Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
ARAB CAMİİ
Galatanın en büyük camilerinden biri olan Arab Camii birçok bakımlardan gayet mühim bir bina olmasına rağmen uzun zaman ciddî bir surette tetkik edilmemiş ve burası hakkında esaslı bir neşriyatta bulunulmamıştır. Umumiyet itibariyle ekseri kitaplarda osmanlı müelliflerinin verdikleri bilgilere dayanan bazı malûmata rastlanır ki, bunların hakikate ne derece uygun oldukları henüz tesbite muhtaçtır. İstanbul Ansiklopedisinin ilk baskısında Arab camii maddesinin çıkmasından pek az sonra Benedetto Palazzo adında bir İtalyan rahibi tarafından hazırlanan, Arab Camiinin bir monoğrafyası neşredilmiştir. (B. Palazzo, L’Arap Djami ou église Saint Paul à Galata, İstanbul 1946; kşl. S. Eyice, Galata hakkında iki kitap “Tarih Dergisi”, I, 1949, sayfa 212-219).
Burada Ansiklopedi sayfalarında, bu mâbedin tarihçe ve mimarisinin ana hatlarını tesbite çalışmakla iktifa edeceğiz.
Arab Camiine gitmek için en kolay hareket noktası Atatürk köprüsünün Galata tarafındaki ucudur. Buradan Karaköy istikametinde giden büyük caddenin sol kolunda görülen Hoca hanım, Hediye ve Nâfe sokaklarının her üçü de camie çıkar. Galatanın Arab Camii mahallesi hudutları içinde bulunan Arab camii (İstanbul rehberi, harita, 15) burada mahalleden başka ancak bir çıkmaz sokağa ismini verebilmiştir. Bu çıkmaz sokağın camiin bi...
⇓ Read more...
Galatanın en büyük camilerinden biri olan Arab Camii birçok bakımlardan gayet mühim bir bina olmasına rağmen uzun zaman ciddî bir surette tetkik edilmemiş ve burası hakkında esaslı bir neşriyatta bulunulmamıştır. Umumiyet itibariyle ekseri kitaplarda osmanlı müelliflerinin verdikleri bilgilere dayanan bazı malûmata rastlanır ki, bunların hakikate ne derece uygun oldukları henüz tesbite muhtaçtır. İstanbul Ansiklopedisinin ilk baskısında Arab camii maddesinin çıkmasından pek az sonra Benedetto Palazzo adında bir İtalyan rahibi tarafından hazırlanan, Arab Camiinin bir monoğrafyası neşredilmiştir. (B. Palazzo, L’Arap Djami ou église Saint Paul à Galata, İstanbul 1946; kşl. S. Eyice, Galata hakkında iki kitap “Tarih Dergisi”, I, 1949, sayfa 212-219).
Burada Ansiklopedi sayfalarında, bu mâbedin tarihçe ve mimarisinin ana hatlarını tesbite çalışmakla iktifa edeceğiz.
Arab Camiine gitmek için en kolay hareket noktası Atatürk köprüsünün Galata tarafındaki ucudur. Buradan Karaköy istikametinde giden büyük caddenin sol kolunda görülen Hoca hanım, Hediye ve Nâfe sokaklarının her üçü de camie çıkar. Galatanın Arab Camii mahallesi hudutları içinde bulunan Arab camii (İstanbul rehberi, harita, 15) burada mahalleden başka ancak bir çıkmaz sokağa ismini verebilmiştir. Bu çıkmaz sokağın camiin biraz uzağında bulunmasına mukabil, camiin avlusunun Kalyon Sokağı adını taşıması kayda değer garabetlerdendir (Bu târif son imâr istimlâkinden az evvel yapılmıştır).
Umumiyet itibariyle bu camiin menşei hakkında bilinenler bazı müelliflerin ve bu arada da Hâdika müellifi Hüseyin Efendinin verdikleri malûmata dayanıyordu. Bu nazariyeye göre bu cami Arab kumandanlarından Mesleme tarafından yaptırılmıştı. Bu nazariyenin hakikate ne derece yaklaştığını tetkik etmeden Meslemenin İstanbula gelmesine ait tarihî vakaya kısaca temas edelim.
VII. asırdanberi gelişmeğe ve kuvvetlenmeğe başlıyan İslâm âlemi en kuvvetli komşusu olan Bizansla da mücadeleye girişmiş ve bunun neticesi olarak İslâm Halifeleri İstanbulun fethine teşebbüs etmişlerdi. Böylece Arab ordu ve donanması müteaddit defalar İstanbulu neticesiz muhasara veya muhasaraya teşebbüs etmişti. Bizans’ta İmparator İustinianos II (685-695 ve ikinci defa 705-711) nin öldürülmesi zaten karışık olan dahilî vaziyeti büsbütün karıştırmış ve nihayet tahta Teodosios III (715-717) geçmişti. İşte bu esnada Emevî Halifelerinden Süleyman bin Abdülmelik (715-717) kardeşi Mesleme bin Abdülmelik’i Arab ordu ve donanmasiyle Bizansa karşı yolladı. Arabların yardımiyle Bizans tahtını ele geçiren Leon III (717-741) siyasî mahareti sayesinde İstanbulu kurtarabildi. Mesleme 15 Ağustos 717 de karadan ve 1 Eylûlde 1800 gemiden müteşekkil Arab donanmasını idare eden Süleyman denizden İstanbulu kuşatmışlardı. Muhasara tam bir sene sürdü ve Arablar nihayet korkunç zayiat vererek geri çekilmek mecburiyetinde kaldılar. Söylendiğine göre Arablar 150.000 kişi kaybetmişler ve o muazzam donanmadan ancak on gemi kurtulabilmişti. (Bu muhasara hakkında Bk. : A. Vassiliev: Histoire de l’Empire Byzantin Paris 1932 cilt I. sayfa 313 - 314; Ch. Diehl, G. Marcais: Le monde oriental de 395 à 1081, Paris 1944 sayfa 251; G. Ostrogorsky: Geschichte des byzantinischen Staates, München 1940, sayfa 103-104; G. Finlay: History of the Byzantine Empire, London (Dent) 1935 sayfa 16-18). Umumiyet itibariyle Meslemenin İstanbulda bir cami yaptırmış olduğu ve bunun da şimdiki Arab Camii olduğu ileri sürülür. Filhakika Mesleme, ordusunun Anadoludaki ilerleyişi esnasında bazı hâtıralar bırakmıştı. Üstelik bir hadîse göre İstanbula karşı üç ayrı sefer yapılacak, bunlardan ilkinde İslâmlar mağlûp olacaklar, ikincisinde Bizanslılarla sulh yaparak bir de Cami inşa edecekler, sonuncusunda ise şehir kısmen tahrip, kısmen yağma edilecekti. (M. Canard: L’expédition des Arabes contre Constantinople, Journal asiatique vol. 208 Janvier-Mars, Paris 1926 sayfa 111). Bu hadîs, bu tarih hâdisesi ve birçok muhtelif asırlarda işlenmiş rivayet ve efsaneler Arabların 717-718 seferini âdeta romanlaştırmıştır. Bu hususta mevcut hemen hemen bütün malûmatı toplıyan M. Canard yukarıda adı geçen yazısında bunları neşretmiştir. (Adı geçen yazı, sayfa 94-102) Gerek Arab, gerek Bizans kaynakları İstanbulda bir caminin inşa edilmiş olduğunu bildirmektedirler. Fakat şu var ki Arab-Bizans siyasî münasebetlerinde sık sık adı geçen bu cami doğrudan doğruya şehrin hudutları içinde bulunuyordu. Hattâ Makrizi ve Kostantin Porfirogenetos (913-959) Büyük Sarayın karşısında ve Praetorium denen yerde bir camiin mevcudiyetinden bahsederler. XII. asırda İstanbula gelen Arab seyyahlarından Ebu Hasan Ali (el Herevî) nin yazdığına göre Mesleme bin Abdülmelik’in yaptırdığı cami şehrin içinde bulunuyordu. (A. Vassiliev: Quelques remarques sur les voyageurs du Moyen-Age à Constantinople, Mélanges Charles Diehl, cilt I Paris 1930 sayfa 294). 1204 de Lâtinlerin şehri muhasaraları esnasında yanan bu caminin böylece şimdiki Arab Camii ile hiçbir alâkası olmadığı anlaşılmaktadır.
Üzerinde Arab mimarisi hususiyetlerinden başka her mimarinin izlerini taşıyan Arab Camiini şimdiki halde Mesleme ile ilgili görmeğe imkân yoktur.
Eski Galatanın en eski kiliselerinden biri olan ve Partinax adlı bir piskopos tarafından yaptırılan Hagia Eirene kilisesi de pek muhtemel olarak bu mıntıkalarda bulunuyordu (A. Schneider - İ. Nomidis: Galata, İstanbul 1944, sayfa 19).. Sonraları, meşhur İustinianos (527-565) tarafından muhteşem bir surette inşa ettirilen bu Galata Hagia Eirene kilisesinin, Almanyada Trier (Fransızca adı Trèves) şehrinde mevcut bir Bizans fildişi kabartması üzerinde temsil edilmiş olduğunu iddia edenler vardır. (J. Ebersolt: Les sanctuaires de Byzance, Paris 1921 sayfa 13-15). Eğer hakikaten bu kabartmadaki bina resmi Hagia Eirene kilisesini temsil ediyorsa İustinianos’un 552 yılında yeni baştan inşa ettirdiği bu kilisenin Bazilika tipinde, ince uzun, yan sahnları ortadakine nazaran daha alçak, yarım daire şeklinde mihraplı ve üzeri kiremitle örtülü bir bina olması icab eder. Gottwald’ın 1303 tarihli bir vesikaya dayanarak çıkardığı neticeye göre Galatada el’an mevcut olan St. Georges (Sen Jorj) kilisesi ile Azabkapısı arasında, bir Hagia Eirene kilise ve Ayazması mevcuttu. (J. Gottwald: Die Kireche S. Georg in Constantinopel, neşredildiği yer ve tarih yok, sayfa 3). Bazı müelliflere göre Galatada iki Hagia Eirene kilisesinin mevcut olması muhtemeldi. Bu hususların aydınlatılmasını başka bir zamana bırakarak burada şu suali sormak mümkündür: Acaba, Arab Camii bugün hiçbir izine rastlanmıyan Hagie Eirene kilise veya kiliselerinden birinin temelleri üzerine inşa edilmiş olamaz mı? Şüphesiz bunun cevabını vermek bugün için henüz imkânsızdır; ancak uzun ve etraflı tetkikler ve hattâ kazılar belki tatmin edici bir cevap temin edebilirler. Bu arada şunu da işaret ederiz ki, bugünkü binanın bazı kısımlarında ilk Bizans devirlerine ait duvarlara rastlanmaktadır. (Schneider - Nomidis: Galata, İstanbul 1944, sayfa 25).
Arab Camii hakkında meşhur Hammer’in verdiği bilgi ise hiç bir ciddî esasa dayanmamaktadır. Bu müellife göre Arab camii, 598 de Magister Petrus’un tamir ettirdiği Aerobindus kilisesidir. (J. von Hammer: Constantinoplis und der Bosporus, Pesth 1822, cild 2, sayfa 83).
Buraya kadar verdiğimiz malûmattan anlaşılacağı gibi bu binanın menşei henüz karanlıktır. Bugünkü yapı esas itibariyle eski bir Bizans binasının kalıntıları üzerine kurulmuş bir Lâtin eseridir ve bu hususta şüpheye mahal yoktur. İstanbulda 1204 de Lâtin hâkimiyetinin kurulmasından az sonra Dominiken rahiplerinin 1230 yılına doğru bir kilise kurdukları bilinmektedir. Saint Dominique (Sen Dominik) (1170 - 1221) tarafından 1215 de Fransada Toulouse şehrinde kurulan Dominiken rahipleri teşkilâtı pek çabuk dünyaya yayılmıştı. Ötedenberi yerleşmiş bir rivayete nazaran Dominikenlerin en büyük reislerinden biri olan Saint Hyacinthe (Sen Hiyasınt) (1183-1257) müteaddit seyahatleri arasında 1240 a doğru İstanbula da gelerek şimdiki Arab Camii olan kiliseyi kurmuştur. Bu zat Mazurya, Pomeranya, Danimarka, İsveç, Norveç, İskoçya ve Rusyadaki bazı manastırların müessisidir. Bu arada İstanbuldan geçtiğine göre burada da bir manastır ve kilise tesis etmiş olması mümkün görülebilir. Fakat bu manastırın kurulma tarihi olarak Belin 1232 tarihini gösterir. (A. Belin: Hıstoire de la latinité de Constantinople, Paris 1894 sayfa 213-217). Bu müellifin neşrettiği bir vesikaya göre burası Azizlerden Paulus’a ithaf olunmuştu. Fakat umumiyet itibariyle kilisenin adına, bağlı olduğu rahib teşkilâtının bânisinin ismi de eklendiğinden burası “San Paolo’e San Domeniko” manastır ve kilisesi olarak tanınmıştır. Belin’in R. P. Cambioso’dan naklen bildirdiğine göre Dominikenler tarafından Şimalî İtalyada ve bilhassa Chieri ile Finale’de yapılan kiliselerin çan kuleleri ile şimdi minare olan kule arasında gayet büyük bir müşabehet vardır. (A. Belin, yuk, zikredilen eser, sayfa 116 not 3) Ancak bu rivayet son yıllarda tamamen çürütülmüştür.
Dominikenlerin Galata’da vaziyetlerini çok sağlamlaştırmış olduklarını, Lâtin hâkimiyetinin sona ermiş olmasına rağmen burada 1307 yılında Bernard Guillaume de Gaillac (Bernar Giyom dö Gayak) ın irşadı üzerine bir manastır kurmalarından anlıyoruz. Dominikenler bir müddet San Paolo Kilisesini Fransisken rahipleriyle müştereken kullanmışlardır. Fransiskenlerin kendileri için sonraları inşa ettikleri “San Francesko” kilisesinin birkaç sene evvel yıktırılan Galata Yeni Camiinin yerinde bulunduğu ileri sürülür. (Bk. : Gülnuş sultan Camii yahut Galata Yeni Camii).
Benedetto Palazzo tarafından yapılan etraflı tetkiklere göre, Arab Camiinin esasını teşkil eden San Paolo kilisesinin eskidenberi iddia edildiği gibi St. Haycinthe tarafından değil fakat 1307 de Guillaume de Gaillac tarafından kurulmuş olduğu anlaşılmaktadır. Zira, Dominikenlerin 1230 - 1240 yıllarında mevcudiyeti bilinen kiliseleri Galatada değil fakat İstanbul’un içinde idi (Kşl. Palazzo, Arab Djami, sayfa 58, 67) 1298 de geldiği İstanbul’dan Bizanslılar tarafından kovulan Guillaume’un Galata’ya Cenevizlilere sığındığı ve onlar tarafından da kendisine kilise ve manastır tesis etmek üzere şimdilik Arab Camiinin yerindeki Hagia Eirene Kilisesi harabesinin bulunduğu arsanın verildiği akla en yatkın gelen ihtimaldir.
İstanbulun 1453 de fethine kadar tamamen Venedik, Cenova, ve Pisa’lılarla meskûn bulunan Galatada ölen birçok İtalyan San Paolo kilisesine gömülmüşlerdi. Bunlara ait üzerleri arma ve kitâbeli müteaddit mezar taşları, binanın döşemesinin altında bulunarak İstanbul Arkeoloji müzesine nakledilmiştir. Kitâbelerinde İtalyanın bazı tanınmış ailelerinin adı da görülen bu mezar levhaları işçilik itibariyle eş eserler değillerdir. Hattâ bunların içlerinde Lâtinler tarafından mezar kitâbesine tahvil edilmiş Bizans levhaları da mevcuttur. (İstanbul Müzeleri, Resimli rehber, İstanbul 1934 Salon XIX; No. 2900 ve 2899).
Bu mezar taşlarının içinde kitabesinin tarihi XIV. asırdan geriye giden ancak bir numuneye rastlanması, Arab Camiinin esasını teşkil eden San Paolo kilisesinin 1307 den sonra kurulduğunu destekleyen hususlardan biridir (Tarihleri 1307 den önceyi gösteren taşlar ise 4 tanedir). Bu mezar taşlarının bir kısmı, gayet güzel basılmış bir cilt halinde neşredilmiştir (E. Dalleggio d’Alessio, Le pietri sepolcrali di Arab Ciami, Genova 1942).
Arab Camiinin ne zaman Dominikenlerin elinden alınmış olduğu da artık karanlık bir mesele olmaktan çıkmıştır. Dominikenlerin bir merkezleri Kırımda bulunuyordu. Sonraları, burada oturan büyük Cicaire (viker) merkezi İstanbula natletmiş ve ancak 1601 e doğru Vicaire, Maitre Eustachio Fontana (Metr Ostakio Fontana (temelli olarak bu makamı İtalyaya nakletmiştir. (Belin.: adı geçen eser, sayfa 215). San Paolo kilise ve manastırının Hıristiyanların elinden alındığı tarih olarak şimdiye kadar ileri sürülen rakamlar birbirini tutmamaktadır. Belin’in gösterdiği tarih 1535 dir; fakat bu da bir tahminden ibarettir.
İstanbulun fethinden sonra bir müddet Dominikenler bu kiliseyi muhafaza etmişlerse de bu devrenin ne kadar sürmüş olduğunu tesbit etmek şimdiki halde oldukça zordur. Yalnız şu var ki Fatih’in vakfiyelerinden bir tanesinde Galatada bir “Mesadomenko” kilisesinin bizzat Fatih Mehmed (1451 - 1481) tarafından camiye tahvil edilmiş olduğu öğrenilmektedir. (Fatih Mehmed II vakfıyeleri, Ankara 1938 varak 45-46 sayfa 202). Bu vakfiyenin Fatihin ölümünden az evvel tertip edilmiş olduğu kabul edilmektedir. Bugün mevcud nüsha ise 1496 da yazılmış bir kopyadır. Ayrıca bu vakfiyede Galata Camiine tayin edilen müstahdemler hakkında malûmat verilmektedir. (Fatih vakfiyeleri, var. 318-320, sayfa 258). Bu “Mese Domeniko” kilisesi veya “Galata Camii” Fatihin Arapça vakfiyesinde de mevcuttur. (Tahsin Öz: Zwei Stiftungsurkunden des Sultan Mehmed II. Fatih, İstanbul 1935, sayfa IX). Bu vakfiyelerden öğrendiğimize göre Galata Camii Iskele kapısı civarında olup şark cihetinde Munakkaş Kiliseye müntehi bulunuyordu. Türkçe vakfiyenin 179 uncu varağında bu Munakkaş Kiliseye “Keniseyi Sultaniye” dahi dendiği kaydedilmiştir. Umumiyet itibariyle bu nakışlı kilisenin, Gülnüş Emetullah Sultanın yıktırılan camiinin yerinde mevcut olan San Francesko kilisesi olduğu kabul edilir.
Eskidenberi yerleşmiş usul gereğince fethedilen şehirlerde en büyük kiliselerden biri bizzat fethi yapan tarafından cami haline getirildiğine göre, Arab Camiinin de Fatih Mehmed II tarafından islâm ibadetine tahsis edilmiş olması akla yatkındır. Arab Camiinde bulunan mezar taşları arasında 1453 tarihinden daha geç tarihli hiç bir taşa rastlanmaması burasının Fatih tarafından cami yapıldığını kesinleştirir.
Yalnız bu mâbedin “Arab Camii” adını XVI. asırda almış olduğunu kabul etmek icabeder. İspanyada İslâm hâkimiyetine son verilmesi üzerine İstanbula hiçret eden Arablar, Galatanın bu bölgesine yerleştirilmişlerdi. Bu muhacirlerden dolayı buraya “Arab Camii” denmiş olduğu şimdiki halde yegâne kabul edilecek ihtimaldir.
Arab Camii Evliya Çelebi’nin eserinde bu isimle kayıtlıdır. (Evliya Çelebi: Seyahatname, İstanbul 1314 cilt I sayfa 340; Reşad Ekrem Koçu tarafından neşredilen kısaltılmış tabı, İstanbul cilt I sayfa 76). Bu binanın ilk defa olarak esaslı bir surette tamir edilmesi hattâ belki de genişletilmesi Mahmud I (1730-1754) in annesi Saliha Sultan tarafından 1734 (H. 1147) yılındadır. 1808 senesinde (6 Cemaziyevvel 1222) bir yangın geçiren cami derhal tamir edilmiş ve 1868 de Mahmud II nin kızı Âdile Sultan (1825-1898) tarafından da bir şadırvan yaptırılmıştır.
Camiin ilk dünya harbinden evvel esaslı bir surette tamirine girişilmiş ve Giritli Hasan Beyin idaresinde binanın büyük bir kısmı tâdil edilerek yeniden yapılmasına başlanmıştı. Bu tamir bir türlü nihayetlenmemiş ve neticede cami o vaziyette bırakılmıştır. Son zamanlarda yaptırılan bazı ufak tefek tamirler ancak mahdut mikyasta faydalı olabilmiştir. Galatanın bu en eski ve en büyük camii bugün kullanılmakta ise de, itiraf etmek icap eder ki, oldukça harap bir haldedir. Buranın tamiri temenniye şayandır.
Arab Camiinin mimarî vaziyetinden bahsetmeden burası ile ilgili bazı binalar hakkında kısaca malûmat verelim.
Âdile Sultanın yaptırdığı şadırvan bugün hâlâ mevcuttur. Evvelce Mehmed Raif tarafından dahi neşredilen (M. Raif Mir’atı Istanbul, İstanbul 1314, sayfa 463) uzun kitâbesinin kopyası şudur:
Devletde Mehmed Ali Pâşâyi yegâne
Çok mansıbı ihraz ile buldu şeref ü şan
Darbhane ve Tophane ve Mabeyin müşiri
Serasker ü sadr oldu nice kerre kapdan
Sıhr eyledi hem zâtini şâhinşehi âlem
Buldu nice ikbal ü nice rif’at ü uncan
Bir âsafı memduh ü dilir idi ne çâre
Âhir anı da kıldı hebâ şivei devran
Ol dâveri zîşanı ecel gaib idince
Hatırları kıldı elem bahri perişan
Rühiyçün ecrü hasenat itmeğe tahsil
Oldu haremi muhteremi vasıta cûyan
Yaptırdı bu sahrınç ile şû şâdirvanı
Şâd oldu Arab Camii semtindeki sükkân
Sû zahmeti çekmekde idi irdi refâhe
Biccümle ehalii mahalle ile atşan
Hakkaki güzel hayri âzim oldu yerinde
Şâmil eseri lûtfi beni âdeme her an
Hak yolına bû âbi revam işte revandır
Alsun sû tavazzi idüb içsün gelen insan
Gördükçe cihan halki menafi bu eserden
Elbetde Hûdâ ecri cezilin ider ihsan
Merhum olub mağfiretü rahmete vâsıl
Serçeşmei Kevserden İlâhi ola reyyan
Hem zevcei zîşanı o sultanı mükerrem
Çok hayre muvaffak ola durdukça bu ekvan
Hem duhteri saad ahteri ikbâlü şerefle
Âlemde bula âfiyeti ömri firavan
Bu beyt ile atşana Senih eyle ki tebşir
Her mısraı târihi temamın ide ilân
“Buldı sûyunu şadirvan oldı bak inşâ”
H. 1285 (M. 1868)
“Sahrıncı metin kıldı binâ Âdile Sultan”
H. 1285
Sâliha Sultan tâmirinde yaptırılmış olan eski şadırvanın Hadikatül Cevamide mukayyed tarihi şudur:
Didiler her biri tahsin idüb târihi itmamın
“Bu ahsen camii tevsi kıldı Valide Sultan
H. 1147 (M. 1734-1735)
Hiç bir sanat kıymeti olmayan bu şadırvanın altında bir sarnıç mevcuttur. Şadırvanın zeminindeki kapaktan burayı görmek kabilse de pek fazla bir şey anlamağa imkân yoktur. Yalnız, kısmen farkedilen bir kemerden bu sarnıcın bir Bizans eseri olduğu tahmin edilebilir. Herhalde Arab Camii hakkında yapılacak bir etüdde bu sarnıcı ihmal etmemek icab eder.
Cami avlusunun dışında ve minarenin hizasında görülen büyük ahşap evin evvelce buranın İmamına mahsus iken sonraları hususî ellere geçtiği söylenmektedir.
Arab Camiinin biri Hocahanım sokağında, diğeri Mahkeme Sokağında, olmak üzere iki çeşmesi vardır. Bunlardan avlu duvarına bitişik olan ilki üç gözlü, kuru ve kitâbesizdir.
Diğeri ise hâlâ akar bir çeşme olmasına rağmen çeşme adı verilecek bir şekli kalmamıştır. Halbuki buradaki çeşmelerden birinin Ali Paşa’ya ait olduğu bildirilen H. 1106 (1694) tarihli bir kitâbe eskiden görülmüştür (İ. H. Tanışık, İstanbul çeşmeleri, II, 36, No. 28).
Camiin avluya bakan duvarına bitişik “Evliya türbesi” ise, Başimam Bey Nurettin Işıklı tarafından verilen malûmata göre otuz sene evvelki tamiratta kaldırılan Hünkâr mahfili merdivenin yerinde bulunmaktadır. Tamirde bu merdiven kaldırıldıktan sonra, bu civarda oturan Giritli Mustafa Efendinin zevcesi İnâyet Hanımın rüyasında gördüğü bir Arab ona mezarının burada bulunduğunu söylemiş ve bunun üzerine Mustafa efendinin tavassutu ile burada üstü açık, parmaklıklı ufak bir türbe inşa edilmiştir. Camiin tamiri esnasında artan bir mermer sütun parçası ile bir kitabe de yerleştirilmiştir. Bu kitâbenin R. Ekrem Koçu tarafından yazılan kopyası şudur:
Ve innel mesâcide lillâhi felâ ted û maallahi ahadâ
Camiin gerek Mahkeme Sokağına ve gerek Avluya açılan yan kapılarının üzerindeki kitâbelerin R. Ekrem Koçu tarafından yazılan kopyaları şunlardır:
Mahkeme Sokağına açılan kapı üzerinde:
Selâmün aleyküm bimâ sabertüm fe ni’me ukbeddâr
Avluya açılan kapı üzerinde:
Selâmün aleyküm tıbtüm fedhulûha hâlidin
Ayrıca camiin içinde ve sağ taraftaki duvara yapışık uzun bir taş kitâbe daha mevcuttur. (Hüseyin efendi: Hâdikatül Cevami, İstanbul, Cilt 2, sayfa 31) Divanı Hümayun kâtiplerinden Haci Emin Efendi tarafından yazılan bu (H. 1222) M. 1807 tarihli kitâbede camiin manzum bir tarihçesi tertip olunmuştur. Bu kitâbenin, mihrabın yanındaki hücrede muhafaza olunan elyazma bir kopyasından R. E. Koçu’nun yazdığı kopya şudur:
Bu mabedin sana ahvalin eyliyem i’lâm
Ki kadrin anla bu beyti atîke kıl ikram
Nice nice seneler zulmet içre çekti belâ
Ki sonra âne kerem kıldı Hazreti Mevlâ
Âne göre idegör anın şânına t’azim
Dergehinde Hüda sana da ide tekrim
Tazarrûda salâtü selâma kaim ol
Cenâbı Hazreti Bâriye maksadın ise yol
Kabul idüb umarız cürmümüz idüp mağfûr
Bu hâke yüz süreni dergehinden itmez dûr
Kim altmışaltı sene geçmiş idi Hicretten
Henüz dine rehâ gelmiş idi fetretten
Çün oldu Hazreti Abdülmelik halifei din
Yezidin eylediği fitneler olup teskin
Murad eyledi Konstantiniyyeye o sefer
Ki kıldı Mesleme namdârı serasker
Ki bir gün eyledi Mesleme islâme hutbe
Diyarı Rûme azimetle buluruz rütbe
Bu feyzü rahmeti rahmanı halka arz ideyüz
Kabul itmeyen âdeme cengi arz ideyüz
Bu va’zı gûş iden urbanden ellibin âdem
Taahhüd eylediler tabiin ile ol dem
Sahabeden de nice kimse kıldı bile sefer
Cenabı Hakka tevekkülle oldular rehber
Kona göçe giderek dine da’vet eyliyerek
Ki halka Hakkın bildiğini sevk iderek
Diyâri Rûme gelüp ol bu şehri fethetti
İçinde bulduğu mâli ceyşe bahşetti
Bu beyti mâli ganimetle eyleyüp ma’mur
Ki nâmı oldu Areb Camiiyle meşhur
Tekfûri Rûm gelüp dergehine yüz sürdü
Haraç vermeğe der’uhde eyleyüp durdu
Recası itti kabul ane virdi peymânı
Aman aman diyene budur emri Yezdâni
Yedi sene bu şehirde ikamet eylediler
Bu bârigâhi Hüdada ibadet eylediler
O demde oldu Dimişk içre fitneler peydâ
Kim etti âlemi lerzan dilleri şeydâ
Kim oldu ol Ömer ibni Abdülâziz halifei Şam
Kemali adı ile islâme verdi istihkâm
Ki kıldı Meslemeyi kendi yanına da’vet
Bin atlı ile süvar olup eyledi avdet
Kusur askerde düştü hastalık vâfir
Amani ahdi bozun fürce buldu ol Kâfir
Huzur virmeyüp ol ceyşi kıldı âzürde
Bu gamla her biri tekrar uğrayüp derde
Ne câre anladılar hastalık geldi islâma
Bakiyye askeriyle doğru gittiler Şâme
Tekfûr anı işidüp geldi şehri seyretti
Nizamı minberü mihrabı bozdu deyretti
Ki sonra pâk neseb fahri âli Osmandan
Vücude geldi cihangir feyzi rahmandan
Ki ya’ni Hazreti Sultan Mehmedi Sâni
Cihanı eyledi âbâd şevketü şâni
Müyesser oldu bu Kostantiniyye fethi ana
Ebülfeth dimek oldu ol padişaha sezâ
Sekiyüz elli yedide bu şehri fethetti
Cihande sikkeyi mermere hâk idüp gitti
Nice cevami mescidler eyledi bünyad
Düalar eyliyekim ola haşredek âbâd
Hüda kıla o şehin ruhi pâkine rahmet
Dergehinde dahi bula izzetü rif’at
Cenabi Hak dilerim âlin eyleyüp teksir
Ola kıyametedek devleti ile âlemgir..
Recamız odur ki bu nakle nazar iden ihven
Makaale nazımına fâtiha kıla ihsan
Ketebehu Elhaç Emin eazzi hâcei Divanı Hümâyun ve serhalifei kâtibi Agayi Darüssaadei sâbık Sene 1222 (M. 1807).
Celâl Esad Arseven, Arab Camiinin Kıble istikametinde olmasını, fakat aynı zamanda bir Hıristiyan yapısının hususiyetlerini taşımasını nazarı itibara alarak bazı neticeler çıkarmıştır. (Celâl Esad: Eski Galata, İstanbul 1329, sayfa 46 ve devamı.) C. Esad’a göre burası esasında Arablar tarafından cami olarak yapılmış ve sonra Bizanslıların eline geçmiştir. Yangın veya zamanla harap olan bu ilk binanın mevcut temelleri üzerine Dominikenler kiliselerini inşa ederek onu, Gırnatalı muhacirlerin ellerinden alıp camie tahvil etmelerine kadar muhafaza etmişlerdir. C. Esad üç mesele ile karşılaştığını da kaydeder:
1. — Meslemenin seferinden evvel bu caminin yerinde bir kilise var mı idi?
2. — Dominikenler kiliseyi kurdukları zaman cami mevcut mu idi?
3. — Dominikenler yoksa burada sadece temelleri mi buldular?
Bu meselelerin cevapları bu yazımızın ilk kısımlarınde verilmiştir.
Arab Ccamii daha ilk bakışta, yerli olmıyan hususiyetler arzeder. Esas itibariyle üzeri ahşap bir çatı ve kiremitle örtülü uzun bir bina olan bu mâbedin, ekseri kiliseden bozma yapılarda rastlanan çıkıntı şeklinde bir mihrabı yoktur. Yan duvarlarda üç sıra halinde pencerler açılmış ve 1913 deki tamirde camie, Arab sitili taklit edilerek yapılmış bir son cemaat yeri ilâve olunmuştur. Mihrab duvarına bitişik, dört köşe minare ve bunun altından geçen dehliz burada en alâka çekici kısımları teşkil ederler. İstanbuldaki bütün Bizans kiliselerinde görülen hususîyetler burada mevcut değildir. Nartkes yoktur. Mihrab (Apsis) dışarıda bir çıkıntı teşkil etmez, içerisi mihrab ciheti hariç, hayli büyük bir hangardan farksızdır. Bnanın içinde evvelce bir takım mermer sütunların mevcut olduğu camide ve avluda görülen sütunlardan anlaşılmaktadır. 1913 tamiratında camiin içindeki ahşap galeri kaldırılmış ve ağaç direklere dayanan yeni galeri inşa edilmiştir. Arab Camiinin bu eski halini gösteren ve C. Esat’ın eserinde neşredilen resmini bu yazımızla birlikte veriyoruz. Caminin tavanı tamamen ahşap olup yalnız mihrap kısmında gotik tonozlor görülür. Caminin üç kapısından iki yanlardakilerin bugün kullanılanlarına mukabil, soncemaat yerine açılan üçüncü kapı şimdilik battaldır.
Şimdiki mihrab duvarında görülen pencereler, Türk devrinde açılmıştır. Bu mihrab kısmının üzeri, yanlara nazaran daha yüksek olup tamamen Gotik mimarisinin hususiyetlerini taşıyan bir tonozla örtülüdür. Bu kısmın sağında bulunan ve üzeri gene böyle Gotik bir tonozla örtülü hücreden, bir kapı vasıtasiyle diğer bir hücreye ve oradan da minare veya eski çankulesinin kaidesine geçilmektedir. Bina XIV. asırda yapılmış olması itibariyle Gotik sanatının tipik bir eseridir. Burada görülen tonozlar “Croisée d’ogives” şeklindedir; yani birbirini çapraz bir surette kesen bir çift sivri kemer (arcogive) vasıtasiyle temin edilmiş bir tonoz sistemidir. Bu tip tonozları vücuda getiren diğer iki çift kemerden (arc doubleau ve arc formeret). Yan duvarlara amut olan kemer (arc doubleau) Arab Camiinin içinde bâriz bir surette görülmektedir. Bu çapraz sivri kemerlerden maksat ise, tonoza bir nevi elâstikiyet vererek ağırlığı dört muhtelif noktaya dağıtmaktır. Aynı zamanda bunlar bir nevi kâgir iskelet teşkil ederler. İstanbulda Gotik sanatının bir nümunesini teşkil eden bu binanın diğer aksamında ise başka çeşit tonozlar kullanılmıştır. Mihrabın solunda gene bu tip tonozla örtülü hücrenin bulunmasına mukabil avlu duvarına bitişik iki küçük bölmenin üzerinde beşik tonozlar vardır. Mihrabın solundaki küçük hücrelerden biri “Hazreti Mesleme’in çilehanesi” olarak tanınır. Burada küçük bir mihrap ve geçen asra ait bazı eşya vardır. Şimdiki halde çok harap bir vaziyette olan Hünkâr mahfilinin merdiveni 1913 tamiratında tâdil edilmiştir. Binanın içinde mevcut yegâne mermer sütuna dayanan bu mahfil, Caminin Türkler zamanında yapılan hemen bütün aksamı gibi, Barok üslûbundadır. Bu üslûbu, minber ve kapıların dış tezyinatında da görmek kabildir. Eski Türk - Osmanlı sanatının güzel eserlerinden birisini teşkil eden kürsü, buraya Azapkapısındaki Sokollu Mehmed Paşa Camiinden getirilmiştir. (B. : Azapkapısı Camii). Orijinal gotik binanın plân, kesit ve yüksekliği De Nari adındaki bir mimar tarafından tesbit olunarak, bu hususta yazdığı kısa notla birlikte B. Palazzo tarafından aynen kitabına geçirilmiştir.
Mihrabın solundaki hücrelerin altında vaktiyle bir Ayazmanın mevcut olduğu söylenmekt ise de tabiatiyle bunu şimdiki halde tahkik edebilmeğe imkân yoktur.
Arab Camiinin minaresi en fazla alâkayı üzerinde toplıyan bir kısmını teşkil eder. Evvelce de söylediğimiz gibi dört köşe masif minare eski kilisenin çankulesinden başka bir şey değildir. 1420 ye doğru İstanbula gelen Buondelmonti’nin yaptığı resimlerde Galatada böyle dört köşe kuleli bilhassa iki kilisenin mevcut olduğu görülmektedir. Sonraları bu çan kulesinin mevcut üst kısmına pencereli şerefe ve külâh ilâve olunmuştur. Kulenin yukarı kısmında ve şerefenin altında görülen ince uzun pencereler sonraları örülerek bu şekle sokulmuşlardır. Eskiden burada iki sütunla ayrılmış üç pencerenin bulunduğu anlaşılmaktadır. Zaten binanın pencerelerinin ekserisi sonradan tâdil edilmiştir, nitekim eski pencere kemeleri bâriz bir surette binanın dış duvarlarında, görülmektedir. Bu kulenin İtalyada Dominiken kiliselerinin çan kulelerini hatırlattığını ileri sürülmekte olduğunu yukarıda zikretmiştik.
Minarenin altından geçen ve gotik kemerli bir kapı ile sokağa açılan bir dehliz bu binada görülen hususiyetlerden birisini daha teşkil eder. Bu dehlizin tavanı bir takım bölümlere ayrılmıştır; burada bir kemerle, iki çapraz tonoz (voute d’arête) ve bir beşik tonoz görülür. Bu dehlizin bir yan duvarını teşkil eden tuğla duvar enkazı, evvelce binanın burada dahi devam ettiğini göstermesi bakımından mühimdir. Bu dehliz duvarlarının üzerinde hâlâ duran mermer başlıkların üzerlerinde kabartma olarak Bizans tezyinatı mevcuttur. Burada görülen ve üzeri zengin tezyinatlı mermer kapı kemeri herhalde sonradan şimdiki yerine tesbit olunmuştur.
Binanın dış duvarları çatıya kadar yükselen çıkıntı payelerle birtakım bölümlere ayrılmıştır. Ayrıca köşelerde yuvarlak çıkıntılar vardır. Arab Camiinin heyeti umumiyesi ekseri Bizans eserlerinde gördüğümüz teknikle yapılmıştır. Duvarlar muhtelif taş ve tuğla sırları halinde işlenmiştir. Yalnız bazı kısımlarda sonraki tamirlerde eklenen, âdi tuğladan yapılma yamalar göze çarpar. Duvarların itinalı bir surette tetkiki, binanın üzerindeki muhtelif devrelerin tesbiti bakımından çok mühimdir.
1913 tamirinde son cemaat yeri olarak yaptırılan ve bugün harap bir halde olup kapalı bulunan kısım ve buna bitişik avlu kapısı Arab stilinde acayip bir yapıdır.
Arab Camiinde mevcut muhtelif mimarî devreleri şöylece hülâsa edebiliriz:
1. — Bizans devresi: Dehlizin sağ tarafındak duvar (Schneider: Galata, sayfa 25 not 22) ve belki sarnıç.
2. — Dominiken - Gotik devresi: Şerefeye kadar kule, dehliz kapısı, binanın bütün mihrab kısmı ve hücreler ve kısmen dış duvarlar. De Nari’nin kanaatine göre avluya bakan cephe orijinal olmayıp geç devirde bina genişletilirken yapılmıştır. Nitekim 1913 deki tamir sırasında çekilen bir fotoğrafta bu duvarın tamamen açık olduğu görülür (B. : E.D. D’Alessio, zikredilen eser, s. 18).
3. — Osmanlı devresi: Minarenin şerefeden yukarısı, çatı, Hünkâr mahfili hizasında duvarlardaki ekler, zemin döşemesi, Hünkâr manfili ahşap galeriler, minber ve tavan, kapı ve pencereler, soncemaat yeri, şadirvan. Bu Türk devrinin de bina üzerinde muhtelif safhaları olduğu tesbit olunmaktadır.
Burada evvelce bir takım duvar resimlerinin mevcut olduğu muhakkaktır. Nitekim J. Ebersolt bunlaar hakkında bir de yazı yazmıştır. (J. Ebersolt: Mission archéologique de Constantinople, Paris 1921 sayfa 40) Mihrap cihetindeki duvarlarda el’an sıvaların altında bazı Freskoların bulunduğu söylenmektedir.
Arab Camiinin freskoları hakkında şimdiye kadar neşredilen yegâne yazı Ebersolt’un yukarıda adı geçen eserindeki kısa notlardan ibarettir. Bu kitabın 34 numaralı levhasında bu freskolardan birinin bir resmi görülmektedir. Bundan anlaşıldığına göre bu fresko Bizans tarzında inşa edilmiş bir duvarın üzerinde olup, ince sütunların taşıdığı dört kemere taksim edilmiş ve bunlardan herbirinin içine bir aziz resmedilmiştir. Ebersolt, çok harab bir halde bulunan bu resimlerle Kaariye Camii yan kısmı freskoları arasında benzerlik bulur (XIV asır).
Arab Camiinde bulunan mermer levhalar hakkında da burada biraz bilgi vermeği lüzumlu görüyoruz. Bunları başlıca iki kısma ayırmak kabildir. Tamamen Bizans eseri olan ve Arab Camiinin yerinde evvelce mevcut Bizans kilisesine ait bulunan mermer korkuluk levhaları; ve Lâtinler tarafından doğrudan doğruya mezar taşı olarak yaptırılan üzerleri kitabeli mezar levhaları. Bunların yanında Lâtinler tarafından mezar kitabesi olarak kullanılmış bazı Bizans levhaları da vardır.
Burada bulunan Bizans korkuluk levhaları bu cins eserlerin İstanbulda rastlanan nadir ve kıymetli nümunelerindendir. J. Ebersolt bunların bir kataloğunu yaparak içlerinden en eskilerinin beşinci asra ait olduklarını tesbit etmiştir. (J. Ebersolt: Arab djami et ses sculputures byzantines, Mis. arch. d. Cons. Paris 1921, sayfa 38-54). Bu levhalar başlıca üç gruba ayrılmaktadır. Beşinci asra ait ilk tipte bir çelenk veya daire içinde bir kaç haç ve iptidai tezyinat vardır. İkinci tip ise muntazam geometrik şekiller ve zigzaglarla altıncı asra işaret etmektedir. Vefa’da Kilise Camiinin (B. : Kilise Camii) levhalarını çok andıran sonuncu tipe gelince, on veya on birinci asra ait olmaları muhtemel bulunan bu levhaların tezyinatı, merkezî bir şekli çeviren girift şeritlerden müteşekkildir.
Bugün İstanbul müzesinde bulunan mezar taşlarının tarih bakımından değerleri çok büyüktür. Bunlar son zamanlarda etraflı surette neşredilmiştir. (E. Dalleggio d’Alessio: Le Pietre spolcrali di Arab giami, Genova 1942).
Hepsi 106 adet olan ve ekserisi parçalanmış bir halde bulunan bu levhalar, D’Alessio’ya nazaran Lâtin epigrafisinin Şarkta mevcut en güzel nümuneleridir. Bunların en enteresanları İstanbul Arkeoloji müzesinin 19 numaralı salonunda teşhir edilmektedir. (İstanbul Arkeoloji Müzeleri: Resimli rehber, İstanbul 1934). Arab Camii mezar levhalarının içinde en eski 13 Kasım 1260 tarihinde ölen De Candolfi adında birisine aittir. Bunu 1300 ve 1302 tarihli üç levha takip etmekte, Castano Spelta’nın 1307 tarihli taşı ile başlıyan seri fethe kadar uzanmaktadır. Bu 106 mezar taşında birçok meşhur İtalyan ailelerinin (meselâ: Doria) isimlerine rastlanmaktadır. (D. d’Alessio: Familles Latines de Péra au temps des Paléologues d’après les inscriptions d’Arab djami, “Echos d’Orient” 1936, sayfa 413-420). Bunların arasında on beşinci asrın başlarında ölen Anna Dukaina isminde bir Bizans prensesinin de mezar taşı vardır. (V. Laurent: Inscriptions grecques d’poque romaine et byzantine, Echos d’Orien 1936, sayfa 220-222) En mühim olan nokta bu kitabelerin içinde 1453 ten sonrasına ait hiçbir mezar taşına rastlanmamış olmasıdır. De Merode adında birine ait 76 numaralı levha her ne kadar 1458 tarihini taşıyorsa da taş çok silik olduğundan bu rakkam kat’î bir surette tesbit edilememiştir. Böylelikle bu kilisenin fethinden sonra uzun zaman Dominikenlerin elinde kalabilmiş olması ihtimali kesin olarak ortadan kalkmaktadır. Artık burasının Fatih tarafından cami yapıldığı ekseriyetle kabul edilmeğe başlanmıştır (R. Loenertz: Les établisse ments dominicainns de Péra, Echos d’Orient 1935 sayfa 336-338 ve bunu şu yazı ile karşılaştırın: D. d’Alessio: L’établissement dominicain de Péra, Echos d’Orient 1936, sayfa 83).
Minarenin altından geçen dehlizde el’an duran ve üzerinde Bizans tezyinatı görülen arşivolt, Ebersolt’a nazaran tipik bir Bizans eseridir. Halbuki D’Alessio bunun köşelerinde arslanlı Lâtin armaları görüldüğünü ileri sürerek bu taşın Bizans tesiri altında Lâtinler tarafından yapıldığını kabul etmiştir. Filhakika gayet kalın kir tabakasına rağmen yanlardaki rozetlerin altında birer arma farkedilmekte ise de taş temizlenmedikçe arslanların mevcudiyeti anlaşılamıyacaktır.
Camiin avlusunda yerlerde görülen bazı taş parçaları herhalde levhalara aittir. Bunlardan camiye girilen kapının önünde yerde görülen bir taşın üzerinde bir haç parçası vardır.
İstanbulun ekseri âbideleri gibi Arab Camii de bir takım efsane ve hikâyelere mevzu teşkil etmiştir. Bunların bazılarına binanın tarihçesinden bahsederken kısacana temas ettik, Pertusier tarafından nakledilen bir hikâye ve inanışı da burada birkaç kalemi ile hülâsa etmeğe çalışacağız. Gûya, kendisine Cuma namazını o hafta hangi camide kılmak arzusunda olduğunu soran Kızlar ağasına Padişah Ahmed III (1703 - 1730), “Seninkinde” cevabını vermi. İnşa edilmiş hiç bir hayratı mevcut olmıyan Kızlarağası, aldığı bu cevabın mânasını bir türlü çözemiyerek düşünceli bir tavırla huzurdan çıkmış ve yolda bir tanıdığına rastlıyarak ona vaziyeti anlatmış. Bu zatin, Padişahın kastettiği caminin sadece Arab Camii olduğunu söylemesi üzerine, Kızlarağası tekrar huzura çıkarak Ahmed III e kendisine biraz evvel söylenen şeyi tekrarlamışsa da, Kızlarağasının ilk tereddüdü Padişahın gözünden kaçmadığından; Ahmed III bir başkasının ona bunları öğrettiğini kolaycana tahmin ederek bu zeki adamın kim olduğunu sormuş ve tahmin edileceği gibi neticede bu adam yüksek bir mevki sahibi olmuş. Eski bir halk inanışına göre Arab Camiinde mevcut bir su, gebe kadınlar tarafından ziyaret edilir ve onların doğumlarını kolaylaştırırmış. (C. Pertusier: Promenades pittroesques dans Constantinople... Paris 1815, cild 2, sayfa 239-241).
Bu yazımıza son verirken, mevzuumuz haricinde kalan fakat burası ile ilgili bir binaya işaret etmekle iktifa edeceğiz; bu da yukarıda adı geçen Âdile Sultanın bu caminin az ötesinde hâlâ iki kitâbesi duran bir mektebi olduğudur.
Semavi Eyice
Galatada Arab Camii, cenubdan bakış
(Resim: Reşad Sevinçsoy)
Arab Camii, şimalden bakış
(Resim ve plân: Reşad Sevinçsoy)
Arab Camii
(Maktâ resim: Reşad Sevinçsoy)
Arab Camiinin ilk binâsının tahmini plânı
(De Nari’den - B. Palazzo’nun kitabından)
Arab Camii
(Maktâ resim: Celâl Esad, Eski Galata)
Arab Camiinin Nâfe Sokağından görünüşü
(Resim: Reşad Sevinçsoy)
Arab Camiinin Hediye Sokağından görünüşü
(Resim: Reşad Sevinçsoy)
Arab Camiinde şadırvan
(Resim: Reşad Sevinçsoy)
Theme
Building
Contributor
Reşad Sevinçsoy, Reşad Sevinçsoy, Celâl Esad
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Creator
Semavi Eyice
Identifier
IAM020631
Theme
Building
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Contributor
Reşad Sevinçsoy, Reşad Sevinçsoy, Celâl Esad
Description
Volume 2, pages 936-947
Note
Image: volume 2, pages 936, 937, 938, 940, 941, 942
See Also Note
B. Palazzo, L’Arap Djami ou église Saint Paul à Galata, İstanbul 1946; kşl. S. Eyice, Galata hakkında iki kitap “Tarih Dergisi”, I, 1949, sayfa 212-219;Bk. : Gülnuş sultan Camii yahut Galata Yeni Camii; B. : Azapkapısı Camii; B. : E.D. D’Alessio, zikredilen eser, s. 18; B. : Kilise Camii
Theme
Building
Contributor
Reşad Sevinçsoy, Reşad Sevinçsoy, Celâl Esad
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.