Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
ARAB HALAYIKLAR, ARAB BACILAR
Eski İstanbul konaklarının bir hususiyetini teşkil eden simalardır; aşağıdaki satırlar, Sermed Muhtar Alusun İstanbul Ansiklopedisine verdiği notlardandır:
“Otuz beş, kırk yıl evvel İstanbulda pek çok siyahî arab halayıklar vardı. En büyük konaklardan tut, üç odalı evlere kadar her yerde mevcuttu. Hacca giden, Yemene giden, Trablusgarba giden, hasılı Afrikaya civar her memlekete giden, dönerken hiç değilse bir Arab kızı getirir, ev işlerini öğrenince halayık olur, yaşlanınca ona bacı denirdi.
“Eve adımını attığı gün: Aman ne kara böcek, ne güzel boncuk! diye bağra basarlar, başına kırmızı namaz boyaması sararlar, kulaklarına mercan küpeler takarlar, sırtına ateş alı entari giydirirler.
“Artık gördürülmedik hizmet, çektirilmedik mihnet kalmazdı. Kırk arabın aklı bir incir çekirdeği doldurmaz meselesine herkes âmennâ demiş. Hakikaten de akılları hiç bir şeye ermez. Hele hesaba, kitaba: — Altmış para mı çok, üç kuruz mu? desen: — Altmış para! diye cevap verirler.
“Cefakeş olmalariyle beraber içlerinde artık tahammülü tükenenler, canına tek deyip evden başını alıp gidenleri olurdu, bohçasını koltuğunun altına alır, usulcacık caddeyi tutar. Bir müddet orada burada dolaşır, tanıdıklarına bir kısmet yani koca bulmalarını yalvarır, kocanın da arabını değil, ilâki beyazını, hattâ sarışını...
⇓ Read more...
Eski İstanbul konaklarının bir hususiyetini teşkil eden simalardır; aşağıdaki satırlar, Sermed Muhtar Alusun İstanbul Ansiklopedisine verdiği notlardandır:
“Otuz beş, kırk yıl evvel İstanbulda pek çok siyahî arab halayıklar vardı. En büyük konaklardan tut, üç odalı evlere kadar her yerde mevcuttu. Hacca giden, Yemene giden, Trablusgarba giden, hasılı Afrikaya civar her memlekete giden, dönerken hiç değilse bir Arab kızı getirir, ev işlerini öğrenince halayık olur, yaşlanınca ona bacı denirdi.
“Eve adımını attığı gün: Aman ne kara böcek, ne güzel boncuk! diye bağra basarlar, başına kırmızı namaz boyaması sararlar, kulaklarına mercan küpeler takarlar, sırtına ateş alı entari giydirirler.
“Artık gördürülmedik hizmet, çektirilmedik mihnet kalmazdı. Kırk arabın aklı bir incir çekirdeği doldurmaz meselesine herkes âmennâ demiş. Hakikaten de akılları hiç bir şeye ermez. Hele hesaba, kitaba: — Altmış para mı çok, üç kuruz mu? desen: — Altmış para! diye cevap verirler.
“Cefakeş olmalariyle beraber içlerinde artık tahammülü tükenenler, canına tek deyip evden başını alıp gidenleri olurdu, bohçasını koltuğunun altına alır, usulcacık caddeyi tutar. Bir müddet orada burada dolaşır, tanıdıklarına bir kısmet yani koca bulmalarını yalvarır, kocanın da arabını değil, ilâki beyazını, hattâ sarışınını isterdi. Yahut da aylıklı bir kapı ısmarlardı. Bu işe zaman, beklemek lâzım. Gûya pişman olmuş gibi bohçası koltuğunda, muvakkaten eve döner ve günleri sayar.
“Halbuki başına buyruklardan değil. Küçük gelmişse, memleketinde onu köyünden kaçıran esirci Arablara, büyükken satın alınmışsa İstanbuldaki esircilik eden erkeklere ve kadınlara avuç dolusu para sayılmış. Sekiz on liradan tut, yirmi, otuz liraya kadar tıkır tıkır verilmiş; daha da azad edilip azad kâğıdı eline verilmemiş. Misk gibi esir.
“Hanımları merhamete gelirse — ki ekseriya gelirlerdi — kabul edip alırlar, inatçı takımından iseler esirci evine dayarlardı. Esirci de onu başka kapıya satardı.
“Azad olmuşların da ikide bir evden kaçıp yine gerisin geriye geldiği vâkiydi. Hanımları yine öfkelilerden ve artık ondan sıdkları sıyrılmışlardan ise artık eve ayağını sokmazlar, ortada kalır, boğaz tokluğuna hizmetçiliğe, biraz beceriklisi, üç mecidiye aylıkla el kapısına aşçılığa giderdi.
“Böyle bohçasını koltuklayıp gide gele bir kısmet bulanı da olur, gümrük hammalı, kundura boyacısı, at sürücüsü, kahveci, arabacı makulelerinden birine varırdı.
“Çoğu, yanlarında büyüdüğü, ekmek yediği, biraz da sevgi gördüğü aileye sadık ve yâr çıkardı. Çocukları kucağında büyütür, bebekleri beşikte sallar, kirli bezlerini yıkar, tâzelere baskı olur, bu gidişatta yaşlanır, gözlerine tavuk karası iner, bacaklarını romatizma kaplar yetmişinde, sekseninde son nefesini verirdi.
“Evlere şenlik bazan da efendilerinin ard arda ahreti boyliyacağı tutar. Bacıcağız kimsesiz, ortada kalır. Böyleleri hamamlarda, seyirlerde, düğün evi kapılarında dolma veya susam helvası satarak nafakalarını çıkarırlar, kımıldamağa mecâli kalmıyan, gözleri görmemeğe başlayanlar köşede bucakta avuç açıp dilenirler, sokaklarda sürüne sürüne son nefesini verirdi.
“Arab bacıların Rumî mayısın birinde kendilerine mahsus bir günleri, âdetâ bir nevi bayramları vardı. O gün semtlerine yakın olan kırlara çıkarlar. Üsküdar tarafındakiler Büyük Çamlıcadaki Çilehane tepesine, İstanbul cihetindekiler Bayrampaşa, Veliefendi, Çırpıcı çayırlara, Kasımpaşadakiler de, Okmeydanına, Kâğıthaneye.
Arab bacılar takım takımdı. On, on beşinin bir kolbaşısı vardı.
“Kolbaşıları onların âmiri makamında, aşçılıkta, işçilikte çalşıp çapalayıp biriktirdikleri parayı her ay başı kolbaşıya götürürler, bulundukları kapıda gizlice aparıp bir köşeye sakladıkları yağ, pirinç, sabun, şeker gibi şeyleri de ona peşkeş çekerler. Binaenaleyh kolbaşının dört başı mûmur. Bir Mayısı, iplerle çekerler, üçü dördü bir araya galip saatlerce parmaklariyle hesap ederler. Nihayet beklenen gün gelir. Her kolbaşı avenesini toplar, arkasına takar, kırları boylar. Çayırlara yayılırlar, zevk ve safa, âhenk başlardı. Çalgıları darbuka; zilsiz “ganga” denilen demirden, simit şeklinde, üstü halkalı, büyücek iki çember. Bu çemberler birbirine vuruldukça halkalar ses çıkarır ve tempo vurur.
“Değirmi olup yere otururlar, evvelâ kolbaşı tutturur, ardında maiyeti ona uyar. Hep bir ağızdan, kendilerine mahsus zenci türküsüne başlıyarak, saydığımız âletleri de iştirâk ettirerek curcunaya koyulurlar:
Lali lalilali, ari dungo
Kurinin bubi, arî dungo
Şimdim tino, ari dungo
Aridingo nakarattır ve hep birlikte söylenir.
“Bu âhenk devam ededursun, bir taraftan da kır çiçekleri toplarlar, başlarına göğüslerine takarlar, demetler yaparlar, dere içindeki sazlardan külâhlar örüp kafalarına geçirirler.
“Böyle bir seyrana kuru kuruya gidilmez ya. Kuzu, yalancı dolma, helva gibi yemekler, türlü türlü yemişler, kahve takımları da götürmüşler. Yemekler tıkabasa veriştirilir, yemişler yenir, kahveler içilir; çayırlar, çimenler üstünde yuvarlanır; taklaklar, kahkahalar atılır, yine türküler, fasıllar geçirilir.
“Arab bacıların böyle muayyen günleri olduğu âlemce malûm. Herkes seyrine koşar, uzaktan temaşa ederdi.
“Aralarına yabancı kimseyi almazlardı. Biraz yaklaşacak ol, ak gözler evinden fırlar, koca dudaklar açılır, otuz iki diş gıcırdar. Küfürün bini bir paraya.
Aldırmayıp sokulursan kolbaşı:
— Açılın oradan bakayım! diyerek yanındaki uzun sırığı yakaladı mı, mızrakla hücuma kalkışan vahşiler gibi davranır, yanındakiler de kunduralarını çıkarır çıkarmaz, kafa budur diye fırlatırlar. Daha gözleri kızdı mı saldırıp alta alırlar, yumrukları vura vura tekmeleri ata ata, ısıra ısıra didim didim didiklerler.
Arab bacılar babalı olurlardı. Biraz öfkelendi mi babaları tutardı. Bir Arab bacının babası tuttu mu o artık Beni Âdemden bir kimse değildi. Ne insana benzer, ne hayvana, ne deliye, ne sar’alıya. Kudretin ibreti.
“Çoğunun babası seyrek tutar, hafifçe geçer; bazısınınki de ortalığı allak bullak ederdir. Arablar baba tutmağı evin içindekilere gözdağı makamında kullanırlardı.
“Her emektarı, aşçıyı, halayığı öyle gelişi güzel azarlamak, kafasına terlik, suratına muşta, gösüne yumruk vurmak herkesin harcı değildi. Maazallah yer yerinden oynar, bütün mahalle halkı pencerelere üşüşürdü.
“Arab önce bir köşede taş kesilip çehreyi asar. Lâf söylersin, cevap vermez, dürtersin kımıldamaz, gittikçe hiddeti artar. Kendi lisanında mırıldanmağa, durmadan kafasını sallayarak gözlerini açıp yummağa, ardından höygür höygür höygürmeğe başlar. Ne evin büyük Beyi, ne büyük Hanımı, yanına kim girse umurunda değil.
“Birdenbire gümbedek kendini yere fırlatır. Korkunç sadalar çıkarmağa girişir. Dana böğürmesi, köpek uluması, canavar bağırması kaç para eder?
“Vücudünü yerden yere atar, kuzu kuzu yürürken, rahvan, tırıs, dörtnala oradan orayı dolaşır. Ağzından salyalar saçarak, boyun kemiğini kütür kütür kütürdeterek, başını fırıldak gibi bir yandan bir yana çevirir, “gooo!” diye gırtlağından boğuk, korkunç sesler çıkarır. Zenci diliyle bir sürü çakıl çukul heceler sayıklar. Saatlerce bu cezbe sürüp gitmede.
Bulunduğu odanın kapısı dışarıdan kilitlenmiş. Ev halkının gözü anahtar deliğinde, tahta budaklarında. Mevsim yaz, vakit de gündüzse odada mangal, lâmba bulunmadığından yürekler bir derece rahattır. Ya kış, yahutta gece olaydı hangi babayiğit odaya gidip mangalı, lâmbayı çıkaracak?
“Bacı azdıkça azar. Kendinden geçmiş, ağzı köpükler içinde, gözleri kan çanağı, bedeni çekitaşı, parmakları kerpeten, ayakları balyoz. Odanın içinde çöpçöp üstünde kalmamış. Bardak, tabak, çanak çömlek, konsolun üstündeki fanoslu saat, büyük Beyin türkrük hokkası, büyük hanımın saç boyası, küçük hanımın düzgün şişesi, damad Beyin nasır ilâcı şangır şungur yerlerde. Sigara sehpa larına oturup çatır çutur kırmalar; duvardaki “Ya sabur” levhasını param parça etmeler.
“Felâketin felâketi odadaki mangaldır. Mübareğin ateşten de pervâsı yoktur. Daha hırsını alamadı mı elini daldırıp en iri ateşleri avuçlar avuçlamaz haydi ağzına. Sanki ateş değil de baklava lohusa şekeri, tarçınlı akide.
“Ev halkı bucak bucak kaçmışlar, kimi gusülhâneye, kimi kömürlüğe kimi tahtaboştan erik ağacının tepesine saklanmışlardır.
“Bacının ateşi biraz tavsayınca şamatayı yavaş yavaş gevşetir; sesi, sadası kesilirdi.
“Şu hikâye de meşhurdu: Eski Paşalardan birinin cariyeleri içinde gayet azılı bir Arab halayık varmış. İkide bir babası tutarmış. Ev halkı bu halinden bîzâr. Bir gün Arab yine ortalığa duman attırmağa başlayınca bu sefer de paşanın babası tutmuş. Gümüş saplı fil kuyruğu kırbacı kürkünün içine saklayıp halayık odasında soluğu almış. Arabın gözleri dünyayı görmüyor, ortalığı tarumar ediyor. Paşa: Ya Settar! deyip kırbaca sarılmış:
— Bir daha baban tutacak mı, tövbe mi bakayım fellâh! diyerek pestilini çıkartırken de Arabda feryatlar:
— Tövbe, tövbe! Gâvurdum, müslüman oldum Paşacığım!..”
Arab halayıkların, bilhassa hanımlarına karşı besledikleri kini cinayete kadar götürenler olmuştur; Cevdet Tarihinin dokuzuncu cildinde Hicrî 1225 (M. 1810) vakayii arasında Vefat meyanında bir zenciye cariyenin altı aylık hamile olan hanımını satırla doğrayıp katlettiği, Tophane civarında diğer bir zenciye cariyenin de kezalik hanımını öldürdüğü ve her iki kaatil cariyenin asılarak idam olundukları yazılıdır.
Theme
Folklore
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM020638
Theme
Folklore
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Description
Volume 2, pages 951-954
Theme
Folklore
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.