Maddeler
İstanbul Ansiklopedisi'nin A harfinden Z harfine tüm maddelerini bir arada inceleyin.
Ciltler
1944 ile 1973 yılları arasında A harfinden G harfine kadar yayımlanmış olan ciltlere göz atın.
Arşiv
Reşad Ekrem Koçu'nun, G ve Z harfleri arasındaki maddelerle ilgili çalışmalarını keşfedin.
Keşfet
Temalar veya belge türlerine göre arama yapın; ilk kez erişime açılan arşiv belgeleri arasında gezinin.
ALİ EMÎRÎ EFENDİ
Âlim kelimesinin şark âleminde takarrür eden mânasiyle Osmanlı tarihi ve Osmanlı edebiyat tarihi âlimi. Bir ömrün bütün kazancını ve bütün ihtirasını kitap almağa ve okumağa hasreden kitap meraklısı. İçlerinden pek çoğu tek nüsha yazma olduğu için büyük bir servet teşkil eden 14,000 cildden fazla kitabını millî bir kütüphâne olarak memleket irfanına vakfeden büyük hayır sahibi.
Ali Emîrî Efendi (H. 1274) 1858 de yaşı altmışı geçmiş bir baba ile çok genç bir anneden Diyarbakırda doğdu. Zengin bir ailenin son çocuğudur. Babası Bağdad ile Diyarbakır arasında kervanlar işleterek geniş ölçüde ticaret yapan bir adamdı. Aile, memleketinin irfan hayatında mühim bir mevki işgal etmişti. Bütün Diyarbakır gençliğini okutan hocalara, şöhreti vilâyet hudutlarını aşan şairlere, hattatlara bu ailenin çerçevesi arasında sık sık tesadüf edilir.
Küçük Ali okumağı ve şark ilminin esaslarını bütün Diyarbakırı okutan akrabasından Şaban Kâmi Efendiden öğrendi.. On beş yaşında iken babası çarşıdaki dükkânında ona da bir yer vererek istikbaldeki ticaret hayatına oğlunu hazırlamak merakına düşmüştü; fakat küçük Ali ticarete yâr olmadı. Dükkân köşesinde elinde kitap akşama kadar oturuyor, gelen müşterilere: «Mal orada.. fiatı şudur, alacaksanız indireyim. Yoksa beni boşuna zahmete sokmayın” diyor. Oğlunun...
⇓ Devamını okuyunuz...
Âlim kelimesinin şark âleminde takarrür eden mânasiyle Osmanlı tarihi ve Osmanlı edebiyat tarihi âlimi. Bir ömrün bütün kazancını ve bütün ihtirasını kitap almağa ve okumağa hasreden kitap meraklısı. İçlerinden pek çoğu tek nüsha yazma olduğu için büyük bir servet teşkil eden 14,000 cildden fazla kitabını millî bir kütüphâne olarak memleket irfanına vakfeden büyük hayır sahibi.
Ali Emîrî Efendi (H. 1274) 1858 de yaşı altmışı geçmiş bir baba ile çok genç bir anneden Diyarbakırda doğdu. Zengin bir ailenin son çocuğudur. Babası Bağdad ile Diyarbakır arasında kervanlar işleterek geniş ölçüde ticaret yapan bir adamdı. Aile, memleketinin irfan hayatında mühim bir mevki işgal etmişti. Bütün Diyarbakır gençliğini okutan hocalara, şöhreti vilâyet hudutlarını aşan şairlere, hattatlara bu ailenin çerçevesi arasında sık sık tesadüf edilir.
Küçük Ali okumağı ve şark ilminin esaslarını bütün Diyarbakırı okutan akrabasından Şaban Kâmi Efendiden öğrendi.. On beş yaşında iken babası çarşıdaki dükkânında ona da bir yer vererek istikbaldeki ticaret hayatına oğlunu hazırlamak merakına düşmüştü; fakat küçük Ali ticarete yâr olmadı. Dükkân köşesinde elinde kitap akşama kadar oturuyor, gelen müşterilere: «Mal orada.. fiatı şudur, alacaksanız indireyim. Yoksa beni boşuna zahmete sokmayın” diyor. Oğlunun dükkânına faydadan çok zararı dokunduğunu anlıyan babası onu dikkândan uzaklaştırdı.
O devrin kültüründe şiir yazabilmek umumî bir kaidedir, aruz ve kafiye ile alâkası olmıyanlar güzideler sınıfından olduklarını iddia edemezler. Onun için Ali de çocuk denecek bir yaşta şiir yazmağa başladı. Mahlâs olarak da büyük ceddi «Emîrî” nin adını aldı.
1293 (M. 1876) da Beşinci Sultan Muradın tahta çıkması üzerine küçük Emîrî bir cülûsiye yazdı ve Diyarbakır vilâyet gazetesinde neşrettirdi, o günün şiir zevkine göre çok yüksek bir kıymeti olan muhitinde takdir duyguları kadar rekabet hisleri de uyandırdı. Bu güzel cülûsiyeyi küçük Emîrînin ceddi büyük Emîrîden çalmış olması ihtimalinin dedikodusu ile bütün şehir, hattâ bütün vilâyet çalkandı, durdu.
Bu küçük hâdise Ali Emîrî Efendinin şuurunun altında derin izler bırakarak yaşadı; bütün hayatında insanlara küsmüş olarak yaşamasının, kendisine yapılan her târize şiddetli mukabele etmeğe çalışmasının sebebi oldu. Bu ufacık hâdise onun hayli yüksek olan gururunun meydana çıkması için bir vesile vermiştir. Bu dedikodulara cevap olmak üzere yazdığı ve tekrar Diyarbakır gazetesinde neşrettirdiği ikinci bir cülûsiyenin şu iki mısrâında bu gücenmenin ve bu gururun ilk ifadesi gizlidir:
Cülûsiyem eğer sirkat büyük ceddim Emîrîden
Bu nazmı bî naziri işte çektim silki imlâya.
On dokuz yaşında Ali Emîrî Efendi Diyarbekire gelen Şark Vilâyetleri Islahat Heyeti Reisi Abidin Paşa ile tanıştı ve heyete kâtip olarak tayin edildi, artık memleketinden ayrılmış, Anadolu ve Rumelide tam yirmi dokuz yıl devam edecek memuriyet hayatına başlamıştı.
O devrin hemen bütün memurları şark kültürünün mümtaz simaları sayılır. Emîrî Efendi bunlarla beraber bulundu, konuştu, öğrendi, okudu, yazdı, şiir merakına bir de kitap biriktirme merakı katıldı. Beraberinde taşıdığı kitap sandıklarının sayısı gün geçtikçe arttı. 1313 (M. 1895) de Leskovik muhasebeciliğinden İstanbula döndüğü vakit bu sandıkların sayısı on dokuzu bulmuştu.
Emîrî Efendinin bu kitap merakı gittikçe artan sevimli bir ihtiras halini alıyordu. Yanyada bulduğu arabca bir kitabın ikinci cildinin «San’â” da bir zâtin elinde bulunduğunu öğrenince bu cildi de elde etmek için muhâbereye girişti, buna muvaffak olamayınca kitabı istinsah etmek üzere Yemene gitmeğe kalktı, Yemende bir memuriyet istedi, tayin edildi. Fakat bu sırada kitap sahibi kitabı satmağa razı olmuştu, onun için yeni tayin edildiği vazifesinden istifa etti.
Emîrî Efendide kitap merakı o kadar ileriye varmıştı ki, parasiyle elde edemediği kitapları binbir rica ve niyaz mukabilinde ödünç alır, çok kısa bir müddet içerisinde istinsah ettirir veya bizzat istinsah ederdi. Millete yadigâr bıraktığı Millet Kütüphanesinde el yazısiyle istinsah edilmiş 721 kitabın varlığı bu ihtirası açığa vuran güzel bir örnektir.
Emîrî Efendinin memurluk hayatı garip bir şekilde nihayet buldu; 1904 de Halep vilüyeti Defterdarı idi, hayli uzun zamandanberi maaş almıyan vilâyet memurlarına bir maaş verilmesi için Maliye nezaretinden emir gelmişti. Verilecek maaşa kâfi gelecek para da malsandığında duruyordu. Fakat maaşın verilmesinden bir gün evvel Başkâtip Tahsin Paşanın imzasiyle Yıldız sarayından gelen bir telgraf padişahın hazinesi için mühim bir para istiyordu. Emîrî Efendi şaşırdı, iyi bir insandı, aylardır maaş bekliyen memurların ümidiyle oynıyamazdı, iyi bir memurdu, âmirinin emrini yapmakla kendini mükellef biliyordu. Maaşı verecekti, fakat Osmanlı hanedanına da derin bir sevgisi vardı, padişahın iradesi muhakkak yapılmalı idi. Bu zıd hisler içerisinde o gece sabaha kadar uyumadı. Ertesi gün memurların maaşını verdi, Mabeyin başkâtipliğine yazdığı bir telgrafla padişahın emrini yerine getirememek zorunda kaldığı için artık vazifesinde devam etmeğe yüzü kalmadığını bildirdi ve yerine muhasebe mümeyyizini vekil bırakarak sevgili kitaplariyle İstanbula döndü. O tarihten sonra — Yemen ıslahat heyeti azâlığiyle Yemende bulunduğu bir buçuk yıllık zaman müstesna olarak — bir daha memuriyet almadı.
Emîrî Efendinin hayatı dışından tetkik edildiği vakit tezatlarla dolu olarak görülür: Evlenmiyen, ömründe bir defa bile fotoğraf çıkartmıyan, yüzüne bir defa bile ustura değdirmiyen, bütün hayatı boyunca siyah papyon kıravat takan, gözlük yerine bir pertavsız kullanmakta ısrar eden; ince sesli, gevrek gülüşlü, bir an içinde itidalden öfkeye, öfkeden neşeye geçebilen bir insanı bugünün telâkkisi orijinal bir adam gibi karşılıyabilir.
Herkese benzememek gösterişinden çok uzak olduğu muhakkak olan bu garip meyilleri, onun ruhunu saran ihtiraslı sevgilerinde aramak doğru olur. Emîrî Efendinin ruhu bir takım büyük sevgilere sahne olmuştur. Bunların en başında İslâm Peygamberi Hazreti Muhammede duyduğu sevgi gelir. «Nâtı hümâyunu Resaletpenahilerinde bir nokta kondurmak haddim olmadığından min gayri haddin kemali şerm ve hicab ile” mâzeretini öne sürerek Hazreti Peygamber medhinde noktasız bir divan dolduracak kadar ruhuna derin bir coşkunluk veren bu aşkın izleri yalnız:
Ey ruhi ümem, aslı kerem, dürri mükerrem
Ey medresei âleme allâmei a’lem
Âvarelere ey kerem ü rahmi müsellem
Dildadenim âvarenim ur gönlüme merhem
Serdarı resulsun güheri ekmeli âlem.
«Levlâke» nle memdûhsın ey serveri âlem.
gibi mısralarda değil bütün hareketlerinde kök salmıştı.
Emîrî Efendinin kalbinde «Osmanlı hanedanı” sevgisi de büyük yer almıştı. Millet Kütünphanesinde eşsiz bir koleksiyon halinde duran padişah yazıları, tuğraları, divanları, okudukları kitaplar kadar bütün Osmanlı padişahlarının bütün şiirlerini toplamak ve tahmis etmek suretiyle hazırlattığı yalnız ilk fasikülü basılmış «Cevâhirül Mülûk” isimli büyük kitabı da bu sevginin eseridir.
Hattâ Harbı Umumî sıralarında Beşinci Mehmede bir ariza göndermiş «Ecdadı izamınızın bütün manzum eserlerinin toplandığı bu hazinede yeriniz açık bulunuyor” diyerek onu bu yeri kapamağa davet etmiş ve Beşinci Mehmed de Çanakkale zaferini terennüm eden gazelini bunun üzerine yazmıştır.
Emîrî Efendinin annesine karşı da derin bir sevgisi vardı. Annesinin bir defa bile kalbini kırmadığını daima iftiharla tekrar eder ve Hazreti Âdemden kendisine kadar Tanrı emnâneti olarak gelen hayat zincirini sırf annesini kırmamak için kırmağa razı olduğundan doğacak günahının affedileceğini umardı.
Bunların dışında sevdiği yalnız kitaplarıydı. Bu kitaplar yalnız koleksiyon yapmak ve sayısını çoğaltmak maksadiyle toplanmış kitaplar değildir. Bir ihtiyaç yüzünden, bir şey öğrenmek, eksik veya yanlış bilinen bir noktayı aydınlatmak için kıymeti bilinerek toplanmış kitaplardı. O, bu kitapları yalnız memleketi için ve memlekete faydalı olmak maksadiyle toplamıştı. Tek nüsha olarak kütüphanesinde mevcut olan Divan-î Lûgat-ü-t Türk için Macar İlim Akademisi, Osmanlı Tarih Encümeni âzasından İskender Bey vasıtasiyle on bin altın lira teklif ettiği halbu kitabı satmamış, rahmetli Talât paşanın arzusu üzerine tabı hakkını bir para istemeden hükûmete devretmiştir.
Emîrî Efendi, muhakkak ki Osmanlı tarih ve edebiyat tarihine dair çok şey okumuştu, çok şey bilirdi, bu bilgilerini ilmî bir tasnife tâbi tutmadı. Hattâ doküman mahiyetinde de geniş ölçüde neşeredemedi. Fakat kendisine bu bilgiyi temin eden bütün mehazları, kendisinden sonra bu uğurda çalışacak insanlara yadigâr olarak bırakmak suretiyle kitap sevgisinde kıskanç olmadığını gösterdi. Elindeki nadir eserlerden «Câmı Cem Âyin” «Acaibül Letaif”, «Mardin Mülûkü Ertakiye Tarihi” isimli eserleri neşretti. Bunu diğer kitaplarla bir seri olarak tamamlamak istiyordu. Muvaffak olamadı. «Osmanlı Tarih Encümeni”, «Âsarı İslâmiye ve Milliye Tetkik Encümeni” âzalıklarında bulunduğu sıralarda, beraber çalıştığı insanların mu kaddes olarak tanıdığı şeylere ayni hürmeti beslemediklerinden doğan şiddetli infial yüzünden hiçbir eser veremedi. Çok sevdiği memleketi Diyarbekir için yazdığı «Mir’at-ü-l Fevaid” ve bir cildi el yazısiyle bende olan, öteki cildlerinin de ondan çalınır korkusiyle, Millet kütüphanesindeki şahsî sandıkları içinde saklı olduğunu bildiğim on altı cildlik bir Osmanlı şairleri tezkiresi yazılmış, fakat basılmamış kitapları arasındadır.
Umumî Harb içerisinde devlete vakfettiği ve idare ettiği Millet Kütüphanesine yerleştirdiği kitapları İstanbulun işgali sıralarında Anadoluya taşıtmak istedi. Geniş bir mücadeleye girerek vakfiyeyi değiştirdi. Atatürkle muhabereye girişti. Birbirinin belki yüzünü görmemiş bu iki insan arasında samimî bir anlayış var gibiydi. Atatürk, Babıâli hükûmetine, sulh muahedesini hazırlamak üzere Avrupaya gönderilecek heyet arasına tarih mütehassısı olarak Ali Emîrî Efendinin de alınmasını tavsiye etmişti. Mütarekenin karanlık günlerinde bastırdığı ve bugün tek nüshası bile kalmamış olan «Osmanlı Vilâyâtı Şarkiyesi” isimli kitabını millî istiklâl dâvasının mühim delillerinden biri olarak görmüştü. Onun için bu teklifi iyi karşıladı. Kütüphanenin naklinden evvel İstanbulda büyük bir zaruret içerisinde (zira Emîrî Efendinin ayda 29 lira tekaüd maaşından başka beş parası yoktu) yaşadığını bildiği Emîrî Efendi emrine 4000 Türk lirası gönderdi.
Son günlerinde yanında bulunmadım, onun için hastalığı ve ölümü hakkında bir şey bilmiyorum. Yalnız cenazesinin Atatürk’ün hediyesi olan dört bin lira ile kaldırıldığını söylediler.
Son arzusu çok sevdiği Peygamberin medih ve takdirine mazhar olan İstanbul Fâtihi İkinci Mehmedin yanına gömülmek dileği olmuş, bu arzusu yerine getirilmiştir.
On iki cild tutan büyük şiir divanına rağmen Emîrî Efendiye büyük şair ismi verilemez, fakat iğbirarlarla geçen hayatında ince ve hassas bir tarafı olduğu da muhakkaktır. O:
Maksatları uğrunda ne canlar telef oldu.
Ben mesleki İskender ü Dârâya gücendim.
diyecek kadar geniş insanlık fikirlerine bağlı,
Cennet gibidir şimdi bana kûsei nisyan
Ben silsilei Âdem ü Havvaya gücendim
diyecek kadar cemiyetten bezmiş,
Mahrem olalı meclisi erbabı yakine
Dünyada gözüm var diyen âmaya gücendim
diyecek kadar rind,
Merdâne kelâm etmelidir merdi suhandan
Ebrûyi dilâradaki imâya gücendim
diye haykıracak kadar cesur bir insandı.
Sevdiği bir insanı vasfederken:
Gül yaprağıdr nüshai Kur’an arasında
gibi hiç söylenmemiş güzel bir benzetiş bulacak kuvvetli şiir görüşleri ve duyuşu ile ruhu titredi. Uzun mücadele yıllarının kamburlaştırarak ufak tefek bir insan haline soktuğu bu uzun boylu heykel gibi adam ufacık gözlerinde parlayan zekâ ateşiyle ve bu vücuttan beklenmiyecek kadar ince sesiyle bir tezad âbidesi halinde:
Aşkın gami gerçi çekilir derd değildir.
Geldik bu cihan sahasına çekmeli nâçâr.
diyerek ömrünü dolduran sevgi ıstırabını ve yaşamaktan memnunluğunu anlatarak 1924 yılında bir kânun sabahı Beyağlu Fransız hastahanesinde, Peygamberin şefaatinden ümidi olduğunu anlatan bir mısraın son kelimelerini tamamlıyamadan son nefesini verdi.
Muzaffer Esen
Tema
Kişi
Emeği Geçen
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.
TÜM KAYIT
Yazar/Üreten
Muzaffer Esen
Kod
IAM020226
Tema
Kişi
Tür
Ansiklopedi sayfası
Biçim
Baskı
Dil
Türkçe
Haklar
Açık erişim
Hak Sahibi
Kadir Has Üniversitesi
Tanım
Cilt 2, sayfalar 659-662
Tema
Kişi
Emeği Geçen
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.