Maddeler
İstanbul Ansiklopedisi'nin A harfinden Z harfine tüm maddelerini bir arada inceleyin.
Ciltler
1944 ile 1973 yılları arasında A harfinden G harfine kadar yayımlanmış olan ciltlere göz atın.
Arşiv
Reşad Ekrem Koçu'nun, G ve Z harfleri arasındaki maddelerle ilgili çalışmalarını keşfedin.
Keşfet
Temalar veya belge türlerine göre arama yapın; ilk kez erişime açılan arşiv belgeleri arasında gezinin.
AYAK ESNAFI, SATICILARI : Manavlar
Şehri şehrimizin her çapta ve her istidatta müstakimülhâl kesanı ağuşu şefkatinde perverde eden beldei tayyibedir. Bu ecildendir ki yaz gelince başı abani sarıklı Alanyalılar, yeşil ve beyaz sarıklı Konyalı, Aksekili, Ürgüplü seyyar manavlar küfesini, işportasını, tablasını kapınca sokaklara dökülürler. Esnayi ahzı atâda sakallarını tutarak müşterilere, kendisi kanacağından bihaber zavallılar, aklınca kandırmak için ben haccülharemeynim derlerdi.
Uzunçarşı başında — Büyük yangında yandı — Küçükfincancı hanında Abdülkerim Efendi isminde abani sarıklı bir manav vardı. Çocukluğunda Alanyadan geldiğinde hemşehrileri Mamoğlu namında birinin yanına çıraklıkla vermiş ustası bunun sırtına içi zerdali dolu küfeyi vermiş “Kayısı diye bağır” demiş Kadırgaya doğru inen bir sokakta pencereden bir efendi seslenmiş. “Oğlum kayısı kaç para!” Cevaben: “Yüz para!” deyinde indir küfeyi demiş, kapuyu açıp gecelik entarisiyle çıkan bu zat ne görsün, sıtma efendinin akrabasından zerdali değil mi? “ Oğlum bu zerdali!” der çocuk sert sert bağırır : “Bana onu ustam Mamoğlu kayısı diye verdi istersen al!” Efendi içeriye seslenir: “Yahu ustası Mamoğlu bu çocuğa kayısı diye vermiş, bir kap getirin!” Kayık tabak gelir. Dört kıyye çektirir yarım mecidiyeyi verir: “Yavrum bir şey alırsın!” diye yarım mecidiye ...
⇓ Devamını okuyunuz...
Şehri şehrimizin her çapta ve her istidatta müstakimülhâl kesanı ağuşu şefkatinde perverde eden beldei tayyibedir. Bu ecildendir ki yaz gelince başı abani sarıklı Alanyalılar, yeşil ve beyaz sarıklı Konyalı, Aksekili, Ürgüplü seyyar manavlar küfesini, işportasını, tablasını kapınca sokaklara dökülürler. Esnayi ahzı atâda sakallarını tutarak müşterilere, kendisi kanacağından bihaber zavallılar, aklınca kandırmak için ben haccülharemeynim derlerdi.
Uzunçarşı başında — Büyük yangında yandı — Küçükfincancı hanında Abdülkerim Efendi isminde abani sarıklı bir manav vardı. Çocukluğunda Alanyadan geldiğinde hemşehrileri Mamoğlu namında birinin yanına çıraklıkla vermiş ustası bunun sırtına içi zerdali dolu küfeyi vermiş “Kayısı diye bağır” demiş Kadırgaya doğru inen bir sokakta pencereden bir efendi seslenmiş. “Oğlum kayısı kaç para!” Cevaben: “Yüz para!” deyinde indir küfeyi demiş, kapuyu açıp gecelik entarisiyle çıkan bu zat ne görsün, sıtma efendinin akrabasından zerdali değil mi? “ Oğlum bu zerdali!” der çocuk sert sert bağırır : “Bana onu ustam Mamoğlu kayısı diye verdi istersen al!” Efendi içeriye seslenir: “Yahu ustası Mamoğlu bu çocuğa kayısı diye vermiş, bir kap getirin!” Kayık tabak gelir. Dört kıyye çektirir yarım mecidiyeyi verir: “Yavrum bir şey alırsın!” diye yarım mecidiye de Abdürrahime bahşiş olarak verir. Abdürrahimin kendisinden bu hikâyeyi dinledim: “Gün geçtikçe, büyüdükce kendi kendime düşünür utanırdım, aklıma düştükçe hâlâ utanmaktayım” dedi. O zati âlicenâbın ahlâki hamidesi bütün fenalıkları yenmiş, yaptığını, yapacağını bilmiyen bir kimse olsaydı, çocukluğuna olsun bağışlamıyarak tahkir ederdi. Küçüğe, büyüğe bakmaz belki bu hiç yoktan bir hengâme çıkardı; çünkü herkesin gönlünde bir arslan yatar demişlerdir.
Öyle satıcıları tesadüf olunur ki sattığı meyveler gibi tatlı ve hatırnüvazdır, öyle ham satıcılara da çatılır ki, ebû cehil karpuzu gibi acı, o nisbette de hilebazdır. Satan tatlı olursa satılan acı da olsa devayi misk gibidir. Satıcı acı olursa satılan bal da olsa içi zehirle memlû bir erik gibidir. Cenabı Hak cümlemize cennet meyveleri yer gibi ağız tadı ihsan buyursun.
Vasıf Hiç
Eski İstanbulun seyyar satıcıları arasında kavuncular, tipik insanlardı. Sâf yüzlü, kır sakallı, sesleri kadar yüksek vücutlu insanlardı: Göğüsleri açık ve yanıktı. Şalvar giyerler, başlarındaki fesin üzerine renkli çevre sararlardı. Alacalı mintanın üstüne Haydarî biçiminde yelek geçirirler, üstüne camedan, yahut çepken giyerlerdi. Boğazlarından aşağı sarken gümüş kösteklerin yanında bir de ip sarkardı. Kösteğin ucunda piryol saat, ipinin ucunda da bir kese vardı. Sattıkları malın parasını bu keselere korlar, keselerindeki paralardan gerisini verirlerdi. Saatlerini ve keselerini bellerine sardıkları kuşakların arasına sokarlardı.
Bâzılarının baldırları çıplaktı. Bâzıları da baldırlarının üstüne kalın tozluklar takarlardı. Kalın, nalçalı yarım kundura giyerlerdi. Bâzıları, tasarruf maksadiyle kundura falan almazlar, bir teki başka, öteki teki başka ayakkabı, yahut lâstik kullanırlardı. Aralarında gençleri, simsiyah sakallıları, bembeyaz sakalları göbeklerine kadar uzayanları da vardı. Ve çoğu, Kürttü. Yüklendikleri küfeler, içindekilerle beraber, seksen okkadan aşağı değildi. Önlerinde ortasındaki değirmi sapından iple arkasındaki küfeye tutturulmuş yuvarlak ve üstü açık sepetler vardı.
Sesleri tâ uzaklardan duyulur, sokağın içine saldırır saldırmaz, gür, kalın, alabildiğine yüksek bir sesle:
— Tatlı kavunlar!
Diye bağırırlardı.
Çoğu defa, çağırıldıklarını duymazlar, bir kere adımlarını küfenin gıcırtısına uydurdukları ağızları ile de:
— Topatanlar; Bal akıyor.
— Vay mübarekler! Top atanın da bal akıtanı!
Ezgisini tutturdukları için yollarına devam ederlerdi. Eski kadınlar, mahalle aralarında avaz avaz bağırarak karpuz, kavun satanlar hakkında:
— Herif öyle bağırıyordu ki, bizim mama dadıya karnıyarıklık patlıcanı ikiye böldürdü!
— Oğlanı güçlükle uyutmuştum. Çocuğu beşikten fırlattı.
Derlerdi.
Bunlar, kavunun tanesini üç kuruşa kadar, yüz paraya kadar satarlardı.
— Altmış paraya olmaz mı?
Sorgusu karşısında:
— Altmış paraya mı? Bulsam yirmi küfe alırdım... cevabını verirlerdi.
Köprü yemişçileri, pahalı mal sattıkları için, onların kavun satışları hakkında:
— Bir kavun, bir altın top!
Derlerdi.
Seyyar kavun satıcıları arasında, Giritli Rumlar da vardı. Bunlar, siyah, uzun şalvar giyerlerdi. Fakat sırtlarında satmazlar, küfeleri beygirlere, eşeklere yükliyerek:
— Kala peponi!.. Ola zahari!
Diye satarlardı. Fakat, İstanbul mahallelerinde dolaşmazlar. Adalarda, bilhassa ekalliyetlerin bulunduğu mahallerde gezerlerdi. Karpuzculara, kavuncuların ikizidir denilebilir. Bu gün — Birçok satıcı simaları gibi — onlar da tamamen tarihe karıştı.
Vakur bir sesle:
— Ka... karpuz!
Diyerek sokakları inim inim inleten karpuzcular, heybetli, uzun boylu, adalî vücutlu, kır yahut bembeyaz sakallı adamlardı. Sırtlarında kocaman bir küfe taşırlardı. Küfeyi adamakıllı doldururlar, taşırlar, karpuzlar düşmesin diye iplerle üstünden atlamalar yaparak örme keserler gibi bir vaziyet verirlerdi.
Avrupalı ressamlar, İstanbul satıcılarını temsil etmek üzere hep kavuncu, karpuzcu ve üzümcü tipi yaparlardı. Bu tipler bir zamanlar, yeryüzünün meşhur bir siması haline girmişti.
Karpuzcuların kıyafetleri de, tıpkı kakavuncuların kıyafetleri gibiydi. Bunlar da onlar gibi camadan, cepken, şalvar giyerler, faslerinin üstüne renkli çevre sararlardı. Bunlar da gümüş köstek, piryol saat, ipli kese kullanırlar, kuşak sararlar, nalçalı kundura giyerlerdi.
Ağır yükün altında terledikçe parmaklariyle alınlarındaki terleri silip yerlere atarlar, kıllı göğüslerini açarak derin derin soluk alırlardı. Yalnız İstanbul mahallelerinde dolaşmazlar, Beyoğlu taraflarına da çıkarlar, Şişliye, Osmanbeye, Nişantaşına uzanırlar, zaman zaman vapura atlayıp, Adalara, Haydarpaşa banliyösünün uğradığı köylere kadar giderlerdi. Boğazın Rumeli kıyısını yaya dolaşan seyyar kavuncular ve karpuzcular da vardı.
O zamanlar:
— Tekirdağının kurabiye!
— Tekirdağının kurabiye!
— Vay çay şekeri vay!
— Kesmece veriyorum!
— Kan kırmızı!
Diye satarlardı.
Sonraları, seyyar satıcıların nesli kaybolmağa yüz tutup, karpuz arabalara düşünce:
— Elimi kestim kan akıyor!
— Bal kutusu!
— Nöbet şekeri!
Diye satılmağa başlandı. Sabahleyin geçen satıcılar da:
— Sabah doktoru!
Diye satıyorlardı.
Eskiden karpuz en fazla 3, nihayet 4 kuruşa kadar satılırdı. Ve bu en yüksek fiyattı. Beş paraya satılanı da vardı.
Eski İstanbulun seyyar satıcıları arasında üzümcü en başta gelen bir tipti. Sesleri karpuz ve kavuncularınkinden daha dik, daha iriydi.
— Çavuş! Çamlıca bağlarının çavuş!
— Kınalı yapıncak!
Diye bağırdıkları zaman caddeler, sokaklar âdeta inler, aksi sada, ayni heybetle cevap verirdi:
— Çavuş! Çamlıca bağlarının çavuş!
Bozkırlı, Konyalı, Gümüşhaneli, Uşaklı, Afyonlu, gürbüz ve levend Anadolu çocuklarıydı. Çoğu şalvar ve potur giyerlerdi. Aralarında pantalon giyenler de vardı. Fakat bunlar eskilerin “düdük gibi” dedikleri daracık, çizme pantalonu gibi şeylerdi. Üzerine ya uzun konçlu çorap çekerler, yahut eski, püskü bezlerden dizlik sararlardı. Ökçesi basık, nalçalı ve kalın tabanlı kundura giyerlerdi. Beyaz yün çoraplarının topuk yerlerinden şerha şerha olmuş topuk başları gözükürdü. Alacaklı mintanlarının düğmeleri daima çözük, kıllı göğüsleri daima açıktı. Alınlarından sızan terleri bâzan parmaklariyle, bâzan da, köylerinden ayrılırken nişanlılarının verdikleri o uçları gelin teli ile işlenmiş çevrelerle silerlerdi. Bu çevreleri göğüslerinde saklarlar, bâzan da mintanlarının altından — uçları gözükmek şartiyle — omuz başlarına korlardı. Bellerine kuşak sarmakla beraber üstüne meşin bir önlük takarlardı. Önlüğün önünde torbamsı bir şey vardı. Satış paralarını buraya korlardı. Bâzıları da, feslerinin içine kalınca bir kesekâğıdı, yahut bir asma yaprağı yerleştirerek paralarını üstüne koyup başlarına giyerler, her satışta feslerini çıkarıp paranın üst tarafını verirlerdi.
Sâf yüzleri, temiz gözleri, adalî vücutları, neşeli halleri, arkalarında en aşağı seksen okka çeken içiçe geçmiş — o devirlerde üzümcüler, üzüm dolu küfeleri başka bir küfenin içine oturtdururlardı — iki küfesiyle bu Anadolu çocukları insanın karşısında erkek yapısı ve gücünün timsali idiler. Bir kısmı yalnız gezer, bir kısmı da yanlarına yardımcı alırlardı. Eğer malı ortaklama almışlarsa, üzüm küfesini yarım saat biri, yarım saat öteki taşırdı. Küfeyi taşımayan, teraziyi eline alarak öne geçer, birkaç adımda bir:
— Çavuş!..
Diye bağırırdı.
Eğer mal ortaklama değilse, sermaye sahibi küfeyi taşımaz, yanına aldığı gündelikçiye, yahut ondalıkcıya taşıtır, kendisi de çığırtkanlık yapardı.
Ondalıkla yahut gündelikle adam tutan sermayedar, öğle yemeğini de yedirmeğe mecburdu.
Temiz yürekli, tok gözlü, helâl süt emmiş insanlardı. Birkaç dirhem eksik mal vermek için teraziyi meyilli tartmazlar, hile yoluna kaçmazlar. “Haramdır hakkı geçmesin!” diye dikkatle tartarlardı.
Münir Süleyman Çapanoğlu
Patlıcan ve portakalcıların ekserisi de Yahudiden olurdu. Patlıcanın, portakalın satış ciheti kolay, terazı filân lâzım değil; tekine pazarlık et, birer birer say, parayı al.
Bağırtıları yine tiz, sürekliydi. Zarzavatçı hırıstiyanların, atlı, eşekli Rum bahçıvanlarınkine benzemez. Sattıkları da onlardan yarı yarıya ucuz: Tanesi 5 para, hattâ üçü 10 para. Velâkin hepsi porsuk, suyu seli çekilmiş, kozalağa dönmüş. Tevekkeli (pahalıdır hikmeti var, ucuzdur illeti var) dememişler.
Meddah Aşkı’nın onlara dair taklitleri oldukça hoştu. Önceleri fonoğraf silindirlerine, sonraları gramofon plâklarına bu taklitlerini vermiş, İstanbulda kapışılmıştı. Patlıcancı Yahudinin umumhaneci Sürpik Duduyla alış verişi ömürdü. Portakalcının da cumbadaki hanım nineyle pazarlık ederken kahkahadan kırılışı; seslendirerek, plâğın sonuna kadar mütemadiyen katılışı en somurtkan kimseleri bile kah kah güldürürdü.
Sermed Muhtar Alus
Müslüman Manav tipleri, 1874
(Resim: C. Biseo)
Gayri müslim Manav tipi, 1874
(Resim: C. Biseo)
Manav tipleri
(Resim: Fotoğraflardan Ayhan ve Nezih eli ile)
Tema
Folklor
Emeği Geçen
C. Biseo, Ayhan ve Nezih
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.
TÜM KAYIT
Yazar/Üreten
Vâsıf Hiç, Münir Süleyman Çapanoğlu, Sermed Muhtar Alus
Kod
IAM030268
Tema
Folklor
Tür
Ansiklopedi sayfası
Biçim
Baskı
Dil
Türkçe
Haklar
Açık erişim
Hak Sahibi
Kadir Has Üniversitesi
Emeği Geçen
C. Biseo, Ayhan ve Nezih
Tanım
Cilt 3, sayfalar 1407-1411
Not
Görsel: cilt 3, sayfalar 1408, 1409
Tema
Folklor
Emeği Geçen
C. Biseo, Ayhan ve Nezih
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.