Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
ALİ (Çiroz)
Geçen asır sonlarında İstanbulun tulumbacılık âleminde en büyük şöhretlerden biridir. Yanık sesiyle semai ve mâni okumada eşsizdi. Cessur ve merd, tatlı dilli, güler yüzlü, klâsik tabiriyle «güneşe ya doğ ya doğayım» diyen güzel bir gençti ve henüz on sekiz yaşlarında bir nevcihan iken veremden öldü; Defterdar sandığı reisi İsmâil Kâhya anlatır, ölümüne gökte melek, yerde insan ağlamıştı.
Buğday benizli, koyu kumral saçlı; vücud yapısı ince uzun, tulumbacı ağzı ile «süğlün gibi» idi; «Çiroz» lâkabı, pek küçükken, mahalle arkadaşları arasında nârinliğinden kalmıştı; dedesi, kasaplar kâhyası Defterdarlı Köle Mustafadır ki, biricik torununa miras olarak Alacahamamda Mehmedpaşa hanı altında bir büyük dükkânı, Eğrikapı dışında bir tabakhâne, İstanbulun sur boyu mahallelerinde üç ahşab evceğiz bırakmıştı; anasının ölümüne henüz yedi sekiz yaşlarında bulunan Aliye bu kadından iki yıl sonra ölen Köle Mustafadan bir hayli de nakid kaldığı tahmin edilebilir, fakat bu para çocuğun eline geçmemişti.
Ali, on bir, on iki yaşlarında iken, kendisinden on yaş kadar büyük bir mahalle dekanlısının, Saraç İsmailin kahvesine çırak olmuştu. İsmail o tarihte Defterdar sandığının reisi bir namlı tulumbacı, Defterdar kayıkçılarının da kâhyasıydı; sanatı saraçlık ve tercih ettiği işi kahvecilik olduğu hal...
⇓ Read more...
Geçen asır sonlarında İstanbulun tulumbacılık âleminde en büyük şöhretlerden biridir. Yanık sesiyle semai ve mâni okumada eşsizdi. Cessur ve merd, tatlı dilli, güler yüzlü, klâsik tabiriyle «güneşe ya doğ ya doğayım» diyen güzel bir gençti ve henüz on sekiz yaşlarında bir nevcihan iken veremden öldü; Defterdar sandığı reisi İsmâil Kâhya anlatır, ölümüne gökte melek, yerde insan ağlamıştı.
Buğday benizli, koyu kumral saçlı; vücud yapısı ince uzun, tulumbacı ağzı ile «süğlün gibi» idi; «Çiroz» lâkabı, pek küçükken, mahalle arkadaşları arasında nârinliğinden kalmıştı; dedesi, kasaplar kâhyası Defterdarlı Köle Mustafadır ki, biricik torununa miras olarak Alacahamamda Mehmedpaşa hanı altında bir büyük dükkânı, Eğrikapı dışında bir tabakhâne, İstanbulun sur boyu mahallelerinde üç ahşab evceğiz bırakmıştı; anasının ölümüne henüz yedi sekiz yaşlarında bulunan Aliye bu kadından iki yıl sonra ölen Köle Mustafadan bir hayli de nakid kaldığı tahmin edilebilir, fakat bu para çocuğun eline geçmemişti.
Ali, on bir, on iki yaşlarında iken, kendisinden on yaş kadar büyük bir mahalle dekanlısının, Saraç İsmailin kahvesine çırak olmuştu. İsmail o tarihte Defterdar sandığının reisi bir namlı tulumbacı, Defterdar kayıkçılarının da kâhyasıydı; sanatı saraçlık ve tercih ettiği işi kahvecilik olduğu halde ayakdaşı kayıkçılar arasında «Kâhya» diye anıldığından lâkabı «Kâhya» kalmıştı. Kâhya İsmail 1945 - 1946 arasında 78 yaşında idi, 1941 de kapamış olduğu son kahvehanesi basit bir ahşab yapı olup Defterdar iskelesinden çıkılıp da Feshane Caddesine gelirken sağ kolda idi; sol kolda da bir büyük kârgir kahvehane vardır; tulumbacılığın o eski parlak devrinde Kâhyanın kahvehanesi işte bu soldaki kahvehane idi; fakat o zamanlar ahşaptı. Üzerinde de on sekiz tane bekâr odası vardı; Kâhya bu odalardan birinde de çırağı Aliyi yerleştirmişti; çocuk, ikisi Hekimoğlu semtinde, biri de Darıcada oturan üç dayısından ibaret ailesi efradiyle bütün alâkasını kesmiş idi. Çiroz Alinin tulumbacılık hayatı da hemen bu yaşlardan başlamıştı; yüzünün güzelliğine başka bir halâvet veren yanık sesiyle de pek çabuk büyük bir şöhret olmuştu. Kâhyanın o zamanlar Defterdar sandığında sevgili Alisi ile beraber koşturduğu bir de küçük habeş melezi, Arab Mahmud vardı ki, o da 1945 - 1946 da altmış sekiz yaşlarında ve Eyyubda oturmakta idi. Çiroz ne kadar ağır başlı ise, Arap o kadar civelek bir çocuktu, sandık almadığı zaman, takımın önünde perendeler atarak çarkı felek gibi gidermiş...
Muhit kalabalık ve canlı idi; tulumbacılık, ilk gençliğin ateşîn yılları için pek cazibeliydi; bir ara Ali kayıkçılığa heves etmişti; Kâhyanın izni ile dedesinden kalan evlerin galiba ikisini satmış, yirmi iki altına iki çifte, beyaz boyalı ve altın yaldızlı bir kayık yaptırmıştı; döşemeleri en âla al çuhadandı. Ali, Çiroz lâkabını bilmiyen İstanbullular arasında da «Defterdarlı Kayıkçıgüzeli» diye şan almıştı.
Çiroz Ali, bir gün altın yaldızlı kayığını kayıkhanede, sırtındakinden gayri bütün esvabını da kahvehanenin üstündeki odasında bırakarak Kâhya İsmailin yanından Beşiktaşta Köyiçi sandığına kaçmıştı. On yedisinde var, ya yoktu, sesinin bülbül gibi şakıdığı zamandı. Bir müddet sonra, Alinin Eğrikapı dışındaki tabakhaneyi satarak bir çift beygir aldığı ve Taksimde sürücülük yapmağa başladığı işitilmişti. Bu ara, çocuğun, Taksimde kart bir rum karısını da dost tuttuğu söylenmişti.
Aranmadığını gören Kâhya İsmail toy çocuğun hâmisiz perişan olacağını düşünerek, kendisi onu arayıp bulmuş, Taksime belki kırk elli defa giderek yarı nasihat, yarı tazyik yoluyla Aliyi beygirlerini satmağa, kart yosmasını da bırakıp Defterdara dönmeğe razı etmişti. Fakat Ali, karşı taraftan bitkin bir halde dönmüştü.
Hicap mâni olduğu için de Defterdarda, tabakhâne karşısında, Mehmed Alinin kahvesine inmiş, oradan Kâhyaya gelip alması için haber yollamıştı.
Kâhya İsmail Çiroz Aliyi Mehmed Alinin kahvesi üstündeki odada, yatakta hasta bulmuştu. Derhal kendi kahvehanesindeki eski odasına kaldırtmış, hekim çağırtmış, gelen hekim Ali için «ince hastalıktır» demişti; hastanın Kartal, Yakacık taraflarına götürülmesini sağlık vermişti.
O sıralarda İstanbulda bulunan Darıcadaki dayısı delikanlıyı Darıcaya götürmek istemiş. Kâhya İsmail de, elindeki on beş altını tulumbacı yeleğinin sağ omuz başının altına dikip sakladıktan ve «bunlara sakın el sürdürme!» diye de tenbih ettikten sonra hastayı dayısiyle beraber yollamıştı.
Fakat Ali, Darıcada pek sıkılmış, kasabanın havası da ağır gelmişti; artık yatağından hiç kalkmıyan genç tulumbacı bu sefer, Hekimoğlundaki dayılarının büyüğü tarafından tekrar İstanbula getirilmiş, arkadaşlarına ve Kâhya İsmaile de haber verilmemişti; hattâ tulumbacılardan işidip de ziyarete gelen olursa kapının açılmaması da tenbih edilmişti.
Bir gün, Alinin İstanbulda olduğunu bir Darıcalıdan öğrenen Kâhya İsmail, hastayı ziyaret etmek için, Hekimoğludaki evin kapısını ancak ihtiyar mahalle imamının nüfus ve tavassutu sayesinde açtırabilmişti.
Ali, bu buluşmada, gözleri yaşla dolu olarak son günlerini Defterdarda, sandık arkadaşlarının muhitinde, havası, okuduğu semai ve mânilerle yoğrulmuş kahvenin üstündeki odada geçirmek arzusunu göstermişti. Fakat dayılar, hastayı tulumbacılara vermemişti. Bunun üzerine Kâhya İsmail, Defterdar bekçilerinden Mehmed Çavuşu, Hekimoğluna gözcü dikmişti; vaktiyle Alinin babasının ve dedesinin ekmeğini yemiş olan bu adamın her sabah getirdiği haberlerden öğrenilmişti ki, dayısı ve yengesi, günleri sayılı bir gence karşı insanlık borcu olan şefkat hissinden mahrum insanlardı.
Alinin yaldızlı kayığı ve Alacahamamdaki dükkânı onlara miras kalacaktı. Hastanın kendi ellerinde ölmesi lâzımdı. Anî bir kararla Defterdara gitmesini önlemek üzere Bakırköyünde bir ev tutup Aliyi oraya kaldırmışlardı.
1897 yazısının sonlarında idi, bir gece, yatsıya doğru Mehmed Çavuş Defterdardaki kahveye gelmiş ve Çiroz Alinin, o gün ikindi üzeri ruh teslim ettiğini haber vermişti. Kâhya İsmail de bu kara haberi, Defterdar uşakları vasıtasiyle Büyükşehre yaydırmıştı.
Ertesi Sabah, Bakırköyünde, yangına gider kıyafette ve sandıklariyle dört yüz, bir rivayete göre altı yüz, tulumbacı toplanmıştı. Alinin, omuzu altında on beş altın dikiyi yeleğiyle 6,5 mecidiyelik saati ve 13 mecidiyelik gösteği son deminde kaybolmuştu. Cenaze masrafını Kâhya İsmail üzerine aldı. Alinin tabutu yolda takımlar değiştirilerek tulumbacı ayağı ile bir saat kırkbeş dakikada Bakırköyünden Eyyubda Camiikebire öğle namazına yetiştirilmiş ve Tokmaktepede Kandilli Baba yanına gömülmüştü.
Üzerinde taşı bulunmıyan kabrinin yeri 1947 de ölen Kâhya İsmail delâletiyle İstanbul Ansiklopedisi tarafından tesbit edilmiştir. (B. : İsmail, Kâhya). İstanbul İtfaiyesinin, yahut hali vakti yerinde bir hayır sahibinin bu namlı tulumbacının kabrine bir taş diktirmesi İstanbul folkloru bakımından güzel işlerden sayılır.
Çiroz Ali
(Resim : S. B.)
Theme
Person
Contributor
S. B.
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM020055
Theme
Person
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Contributor
S. B.
Description
Volume 2, pages 610-612
Note
Image: volume 2, page 611
See Also Note
B. : İsmail, Kâhya
Theme
Person
Contributor
S. B.
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.