Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
ÂRİF BEY (Hacı)
Geçen asır sonlarının en büyük bestekârlarından; aşağıdaki satırlar Eşref Edib’in imzası ile İslâm - Türk Ansiklopedisinde intişar etmiş makaledir; üstadane kaleme alınmış pek güzel bir yazıdır:
“Musiki üstadları” ve “Tarih ıstılahları” adlı gayri matbu eserlerin müellifi Naif Tüman’ın tahkikatına göre, Ârif Bey Eyyub Mahkemei Şer’iyyesi Başkâtibi Bekir Efendinin oğludur. (1247) 1831 senesinde Eyyubda iptidaî mektebine devam ettiği sırada sesinin güzelliği mektebin ilâhî hocası musiki üstadlarından Eyyublu bestekâr Mehmed Beyin (Mehmed Bey Hamamîzade İsmail Dedenin yetiştirdiklerindendir) nazarı dikkatini celbetmiş, onun bu yolda ilerlemesine itina göstermiştir. Mektebi bitirdikten sonra üstadı Mehmed Beyin delâleti ile (1260) 1844 de mülâzemetle Babı Seraskerî kalemlerinden birine girdi. Sesinin güzelliği her tarafa yayıldı. Sultan Abdülmecid bunu işitince iradei seniye ile Muzikai Hümâyuna alındı. Sarayda üstad Haşim Beyden meşke başladı. Pek zengin olan tabiatı musikiyesi burada kemal derecesini buldu. Abdülmecidin kendisine pek ziyade teveccühü vardı. Kendisini uzun müddet kurenâlık hizmetinde istihdam eyledi. Bilâhare Ârif Beyin arzusu üzerine altı bin kuruş maaşla çırağ edildi. Sultan Abdülâzizin cülûsunda Serhânende unvaniyle yine Mabeyne alınarak Haremi Hümâyun devairi m...
⇓ Read more...
Geçen asır sonlarının en büyük bestekârlarından; aşağıdaki satırlar Eşref Edib’in imzası ile İslâm - Türk Ansiklopedisinde intişar etmiş makaledir; üstadane kaleme alınmış pek güzel bir yazıdır:
“Musiki üstadları” ve “Tarih ıstılahları” adlı gayri matbu eserlerin müellifi Naif Tüman’ın tahkikatına göre, Ârif Bey Eyyub Mahkemei Şer’iyyesi Başkâtibi Bekir Efendinin oğludur. (1247) 1831 senesinde Eyyubda iptidaî mektebine devam ettiği sırada sesinin güzelliği mektebin ilâhî hocası musiki üstadlarından Eyyublu bestekâr Mehmed Beyin (Mehmed Bey Hamamîzade İsmail Dedenin yetiştirdiklerindendir) nazarı dikkatini celbetmiş, onun bu yolda ilerlemesine itina göstermiştir. Mektebi bitirdikten sonra üstadı Mehmed Beyin delâleti ile (1260) 1844 de mülâzemetle Babı Seraskerî kalemlerinden birine girdi. Sesinin güzelliği her tarafa yayıldı. Sultan Abdülmecid bunu işitince iradei seniye ile Muzikai Hümâyuna alındı. Sarayda üstad Haşim Beyden meşke başladı. Pek zengin olan tabiatı musikiyesi burada kemal derecesini buldu. Abdülmecidin kendisine pek ziyade teveccühü vardı. Kendisini uzun müddet kurenâlık hizmetinde istihdam eyledi. Bilâhare Ârif Beyin arzusu üzerine altı bin kuruş maaşla çırağ edildi. Sultan Abdülâzizin cülûsunda Serhânende unvaniyle yine Mabeyne alınarak Haremi Hümâyun devairi musiki meşklerine memur edildi. On sene kadar bu hizmette bulunduktan sonra dört bin kuruş maaşla tekrar çırağ edildi. Bir müddet Şûrayı Devlet helefâlığında bulundu. İkinci Sultan Abdülhamidin cülüsünde muallim sıfatiyle ve Kolağalık rütbesiyle tekrar Muzikai Hümâyuna alındı. Vefatına kadar bu hizmette kaldı. (1302) 1884 de vefat eyledi. Beşiktaşta Yahya Efendi dergâhı kabristanında medfundur. Çok zeki, meclisi ârâ ve çok yakışıklı idi. Fevkalâde kuvvei hafızası vardı.
“Ârif Beyin arkadaşlarından yaşı sekseni geçmiş olan Muzikai Hümâyun muallimi Zati Bey diyor ki: “Sarayda Muzikai Hümâyunda bir müddet Hacı Ârif Beyle beraber bulunduk. Geceleri yatsıdan sonra kahve ocağında toplandık. Yatı zamanı olan alaturka saat dörde kadar arkadaşlar (hanendeler) hep beraber okurduk. Hanendelerin şefi Müezzinbaşı Rifat Beydi. Fasıl onun elinde idi. Ârif Beyin ayrı takımı yoktu. Fakat Ârif Beye de müstakil bir oda verilmişti. Orada talim ve meşkederdi. Ârif Beyin musikideki hüsnütabiatini bütün arkadaşlar takdir ederdi. Bilhassa sesinin güzelliği ile meşhurdu. Nota bilmezdi, fakat müthiş bir kuvvei hafızasi vardı. Binlerce parça ezberinde idi. En ince parçaları eksiksiz ve pürüzsüz okurdu. Sultan Abdülhamid diğer padişahlar kadar alaturkadan heyecan duymamakla beraber Ârif Beyin şarkılarından ve okuyuşundan hususî bir zevk alırdı”.
Üstadın İbnülemin Mahmud Kemal, çocukluğunda, komşularından Fındık Hafız tarafından okunan bir mevlid gecesinde Hacı Ârif Beyi dinlemiştir. “O ne müthiş sesti! Arkadaşlariyle birlikte tevşih okurken onun sesi diğer seslerin fevkinde dalgalanır ve taşardı. Altmış sene geçtiği halde hâlâ bu sesin güzelliği kulaklarımdadır” diyor. Daha küçük yaşta iken sesinin güzelliği ve kıvraklığı musiki üstadlarının nazarı dikkatlerini celbetmişti. Ona ilâhi meşkeden Zekâi Dede, büyük üstad Hamamizâde İsmail Dedeye ondan bahsetmişti; getir de görelim, demiş. Bir gün Ârif Beyi alıp götürmüş. Dede Efendi çok iltifat etmiş. Bir şey okurlar mı? demiş Ârif Bey ilâhiye başlayınca Dede Efendi hayrette kalmış. Gel oğlum! demiş, yanına çağırmış. Elinden tutmuş, orada bulunan tilmizlerine: Efendiler, demiş, bu çocuk hepimizi geçecektir!.. Bu hâdiyesi Ârif Beyin kendisi tilmizi Servet Beye (Servet Bey, tanburî Turanın hocası, Adliye Nezareti mezâhib kalemi baş mümeyyizi idi) anlatmış, Servet Bey de, Dürri Beye nakletmiş.
“Yine Servet Beyin Ârif Beyden naklen Dürri beye anlattığına göre, Ârif Bey mabeyne alındığı zaman Haşim Beyden çok istifade etmiş Haşim Beyin sesini ve musiki tavrını çok beğenmiş. Bir gece bermûtad Haşim Beyden eser meşkederken o makamın ikinci bestesini de meşk etmesini rica etmiş. Haşim Bey: Ben bu eserleri altı ayda meşketmiştim, sen nasıl olur da bir meşkde alabilirsin? demiş. Hacı Ârif Bey ricasını tekrar edince Haşim Bey meşke karar vermiş, fakat ertesi günü okuyamadığı takdirde bir daha kendisine hiçbir şey meşketmiyeceğini söylemiş. O da: Peki! demiş. Bunun üzerine geriye kalan ağır ve yürük semailerini de meşketmiş. Fakat sıkılmış, o gece uykusu kaçmış. Ârifin bu kadar kendisine güvenmesini hoş görmemiş, sabah erkenden Ârifi çağırmış. Biraz sertçe: Haydi oku bakalım! demiş. Ârif okumağa başlamış. Olmadı dediği yerleri Ârif Bey kendi kendine tekrar düzeltmiş. Ârifin harikulâde zekâsını görünce çehresini değiştirmiş, sözünü yumuşatmış, gözlerinden yaşlar dökülerek alnından öpmüş: “Ârif, demiş, ben bu sesleri tam altı ayda geçmiştim. Aferin oğlum! Ömrümün sonuna kadar, ne biliyorsam sana vereceğim.
Yine Servet Beyin Dürri Beye anlattığına göre, Hacı Ârif Bey bestelerini çok çabuk yaparmış, çok velûd imiş; o kadar ki bestelerini geçmeğe yetişmezlermiş. Bine yakın şarkı, ilâhi ve durak bestelemiştir. Kendi eserlerinden başka, belki iki binden fazla, büyük üstadların klâsik eserleri de mahfuzu imiş.
Katikofti usulünü Hacı Ârif Beyin icad ettiğini Dürri Turan, Rauf Yekta Beyden işitmiş. Bu usul, 8 darplı 8/8 likle yazılan bir ölçüdür. Hacı Ârif Beyden evvel eâzımın eserlerinde böle bir usul görülmemiştir.
Ârif Bey, eserlerinde eski bestelerdeki “terennüm” leri kaldırmıştır. Bir gece Sultan Abdülâziz bunu kendisine tavsiye etmiş. Onun üzerine Ârif Bey bu yola dökülmüş. Muhtelif makamlarda uzun güfteli parçalar da bestelemiş, bunlara “Nevzemin” demiştir.
Musiki üstadlarından Kâzım Uz’un mütalâasına göre, Hacı Ârif Bey musikimiz tarihinde bir mevki sahibidir. Büyük üstadların sanat itibariyle çok yüksek, fakat herkes anlayamadığı için zevkine varamadığı ağır bestelerden sonra daha hafif ve tesiri daha şâmil musikinin inkişaf devrinde yetişen Hacı Ârif Bey bu vâdide en ziyade muvaffak olan bestekârlardan biridir. Şarkılarında oynaklık, incelik ve vüzuh vardır. Rengîn ve şûh nağmeler bestelerinin mümeyyizâ bir vasfıdır. Esasen hüsnü tabiat sahibi, şuh meşreb bir adamdı. Zamanında musikide böyle bir inkişafa ihtiyacı vardır. Bu yolda bestelediği şarkılar hemen musiki meclislerine yayılıyor, herkes beğeniyor, halkın zevkine hoş geliyor, muhtelif tabakaların bediî hislerini okşuyordu. Denebilir ki Hacı Ârif Bey millî musikinin yüksekliğini ve inceliğini bozmaksızın onu âmmenin zevkine uygun bir hale getirmiştir.
Konservatuvar Müdürü Yusuf Ziya Beye göre de, Hacı Ârif Beyin millî musikimiz tarihinde mümtaz bir mevkii vardır. Musikimizi ağırlıktan kurtarmış, umumun hissiyatına tercüman olmuştur. Zamanın icabettirdiği yenilikleri göstermiştir. Şarkılarında asalet ve kibarlık vardır. İbtizal yoktur. Onun için eserlerirağbetten düşmüyor. Musiki fasıllarında mutlaka Hacı Ârif Beyin eserleri alınır. Avam, havas onun eserlerinden zevk duyar. Bu, herkese nasib olmıyan müstesna bir muvaffakiyettir. Hacı Ârif gibi san’atkârların yetişmesinde o devirlerin müsaid şartlarını da nazarı itibara almak lâzımdır.
Tanbur üstadlarından Dürri Turan yazıyor: “Hiçbir Türk kalbi yoktur ki onun eserleri karşısında vecde gelmesin. Onun eserleri gönülleri neşvelerle doludur. Ağlar ve ağlatır. Rindâne meclisleri cûş-u hurûşa getirir. Sazların telleri onun nağmeleriyle kopar. Sarayların muhteşem salonları nice zamanlar onun sesiyle ve eserleriyle inledi. Üç padişahın gönlünü fethetmişti. Sarıgüzelin, Edirnekapısının tahta evlerine de onun eserleri heyecan getirdi.
Meyhâne mi bu, bezm-i tarabhâneyi cem mi?
Peymâne mi bu, efser-i dârat-ü haşem mi?
Sâki mi bu, nevbâvei bostan-ı cemali
Reşk-i çemenistan-ı hiyâban-ı irem mi?
Mir’atı musaffâ mı değil, câm-i şarâbın
İç gör ki safası ne imiş âlem-i âbın
Çekmez elem-ü minnetini çarh-i cihânın
Pekçe sarılan dâmenine pir-i mugaanın
Geçen asrın sonlarında bu şarkısı neşredildiği zaman İstanbul altüst olmuştu. Bütün musiki meclislerini vecde getirmişti. Makam itibariyle bu bir şâheserdir. Bunda uşak makamının bütün incelikleri, nağmeleri, motifleri gayet san’atlıdır. Beste ile güftenin insicâmı, makamların birbirine geçişleri o kadar maharetlidir ki bu güzellikler karşısında mest olmıyan hiç bir sanatkâr yoktur.
Bunun arkasından ayni usulde bir eser daha:
Meyhâne değil, meclis-i rindane-i cemdir
Peymâne değil, dâfii endûh-u elemdir
Sâkileri kim sûret-i insanda görünmüş
Amma bir iki dilber-i hûban-i İremdir
Çek sağarını durma Hafid bâde-i nâbın
Te’sirini anla neimiş bir yudum âbın
Hiç düşme sakın minnetine halk-ı cihânın
Meşrepçe zekâtile yaşa pir-i mugaanın
Arkasından yine aynı usulde üçüncü bir eser daha.
Meyhâneyi seyrettim, uşşâka mutâf olmuş
Teklif-ü tekellüften sükkâni muâf olmuş
Bir neş’e gelip meclisi bi havf-ü hilâf olmuş
Gam sohbeti yâd olmaz meşrebleri sâf olmuş
Âşıkda keder neyler, gam halk-ı cihanındır
Koyma kadehi elden, söz pîr-i mugaanındır.
Ayni usulde, fakat başka başka bir şekilde, tanziri gayri kabil olan bu üç eserin neşri musiki âleminde mühim bir tesir husule getirdi. Sanat itibariyle üstadın bestedeki kudreti herkesi hayran etti”.
Hacı Ârif Beyin torunu Abdülhalik Bey, Cemil Beyden büyük babasının sanatı ve geçirdiği hayat hakkında çok şeyler dinlemişti. Ârif Beyin ömrü hemen umumiyetle sarayda geçmiş. Yapılan haricî istikrazlarla saray refah içinde idi. Etrafı kafeslerle çevrilen Dolmabahçe Sarayının içinde her gece sabahlara kadar âhenk devam ediyordu. Sazlar çalınıyor, oyunlar oynanıyor, Sultanlar eğleniyor, yemeler, içmeler taşıyordu. Altınlar avuç avuç ihsan olunuyor, güzel kızlar hûriler gibi sarayın dört köşesini şenlendiriyordu. Ârif Beyin hayatı, bilhassa gençlik hayatı burada geçiyor. Kendisi çok da yakışıklı bir delikanlı. Bütün saray kızları meftunu cemâli. Kendisi kadar sesi de güzel. Okuduğu zaman yalnız o muhteşem salonlar değil. Bütün gönüller heyecan içinde kalıyor. Her gece bir başka fasıl, bir başka eğlence. Harem dairesinin kapıları Ârif Beye açık. O, hem padişahın kurenâlık hizmetini görüyor, hem de gönüllere neşve açıyor. Kızlar onun bestelerini çok çabuk öğreniyorlar. Onun ilhamlarına onlar da âşina. Nihayet günün birinde sarayın en dilber kızı, “Çeşmi Dilber” gönlünü ona kaptırıyor, evlenmelerine irâdei şâhâne sadır oluyor. Düğünler, eğlenceler geceleri gündüzlere çeviriyor. Ârif Bey biraz şımarık ve serkeş. Bu sebeple bâzen gazab-i şahâneye uğruyor. Fakat çok geçmeden yeni bir bestesi padişahın gönlünü yumuşatıyor:
Ahteri düşkün garib âşk-ı âvareyim
Gün gibi deryayı aşkınla gezer biçâreyim
Sana kul olduk kapunda gayri kande vâreyim
Pâdişahım sen dururken ben kime yalvâreyim
Son mısradaki “pâdişahım” bilâhare “şivekârım” olmuştur. Nihavendin bütün hazin nağmelerini toplayan bu eser karşısında hangi gönül erimez? Ârif Bey bu şarkıyı hapse mahkûm olduğu odasında bestelemiştir. Birkaç gün olsun sarayın eğlencelerinden uzak kalmak onu kedere düşürüyor. O teessürle giryelerini besteliyerek padişaha arzediyor. Fasılda çalınan bu yeni şarkı hemen padişahın nazarı dikkatini celbediyor, Bu, kimin şarkısı? diyor. Ârif kulunuzun giryeleri! diyorlar. Derhal irade sadır oluyor: Çabuk tahliye ediniz, gelsin, şarkısını kendi okusun!.. Denebilir ki Hacı Ârif, sarayın bir evlâdı gibi olmuştu. Şehzâdeler kucağında büyümüştü.
Bütün bunlara, bu eğlencelere, bu zevkü safâlara, bu teveccühü şâhânelere rağmen Ârif Beyi bu muhit bazen sıkıyor, buradan uzaklaşmak, İstanbulun tenha bir köşesine çekilmek, orada yalnız başına yaşamak istiyordu. Bu emeline muvaffak olduğu zaman artık hürriyet ve istiklâline kavuşmuş bir mahkûm kadar sevinirdi. Fakat çok geçmeden yine yaka paça saraya getirilirdi. Bir aralık Zincilikuyudaki çiftliğine (şimdi burası Alman çiftliği diye maruftur) çekildiği zaman ömrümün sonuna kadar buradan ayrılmamağa azmetmişti. İneklerle, koyunlarla, çifti çubuğu ile burada münzevi yaşadığı zamanlar sakalının göğsünü kaplıyacak kadar uzadığını naklederler. 93 Rus muharebesinde o burada ineklerinden süt sağardı. Harbin sıkıntıları geçtikten sonra saray yine Hacı Ârifin bıraktığı boşluğu hissetmiş, Valide Sultan onu zevcesiyle beraber saraya dâvet etmişti. Saraylı olan zevcesini gönderdi, kendisi gitmedi, koyunlariyle, inekleriyle baraber yaşamağı tercih etti. Fakat bir gün Sultan Abdülhamidin irâdesi onu tekrar sarayın muhteşem salonlarında sultanları eğlendirmeye mecbur etti. Artık ömrünün son günleri yaklaşıyordu. Bir gün Gümüşsuyundaki Muzikai Hümâyun kışlasının loş bir adasında oğlu Cemil Beyin kolları arasında bir fısıltı kadar hafif ve titrek sesle: “Oğlum, beni kıbleye doğru çevir” dedi, oğlu onu kıbleye karşı çevirdi, kelimei şahadet getirdi ve gözlerini kapadı.
Hacı Ârif Beyin eserleri, söylediğimiz gibi, bine yakındır. Bunlardan bazılarını kaydedelim: 1. Rast makamından: “Mükedder derd-i peyder peyle şimdi”, “Esdi nesim-i nev bahar açıldı güller subuhdem”, “Ehl-i dil isen kendine zevk eyle cefayı”, “Âşık oldur kim kılar canın feda cânanına”, “Neyledi gör bana o mah-ı mehi”, “Ey gül nihâl-i işvebâz”; 2. Nikrîsden: “Seyl-ü âteşden emin olmaz yapılmış hâneler”; 3. Mahûrdan: “Hayli demdir görmedim ey meh seni”, “Nâr-ı cansûz-i firâkınla harab oldu gönül”, “Zâhir-i hale bakıp etme dahil bir ferdi”; 4. Zâvilden: “Gösterip ağyâre lütfün bizlere bigânesin”; 5. Sûzinâkden: “Sûzinâk etme beni ey mehveşim”, “Çekme elem-ü derdini bu dehr-i fenânın”, “Beni bizâr ederken serzenişler”, Visâl için o civâna ricalar iletti”, “Toplanılsa hep güzeller bir yerde“; 6. Hicazkârdan: “Bir hâlet ile süzdü yine çeşmini dilber”, “Nevrûz-i bahar oldu yine ey gül-i handan”, “Gönlüm gibi yan âteş-i aşk içre kebab ol”; 7. Kürdili hicazkârdan: Geçti zahm-i tîr-i hicrin tâ dil-i nâşadıma”, “Bir zülf-i perişana yine yaktım abayı”, “Zevkin ne ise hicab eiyleme bizden”; 8. Nihâventden: “Aşk âteşi sinemde yine şu’le feşandır”, “Bülbülü dembeste etti nalevü feryad-ı dil”, “Dün gece rüyada gördüm yârimi”; 9. Hicazdan: “Eşk ile tahmin olunmuş ehl-i aşkın mâyesi”, “Efzun oluyor günden güne bu hal-i melâlim”, “Müjgânın oku sinede ey çeşm-i siyâhım”, “Hatâdır yâd edilmek bî vefâ nâmile dilberler”; 10. Hüseyniden: “Perîveşsin, güzelsin, işvegersin”, “Dağıldı gitti yurd-u yuvası”; 11. İsfahandan: “Ey tîr-i cefa dide-i mestânıma değme”, “Mahzun gönüle zevk-u safâ kârger olmaz”, “Rahatım yok bu dil-i şeydâdan”; 12. Muhayyerden: “Dünya değil bu, mihnet yuvası”, “Hal-i dilden kime şekvâ edeyim”; 13. Tahirden: “Mecnun gibi ben dağlar gezerken”; 14. Karcağardan: “Kime arzeyleyim bilmem ki ahvâl-i diğer gûnum”, “Mest-i eleme badei ferhunde sunulmaz; 15. Beyâtî arabandan: “Bezmimde dönen sagari mey tâze donansın”, “Yetişir etme itâb”; 16. Sabadan: “Haberin var mı sabâ kâkül-i cânanımdan”, “Nigâh-ı mestine canlar dayanmaz”, Olmuş iken didelerin gibi mest”; 17. Hüzzamdan: “Düştü dildar ile firkat araya”, Meftun olalı şen şeh-i hûbân-i cihûna”, “Bir gün beni dildar acaba şâd edecek mi?”; 18. Bestenigârdan: “Çok gördü felek şimdi beni bezm-i civanda”; 19. Yegâhdan: “Mûtad edeli giryei zevke hevesim yok”...
Hacı Ârif Bey, İranın büyük şairi Şirzalı Hafızın da bir gazelini bestelemiş, İstanbula gelen İran Şahı Nâsırüddine takdim etmiştir. Şah bunu çok beğenmiş, “Şir-u Hurşid” nişanını vermiştir.
Hacı Ârif Beyin şarkılarından maada dergâhlarda okunan ilâhi ve durakları da vardır.
Hacı Ârif Beyin “Mecmua-i Ârifî” adiyle 1290 tarihinde taş basması ile 576 sahifelik bir eseri vardır. Vezir Hanında İbrahim Efendi Matbaasında basılmıştır. Bu eserde elli kadar makamdan binde fazla muhtelif şarkıların güfteleri, dağiler, koşmalar, kıt’alar mâniler, gazeller yazılıdır. Bu şarkılar hem kendisinin, hem de musiki üstadlarından en seçme şarkılarıdır. Her makamın nihayetinde bir kaç sahife boş bırakılmıştır. Bir nüshası Dürri Beyde vardır”. (İslâm - Türk Ansiklopedisi).
Hacı Ârif Bey
(Resim: H. Çizer)
Hacı Ârif Beyin bir sabâ şarkısı
(O. Zadoryanın piyasa tavrında yazılmış nota mecmuasından)
Theme
Person
Contributor
H. Çizer
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM020722
Theme
Person
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Contributor
H. Çizer
Description
Volume 2, pages 985-989
Note
Image: volume 2, pages 985, 986
Theme
Person
Contributor
H. Çizer
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.