Maddeler
İstanbul Ansiklopedisi'nin A harfinden Z harfine tüm maddelerini bir arada inceleyin.
Ciltler
1944 ile 1973 yılları arasında A harfinden G harfine kadar yayımlanmış olan ciltlere göz atın.
Arşiv
Reşad Ekrem Koçu'nun, G ve Z harfleri arasındaki maddelerle ilgili çalışmalarını keşfedin.
Keşfet
Temalar veya belge türlerine göre arama yapın; ilk kez erişime açılan arşiv belgeleri arasında gezinin.
“BOĞAZİÇİ MEHTAPLARI”
Çağdaş türk edebiyatının en seçkin sîmâlarının ve sayısı pek azalmış eski İstanbul kibarlarından Abdulhak Şinası Hısar’ın millî kütübhânemize verdiği muhalled bir eser, Boğaziçinin esik mehtâb âlemleri üzerine yazılmış en zengin, ve içindeki hâtıra notlarına inanılır tek kitâb; Varlık dergisinin Ankarada intişar ettiği sıra önce bu dergide tefrika edilerek intişâr etmiş, sonra İstanbulda Hilmi Kitabevi tarafından kitab olarak yayınlanmış; 1956 da ikinci baskısı yapılan bu kıymetli eser 12X18,5 santim eb’adında 314 sayfadır. (B.: Hisar, Abdullah Şinasi).
Bu mümtâz edibin kalem diline verdiği kıymetli hâtıralar yedi fasıl içinde toplanmışdır, ve her fasıl dört makaaleden, bütün eser de yirmi sekiz makaaleden mürekkepdir. Fasılların ve makaalerin isimleri şunlardır:
Hazırlanış: 1 — Boğaziçi Medeniyeti; 2 — Mâzinin mahrûmiyetleri; 3 — Tabiat sevgisi; 4 — Mûsiki ibtilâsı.
Toplanış: 5 — Bu gecelerin kıymeti; 6 — Hanımlar buluşuyorlar; 7 — Kayıklar ve sandallar yan yana; 8 — Gelenler ve gelmiyenler.
Mûsiki Faslı: 9 — Kayıklar ve sandalların kervanı; 10 — Saz fasılları; 11 — Saz sesleri; 12 Hânende sesleri.
Sükût Faslı: 13 — Boğaziçi Cenneti; 14 — Mehtab; 15 — Yalıların önünden geçiş; 16 — Sessizliğin şiiri.
Aşk Faslı: 17 — Mehtapda görülen güzellikler; 18 — Karanlıkda parıldayan arzûlar...
⇓ Devamını okuyunuz...
Çağdaş türk edebiyatının en seçkin sîmâlarının ve sayısı pek azalmış eski İstanbul kibarlarından Abdulhak Şinası Hısar’ın millî kütübhânemize verdiği muhalled bir eser, Boğaziçinin esik mehtâb âlemleri üzerine yazılmış en zengin, ve içindeki hâtıra notlarına inanılır tek kitâb; Varlık dergisinin Ankarada intişar ettiği sıra önce bu dergide tefrika edilerek intişâr etmiş, sonra İstanbulda Hilmi Kitabevi tarafından kitab olarak yayınlanmış; 1956 da ikinci baskısı yapılan bu kıymetli eser 12X18,5 santim eb’adında 314 sayfadır. (B.: Hisar, Abdullah Şinasi).
Bu mümtâz edibin kalem diline verdiği kıymetli hâtıralar yedi fasıl içinde toplanmışdır, ve her fasıl dört makaaleden, bütün eser de yirmi sekiz makaaleden mürekkepdir. Fasılların ve makaalerin isimleri şunlardır:
Hazırlanış: 1 — Boğaziçi Medeniyeti; 2 — Mâzinin mahrûmiyetleri; 3 — Tabiat sevgisi; 4 — Mûsiki ibtilâsı.
Toplanış: 5 — Bu gecelerin kıymeti; 6 — Hanımlar buluşuyorlar; 7 — Kayıklar ve sandallar yan yana; 8 — Gelenler ve gelmiyenler.
Mûsiki Faslı: 9 — Kayıklar ve sandalların kervanı; 10 — Saz fasılları; 11 — Saz sesleri; 12 Hânende sesleri.
Sükût Faslı: 13 — Boğaziçi Cenneti; 14 — Mehtab; 15 — Yalıların önünden geçiş; 16 — Sessizliğin şiiri.
Aşk Faslı: 17 — Mehtapda görülen güzellikler; 18 — Karanlıkda parıldayan arzûlar; 19 — Şarkıların dedikleri; 20 — Herkesin aşkını söyleyen saz.
Dağılış: 21 — Fânîlikler; 22 — Sönüş; 23 — Ayrılış; 24 — Unutuluş.
Hatırlayış: 25 Mâzi Cenneti; 26 — Bizimle berâber yaşıyan hâtıralarımız; 27 — Hâtıralarımızın zaman içinde devâmı; 28 — Başka dünyâların bizden görebilecekleri.
Aşağıdaki satırları bu güzel kitabdan alıyoruz:
“O zamanlarda nakil vasitalarının azlığı ve yavaşlığı bütün o mesafeler boyunca sıralanmış Boğaziçi yalılarını birer uzlethaneye çevirmişdi. Hayat ve sanat zevkleri kayık ve sandallarla bu güzel suların üstünde akşam gezintilerine, bu sulardan geçerek yapılan ziyaretlere, gidilen düğünlere, duyulan sazlara inhisar ediyordu. Bütün alâkalara merkez, bütün zevklere sahne, bütün aşklara imkân, hulâsa bütün ömürlere saha olan yer bu mavi suların üstüydu.
“Bu münzevî hayatın yoksullukları arasında iyi bir saz dinlemek fırsatı Boğaziçi beyleri, hele hanımları için o zamanlarda nâdir yapılan bir dâvet yerine bir fikir ve his ziyâfeti yerine geçerdi.
“Bahar, bütün narin kokuları, renkleri, teni, havası, nazı ve tadiyle gözlere sinerek gönülleri aşkın bütün istekleriyle açtığı zaman, aşkın zaferine engel olabilecek hiçbir kuvvet kalmazdı. Tanışma ve sevişmelerin ancak gözleri gözlere bağlayan sırlar gibi olduğu ve nazarî kaldığı o zamanlarda biribirleriyle böyle uzakdan bakışanlar ve sevişenler için bu buluşmalar eşsiz müsamaha saatleri teşkil eder, biraz daha yakından görmek, görünmek ve görüşmek fırsatı olurdu.
“Onlar sazı bir konsere, bir operaya gidenlerin merakı, keyfi, tiryakiliğiyle, dikkatle, hırsla, bütün ruhlariyle kudsî bir eser gibi dinlerler ve bizi lâkayt bırakan nice inceliklerinden zevk alırlar, hoşlanırlardı. Bu uzak sesler onlara göz yaşlarını akıtacak kadar tesir ederdi. Bir taksim, bir gazel dinleyenler arasında, coşarak kendilerini tutamıyarak ağlayanlar az mıydı?
“Zaten bu mehtap geceleri nâdir bulunur zevklerdi. Bunlar senede belki iki, üç, nihayet dört defa tekerrür ederdi. Bu geceler bir çok uzun ve ince hesaplarla seçilirdi. Haziran, Boğaziçi, mevsimi için henüz yeni bir aydır. Bazıları İstanbuldan daha dönmemiş olurlar. Mevsim daha Boğazın bütün ahalisini toplayamamışdır. Eylûlün on beşinden sonra ise rutubet çoğalır. Gelenleri bir kısmı dağılır. Artık deniz âlemi kalmaz. Soğuklar başlar. Boğaziçini balıkçılar kaplar. Sonbahar, içini çekerek ağlar. Bunun için saz ekseriyetle temmuz, tercihan ağustos, hele, eğer mehtap on beşinden ağustos, hele, eğer mehtap on beşinden evvele tesadüf ediyorsa, eylûl aylarına rastlayan arabî ayın 12 inci, 13 üncü ve tercihan 14 üncü ve bazan da 15 inci gecesinde tertib edilirdi. Fakat bu rakamlar o kadar kat’î olamazdı. Zira saz âlemi için tabiî bulutsuz ve sâf mehtaplı bir gece ister, bunun bulabilmekde her şeyden evvel havaya bakar.
“Mehtaba çıkılan geceye başka bir sazın tesadüf etmemesi de lâzımdı. Bir gecede ayrı ayrı dolaşarak biribirlerinin seslerini bozabilecek, rakip gibi karşılaşacak ve sazı takib eden kayık ve sandal kafilesini ayıracak iki saz takımının dolaşması o zamanki Boğaz için bir rezâlet sayılabilirdi. Kimsenin iz’an ve vicdânı buna kail olamazdı. Onun için sazı tertib eden, bütün Boğaziçine karşı bir mesuliyet almış olduğunu bilir, ve geceyi, eğer böyle bir rakibi varsa, daha makbul bir saz hazırlayabilecek daha zengin ve hatırı sayılır birisine bırakırdı. Esasen o zamanlarda servet mevki ile birlikte gittiğine göre, böyle hareket etmek, izzeti nefsine daha kolay gelirdi.
“Mehtab ı tertib edenin daha birçok mesuliyetleri, hesapları, düşünceleri olurdu. Saz heyetinin intihabı ve terkibi mühim bir meseleydi. Sazın geçmiş mehtaplarda, hele o senenin mehtaplarında duyulmuş olanlardan aşağı kalmamasını, mümkünse bunlara üstün olmasını ister, filânca meşhur hânende yahut sâzendenin bulunmasına çalışır, sırf ticarî bir istifade sahasına düşmeden bir hatır, gönül, nüfuz tesiri sâyesinde bu saz takımlarının biribirlerine hemen denk olmasını temin ederdi.
“O zamanlarda Boğaziçi; aksisadası her tarafından ses veren, öyle bir âlemdi. Boğaziçinde öyle tesanütlü bir cemiyet hayatı vardı ki, devrin sansürlü ve teşrifatlı gazeteleri böyle bir haberi vermedikleri ve ikide bir yangınları ve mahalleyi alâkalandıran hâdiseleri bağıran bekçiler de söylemedikleri halde, nasıl olurdu iyice bilinemez. Şirket vapurlarında ağzından ağıza yayılmalarla, bu geceleri kollayan kira kayıkçılarının da selâmlıklarından yalıların haremlerine kadar ulaştırmalariyle nihayet bütün Boğaziçi halkı temmuz, ağustos veya Eylûlün, arabî ayın on üç, on dört veya on beşince tesadüf eden gecesinde, meselâ Valide Paşasının veya Sait Halim Paşasının, yahud Suphi Paşa zade Sami Beyin “mehtab”ı olduğunu öğrenirdi. Bu mühim havadisi böylece herkes duymuş olurdu.
“O gece mehtaba çıkmak için bir hayli evvelinden başlayan tatlı bir hazırlık devresi vardı. Hemen her yalının bir çifte olsun bir kayığı yahut bir sandalı bulunurdu. Hususî sandal veya kayıkları olmayanlar da mahalledeki en alışık kayıkları oldukları kira sandallarına haber gönderirler, onları bu gece için peylerlerdi. Beyler, aralarında sözleşerek hangi kayıkda kimlerle birlikte çıkacaklarını önceden kararlaştırırlardı.
“Nihayet, herkesin bu kadar sabırsızlıkla beklediği büyük gece gelirdi. Bazı beyler, akşamcılıklarından kendilerini alıkoyamazlar, evlerinde rakılarını mûtadları gizli teşrifat ile içtikten sonra çıkarlardı. Bazı orta halli efendilerse yemek yemezler, sandalda, kaçamak olarak, gizlice biraz rakı içmeğe, biraz meze yemeğe karar verirlerdi. Hanımlar sofraya biraz daha erken otururlar, ve yemekten sonra, yatsı sularında, ezan saatiyle bir buçuğa doğru, herkes çıkmağa hazırlanırdı. Söz vermiş olan komşular gelirler; kayık veya sandal yalının rıhtımına yanaşır ve bekler; çocuklar, büyüklerin yavaşladıkları yüzünden zaman geçiyor diye telâş ederler; hanımlar, önlerinde lâmbâlar yanan aynaların karşısında, baş örtülerine ve süslerine sonuncu hisli ve uzun bir bakışlı bir daha bakarlardı ve, nihayet, gûya bir altın fânus içinden akseden gül sarısı donuk bir aydınlıkla aydınlanmış tılsımlı, esrarlı ve mor gecede kayık veya sandala binilir, üstlerine garip bir füsunla ışıklar dökülmüş menekşe renkli sularda mehtaba, yani gezinmeğe, seyretmeğe, saz dinlemeğe, yani his ve zevk ve hayal avına çıkılırdı.
“Bu nazlı gecelerin, hiç bir kitapta yeri olmadığı halde, bütün Boğaziçi kalkınca bilinen ve herkesin büyük bir tesanütle uyduğu usulleri, an’aneleri vardı, her zaman hem kibar hem biraz mahzun olan eski Boğaziçi, güzelliği, sazı, sözüyle öyle bir hal alırdı ki, bu cemiyette okadar teşrifat, nezaket ve sükût kabiliyeti vardı ki, bu toplanışlar merasime döner, bir Mehtap alayına benzerdi.
“Mehtab ı tertib eden kimsenin, saz takımı için, oturduğu köyün Pazar Kayığını kiralaması da anane iktizasızdı.
“Bu kayıkların arka taraflarındaki düz ve hayli uzunca kısımları hânende ve sâzendelerin oturmalarına, saz âletlerinin, bir de işret tepsilerinin konmasına pek elverişliydi. Bu kayıkta saz sahibinin bir adamı bulunur; o, her şeyin efendisinin istediği yolda gitmesine temin ederdi. Yalnız bu kayıkta, hânende, ve sâzendelerin kuvvetlerini tazelemek ve neşelerini arttırmak için Erdek rakısı, Umurca rakısı gibi o zamanın en iyi rakıları, mastikaları ve muhtelef cins taze balıklar, siyah ve sarı havyarlar, Gelibolu sardalyası, Tirilye zeytini, balık yumurtası, türlü türlü peynirler, çeşit çeşit salatalar, turşular, zamanın en makbûl mezeleri, üzüm, şeftali, elma, kavun, erik gibi meyvalar, bir de karlıklar içinde buzlu sular bulundurulurdu.
“Zevk için dolaşan bütün öteki kayık ve sandallar yalnız ay ışığıyle aydınlanırken hizmetteki Pazar kayığı mumları yanmış üç dört fener taşıyarak gelir ve o geceki saz sahibinin yalısından, meselâ Valde Paşanın Yeniköydeki, yahut Suphi Paşa zade Sami Beyin Kanlıcadaki yalısından hânende ve sâzendeleri alır açılır, giderdi. Daha tek başına gittiği sırada sazın, hafif tertib akortlar yaparak kendi kendine mırıldandığı ve sâzendelerin meşketmesi kabilinde çalındığı olurdu. Fakat böyle yalnızca giderken yolda çalınan bu hayal meyal saza pek kulak asılmazdı. Sazın asıl toplantı yerinin Kalender’in önü olması da birBoğaziçi an’anesiydi.
“Boğazın hemen her köyünden yavaş yavaş buraya gelen kayıklar ve sandallar saz kayığının etrafında, ışığın çeversinde dolaşan ve ondan ayrılmayan pervaneler gibi dolaşmaya başlar, onu kuşatarak ve ona âdeta yapışarak teşkil ettikleri kafile su üstünde yekpâre büyük bir sal gibi bir kütle olurdu. Hele asıl saz kayığının en yakınında bulunan kayıkçılar ellerini biraz uzatarak yanlarındaki sandal veya kayığın kenarlarını tutmakla bunları birbirilerine tamamen yapıştırmış ve âdeta kenetlenmiş olurlardı ve bu sıralarda sandalların yerlerinde tutabilmek için bir teviye siya ederlerdi.
“O zamanlarda, gerçi eski, büyük teşrifat katıkları ortadan kalkmışsa da yine iki, hattâ, daha nâdir olarak, üç çifte kayıklara rastgelinirdi. Vernik sürülmüş tahtadan bu kayıklar hep açık veya yoku sarı veya tahinî renkte görünür ve kenarları bir iki sıra koyu lâcivert, mor, siyah veya yeşil yahut som yaldız şeritli olurdu. Hanımların bindiklerinin arka taraflarında kadifeli, sırmalı ve uçları sulara doğru sarkan bir ihram serilirdi. Valde Paşanın üç çifte kayığındaki gümüş kafes örmeli ve kenarları balık şeklinde yine gümüş saçaklı ihramı meşhurdu.
“Herkesin çömelerek alçakta oturmağa alışkın olduğu bir zamanın mahsulü olan, insanı derinliğinde tâ suların hizasında ve biraz yaslanarak oturmağa mecbur eden bu kayıklar suları, gök yüzünü, sahilleri, mehtabı seyretmeğe, müsait ve münasip bir vasıta olamaz.
“Kayıklar, Sultan Hamid devrine kadar, Boğaziçinde tamamen rakîpsiz hâkim olmuşlardır.
“Sultan Hamid devrinde türeyen sandallar çoğalırken bu devrin ortasına doğru, daha alafranga olarak, bir de binek yarış kikleri meydana çıktı. Hep mahun renginde, kenarları birer ikişer zıh düz veya nakışlı yaldızlı şeritli, daha ince ve uzun ve bilhassa oturulacak yerleri kayıklarınki gibi karşılıklı olan bu sandallar hem daha rahat, hem daha hafif, hem daha kullanışlıydı. Öyle ki Boğaziçi iskelelerinde kira sandalları kira kayıklarından daha ziyadeleştiği gibi yalıların da eskiyen kayıkları yerine kikleri çoğalıyordu. Bundan dolayıdır ki, bu mehtap toplantılarında ekseriyet sandallarda olurdu. Kayık ve sandalı olanlar bu gecelere çıkmak için muhakkak daha kolay idare edilen sandalı tercih ederlerdi.
“İstanbul kayık ve sandallarının; yalılar gibi büyük hususiyetleri vardı ve biçimlerinden, efendilerinden, hamlacılarına kadar, Boğaziçi medeniyetinin birer icmâli, birer hulâsası gibiydiler. Halis Boğaziçililerin Boğazın binbir inceliğini birden sezen gözleri bir bakışta, bunların yalnız kimin olduklarını değil, hem de, hangi ustanın yapısı olduklarını keşfederdi.
“Bu kayık ve sandallar yalnız Boğaziçi medeniyetini icmal etmez, mensup oldukları kocaman yalıları kayıkhalerinden tıpkı vücutlarından ayrılır gibi çıkararak, sularda yalıların hayatlarını, huylarını, kokularını, ve sahiplerinin edalarını, mânalarını (dolaşdırılardı).
“Serever Paşanınkilerin kayıklarından Server Paşa yalısının ağır perdeli, biraz loş ve o zamanki tâbirle, kûhi odalarının kibar, rahat, kendi âlemine çekilmiş ve durmuş halini, Kıbrıslıların zarif olmakdan ziyade sağlam yapılı, yayvan karanlı, rahat ve babayanî kayıklarında de geniş sofalı, geniş odalı yalılarının yayvanlığını ve serinliğini duyardım.
“Bu, belki yarısına yakını hususî ve yarısından fazlası da kira kayık ve sandalları beşer onar gelerek saz kayığının etrafını saran kafileye katılırlar ve onun etrafını yeni bir halka ile kuşatırlardı. Bu arada hemen bütün bu kayık ve sandallar yer buldukça ve imkân nisbetinde saz kayığına yaklaşmaya çalışırlardı. Yine, daha sonra gelen kayık ve sandallar bu halkaya sokulurlar, fakat onun kenarlarında her zaman biraz daha seyrek ve daha aralık kalan bir nevi etek teşkil ederlerdi. Kütle, son kenarlarına doğru, böyle mutlaka daha gevşek kalan bir toplantı olurdu. Sazı taşıyan Pazar kayığının etrafındaki bu halka muttasıl büyür, gittikçe genişler, yavaş yavaş gelip yer alan, toplanan sandal ve kayıkların sayısı gitgide artarak yüz, iki yüz, bazan, sırasına gecenin güzelliğine ve sazın ehemmiyetine göre üç yüzü geçen bir kafile olurdu.
“Ay ışığında görülen bu manzara ihtişamlıydı. Bütün bu sandal ve kayıklar denizin büyük bir kısmını kaplardı. Bunlar hemen merkezi bir vaziyet alan saz kayığının etrafında dönerek daima biraz değişici bir şekilde, daima yer değiştiren bir kütle teşkil ederlerdi.
“Saz kayığının etrafındaki kayık ve sandallarda bulunanların, hele çalgıya en yakın olanların, küçük bir gürültüden bile kaçındıkları görülürdü. Gûya hep gölgeden ve hayalden yapılmışlar gibi, kendilerinden hiçbir ses çıkmazdı. Saz sesleri buğulanmasın diye nefes almaktan bile çekinir gibiydiler. Ağlayıp patırtı yapabilecek küçük çocuklar zaten buralara getirilmezdi. Ruhî saygı ve terbiye o kadar kuvvetliydi ki evlerinde içtikten sonra saza gelmiş olan sarhoşlar bile susarlardı.
“Boğaziçi bu geceler karşısında ikiye ayrılıyordu; Rumeli sahilinin tâ Kuruçeşmeye kadar olan kısmiyle Kalenderden sonraki kısmı bu âlemin hemen dışında kalırdı. Zira Kuruçeşmeye kadar olan köylerde Müslüman olmıyan unsurlarını çokluğu ve yalıların yerinde şehirle hiç münasebeti olmıyan bir takım sarayların bulunuşu bu köylerin mehtaba alâka duymamasına sebep oluyordu. Boğazın Kalender’den sonraki kısmı da, tâ Sarıyere kadar, daha alafranga sayılır ve bu taraflarda oturanlar da mehtap âlemine çoktan iştirâk etmezlerdi. Fakat daha yalnız, daha hücrâ ve eğlencesi daha kıt olan Anadolu sahili, boylu boyunca tamamen Boğaziçi malıydı. Bu mehtaplarda ilgilenen kısmı da yukarda tâ Beykozdan başlıyarak aşağıda tâ Kuzguncuğa kadar devam eden sahayı kaplardı.
“Kayık ve sandallarla bakılsa içtimai sınıfların hepsinden kadınlar ve erkekler, gençler ve hattâ söz dinleyecek yaşa gelmiş çocuklar ve devirden daha büsbütün meyus olmamış ihtiyarlar vardı. İmparatorluk Avrupa, Asya, Afrikadan topladığı tebaasını, yarısı Avrupayı, bitiren, yarısı Asyaya başlıyan bu sahiller arasında iki kıt’ayı birleştiren bu sularda sanki teşhir oluyor gibiydi. Belki her ülkeden birer nümune olan insanların hemen hepsi buradaydı.
“Musiki faslı, çok kereler, saz kayığının o zamanki Boğaziçilerin şairane buldukları Kalender’in önüne varıp durmasiyle başlardı. Gelen kayıklar ve sandallar saz kayığının etrafında, burada toplanırlardı ve çalgı, ilk nağmelerini burada dinletirlerdi.
“Sonra, musiki, bir ara verince, saz kayığının tahrikettiği bir kımıldanma olur ve etrafında bu sandalla ve kayık kervanı ona sanki saz sesleriyle bağlanmışlar gibi, birden yavaşça gıcırdayarak ve usulla kayarak hep birlikte harekete başlardı. Bu kadar sık ve âdet biribirine kenetlenmiş bir kayık ve sandal kafilesinin yola revan olması, ilerleyebilmesi, bu kadar kocaman bir vücudun hareket etmesi tabiî pek ihtiyatlı ve pek yavaş olurdu. Bu hareketleri idare eden hep ortadaki saz kayığıyıdı. Mehtabın kendine mahsus göreneklerine göre, bilinen yolları vardı. Gerçi nerde duracağı, nerde durulmayacağı evvelden tamamen kestirilememekle beraber bu hususta herkesin iptidaî ve hemen insiyakî bir fikri bulunurdu. Kafilenin ortasındaki saz kayığında beliren istikamet emareleri yavaş yavaş tesirini bütün bu vücut üzerinde gösterir ve herkes bu merkezi hareketin maksatlarına ve icaplarına uyarak hafif hafif ilerler, durur, bekler ve böylece ona uyardı. Bütün bu duracakları, ve hep beraber ne zaman tekrar yola koyulacakları hem eski bir zevkle artık bellenmiş bir takım âdetlere, hem kısmen de saz sahibinin o geceki keyfine ve arzusuna göre, nereye kadar gidileceği ve nerde durulacağı evvelinden az çok tahmin edilirdi. Kayıkçılar tecrübesiz değil, ve bu gecelere, bu şeylere alışkın Boğaziçliler bilgisiz değildi. Suların saz faslına en müsaid olduğu kuytu yerler belliydi. Önlerinde durulacak aksi sadâ yerleri belliydi. Cereyanlarına kapılmadan önlerinden geçilecek akıntılar belliydi. Bütün Boğaziçi belliydi.
“Kalenderin önünde çalınan ilk fasıllardan sonra kütle kendini yavaşça Yeniköy akıntısana kaptırır ve onunla kayarak İstinye önlerinde bir yerden karşıya geçerdi. Çünkü, her nedense mehtaba birer sapa gelen İstinye koyuna hiç girilmez de, Boğaziçinin en meşhur mehtap meydanı ve hattâ başka geceler yalnız bülbül dinlemek üzere gidilecek olan Körfeze girilirdi. (Kanlıca körfezi).
“Körfez o zamanki bütün Boğaziçlilerin en çok sevgisini kazanmış bir yerdi. Üstünde bulunan tepe, Mihrabâd, mehtabın bütün Boğaziçinde en güzel görüldüğü yermiş. Körfezin kuvvetli aksi sadâlarından dolayı hânenlerin burada en gür sesleriyle gazel okumaları âdetti. Suların müsaid olduğu gecelerde burada mutlaka bir iki fasıl çalınırdı.
“Yine, kayık ve sandal kafilesi o geceki saz sahibinin akrabasından, yahut yakın dostlarından birinin yalısının önüne geldi mi, suların müsaadesine göre burada biraz durularak, saz takımının bir iki parça çalması ve kısa bir fasıl geçilmesi de bu mehtap gecelerinin göreneklerindendi. Zira hemen her yalıda ya pek yaşlı bir mütekait, yahut bir esik zaman hanımefendisi, ya çıkması teşrifata uymayan hatırı sayılır bir zat bulunurdu.
“Kafilenin geçerken bir yalının önünden durarak böyle ona mahsus bir parça saz çalınması bir alâka, bir muhabbet ve hörmet nişanesi olurdu. O zaman bu yalının denize bakan bir odasında yanmış bir lâmbanın önünden bir insan gölgesi geçtiği, bir iki ışık söndürüldüğü, ve, yerine bir iki kafes kaldırıldığı görülürdü. İşte karanlıkta geçen ve uzaktan hayal meyal geçtiğimiz bu lâmba söndürülüşü ve kafes kaldırılışı gibi bir iki basit ve iptidaî, ufak hareket saza bir cevap, musikiye ve iltifat demek olur, hayatta dostluk gibi, vefa gibi sağlam hisleri ifâde ve temsil eder, bu âleme bu iştirâk mânası alır ve bu gölgeler halindeki hareketler tâ kalblerimize işlerdi.
“Mehtap âlemiyle bütün Boğaziçinin çalkanmasına rağmen bu gecenin bir saz gecesi olacağını mutlaka herkes işitmiş olamazdı. Fakat saz Boğaziçinin geçerken herkes tarafından duyulur, ve bunu tâ uykuları içinde rûyalarında eski zevklerini dâvetleri sananlar, uykularından uyanarak gönüllerinin ezeli âşinası olan bu peri ve deniz kızı seslerinin dâvetlerine koşmak isterlerdi. Gençler bu umulmadık zevk haberiyle hemen yataklarından fırlarlar, acele acele giyinerek kayıkhanelere inerler, sandallarının bir hamlede suya indirirler ve evdekilerini de gezintiye teşvik ederlerdi.
“Boğazdan geçen sazı bazan da yalılardaki aylıklı kayıkçılar duyar, hizmetlerinin takdir olunacağı bir fırsatı kaçırmak istemiyen bu genç ve hamarat hamlacılar, aşağıdaki selâmlık taşlığındaki dönme dolaba vurarak, harem taşlığına giden hizmetçiyle içeriye haber yollarlardı: “Küçük beyler yahut hanımlar mehtaba çıkmak istemiyorlar mıydı?”
“Cevabın gelmesi gecikir, aşağıda giyinmiş, hazırlanmış olan hamlacılar huysuzlanırlar, söylenirlerdi.
“Her ferdine, bir mevki ve ehemmiet vermesini, verdirmesini bilen bu cemiyette kayıkçıların da kendilerine mahsus bir gururları vardı. Bu zavallıların bazıları muvakkaten bulundukları yalının alt selâmlık katındaki basık tavanlı odalarından bütün yalının şöhretiyle, efendilerinin durumiyle, çalımiyle ilgilenirler ve bunlardan kendilerine bir gösteriş ve övünme payı çıkarırlardı. Biribirlerine karşı kendilerini rakib addederler, şan ve şöhretlerini kıskanırlar, meharetlerini göstermeğe fırsat kollarlar, muvaffakiyetlerini teşhir etmekten memnun olarak tebessüm ederlerdi. Mehtap gecelerinde saz kayığından uzak kaldıkça zevklerinden mahrum edilen çocuklar gibi küserler, müteessir olurlardı.
“Saz kayığı suların üstünde daima hafif hafif yer değiştirdiğinden, tabiî kafilenin tam ortasında kalamadığı için bu halkanın bazan en uzak kenarlarında bulunanlar belki okunan gazelleri işitirlerdi ama sazın inceliklerini belki tamamen duyamazlardı. Fakat bu gecelerde maksat yalnız saz dinlemek değil, aynı zamanda mehtabı seyretmek ve bu âleme katılma idi.
“Bu sandal ve kayık kervanı, Boğaziçinde, bir taraftan aşağıya veya yukarıya doğru devam eden doğru gidişinin yanında, diğer taraftan, gûya bir topaç gibi, etrafında döndüğü hissini veren bir harekette de bulunurdu. Zira bütün kafile muntazaman yavaş yavaş ilerlerken kenarlarında bulunan bir kayık bazan daha hızlı yol alarak, bu bir halka bibi yuvarlak kafilenin bir yanından önüne geçer, sizin yanınıza gelir. Bazan baştaki bir sandal mahsus arkaya kalır. Ortaya, sonra, gerilere düşer. Bazı sandalları ileride kaybeder, sonra geride bulurdunuz. Esasen sular dâima aktıklarından üstlerindeki sandallarında bir yerde kalmalarına imkân yoktur. İşte yalnız sulara tâbiymişler gibi sanki kendi irâdelerinin dışında görünen bu hareketler onların bir de oldukları yerde döndükleri hissini verirdi.
“Bütün bu kayıklar ve sandallar, içindekilerin isteklerine göre, sessizce, sazdan başka zevkler de ararlar, birbirlerine bunun için yaklaşmak, sokulmak isterlerdi. Su üstünde geçen, tekrarlanan ve belki ancak alışkın gözlerin seçebilecekleri bu küçük su oyunlarını, bu hafif gidiş gelişleri, bu ufak ilerleyiş ve gerileyişleri, bu küçük hesaplarla arayış ve buluşları nekadar severdim! İkide bir başka bir kayığa rastgelmek ister, mahsus geri kalırsınız. İstemediğiniz bir sandalın yanına düşersiniz. (Talihsizlik!) Haberiniz olmadan ilerler, belki üçyüz kayık arasından tam istediğinizin yanına tesadüf edersiniz. (Talih!...)” (B.: Boğaziçinde mehtâb âlemleri).
Tema
Diğer
Emeği Geçen
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.
TÜM KAYIT
Kod
IAM050766
Tema
Diğer
Tür
Ansiklopedi sayfası
Biçim
Baskı
Dil
Türkçe
Haklar
Açık erişim
Hak Sahibi
Kadir Has Üniversitesi
Tanım
Cilt 5, sayfalar 2877-2882
Bakınız Notu
B.: Hisar, Abdullah Şinasi; B.: Boğaziçinde mehtâb âlemleri
Tema
Diğer
Emeği Geçen
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.