Maddeler
İstanbul Ansiklopedisi'nin A harfinden Z harfine tüm maddelerini bir arada inceleyin.
Ciltler
1944 ile 1973 yılları arasında A harfinden G harfine kadar yayımlanmış olan ciltlere göz atın.
Arşiv
Reşad Ekrem Koçu'nun, G ve Z harfleri arasındaki maddelerle ilgili çalışmalarını keşfedin.
Keşfet
Temalar veya belge türlerine göre arama yapın; ilk kez erişime açılan arşiv belgeleri arasında gezinin.
ÂRİF EFENDİ (Mehmed)
Abdülâziz ve İkinci Abdülmecid devirlerinin en namlıgazetecilerindendir; “Medeniyet”, “Musavver Medeniyet”, “İstanbul”, “Âyinei Vatan”, “Ruznâmei Âyinei Vatan”, “Vatan” adlariyle çıkardığı mecmuaların Türk Basın tarihinde mevkileri çok büyüktür; fakat ne kadar yazıktır ki şimdiye kadar basın tarihi üzerinde tetkiklerde bulunanlar bu mecmuaları lâyık oldukları dikkatle tesbit etmemişler ve Mehmed Ârif Efendinin üzerinde de durmamışlardır (Bütün bu mecmua ve gazete isimlerine bakınız). Aslı Eğribozlu olan Mehmed Ârif Efendi rumcayı ana dili gibi bildiğinden muasırı matbuat müntesibleri arasında “Ârifâki” lâkabı ile tanınmıştı.
Kendisini yakından tanımış olan “Gencinei Letaif” muharriri Faik Reşad Bey, bu Ansiklopedinin müellifi R. E. Koçu’nun babası merhum Ekrem Reşad Beyle Osman Ferid Beyin müştereken çıkardıkları Nevsâli Osmanî de neşrettiği “Ârifâki” başlıklı bir yazıda, Mehmed Ârif Efendinin çıkardığı mecmuaların değeri üzerinde ciddî bir tetkikte bulunmadan onu son derecede cüretkâr bir maceraperest olarak göstermektedir. Muhakkak ki pek kıymetli bir vesika olan bu makaleyi aynen alıyoruz:
“Mektebi Tıbbiyeden eczacılıkla çıkıp sonra meslek değiştirmiş, bazı konsolosluklarda bulunmuş, daha sonra gazeteciliğe girerek 1283 (M. 1867) de Ayinei Vatan, Ruznamei Ayinei Vatan, yine o ...
⇓ Devamını okuyunuz...
Abdülâziz ve İkinci Abdülmecid devirlerinin en namlıgazetecilerindendir; “Medeniyet”, “Musavver Medeniyet”, “İstanbul”, “Âyinei Vatan”, “Ruznâmei Âyinei Vatan”, “Vatan” adlariyle çıkardığı mecmuaların Türk Basın tarihinde mevkileri çok büyüktür; fakat ne kadar yazıktır ki şimdiye kadar basın tarihi üzerinde tetkiklerde bulunanlar bu mecmuaları lâyık oldukları dikkatle tesbit etmemişler ve Mehmed Ârif Efendinin üzerinde de durmamışlardır (Bütün bu mecmua ve gazete isimlerine bakınız). Aslı Eğribozlu olan Mehmed Ârif Efendi rumcayı ana dili gibi bildiğinden muasırı matbuat müntesibleri arasında “Ârifâki” lâkabı ile tanınmıştı.
Kendisini yakından tanımış olan “Gencinei Letaif” muharriri Faik Reşad Bey, bu Ansiklopedinin müellifi R. E. Koçu’nun babası merhum Ekrem Reşad Beyle Osman Ferid Beyin müştereken çıkardıkları Nevsâli Osmanî de neşrettiği “Ârifâki” başlıklı bir yazıda, Mehmed Ârif Efendinin çıkardığı mecmuaların değeri üzerinde ciddî bir tetkikte bulunmadan onu son derecede cüretkâr bir maceraperest olarak göstermektedir. Muhakkak ki pek kıymetli bir vesika olan bu makaleyi aynen alıyoruz:
“Mektebi Tıbbiyeden eczacılıkla çıkıp sonra meslek değiştirmiş, bazı konsolosluklarda bulunmuş, daha sonra gazeteciliğe girerek 1283 (M. 1867) de Ayinei Vatan, Ruznamei Ayinei Vatan, yine o tarihte Vatan ve İstanbul ve 1290 (M. 1874) da Medeniyet gazetelerini çıkarmıştır.
“Benim tanıdığım tarihte Aleksan Sarafyan ile müştereken Antuvanın Hulâsatül Efkâr gazetesini çıkarıyordu. Gençliğinde Nakibül-Eşraf ve Vak’anüvis merhum Esad Efendiye, sonra da Münif paşaya damad olmuştur. Uzun boylu, nahif, buğday benizli, ufak karagözlü, kâküllü bir adam idi. Simâsı ve konuşması ruma benzediği, Eğribozlu olduğu için Ârifâki derlerdi. Şeytana külâhı ters giydirir derecede ayyar, kallaş, pervâsız, her işe girer, cerrar, korkusuz, ayağına tez, üşenmez, türkçe ve rumcadan başka fransızca, ingilizce, almanca, italyanca gibi Avrupa lisanlarının bir çoğunu o lisanların ehli kadar dürüst ve serbest konuşmağa kadir, lâfzen, kandırma kuvvetine mâlik, elhâsıl, emsâli nâdir, nevi şahsına münhasır bir adamdı.
“Ârifâki aslında ne gazeteciydi, ne memurdu, ne bir şey.. Adetâ bir serseriydi. Mesleği mesleksizlik, düşüncesi çıkarıydı. Daima pusuda fırsat bekler, aldatıp ağına düşürdüklerini kendine esir, isterse kahır ve tedmir ederdi. İndinde mukaddesat, din, milliyet, insaniyet, ırz, namus, vatan, aile birer müphem nokta idi, âlemde mukaddes bildiği tek şey para idi. Ekser teşebbüslerinde muvaffak dahi olursa da eline geçirdiği paraları kumarda telef ettiğinden müddeti ömründe refah ve rahat, huzur görmemiştir.
“Gazetecilik şöyle âdi işlerdendi. Ne zaman işsiz kalacak, yahut parası çok aklı az bir gazete budalası ele geçirecek olsa muvakkat bir müddet için gazetecilik ederdi. Bu kabil adamlardan ve Rumeli muhacirlerinden S*** Bey namında zengin birini yakalar; sahibi imtiyazı olduğu Musavver Medeniyeti Avrupanın en muteber İllustrasyonları tarzında ve sertabib Mavroyani Paşanın himayesi altında olarak nşredeceğini ve Paşanın nüfuzu sâyesinde buna gerek İstanbulda gerek taşrada büyük küçük ne kadar memur varsa cümlesi abona olacağından lâakal yirmi bin nüsha basıp satması ve bu yüzden pek çok para kazanması muhakkak olup her ne kadar gazete ve matbaanın muhtaç olduğu masarifi iptidaiyeyi Paşa deruhte etmiş ise de kendisinin asıl emeli Babıâli Caddesinde bir kıraathâne, mükemmel bir birahâne ve lokanta küşad ederek Sirkeci İstasyonu civarındaki birahânelere devam eden şimendöfer memurin ve müstahdemlerini kâmilen oraya celbetmek olduğundan elde beş altı yüz lira kadar bir para olsa bu emelin de husule geleceğini ve bunun gazete çıkarmaktan daha kârlı bulunduğunu, muhatabının ağzının sularını akıtarak ballandıra ballandıra söyler. Biçâre safdil S*** Bey biraz teemmüle bile lüzum görmeksizin kendisi de şerik olmak şartiyle dört yüz lira verir. Ertesi günden itibaren işe girişilir. Bu kıraathâneye, daha doğrusu birahâneye “Şark Kıraathâne ve Lokantası” namı verilir. Hattâ bu isim fransızca olarak kapının önündeki kaldırıma da yazdırılır. Birahane yapıladursun, Ârifâkinin Musavver Medeniyeti, serlevhası altında “Sertabibi Hazreti Şehriyari Devletlû Mavroyani Paşa Hazretlerinin tahtihimâyeti celîlelerinde” ibaresini muhtevi olduğu halde neşredilir. Mavroyani Paşa böyle bilmediği, asla münasebeti olmadığı bir adam tarafından kendi himâyesi altında bir gezete çıkarıldığını haber alınca, sûreti mahsusada Babıâliye müracaat eder, verilen emir üzerine Zaptiye Nezâreti tarafından nüshaların toplatılmasiyle beraber Ârifâkinin taharrisine başlanır. İşin böyle bir neticeye varması, zaten Ârifâkinin plânındandı; arandığını haberalır almaz S*** Beyi bulur, vakayı haber verdikten sonra der ki:
— Bu işte büyük bir yanlışlık var.. Herhalde ben gider hatayı tashih ederim, lâkin hükûmetin, bâhusus Zaptiye Nezaretinin hali malûm, bir günde iş olup bitmez, ihtimal ki beni tevkif ederler, işte bunun için korkarım ki şâyet sizin benimle şerik olduğunuz haber alınmışsa sizi de celb ve tevkife kalkışırlar; vâkıa işte bir yanlışlık olduğu anlaşıldıktan sonra serbest kalacağız amma, ihtiyaten birkaç gün kadar evden dışarı çıkmamanız münasiptir, siz şimdi doğru eve gidiniz, ben gelmeyince, yahut bir haber göndermeyince bir tarafa çıkmayınız.
“Zavallı S*** Bey ömründe böyle şeyler başına gelmemiş olduğundan korkusundan heyecan ve ıztıraba düşerek doğru evine gider, kapanır. Ârifâki ise aldığı dört yüz liradan - birahâne için sarfeylediği beş on altınını tenzilinden sonra - kalan para ile evvelce mübayaa olunup bir yoluyla Galataya götürüp sattığı birahâne eşyasının tutarını da cebine indirerek sırra kadem basar.
“1298 (M. 1882) tarihinde Sakızda büyük bir zelzele vukubulmuş, nüfusça, binaca müthiş telefat ve hasaratı mucip olmuştu. Bu felâket haberi İstanbulda şayi olunca, iyi, fena her halden, her vakadan mutlaka kendisi için bir menfaat hissesi arayıp bulmak itiyadında olan Ârifâki meydana çıkarak İbret gazetesi sahibi imtiyazı olup ayyarlıkta pek de kendisinden aşağı kalmayan Aleksan Sarafyanı bulur. Derhal ittifak ederler, evvel emirde ellerine biraz para geçirilir, bununla Beyoğlunda münasip bir mahal tedarik ve teftiş ile kâtip, muhasip, veznedar, odacı falan namına üç kişi yerleştirirler ve her ne lâzım ise mükemmelen tertip ettikten ve kendilerine son derecede çekidüzen verdikten sonra doğru Yunan Sefarethanesine giderler, Sefire çıkarlar. Ârif, evvelâ anadili olan rumca olarak sefire kendisini, Sakız zelzele felâketzedeleri için iane toplamak niyetiyle Rum ve Yunan zenginlerinden falan ve falan zatlar tarafından teşkil olunan cemiyetin müdürü, Aleksanı da kâtibi umumisi olmak üzere prezanta eder, sonra Sakız adası halkının tamamen Rum unsurundan ibaret olduğuna ve bunlara muavenet insaniyet hissinden olmaktan ziyade millettaşlık ve bilhassa Yunanlılık menfaatleri iktizasından bulunduğuna dair Seferin millî hislerini okşayacak surette bir nutuk irad ederek Aleksanın yanında bulunan gayet mükellef, müzeyyen bir defteri, ki, sahiflerinin başları cemiyet mühürleriyle mühürlenmiştir, takdim eder. Sefir kendi için beşyüz frank kayıt ve imza etmekle beraber sefaret memurlarının kâffesini iane vermeğe dâvet eder. Derhal bir iki bin fank toplanır, Ârifâkiye teslim olunur.
Ârifâki de cemiyetin müdürü resmisiyle mühürlenmiş ve matbu makbuzları imzalıyarak verir, paraları cebine indirir Bunlar oradan çıktıktan sonra ne kadar sefarethâne varsa cümlesine bu yolda müracaat ederler. Elhasıl o gün akşama kadar sefarethâneleri ve ertesi günü Beyoğlunda yerli, ecnebi birok bankaları ve ticarethâneleri ve belli başlı zenginleri birer birer dolaşarak iki gün içinde pek büyük bir para toplarlar. Üçüncü günü Beyoğlu gazetelerinin cemiyetten uzun uzadıya bahsetmeleri asla bundan haberdar olmıyan hükûmetin nazarı dikkatini celbeder; tahkikata girişilir. Tahkikat ve taharriyat devam ededursun, bunlar tebdili kıyafetle vapura atlıyarak, galiba, biri Kıbrısta, biri de Mısırda soluğu alırlar.
“Musavver Medeniyeti ilk çıkardığı zaman gazeteye Şehzade Yusuf İzzeddin Efendinin resmini koyar, Gazetenin çıktığı gün beş on nüsha alıp saraya götürmek üzere köprüden geçtiği sırada tesadüfen Valide Pertevniyal Sultanın arabasının geldiğini görür görmez derhal bir nüsha alıp arabaya doğru seğirtir ve gazeteyi açıp elinde tutmak suretiyle resmi gönderir. Valide Sultan torununun resmini görünce arabayı durdurarak uzatılan gazeteyi alır, elli lira ihsan ile beraber yarın bunlardan birkaç nüsha alıp saraya getirmesini emreder. Ârifâki gerisin geriye matbaaya dönerek âlâ kâğıt üzerine beş on nüsha daha bastırır, ertesi günü götürüp takdim eder. Bu nüshalardan biri Sultan Abdülâzize, biri Şehzade Yusuf İzeddin Efendiye, geri kalanları da Haremi Hümâyunun ileri gelenlerine dağıtılır; Padişah ile oğlu yüzer, Valide Sultan tekrar elli lira, diğerleri de münasip miktar para verirler. Ertesi günü ortakları, Ârifâkiden kendi hisselerine düşen paraları istediklerinde:
— Ha! Gerçek.. Size haber vermeği unuttum... İyi ki hatırıma getirdiniz, saraya mahsus nüshaları götürüp takdim ettim, o gün bir şey zuhur etmedi. Dün yine gittiğim halde boşa çıktıktan maada bu kadar da masraf ettim! diye on para vermedikten başka araba, kayık falan ücreti olmak üzere üste para ister”.
Faik Reşad Bey merhumun anlattıklarında daha ziyade bir masal çeşnisi olmakla beraber, Ârifâkinin, İstanbul tarihinde eşine az rastlanır bir sîmâ olduğu muhakkaktır.
Ârifâkinin Pertevniyal Vâlidesultana elli altına sattığı Medeniyet Mecmuasının 4 numaralı nüshası
Tema
Kişi
Emeği Geçen
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.
TÜM KAYIT
Kod
IAM020737
Tema
Kişi
Tür
Ansiklopedi sayfası
Biçim
Baskı
Dil
Türkçe
Haklar
Açık erişim
Hak Sahibi
Kadir Has Üniversitesi
Tanım
Cilt 2, sayfalar 1000-1003
Not
Görsel: cilt 2, sayfa 1001
Tema
Kişi
Emeği Geçen
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.