Maddeler
İstanbul Ansiklopedisi'nin A harfinden Z harfine tüm maddelerini bir arada inceleyin.
Ciltler
1944 ile 1973 yılları arasında A harfinden G harfine kadar yayımlanmış olan ciltlere göz atın.
Arşiv
Reşad Ekrem Koçu'nun, G ve Z harfleri arasındaki maddelerle ilgili çalışmalarını keşfedin.
Keşfet
Temalar veya belge türlerine göre arama yapın; ilk kez erişime açılan arşiv belgeleri arasında gezinin.
BÂZÛBEND
Bâzû, türk lügatında kol, bilek ve hassatan kolun dirsek ile omuz arasındaki kısmıdır; bâzûbend de kola bağlanan kimlik nişanı, muska demekdir ki İstanbulun avam tabakası ağzında bâzû “pazı”, bâzûbend “pazvand” olmuşdur. Divan şâirleri tarafından ekseriya nevcivan güzellerin mehdive tasvîri yolunda kullanılır ve dâimâ gümüşe veyâ billura benzetilirdi; Hüseyin Kâzım Bey meşhur lügatına şu iki misâlı almışdır:
Bâzûyi lâtîfi şâhi sîmîn
Şeyh Galib
*
Be mi sâki olayım bezme dururken sevdiğim
Böyle sîmîn sâkler billur bâzûlerle sen
Nedim
Fıtnat Hanım bu kelimeyi, nâdir misâl olarak “mâşuk” yerine “âşık” için kullanmışdır:
Çillei sahtin çeker her dem kemân ebrûlerin
Âferin erbabı aşkın kuvveti bâzusuna!
Bir işi tez başarma yolunda fevkalâde gayret sarf edenler için de “var kuvvetini bâzûya verdi” denilirdi:
“... İki nefer dîv hey’et kayıkcı şehbazları ol nâzenîn civânı kayığa aldıklarında iskeleden alarga olub var kuvvetin bâzûye virüb...” (Alacahamamlı Reşid Efendi Rûznâmesi).
“Bâzû sâhibi” terkibi de “kuvvetli adam” yerinde kullanılır: “Sâhibi bâzû şehbaz idi”.
Eski Bedestenli antikacı Nureddin Rüştü Büngül “Eski Eserler Ansiklopedisi” adındaki kitabında “Bâzûbend” maddesinde: “Nushadan azmadır. Üç köşe gümüşden yapılır, içerisine nusha konulan kutucuklardır; bunlar kabartma ve te...
⇓ Devamını okuyunuz...
Bâzû, türk lügatında kol, bilek ve hassatan kolun dirsek ile omuz arasındaki kısmıdır; bâzûbend de kola bağlanan kimlik nişanı, muska demekdir ki İstanbulun avam tabakası ağzında bâzû “pazı”, bâzûbend “pazvand” olmuşdur. Divan şâirleri tarafından ekseriya nevcivan güzellerin mehdive tasvîri yolunda kullanılır ve dâimâ gümüşe veyâ billura benzetilirdi; Hüseyin Kâzım Bey meşhur lügatına şu iki misâlı almışdır:
Bâzûyi lâtîfi şâhi sîmîn
Şeyh Galib
*
Be mi sâki olayım bezme dururken sevdiğim
Böyle sîmîn sâkler billur bâzûlerle sen
Nedim
Fıtnat Hanım bu kelimeyi, nâdir misâl olarak “mâşuk” yerine “âşık” için kullanmışdır:
Çillei sahtin çeker her dem kemân ebrûlerin
Âferin erbabı aşkın kuvveti bâzusuna!
Bir işi tez başarma yolunda fevkalâde gayret sarf edenler için de “var kuvvetini bâzûya verdi” denilirdi:
“... İki nefer dîv hey’et kayıkcı şehbazları ol nâzenîn civânı kayığa aldıklarında iskeleden alarga olub var kuvvetin bâzûye virüb...” (Alacahamamlı Reşid Efendi Rûznâmesi).
“Bâzû sâhibi” terkibi de “kuvvetli adam” yerinde kullanılır: “Sâhibi bâzû şehbaz idi”.
Eski Bedestenli antikacı Nureddin Rüştü Büngül “Eski Eserler Ansiklopedisi” adındaki kitabında “Bâzûbend” maddesinde: “Nushadan azmadır. Üç köşe gümüşden yapılır, içerisine nusha konulan kutucuklardır; bunlar kabartma ve telkâri sanatlarla süslenir” diyor ki tamâmen hatâdır, boyuna asılıp taşınan yâhud cebde veya koyunda muhafaza edilen “nusha = muska”nın eksik bir târîfidir, bu satırların bâzû bend ile hiç alakası yokdur, namlı antikacının bâzûbend görmediği, ne olduğunu bilmediği âşikârdır.
“Bâzûbend”, adı üstünde, muska yâhud kimlik nişanı, kola bağlanır, taşınırdı: taşıyanın ictimâî mevkiine göre, meşinden, bezden, ipekliden, atlasdan, gümüşden, altundan yapılırdı: gümüş ve altın bâzûbendler de bâzen elmas ve sâir kıymetli taşlarla müzeyyen, murassâ olurdu, dirsek ile kol arasına bağlanır; her hangi bir sebeble, farazâ günde beş vakit namaza abdest alır iken kollar dirseğe kadar sıvandığında bâzûbend görünmezdi; bâzûbend, gövde tamâmen çıplak olduğu zaman, meselâ hamanda görülürdü. Bâzûbendler 2-4 parmak enliliğinde olurdu.
Bâzûben nusha = muska olduğu zaman (B.: Nusha; Muska) yazılı kâğıd bir muşambaya sarılır ve bâzûbendin içine yerleştirildi. Bâzan da meşinden veya kumaşdan bâzûbendlerin içine yükde çok hafif bahada çok ağır bir kaç çıplak elmas, zümrüd, yâkut gizlenir, esvab ve çamaşır soyulmadan, yâhud kol kesilmeden çalınmayacağı için emin yer idi; böyel olan bâzûbendler de ekseriya yolculuklarda kullanılırdı; kervanı haramiler de çevirmiş olsa, yolcuları bir donca soyduklarından, içinde büyük bir servet yatan bâzûbendi, hele sâhibi dervişâne tebdili kıyâfet etmiş ise, haramilerin nushadır diye bırakmaları ihtimâli vardı.
Geçen asrın dili zehirli hiciv şâirlerinden Sürûri, hiç sevmediği şâir Aynî’yi (B.: Sürûrî; Aynî) şu ağır kıt’a ile hicvetmiştir:
Laf ider Aynî bzim karı yazar Mushaf deyû
Harfgirâne yalan söyler ki yokdur gaayeti
Belki yazmışdır o yosma kendi bâzûbendine
Rağbeti zendostan için muahebbet âyeti!.
(Sürûrî, Hezeliyat)
Nusha - muska bâzûbendler zamanımızda kullanılmıyor; onbin kişide bir kişinin kolunda yokdur diye biliriz; son kullananlardan biri Bitlisli Çamiç Ağa olmuşdur; bâzûbendinin mâcerâsını şöyle nakletmiştir:
“Memleketden 1908 de çıkdım; yarım asır geçdi, bir daha dönüb gitmedim; mâsûmiyetimi isbat edemeyecim çirkin bir tecavüz iftirasına uğradım, çiftlikde idim, tevkifime iki candarma geldi, ikişer altın bahşişle geri çevirdim, ve hemen o gece heybenin bir gözüne azık, öbür gözüne çamaşır doldurup çok iyi bildiğim dağ yollarından ver elini İstanbul deyub yaya olarak kaçdım. Heybeme elli altın atmış, bâzû bendime de İstanbulda satup sermâye yapmak üzere ana yâdigârı iki güzel zümrüdümü saklamışdım. Bir nakşî dergâhında kıyafetimi tebdil ile derviş oldum, otuz beş yaşlarında idim, sakalım da vardı. Kasabalara uğramadım, konaklarım tekkeler, hanlar, köyler oldu. Düzce köylerine kadar sağ ve sâlim geldim, orada bir handa yoldaş olayım diye peşime bir çerkeş delikanlısı takıldı; on yedi on sekiz yaşlarında bıyıkları yeni terlemiş, pençeli, şehbaz ve pür silâh çok güzel bir çocukdu, fakat bakışlarından şüphelendim, haydut bakışlı idi, iki de bir eşkiya çıksa ne yaparsın diye sorar, bende heybemi alır, beni soyar, cânıma kıymazsa helâl ider giderim derdim. Harami yatağı bir derbende girdik, oğlan yatağanı çekdi:
— Derviş, soyun bakalım!.. dedi.
Heybemi aldı, beni yalın ayak, bir don, bir gömlekle bırakdı. Kolumdaki bâzûbendi sordu: “Muskamdır, istersen vereyim” dedim; “İstemem, beni de seni korur gibi korur” dedi. Uğursuz boğazdan canımla çıkınca, o kılıkla bir bektâşi tekkesine sığındım; üstüme çul çaput bir şeyler verdiler; oğlanı târif ettim tanıdılar. “Meşhur şâkî Laz Dimitrinin yetişdirmesi Çerkes Ali olacak, canıın bağışladığına şükret!” dediler. Serde şâirlik var:
Yollar dağ bayır orman
Kuş uçmaz derbendi var
Yanında yoldaş deyû
Şakî şehlevendi var
Kubur tabanca bıçak
Yatağan kemendi var
Ol şakîye dervişin
Silâhı yok fendi var
Sırrın açmaz kimseye
Babasının pendi var
Hattı mücevher ile
Kolda bâzûbendi var.”.
“Kimlik nişan” bâzûbendlere gelince orta çağda derebeylik devrinde kullanılmışdır; fakat hâtırası, İstanbulda meddah hikâyelerinde asrımız başlarına kadar canlı yaşatılmışdır ki “bâzûbend” deyince hatıra kol muskalarından önce bu kimlik nişanlar gelir. İstanbullu meddah muhayyilesinin eseri bu hikâyelerin vak’aları Çinde, Serendibde, Buhârâda, Semerkandde, Horasanda, bazan daha yakın, Basrada, Bağdadda; yâhud muhayyel ülkelerde geçer. Ana çizgileri şöyledir:
Pâdişah ava çıkar, yahud bir derviş kılığında memleketini dolaşır, güzel bir kızı görür, âşık olur, yoksul babaya bir diyet öder, kızla hemen o gece evlenir, ertesi sabah ayrılırken bir gecelik karısına murassâ bir altın bâzûbend bırakır: “Evlâdımız kız olursa, satar, çeyiz parası yaparsınız, oğlan olursa, buluğa erdiğinde bunu bâzûsuna takarsınız, falan belde yoluna salarsınız, orada bu bâzû bend ile babasını arar, bulur” der, çıkar gider.
Çocuk oğlan doğar, buluğa irince, âfeti devran bir güzeler güzeli olur, bâzû bendi kolunda babasını aramağa gider, fakat pâdişah babasının beldesinde iftiraya uğrar, mâsum iken ya harâmilik ile, yahud kaatil olarak suçlanır, güzel genç fakirdir, hırpânî kiyafettir, iftira delilleri aleyhinedir, îdama mahkûm olur, cellâd oğlanın başını kesmek için belden yukarı gövdesini soydukda bâzûsundaki elmaslı muhteşem nişanı görür, alelâde bir bekâr uşağı olmadğı anlaşılınca pâdişaha haber verilir. Baba, ancak o zaman fakir ve güzel köylü kızını hatırlar, nişan kendi verdiği nişandır, mâsum yüzlü dilber mahkûm da kendi öz evlâdıdır. Güzel oğlunu bağrına basar.
Hüsnü Kınaylı
İstanbul meddah masalları tiplerinden Bâzûbendli Şehzâde
(Resim: S. Bozcalı)
Tema
Diğer
Emeği Geçen
S. Bozcalı
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.
TÜM KAYIT
Yazar/Üreten
Hüsnü Kınaylı
Kod
IAM050019
Tema
Diğer
Tür
Ansiklopedi sayfası
Biçim
Baskı
Dil
Türkçe
Haklar
Açık erişim
Hak Sahibi
Kadir Has Üniversitesi
Emeği Geçen
S. Bozcalı
Tanım
Cilt 5, sayfalar 2324-2326
Not
Görsel: cilt 5, sayfa 2325
Bakınız Notu
B.: Nusha; Muska; B.: Sürûrî; Aynî
Tema
Diğer
Emeği Geçen
S. Bozcalı
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.