bir surette Anadolu’dan taş, tuğla, kireç, kereste vesair malzeme taşıyorlar.
İşçi ve ırgatlar ,İmparatorluğun her tarafından, doğudan, batıdan Anadolu’dan ve Rumeli’den gelmiştir. Irk bakımından bu işçi ordusu çok değişik elemanları ihtivâ ediyor. Kalifeye katılan işçiler meyânında Türklerin daha çok olduğu tahmin olunabilir.
Ducas’a nazaran asıl işçilerin sayısı bini buluyordu, ve her bir işçiye iki ırgat hizmet ediyordu. Her ne kadar bu bin adedi çok yüksek görülürse de ekserisi duvarcı olan bu adamlar, kalenin bütün aksamına, iç ve dışardaki işlere dağılmış idi. İç ve dış satıhların inkişâfı hattîsi takriben iki bin metreyi bulmaktadır. Binaenaleyh bin işçinin şantiyede aynı zamanda birbirinden iki metre aralıkla çalışması mümkün idi. Bu şematik bir anlayıştır ki, şantiyenin hakikî teşkilâtı bundan az çok inhiraf etmiştir. Bin işçinin aynı zamanda istihdam edilmiş olmasını da hakikate muhalif telâkki etmek doğru olmaz. Doğrudan doğruya inşaatta kullanılan ırgatlara gelince, bunlar hizmet ettikleri ustaları yanında dâimî olarak durmuyorlardı: Taş, harç, ,iskeleler, döşemeler v.s. için lâzım olan keresteyi taşıyorlardı, bâzı taşların kaldırılmasına ve yerine konmasına yardım ediyorlardı. Herkesin kargaşalığa sebebiyet vermeden çalışabilmesi için bütün bu kimselerin faaliyet icra ettikleri sâhanın sathının hisarın ihâta duvarlarının hudutlarını çok aşması icâp ediyordu. Zaten disiplin son derece sıkı idi ve adâlet muntazaman icrâ olunuyordu. İşçi grupları kadılariyle birlikte gelmişlerdi, ve pâdişâh idâm hükmünü verebiliyordu. Buna karşılık en iyi ve süratle çalışanlara yüksek mükâfatlar vâdolunuyordu.
Daha basit bir iş olan beden duvarlarının inşası, alelâde duvarcı ustalarına arşınla veriliyor idi ise de, husûsi işler, meselâ kuleler, kapılar ve bilhassa ana burçların plânları daha karışık olduğundan ustabaşıların mevcudiyet ve idâresini zarûri kılıyordu. Bunlar da, garbın orta çağdaki magister operis’leri gibi, işçi loncalarına tabî işçilerdi. Bunlar hakkında, metinlerde hiç bir malûmat yok ise de, ayni şantiyelerde çalışan işçiler arasında tabiî olarak bir nevi derece silsilesi vücuda geliyordu. Herhalde, işlerin, bugün bizim anladığımız mânâda
mîmârlara ve mühendislere tevdî edilmiş olması kabul olunamaz. Bizzat pâdişâh, bir dereceye kadar, mîmâr vazifesini üzerine alıyordu, zîrâ kalenin umûmî tertip ve tanzîmini o tesbit etmişti, lâkin hiç şüphe yok ki bâzı teferruatın icrâsı için, işi teknikerlere bırakmaya mecburdu. Halil, Zaganos ve Saruca Paşalar da, tavzif edilmiş oldukları ve masraflarını ödedikleri işlerin sevk ve idâresini selâhiyetli ustabaşılara bırakmak mecburiyetinde idiler. İşte Rumeli Hisarı’nın muazzam şantiyesinin umûmi teşkilâtı böyle olsa gerekti.
İnşaatın bâzı kısımlarında, şüphesiz, bir garp tesiri müşahede olunuyor. Bilhassa A, B, C burçlarında, çatı tertibâtının, Bizans’ınki de dâhil olmak üzere Şarkla hiç bir ilişiği yoktur; bunlar bilâ istisna terasla örtülüdür. A. burcu, heyeti umûmiyesiyle, Garpten gelme bir tip üzerine tasavvur edilmiştir, zîrâ Tursun Beğ buna Frengi Kule ismini veriyor. En akla yakın faraziye olarak, Türk ustalarınin Cenevizlilerin Galata surlarından ilhâm almış olmaları tahmin olunabilir. Rumeli Hisarı için seçilen ve tatbik edilen model, belki şimdi, Galata Kulesi denilen ve o zamandanberi birçok tebeddülât ve tahavvülâta maruz kalmış olan ve fetihden evvel üzerinde mahrûtî bir külâhı bulunmuş olan muhtemel bulunan Cenevizlilerin İsa Kulesi’nden başka bir şey olmasa gerektir.
Sonuna kadar usûl ve intizamla devam ettirilen işler, civardaki hıristiyan ahâli tarafından hiç bir zaman ciddî bir surette sekteye uğratılmamıştır. Bu teşebbüs gerçi muahedelerin şekil ve rûhuna mugayir idi ise de imparator buna kuvvetle karşı koyabilmek için gereken vesaite mâlik değildi ve onun korkak protestoları önünde eğilmeye mecbur kaldığı kesin ve sert cevaplardan başka bir netice tevlid etmedi.
Evliyâ Çelebi tarafından zikredilen menkıbeyi hatırlatalım (I, s. 453-454): Fâtih, Kostantin’den bir öküz derisi büyüklüğünde bir paviyon inşası için müsaade talep ediyor ve alıyor, fakat bu deri ince şerit hâlinde kesilip ve birbirine eklendiği zaman bütün hisarın çevresinin uzunluğuna müsâvi geliyor.
Şurada burada Türklerle rum köylüler arasında hâdiseler çıktı, fakat silâhsız ve yardımsız köylüler son derece disiplinli bir askerî kuvvete karşı ne yapabilirlerdi? Türklerin yağma ve fena muamelede bulunmuş oldukları rivayeti bâzı müverrihler tarafından mübalâğa edilmiş gibi görünüyor.
Rumeli Hisarı’nın bugün elimizde tam rölöveleri bulunduğu cihetle, Bizanslı kronikörlerin onun tertibâtını nasıl târif ettiklerini ve ekserisi mübalâğalı olmak üzere duvar kalınlıklarına ve kullelerin irtifâına atfettikleri ölçüleri araştırmak faydasızdır. O zamana âit Türk ve Bizans târihlerinin hiç birinde Fâtih’in, kalenin plânını kûfi harflerle isminin yazılışı şeklinde yaptırdığına dair hiç bir telmihe rastlanmıyor.. Bu masalı ilk uyduran Evliyâ Çeleci oldufu görülüyor: “O, Rumeli Hisarı’nı Muhammed isminin kûfi harflerle yazılış şekli üzerine inşa etti. Bakınız nasıl: Dağın tepesinde bulunan yedi katlı büyük kubbe mim harfini teşkil ediyor. Dizdar Kapısı’nın hisarpeçesi hanın yerini işgâl ediyor. Aşağıda, sâhil-i bahirdeki çokgen şeklindeki büyük kule ikinci mim i teşkil ediyor. Durmuş Dede Tekkesi’nin yanındaki Çârköşe barubakan da dal harfini gösteriyor” Evliyâ Çelebi tarafından tamamiyle uydurulmuş bir fantaziden ibâretdir. Evliya’nın diğer keşifleri de vardır: Mehmed kelimesinin ebced- hesabiyle mukabili 92 eder ki bu aded hisarın dirseklerinin ve burçlarının sayısına müsavidir. Han kelimesinin ebced ile tutarı 651 dir ki, hisarı çevreliyen duvarlardaki mazgalların sayısına müsâvidir.
Plânın tersimi toprağın ârızalarının ve hisarın tecavüzî ve tedafü’î muzaaf rolünün icâbatındandır. Lâkin hakikat efsâneden daha az caziptir. Geçmişte olduğu gibi gelecekte de seyyahlar ve rehberler, hakikatten ziyade pitoresk ekzotizm’e meraklı olan büyük halk kütleleri için, Rumeli Hisara’nın mimârî muammasını hatırlatmaya devam edeceklerine şüphe yoktur.
İnşaat biter bitmez, Rumeli Hisarı, Firûz Ağa’nın kumandası altında dört yüz kişilik bir garnizonla takviye edildi.
Askerler, hisarın içinde inşa edilmiş olan ahşap evlere yerleştirildi.
Ortada, bu gün üst kısmı yıkılmış olan minâresi ile bir kaç izi kalmış duvarı bulunan câmi yükseliyordu. Bundan başka hubûbat, erzak ve cephane depoları tesis edildi.
Hisar harp malzemesi bakımından mebzul bir surette teçhiz edildi. Critoboulos’a göre, “Oraya her nevi esliha, mermiler, oklar, mızraklar harp ve muhasara kalkanları yerleştirildi. Kulelerin, beden duvarlarının ve hisarpeçelerin mazgallarına, taş mermiler atmak için irili ufaklı havanlar kondu. Büyük toplar ise, sâhildeki kale duvarının dibine yerleştirildi.” Müellif, bu topların amuden tevcih edilmeyip ateşlerini makasvarî bir surette Boğaz’ın geçidini dövebilecek bir surette tertip edildiğini söylüyor: “Bunlar denizin sathı üzerinde yüzer gibi giden muazzam taş mermiler atıyordu”. Tursun Beğ de, daha cüretkâr bir ifâde kullanarak diyor: “Taş gülleler o kadar iri ve o kadar çoktu ki, denizin üzerinde onlara baktıkça taştan bir köprü vücûde geldiği sanılıyordu. Ve, Boğaz’ın öbür yakasında eski Anadolu Hisarı’na yeni bir kısım ilâve edilip toplarla teçhiz edilince, kuşlar bile Akdeniz’den Karadeniz’e geçemez oldular”.
Pâdişâh istihdaf ettiği gayeye erişmişti. Yeni hisar, hakikaten “Boğazkesen” lâkabına liyakat kesbetmişti. Ona Yenihisar ve Nikhisar isimleri de verildi.
10 Kasım 1452 den itibaren Rumeli Hisarı, Karadeniz’den gelen ve güçlükle Boğaz’dan geçmeye muvaffak olan iki Venedik kadırgasına karşı ateş açtı. Fakat aynı ayın 26 sında Antonio Rizo’nun gemisi batırıldı ve geminin patronu Türkler tarafından esir edilerek Edirne’ye, Pâdişâhın huzuruna sevk olundu ve kazığa geçirilmek suretiyle idâm edildi.
Aralık ayının 2 sinde, bir Trabzon kadırgası, ancak bir hile ile ondan evvelki geminin âkıbetine uğramaktan kurtulabildi. Bu hâdiseler Hisarın atış kudret ve tesirini gösterdi ve İstanbul muhasarası esnâsında, hiç bir Bizans gemisi oradan Karadeniz’e geçmeye cesaret edemiyecektir. Bu sûretle Fâtih’in tesisi, kendisinden beklenen rolü bilhakkın ifâ etmiş oluyordu.
Başşehrin düşmesinden sonra Boğaz’ın ortasındaki bu iki kale stratejik ehemmiyetini derhâl kaybetti. Esâsen ortaçağ istihkâm kaidelerine göre yapılmış olan bu tesisler, tertip ve teslihati ile, yeni müdafaa ihtiyaçlarını karşılıyamazlardı. Bundan dolayı XVII. asırdan itibaren, Osmanlı pâdişâhları, Karadeniz’den gelecek olan bir taarruza karşı koymak gayesi ile, Boğaz’ın şimâl ağzına, Anadolu ve Rumeli’de, modern müdafaa inşaatı yapmak ve bataryalar yerleştirmek sûretiyle tahkim etmeğe sarfı gayret ettiler.
Anadolu ve Rumeli hisarları, garnizonlarını muhafaza etmekle beraber, askerî büyük bir kıymeti haiz bulunmıyan eski kalelerdir.
Rumeli Hisarı’nın şimâldeki Kara Burç denilen kulesi bir devlet hapishanesi hâline getirilmiş ve iki asırdan fazla bir zaman bunu muhafaza etmiştir. Evliyâ: «Pâdişâh ne zaman birine gazap etse, diyor, onu mim kulesine hapsettirir.»
Bunu bir çok garplı seyyarlar da zikrediyorlar. Bunlardan biri olan Reinhold Lubenau. 1587 de burcum inceden inceye tasvirini yapıyor, ve esirlerin gördükleri muamele hakkında tafsilât veriyor.
Bâzan, tekrar edildiği gibi, Boğazkesen kalesinde ne Kara Burç ne de bir başkası, hiç bir zaman pâdişâhın hazinesini saklamağa yaramamıştır. Polonyalı yeniçeri diyor ki: kale pek kuvvetli ve pek emin bir hisar olduğu için Türk imparatorlarının hazinleri orda saklanmıştır.» Dercher de bu masalı tekrar ediyor. (Der Bosphor und Constantinopel, s. 68).
XVI. asırdan itibaren hisar hapishane vazifesini görüyor (P. Gyllius, De Bosphore Thracis s. 116).
Moloz taşından yapılmış kalın duvarlar, birbiri üzerine inşa edilmiş dokuz kat, helezonî merdiven, her katta muhafızların beklediği ocaklı, üzeri tonozlu sofalar, pencerelerle aydınlatılmış etraftaki odalar, ve bâzan buraya kapatılmak üzere gönderilen mühim şahsiyetler hakkında verilen malûmat son derece doğru ve realisttir.
Lubenau, bilâhare, yüksek şahsiyetlerin avluya inmeye mezun olduklarını, fakat zincirlerini terk edemediklerini, ve akşam hücerlerine avdet etmeye mecbur olduklarını söylüyor. İngiliz, Fransız sefirleri ile Venedik Baylosu mahbusların vaziyetlerinin ıslâhına uğraştıklarını ve İngiliz ajanı, Edward Barton’un onlar için hakikî bir baba olduğunu, ve bir Alman dostu olduğunu yazıyor. (B.: Barton, Edward).
Bu burcun muhtelif odalarının duvarlarındaki yazılar, birçok yabancıların buradaki mecburî ikametlerine şehadet ediyor.
XIX. asrın bidâyetinde, Rumeli Hisarı ile Anadolu Hisarı kurşun kaplı külâhlarını kaybediyorlar, dendanlar yavaş yavaş dökülüyor, suların sızıntıları duvarların üzerlerini tahrip ediyor ise de onların kalınlığı ve harcın sağlamlığı, bu zamana kadar büsbütün yıkılmasına mânî oluyor. Asırlar geçtikçe, Fâtih’in askerlerinin evlerinin yerine, başka ahşap evler yükseliyor ve bu suretle, bir kaleden ziyâde küçük bir kasabayı andıran Hisar’ın orijinal vasfı devam ediyor. Bugün, ahşap evlerle eski kale duvarları, yeşillik çerçevesi içinde, Boğaz’ın sâhilleri boyunca, bilâ fâsıla cereyan eden şeylerin en pitoresk tablosunu teşkil ediyor.
Bu kadar târihî ve yüksek kıymeti haiz olan bu Rumeli Hisarı’nın, bir gün yeniden umûmi bir restorasyona tâbi tutulması düşünülemez mi? Bu. 1918 dekinden daha etraflıca olmalı, fakat yeni bir şey yapmaktan son derece sakınmalıdır. Bize kadar gelebilmiş olan şeylerin mevcûdiyeti, bu suretle, daha uzun temin edilmiş olur. Bâzı kulelerle şimâldeki kuleyi örten çirkin badana, bu vesile ile kaldırılmış olur. Hisarın içine evlerin inşası bir nizâma bağlanarak eski evlerin de şekillerinin değiştirilmesine mâni olunur. Hulâsa. Boğaz’ın bu köşesinin mahiyet ve letafetinin muhafazasına gayret edilmiş olur. Bu, memleketlerinin sanat eserlerine bağlılıklarını göstermiş olan bâzı genç Türk mimârları için iyi bir gayret vesilesi olurdu. Onlar, Anadolu’daki Türk âbidelerinin gelecekteki restorasyonları için, Devlete büyük bir masrafa mal olmamak şartiyle, burada bir öğrenme şantiyesi bulacaklardır.
Prof. Albert Gabriel
(Fehmi Karatay)
Mütercimin notu: Muhterem Profesör A. Gabriel’in 1943 teki bu temennilerinin, Devletin yardımı ve değerli genç Türk mîmârlarından üç bayanın (Mimar Câhide Tamer, Mimar Muallâ Eyyuboğlu, Mimar Selmâ Emler). gayreti ile yerine getirilmiş olduğunu memnuniyetle görmekteyiz. Yalnız Profesörün eski ahşap evlerinin restore edilerek ibkası hakkındaki fikirlerinin nazarı dikkate alınmadığını esefle belirtmek isteriz.
İstanbul Ansiklopedisinin notu: Hisar içindeki ahşab evlerin kaldırılması hiç şüphesiz ki doğru olmamışdır; fakat evler şöyle dursun, bu kalenin bir iman senbolü olan Kale Camii ihyâ edilecek yerde, harabesinin son izleri de yok edilmişdir. Hiç olmaz sa bu camiin ilk fırsatda yeniden inşâsı gerekir.
Perâkende notlar — Aşağıdaki satırları Reşad Ekrem Koçu’nun “Fatih Sultan Mehmed” adındaki eserinden alıyoruz:
“Bu genç pâdişahın İstanbulu almakdan başka bir şey düşünmediği, hattâ ilk teşebbüsünün bu büyük iş olacağı daha tahta çıkmasından evvel söyleniyordu. Rum müverrihi Dukas anlatır: “Sultan Mehmed, gece yatağında, gündüz divânda İstanbuldan başka bir şey düşünmüyordu. Bu şehri nasıl zabtedeceği düşüncesi ile gözüne uyku girmezdi. Şehrin ve etrâfının haritalarını kendi eliyle çizmiş, gece gündüz onların üzerine eğilmiş, harb plânlarını hazırlardı”.
“Sultan Mehmedin İstanbul muhasarası hazırlığının başında, şehir sarıldığı zaman, evvelâ erzak ve insan, yardım gelebilecek yolları kapamak geliyordu. Karadeniz Boğazında, Boğazın en dar noktasında, ceddi Yıldırım Sultan Bayazıdın yapdırdığı Anadolu Güzelce Hisarının karşısında bugünkü Rumeli Hisarını yapdırdı, bu büyük kalenin inanılmayacak kadar kısa zamanda tamamlanması ile Boğaz kapandı, bundan ötürüdür ki kaleye Sultan Mehmed tarafından “Boğazkesen” adı verildi.
“O zaman yaşamış olan bir türk müverrihi, Tursun Bey Tarihi Ebülfeth adındaki meşhur eserinde bu kaleyi tumtaraklı bir uslûb ile tasvir ederken burçları Zümrüd Ankara kuşunun yuvasına benzetir:
Cebe ve şis ve harbeden bezenüb
Bir aceb şekil buldu burci hisâr
Sanki simürg beççe bir nice bin
Gösterir âşiyâneden minkaar
“Deniz üstünden sekdirme atılan taş gülleler içinde şöyle diyor:
Deniz üstünde top taşından
Köprü yapıldı sanur anı gören..
“Kale kumandanlığına Firuz Ağa tâyin edilmiş ve emrine 400 nefer tüvânâ seçme asker verilmişdir; sâhil boyuna bağdaş kurmuş ifritlere benzetilen toplar yerleşdirilmişdi.
“İstanbulun fethinden önce, Boğazı kapatmış olan hisarın tarihinde üç vaka geçer:
“10 kasım 1452 tarihinde kaptan Girolamo Morosini kumandasında iki büyük venedik kadırgası, ki Kırımda Kefe’den geliyorlardı, hisar önünden pupa yelken ve çala kürek geçerken nöbetçi:
— Yelkenleri topla!. emrini verdi.
“Venedikliler dinlemedi. Nöbetci: — Yelkenleri indir kaptan!. diye bağırırken sâhilden, sur bedenlerinden ve burclardan toplar ve karabinalar ateşlendi ve gemiler bir ok yağmuruna tutuldu. Bir kaç dakika içinde ağır zâyiat veren venedikliler yelkenleri indirdiler. Fakat bu sırada Boğazın şiddetli akıntısı iki kadırgayı kale hizasından uzaklaşdırmış idi, Morosini kürekcilerine; - Küreğe asıl!. emrini verdi ve kaçmağa muvaffak oldu.
“Bu vakadan on altı gün sonra, kaptan Antonino Rizo kumandasındaki diğer bir venedik kadırgası dur emrini dinlemediği için atılan tek gülle ile parçalanub battı. Denize dökülen gemicilerden ve kürekcilerden boğulmayub da karaya çıkabilenler, ki kaptan Rizo da bunların arasında idi, derhal îdam olundular.
“Bir kaç gün sonra Jacob Coco kumandasındaki bir Trabzon kadırgası emri dinledi, mürûriye resmini verdi, hamûlesi arasındaki zahîre musâdere olundu, ve gemi serbest bırakıldı” (R. E. Koçu, Fatih Sultan Mehmed, A. Halid Kitabevi, 1953).
Boğazkesen Kalesi Zındanı — Profesör Albert Gabriel’in makaalesinin tarihçe kısmında da söylenildiği gibi, Boğazkesen kalesi, İstanbulun fethinden sonra, yeniçeri ocağının kaldırılmasına kadar, (1453-1826), hemen dört asra yakın, îdam mahkûmları ile prangabendlere bir askerî zından olarak kullanılmışdır.
Tersânelilerden ağır suç işleyenler Tersâne Zındanına, yeniçerilerden ağır suçlular da Ağakapusundaki zındana atılırlar, eğer îdama mahkûm olmuşlar ise, o zındanlarda başları vurulup cesedleri gece denize atılırdı. Yeniçeriden veyâ Tersâneliden Boğazkesen kalesi zındanına yollananlar ise hemen dâimâ îdam mahkûmları olurdu. Bir anane olarak îdam hükmü gece infaz edilir. başı vurulan mahkûmun kesik kellesi gövde ile beraber bir çuvala konularak, ağır taşların ilâvesi ile Kale önünden denize atılırdı.
Hicrî 1204 (milâdı 1789 - 1790) yılında sadâret kaymakamı olan Silâhdar Mustafa Paşa, îdam mahkûmların cesedlerinin denize atılması âdetini kaldırmaya teşebbüs etti ve devrin pâdişâhı Üçüncü Sultan Selime şu takriri arzetti:
“Gerek Boğazkesen kalesinde ve gerek zındanda töhmetleri mûcibince îdam olunan müslimînin denize atıla geldiği mâlûmu hümâyunlarıdır. Demek isterim ki bundan sonra ölüm cezâsına çarpdırılan müslümanların meyitleri denize atılmayub defn için sâhiblerine verilmesi, kimsesi bulunmayanların da Boğazkesen kalesi dizdarı ve çavuşu tarafından defn olunması büyük sevâb olur.”
Fakat pâdişah, kaymakam paşanın teklifini kabul etmedi, yukarıdaki takrire:
“Çok düşünülecek maddedir. Orada îdam edilenlerin cesedlerinin denize atılması kaaidesini ecdâdımız boşuna koymamışdır; kadim kaaideleri bozmak ekseriyâ mahzurludur. Devletimizde merhamet ziyâde olalı her nızam bozuldu; düşünülecek başka iş ve sevab yolları pek çokdur; seferden kaçanları yakalayub cezâlarını verseniz daha ziyâde sevab olur sanırım” cevâbını verdi.
Boğazkesen kalesinde yine bir an’ane olarak, îdam hükmünün infâzı, kaleden bir pâre top atılarak ilân edilirdi; o civârın Boğaz halkı gece kaleden bir top sesi işidince bir hayata son verildiğini anlarlardı. Kaymakam Silâhdar Mustafa Paşanın yukarıdaki teklifini red eden Üçüncü Sultan Selim, bilâkis bu top atma âdetini kaldırdı; 1790 dan 1826 yılına kadar, Boğazkesen kalesi Zındanına atılan mahkûmların yakınları, bir cesed almak şöyle dursun, îdam hükmünün infaz edildiğini dahî öğrenemediler.
Boğazkesen Kalesi Zındanından Kaçan esirler vak’ası — Hicrî 1001 yılı zilkaadesinin sonlarında (M. 1593, ağustos) Boğazkesen kalesinde mahbus bulunan Alman, İspanyol, İtalyan, Hırvat ve Macar on altı namlı harp esiri bir gece fırsat bulunp yıllardanberi düşünüp hazırladıkları bir plânla kaçmağa muvaffak oldular. Nöbetçi yeniçeriler gaflet edip uyumuşlarken, altlarına döşedikleri kebeleri keserek ip edinmişler, kalenin ahşap çatısını delerek bu ipten aşağı sıyrılıp kaçmışlardı.
Ertesi gün vaka şâyi olunca, kalenin dizdarı, kethüdası ve uyuyan nöbetçi neferler pâdışahın gazabına uğradılar ve asılarak idam olundular. Civarı gereği gibi araştıran devriye kolları firarilerden birkaçını kırlarda gizlendikleri inlerde yakaladı, fakat en meşhurlarından biri, ki maalesef adı tarihimizce meçhul kalmıştır. Bir türlü bulunamamıştı. Bu firarinin macerası, donanmanın Akdeniz seferinden dönüşünde öğrenildi:
Kaleden kaçınca, Galataya kadar can atmağa muvaffak olan bu esir, Galatadaki Frenklerin yanında emin bir sığınak bulmuştu. Venediğe gidecek bir Frenk gemisi bulununcaya kadar kadın kıyafetinde dolaşmış ve nihâyet yeni bir kıyafetle bindiği bir gemi ile Venediğe gitmişti. Bu cüret ve cesarete hayran olan İstanbul halkı, pek haklı olarak işte devlet erkânından bazılarının parmağı olduğundan şüphelendi, mühimce bir rüşvet mukabilinde müsaade ve müsamaha olunduğu söylendi.
Boğazkesen Kalesi (Rumeli Hısarı) nin restorasyonu hâtırası madalyonu — Topkapu Sarayı Müzesi müdürlüğü tarafından, o sırada bir tesâdüf eseri İstanbulda bulunan bir İtalyan heykeltraşına yaptırılmış, üç adedi altun, bir miktar gümüş ve yine mahdud sayıda bronz olarak dökülmüşdür; 7,5 santim çapında ve 4 milim kalınlığında olan bu madalyonun bir yüzünde Fâtih Sultan Mehmedin alçak kabartma profil bir büstü ile etrafında yine kabartma olarak “Fatih Sultan Mehmed 1430-1481” ibâresi; diğer yüzünde de keza alçak kabartma olarak kalenin toplu bir görünüşü ile etrafında “Rumeli Hisarının Restorasyonu Hâtırası 1958” yazısı vardır. Adını maalesef öğrenmek imkânını bulamadığımız italyan sanatkâr hem portrede hem de kale resmi kompozisyonunda cidden muvaffak olmuştur; sanat asâleti olan bir eseridir.
Rumeli Hisarı Müzesi — Restore edildikden sonra Boğazkesen kalesi ziyârete açılmışdır. İstanbulluların ve İstanbula gelen vatandaşların büyük şehirde mutlaka görmeleri gereken yerlerden biri, Türk askerî mimârisinin bir şâheseri olan bir Boğazkesen kalesidir; yabancı turistlerin hiç ihmal etmedikleri bir uğrakdır.
Daha tâmirine başlanmadan bu azametli ve dilber kalenin üç büyük kulesinden yalnız Saruca Paşa kulesinde iç ahşab katlar duruyordu, ki bu kule tepede ve yukarı Boğaz tarafındadır. Diğer kulelerde ise bu iç ahşab kısımlar tamamen yok olmuşdu. Bundan ötürü, kale restore edilir iken Saruca Paşa kulesinin iç ahşab hatları da kolayca ihyâ edildi ve burada Fâtih devrine âid silâhlar, askerî techizât ve sancaklarla askerî bir müze tesisi uygun görüldü.
Biz Boğazkesen kalesini kendi nefsinde, başlı başına bir ziyâret yeri olarak görüyoruz ve burada ayrıca bir askerî müze kuruluşunu uygun görmüyoruz. Zîrâ, buraya konulacak miğfer, zırh, gürz, ok, yay, kılıç, kalkan, mızrak gibi Fâtih devrine âid eski Türk silahları, çarşıdan değil, Türk Askerî Müzesinden alınmış olacakdır, bu takdirde, zâten o devre âid olan bu gibi mübârek hâtıralar pek az olduğu için, Askerî Müzemizin koleksiyonu zedelenecekdir; bu koleksiyonu bozmayacak bir kaç parça şeydir denilse, Boğazkesen kalesinin ziyâretcilerine bir fikir vermeyecekdir. Kale hem som taş yapı, hem de deniz kenarındadır, müze adında ebediyete yakın bir devam mânası vardır, ne konulursa konulsun, er veya geç çürümeğe, yok olmaya mahkûmdur, bu güzel ve muazzam kalenin hiç bir yerinde bir askerî müze tesis olunamaz, kaldı ki, yukarda da kaydetdiğimiz gibi, Boğazkesen kalesi, kendisini ziyâret edenleri saatlerce oyalayacak bir bînâlar mecmuasıdır; gelenlerin Saruca Paşa kulesinde bir parça eşyâ görmeye hiç ihtiyaçları yokdur. Boğazkesen kalesinde tez elden yapılacak şey, bu kalenin kendi yapı bünyesinde, plânında mevcud olup, son tamirine kadar harâbesi duran ve son tâmirde tamamen kaldırılan orta avlunun göbeğindeki. Fâtih Sultan Mehmed Mescidinin ihyâsıdır.
Aşağıdaki satırları Topkapı Sarayı Müzesi yayınlarının 5 numaralı “Rumeli Hisarı” broşüründen alıyoruz:
“Saruca Paşa kulesinde kurulmuş bulunan müze, eski asırlara âid Türk top, tüfenk, kılıç, ok, yay, kalkan, miğfer, bayrak, kale anahtaları gibi askerliğe âid hâtıralarımızı ihtivâ etmektedir. Saruca Paşa kulesinin zemin katına girildiği vakit, soldaki küçük odada, eski bayraklar arasında Fâtih Sultan Mehmedin bir kılıcı teşhîre konmuşdur. Bundan sonra kulenin zemin kısmına girildiği vakit sağlı sollu duvar kısımlarında Hünernâmeden 1,49 X 2,42 metre ölçüsünde büyütülmüş, birisi Fâtih Sultan Mehmedin Belgrad muhâsarasını gösteren minyatürle, İstanbula girdiği gün Atmeydanında, Bizanslıların inandığı bir efsâneye karşı koymak üzere Yılanlı Sütuna (zamanımızın Burmalı Sütunu) gürz atışını gösteren diğer bir minyatür yer almaktadır. Bu katta mevcud üç büyük niş içinde XV. asra âid kılıçlar, oklar, yaylar, miğferler teşhîre konmuşdur.
“Soldaki küçük odaya, Belgrad muhâsarasını gösteren bir harb plânımızla, Belgrad kalesinin ve diğer kalelerimizin kilidleri konulmuşdur. Bunun mukaabilindeki odada ise sadrâzam Mehmed Paşanın kalkanı ile Çandarlı Ali Paşanın serpuşu teşhir edilmişdir.
“Kulenin dördüncü katındaki ocaklı oda, eski bir Türk odası şeklinde tefrîş edilerek ziyâretcilerin istirahat yeri hâline konmuşdur. Bu odaya ve zemin katındaki küçük odalara, Fâtihin bronzdan yapılmış kandilinin aslı ile benzerleri asılmışdır.
“Saruca Paşa kulesinin diğer katları, ileride, Fâtih devrine âid hâtıraların teşhîsine tahsis olunacakdır.
“Esâsen ahşab kısımları, zamanla çürümüş bulunan, sâhildeki Halil Paşa kulesinin içine, binânın yapısına halel vermeden, bir asansör yerleştirilmişdir. Bu sûretle, ziyâretcilerin kolayca kulenin üstüne çıkabilmeleri sağlanmışdır.
“Rumeli Hisarının muhtelif yerlerine eski asırlara âid Türk topları konmuşdur. Aslî vaziyetlerinde, toprak üzerine konulmuş olan büyük toplar, bugün muhâfazalarını ve daha kolay tetkiklerini mümkün kılacak şekilde beton ayaklar üzerine oturtularak teşhir edilmiştir.
“Tanzim edilmiş olan bağçede de ziyâretcilerin istirahatleri için yerler hazırlanmışdır”.
32 sayfa olan bu boşrürün 9 sayfası metin, 23 sayfası resimdir. Boğazkesen kalesine âid resimlerden gayri şu resimler vardır:
1 — Sancak âleminin üzerindeki kitâbeden Yavuz Sultan Selime âid olduğu anlaşılan ve 400 X 250 santim büyüklüğünde olan bir sancak. Güvez zemin üzerine sırma ile Zülfikâr resimli ve sûrei Fetih yazılıdır; Topkapu Sarayı Müzesi silâh seksiyonu.
2 — XV. asır türk silâhları; Askerî Müze.
3 — XV. asır türk işi miğfer; Topkapu Sarayı Müzesi silâh seksiyonu.
4 — Fâtihin toplarından birinin maketi (Askerî Müzeden alınan bu maketin aslı Sultan Aziz tarafından İngiltereye hediye edilmiş, hâlen Londra kalesindedir).
5 — XV. asır türk işi migfer; Topkapu sarayı silâh seksiyonu.
6 — XV. asır türk işi zıhr gömlek; T. S. silâh seksiyonu
7 — Gümüş kakmalı iki kolçak; T. S. silâh seksiyonu.
8 — XV. asır türk işi iki kılıç; T. S. silâh silâh seksiyonu.
9 — İdman topuzu; T. S. silâh seksiyonu.
10 — Fâtih devri vezirlerinden Mehmed Paşanın kalkanı.
11 — XVI. asır türk işi söğüd dalından örme nakışlı kalkan.
12 — (Yukarıda bahsedilen Hünernâmeden alınmış iki minyatürün foto kopisi).
13 — Türk yayları
14 — Çandarlı Ali Paşanın serpuşu
15 — Kanunu Süleyman devri at başlığı
16 — Yıldırım Bayazıdın kolçağı
17 — İstanbulun muhasarasında Halici kapatmak için kullanıldığı sanılan bizans zinciri; Askerî Müzeden.
Bu broşüre konulan bu resimlerin bu müzeye konulan eşyâ olduğuna dâir aydın bir kayıd yokdur.
Boğazkesen kalesinin aslaa bir müze olamayacağını, kesin olarak tekrar kayd ederiz.
İkinci Sultan Mehmed Boğazkesen kalesi plânları üstünde sabahladığı gecelerde
(Sabiha Bozcalının kompozisyonu)
Sarıca Paşa kulesinden Zagnos Paşa kulesi ile Hisariçi mahallesinin görünüşü, önde Hisar Mescidinin harab mînâresi; 1910
(Resim Sabiha Bozcalı)
Zagnos Paşa Kulesinden Sarıca Paşa ve Halil Paşa Kulelerinin görünüşü ve Hisar içi Mahallesi, 1910
(Resim Sabiha Bozcalı)
Prof. Albert Gabriel’in kalemi ile
Boğazkesen kalesinin restütüsiyon resmi
Boğazkesen Kalesinin Profesör Albert Gabriel tarafından yapılmış plânı.
Zagnos Paşa Kulesinin kesid resmi
(Prof. A. Gabriel eli ile)
Halil Paşa Kulesinin kesid resmi
(Prof. A. Gabriel eli ile)
Sarıca Paşa Kulesinin kesid resmi
(Prof. A. Gabriel eli ile)
Melling’de Boğazkesen kalesi, 1830
(Prof. A. Gabriel’in kalemi ile)
Othmar’ın kalemi ile Boğazkesen kalesi, 1959.
Halil Paşa Kulesindeki “İsmi Celâl” ve “İsmi Resul” panoları.
Rumeli Hisarının restorasiyon hâtırası madalyonu
(Resim : Behçet Cantok)
Saruca Paşa Kulesinde Fatih Sultan Mehmed Odası
(Resim : Hayat Mecmuasından B. Cantok eli ile)
Tema
Yapı
Emeği Geçen
Sabiha Bozcalı, Behçet Cantok
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.
TÜM KAYIT
Kod
IAM060017
Tema
Yapı
Tür
Ansiklopedi sayfası
Biçim
Baskı
Dil
Türkçe
Haklar
Açık erişim
Hak Sahibi
Kadir Has Üniversitesi
Emeği Geçen
Sabiha Bozcalı, Behçet Cantok
Tanım
Cilt 6, sayfalar 2910-2935
Not
Görsel: cilt 6, sayfalar 2911, 2913, 2915, 2918-2919, 2920, 2921, 2922, 2923, 2924, 2925, 2926, 2933, 2934
Bakınız Notu
B.: Zaganos Paşa; B.: Barton, Edward
Tema
Yapı
Emeği Geçen
Sabiha Bozcalı, Behçet Cantok
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.