Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
ALEMDAR PAŞA VAK’SI, 26/27 ramazan 1223 ve 15/16 Kasım 1808 kadir gecesi Babıâli baskını, 27 - 29 ramazan ihtilâli
Üçüncü Sultan Selimi tekrar tahta çıkarmak üzere İstanbula gelen, bir saray baskını ile yaptığı hükûmet darbesinde, Sultan Selimin sarayda şehid edilmesi üzerine emeline muvaffak olamıyarak Osmanlı Tahtına İkinci Sultan Mahmudu oturtan Rusçuk âyânı Alemdar Mustafa Paşa, bu genç pâdişahın ilk sadrâzamı olmuş, fakat iktidarda pek az, ancak üç ay onsekiz gün kalarak ikinci bir Yeniçeri ihtilâli ile devrilmiş, düşmanlarının eline düşmemek için de intihar etmişti (B. : Selim III; Mahmud II; Mustafa Paşa, Alemdar; Sultan Selim vak’ası; Mustafa, Kabakçı; Yeniçeri, Yeniçeriler; Nizamı Cedid; Sekban; Kırcalı askeri). Bu İstanbul ihtilâli tarihimizde Alemdar Paşa vak’ası diye anılır. Elindeki kuvvet, silâh ve askerlik liyakati bakımından Yeniçerileri kolaylıkla tepeleyebilecek durumda iken Alemdar Paşanın bu hazin ve feci âkıbetine, cehli ile tecrübesizliğinden istifade eden müdahinlerin kendisini düşürmüş oldukları gurur ile gaflet yol açmıştır.
Evvelâ ihtilâle tekaddüm günleri anlatılmalıdır:
«Alemdarın zaif tarafı olan kadın düşkünlüğü muhitinin elinde en tesirli hulûl vasıtası olarak kullanılmıştı. Hafid Efendinin, paşanın harîmine koyduğu Kamertâb adındaki güzel câriye hârika denilecek bir meharetle Alemdarı doğduğu günden beri beraber yaşadığı silâhlarından ayırmıştı; daima elini han...
⇓ Read more...
Üçüncü Sultan Selimi tekrar tahta çıkarmak üzere İstanbula gelen, bir saray baskını ile yaptığı hükûmet darbesinde, Sultan Selimin sarayda şehid edilmesi üzerine emeline muvaffak olamıyarak Osmanlı Tahtına İkinci Sultan Mahmudu oturtan Rusçuk âyânı Alemdar Mustafa Paşa, bu genç pâdişahın ilk sadrâzamı olmuş, fakat iktidarda pek az, ancak üç ay onsekiz gün kalarak ikinci bir Yeniçeri ihtilâli ile devrilmiş, düşmanlarının eline düşmemek için de intihar etmişti (B. : Selim III; Mahmud II; Mustafa Paşa, Alemdar; Sultan Selim vak’ası; Mustafa, Kabakçı; Yeniçeri, Yeniçeriler; Nizamı Cedid; Sekban; Kırcalı askeri). Bu İstanbul ihtilâli tarihimizde Alemdar Paşa vak’ası diye anılır. Elindeki kuvvet, silâh ve askerlik liyakati bakımından Yeniçerileri kolaylıkla tepeleyebilecek durumda iken Alemdar Paşanın bu hazin ve feci âkıbetine, cehli ile tecrübesizliğinden istifade eden müdahinlerin kendisini düşürmüş oldukları gurur ile gaflet yol açmıştır.
Evvelâ ihtilâle tekaddüm günleri anlatılmalıdır:
«Alemdarın zaif tarafı olan kadın düşkünlüğü muhitinin elinde en tesirli hulûl vasıtası olarak kullanılmıştı. Hafid Efendinin, paşanın harîmine koyduğu Kamertâb adındaki güzel câriye hârika denilecek bir meharetle Alemdarı doğduğu günden beri beraber yaşadığı silâhlarından ayırmıştı; daima elini hançerinin üstüne koyup konuşan paşalarını Divânı Hümâyuna giderken silâhsız gören kendi sekbanları: «Artık bizim paşa da karılar gibi silâhsız gezmeğe alıştı, yazık olsun...» diye acınıyorlardı (B. : Hafid Efendi; Kamertâb).
«Havai müştehiyat ile sarılan Alemdar Paşa bu adamların elinde âdi bir oyuncak olmuştu; onu bu hâle düşürenler, kendi hasis maksad ve menfaatlerine âlet yapmışlardı (B. : Rusçuk Yârânı); Alemdarı şayanı nefret icraat ile lekeledikleri gibi şâşaalı ve yaldızlı sözlerle ona, kendisinin asrın sahib kıranı olduğuna inandırmışlardı; bu sefil muhitin tertibatı ile paşanın yanına hakikat uğramadı, samîmiyet sokulamadı. Onlar bu gafletle düşerler, hükûmetlerini ebedî görerek zevk ve şehvetle meşgul iken düşmanları vücutlarının izâlesine hazırlanıyorlardı.
«Paşanın Rumeliden beraber getirdiği rüesa, İstanbulda toplanmış olan Rumeli ve Anadolu âyânı (B. : Senedi ittifak), devlet erkânı arasındaki bâsiret sahipleri bu halin sonunu pek kötü görüyorlardı. Ayânın bir kısmı memleketlerine dönmüş, Alemdar Paşa ile hususî dostlukları İstanbulda onu yalnız bırakmak isteyenler ise, paşadaki değişiklik kendi itiyadları ile bağdaşmayınca, kırgın ve kızgın birer birer çekilip gitmişler, Mustafa Paşanın güvenebileceği kuvveti azaltmışlardı. Serezli İsmail Bey Rumeli âyânının en kuvvetlisi idi, memleketine dönerken güzide askerinden İstanbulda dörtyüz süvari bırakmış, fakat başbuğuna gizli olarak:
— Bunların ne yolları yol, ne gidişleri gidiş, bizi savdıktan sonra taşırsalar gerek, bir dernek çıkarsa kuskuna bakma, sıyrılıp bizim yana ılgar ile gelin... Tâlimatını vermişti.
«Başta pâdişah, Sultan Mahmud, saray erkânı da, Alemdarın düşmesi ile hüküm ve hükûmette tamamen serbest kalacakları için bir vak’anın çıkmasını bekliyorlardı. Sarayda Dördüncü Sultan Mustafanın tekrar tahta çıkmasını isteyenler ise Alemdar’ın düşmanları idiler.
«Kırcalı askeri denilen Rumeli askerleri ile Sekbanların dolgun maaşlar olarak refah ve saadeti, muhteşem elbiselerle çarşı, pazar ve seyran yerlerinde dolaşmaları, Kırcalı askerinin serbâzâne tavırları her şeyden mahrum bırakılmış Yeniçerilerin gayzını ve İstanbulun esnaf ve ayak takımının hased ve kinini tahrik ediyordu. Sekbanlar ile Kırcalılar şâlî kuşaklarına ve sırmalı cebken ve poturlarına bedel Yeniçerilerle esnaf ve ehali kuşak olacak ip bile bulamıyor ve yamalı diz çağşırı ile geziyordu.
İstanbul esnafının büyük bir kısmı Yeniçeri ocağında kayıtlı idi. Alemdar Mustafa Paşanın sadarete geldiği günlerden beri ıslahat adına yapılan şey «Sekbânı Cedid» adı ile «Nizamı Cedid» asker ocağının ihyası, Yeniçerilerin haşin muamelerler ve türlü hakaretlerle ulûfelerinin kesilmesi ve Yeniçerilikle damgalı İstanbul esnafının cezalarla ezilmesi gibi icraattan ibaretti.
Alemdar Mustafa Paşa sadâretin ilk zamanlarında Yeniçerilerle İstanbul esnafı sâkin ve muti iken bu bed muamelerle yavaş yavaş hırçınlaştılar, kimse ağzını açamaz iken kahvehanelerde dedikodu çoğaldı, her gün bir türlü düzme lâf yayıldı; hükûmet aleyhtarlığı ile söylenen sözlerin haddi hesabı olmadıktan başka bâzı zevata, hattâ sadrâzama lisanen tecavüz ve tehditler günlük âdi vak’alar haline geldi. Hicrî 1223 ramazanında bu kötü durum en had halini aldı, bir gece Babıâlinin duvarlarına yaftalar yapıştırıldı, bu, yaftalarda:
Rumeliden geldi bir çıtak, bayram ertesi ya kılıç oynıyacak, ya bıçak!..
yazılıydı. Vaziyet hakikî dostlar tarafından Alemdar Paşa yârânına açıklandığı zaman da bu adamlar nahvet ve gafletten sıyrılamadılar:
— Esnâf gürûhundan, aç ve sefil bir takım halktan ibaret olan Yeniçerilerinin ne yapabilmek ihtimali vardır?!
Hatta kaba tâbirle:
— Bir ... yiyemezler!..
cevabını verdiler» (Osmanlı Tarih Encümeni Mecmuasında Efdalüddin Bey merhumun «Alemdar Mustafa Paşa» makalesinden).
Yalnız Alemdar Paşa ile devlet erkânı hakkında değil, paşanın askerlerine de dil uzatılıyordu. Yemiş İskelesinde Çardak Kolluğu çorbası olup elimizde bir destan mecmuası bulunan halk şâiri Galatalı Hüseyin Ağa bir «Kırcalı Destanı» yazmıştır ki Alemdarın askerlerini pek müstehcen şekilde tehzil etmiştir; kahvehanelerdeki dedikodular arasında bu destanın ne benzeri eserlerin okunduğu da muhakkaktır; Yeniçerilerin Kırcali askerini nasıl küçümsediklerini göstermek bu destandan dört nefer tasviri alalım:
Basdı İstanbulu dağ civanları
Alemdar Paşanın pehlivanları
Cünbüşlü olur bağçe zamanları
Pek yamandır bu Kırcalı askeri
Onsekiz yaşında bir civan Rüstem
Taburun içinde adı Hürüstem
Bakışı âfet, gülüşü sitem
O kara saçlara urmuş ustura
Kaşı ile gözleri yüzünde tura
Öpülüp bâşımız üstünde dura
Yirmi bir yaşında bir civan Receb
Taburun içinde adı İreceb
Bakışı gülüşü mestânedir hep
Sırma mı, samur mu, altın mı saçlar
Oya mı, nakış mı, resim mi kaşlar
Bakışa gelince yağmacı tatar
Henüz ondördünde nazlı Süleyman
Taburun içinde adı Sülüman
Dininden oluyor gören müslüman
Adı var mı yanında gonce gülün
Dile gelse hali yaman bülbülün
Kıskanır reftârı sehrâda süğlün
On altı yaşında bir güzel Câfer
Taburun içinde sorarsan Câfar
Gönlümüzde nurdur gözümüzde fer
Yelesi sırmadan arslan yavrusu
Selviyle ölçülür boy ile bosu
Şehzade dökemez ayağına su
İstanbulu basdı dağ civanları
Bir çıtağın yalın pehlivanları
Oruc mu kalır ramazanları.
Yeniçeriler ihtilâl hazırlığına ramazının ilk günlerinde başladılar. Ocağın ileri gelenleri gündüzleri Şahzâde Camiinde, terâvihden sonra da Et Meydanındaki büyük kışlalarında 3. Bölük odabaşısının odasında toplandılar.
Alemdar paşa ile devlet erkânı, kadim an’aneye uyarak iftar ziyâfetlerine gidiyorlardı, iftardan gece dönülüyordu. Verilen ilk karar, sadrâzamı gece münasib bir yerde avlayarak vurmak, kim vurduya getirilip öldürmek oldu, suikasdi yapacak adamlar, keskin nişancılar dahi tâyin ve tesbit edildi. Fakat bu gizli talimatlar, ve suikasd hazırlığı Alemdar Paşaya, suikasdçıların kimler olduğu açıklanmadan ihbar edildi; paşa da tedbirli davrandı, iftarlara giderken muhafız sekbanlar ile Rumeli askerlerini arttırdı.
Vak’a şöyle başladı ve cereyan etti:
Alemdar Paşa, sadrâzamların mîrî ikametgâhı olan Babıâlinin harem kısmında oturuyordu. Ramazanın yirmi yedinci kadir gecesi kadimden beri devam ede gelen an’aneye uyarak Şeyhülislâm Esad Efendinin konağına iftara gitti.
Yine kadim bir an’ane olarak ayni gece bir Kadir Alanı tertib edilir, padişahlar sarayın Soğukçeşme Kapısından (Gülhane parkı kapusundan) çıkarak Ayasofya Cemiinde teravih namazına giderdi; bu münasebetle, meş’alelerle pek parlak bir alay tertib olunurdu.
Şeyhülislâm Esad Efendinin konağı Çenberlitaşta Atikalipaşa camiinin karşısında idi. Alemdar Mustafa Paşa iftardan sonra Ayasofyadaki hünkâr alayına yetişecekti; o da meşalelerle ve kalabalık, mutantan bir alayla geçecek idi. İstanbul halkı, yine kadimlerdenberi alay seyrine son derecede düşkündü. Hele ramazanlarda kadir geceleri yollara, binbir ayak bir ayak üstünde, mahşeri bir kalabalık birikirdi.
Zamanımızda Çarşıkapısı denilen yerin adı o tarihte «Parmakkapısı» idi; Parmakkapısindan Ayasofyaya kadar uzanan yolun adı (zamanımızın tramvay yolu geçen Yeniçeriler caddesi) Divan Yolu idi. İstanbulun başlıca yollarından biri olduğu halde gayet dar, hele Çenberlitaş Hamamı ile karşısındaki Köprülü Camii arası o kadar dar idi ki iki atlı yan yana zor geçerdi. Zamanımızda Çenberlitaş Sinemasının ve Osmanbey Matbaasının yerinde tarihî Elçi Hanı bulunmakta idi. Sultan Mahmud Türbesinin ve hazinesinin yerinde Esmâ Sultan Sarayı vardı. Yol bu sarayın önünde azıcık genişlemekte idi.
O geceyi ihtilâlciler fırsat bilmişler ve suikasdçılarını halk arasına sokarak Divan Yolunun muhtelif yerlerine yerleştirmişlerdi.
Minarelerden yatsı ezanları okunmaya başlayınca Alemdar Paşa, kalabalık maiyeti ile Şeyhülislâm konağından hareket etti. Kasımın ortası idi, şiddetli ve soğuk bir rüzgâr esiyordu, İstanbulun üzerine ıslak bulutlar çökmüştü; ortalık zifiri karanlıktı (O zamanlar İstanbul sokakları fenerlerle aydınlatılmış değildi); ahaliden ırz ehli olanların ellerindeki fenerler yol boyunu aydınlatmağa kâfi değildi; yan yana duran iki kişi yekdiğerinin yüzünü güçlükle seçebilirdi; iki adım öteden çehre tanımak kabil değildi.
Sadrâzam alayının vardacıları ile meş’ale çeken hademeler halkı yarmaya ve paşaya yol açmaya çalıştılar, muvaffak olamadılar; elli adım tutmayan mesafeyi on beş dakikada alarak Elçi Hanı önüne geldiler ise de Köprülü Camii ile Çenberlitaş Hamamı arasındaki dar geçid önünde alay durdu. Suikasd haberi yayıldığı için sekbanlarla kavaslar paşanın etrafını sarıp muhafaza altına aldılar ve geçidi söküp geçmek için halka sopa, cob ve kamçı savurarak ve savulun diye haykıraşarak yolu azıcık aça bildiler; Esma Sultan Sarayının önündeki kalabalık da ayni şekilde açıldı; daha ileride Firuzağa Camii önü de ayni şekilde geçildi; bu suretle Atîkalipaşa Camii önünden Ayasofya Meydanına tam bir saatte varılabildi. Bu hengâmede paşaya suikasd yapılamadı. Fakat halk feci şekilde ezildi, atların ayağı, kamçı, sopa ve cobların altında pek çok insan yaralandı, sekbanlarla kavasların da esvapları parça parça oldu.
Ayasofya önünde pâdişahı karşılayan Alemdar Paşa, teravih namazından sonra Sultan Mahmudu uğurlayıp Babıâliye döndü.
Alaylarda yaralananlar o civarda ve İstanbulun muhtelif semtlerindeki Yeniçeri ve Cebeci kahvehanelerine doldular:
— Cürüm ve günahımız nedir?
— Bizleri böyle darb ve tahkir eden lâzım geldi?
— Bir haydutbaşı geldi, bir pâdişahı tahttan indirip vezirinden mührü hümâyunu zorla aldı!..
— Halen pâdişahımıza lâyık olur ubûdiyeti göstermez!..
— Başlı başına hâinlerin sözü ile din ve devletin erkânı olan ocaklıyı ve ulemayı kaldırmak, fukarayı ayaklar altına aldırmak istiyor..
— Bundan sonra bize korkmak ve yaşamak ne lâzım!
— Bizler onun yanındaki hayta gürûhundan bin kat fazla iken onlarla başa çıkamaz mıyız?
— Biz ona müslümanlığımızı ve yeniçeriliğimizi anlatmalıyız!..
diye feryada başladılar. Yeniçeri kışlalarında da:
— Bayram ertesi Yeniçeri ilga olunacakmış!.. sözü yayıldı.
O gece işin sâdece bir suikasd düşünülmüştü; fakat halkın bu heyecanını gören rüesa Aksarayda Yeni Odalar denilen büyük kışlada Dokuzuncu Bölükde toplandılar, hemen o gece askerî ihtilâle karar verdiler; kararları şu idi: Alemdarı kavgayı büyültmeden vurmak lâzımdı; gece yarısı aslı olmadığı halde yangın ilân edilecekti, halk ayak seslerini sokaklardaki kalabalığı yangına gidenler zannedecekti; şehir içinde bulunan Rumeli askeri de bu suretle aldatılacaktı; eskiden beri devam edegelen an’aneye uyarak sadrâzam ile devlet erkânı yangına gitmek üzere konaklarından çıkacaklarından yolda hepsini vuracaklardı.
Saat 10 - 11 arasında birkaç defa yangın ilân ederek Babıâliye yangın nöbetçileri gönderdiler (B: : Tulumbacılar), yangın tulumbalarını hareket ettirdiler, fakat sadrâzam tarafından aldırış edilmedi.
Artık ok yaydan çıkmıştı; gecenin ilerlemesini bekliyerek herkes derin uykuda iken Babıâliyi basmıya karar verdiler.
Sadrâzama hulûs cakmak için devlet ricali ve İstanbul âyân ve eşrafı Alemdar Paşanın sekbanlarını takım takım iftara çağırıyor, bu askerleri gece de evlerinde yatırıyordu. Babıâlide ancak nöbetçi sekbanlarla nöbetçi kavaslar bir miktar içoğlanı ve hademe, uşak vardı, bu da herkesin malûmu idi.
En uzun geceler idi; gece yarısını beklerken baskın tertibatı tamamlandı; ihtilâlcilerin karanlıkta birbirini tanıması için «Sabahdır!..» kelimesi parola yapıldı.
Yeniçeri Ocağının 9. Bölüğünden 40 kişi Yeni Odalardan hareketle Selimpaşa Yokuşu yolu ile Şehzâdebaşındaki Eski Odalara (Eski ve ikinci Yeniçeri kışlası) geldi, orada bu kaafileye 3. ve 7. Bölükler efrâdı ile acemioğlanlar iltihak ettiler (B. : Acemi oğlanlar). Eski Odaların yanındaki Acemioğlanlar kışlası önündeki meydancıkta bin kişiden fazla toplanmış oldu.
İsimleri ocak defterinde kayıtlı olup kendileri bekâr odalarında, kahvehanelerde, hamamlarda yatan Büyükşehir eclâf ve haytaları da yattıkları yerlerden çıkartılıp getirildi, her Yeniçeri ortasından bir miktar asker geldi; bir saat geçmeden ihtilâl havası tesis edildi. İhtilâlin idaresini 9. Bölük zâzitleri üzerlerine almıştı.
Sahur vakti henüz gelmemişti; Acemioğlanlar meydanından hareket edilerek Bozdoğan Kemeri altından geçliip Süleymaniyeye gidildi. Camiin avlusu ihtilâlci askerle doldu, bir kısmı Ağakapısına gitti (B. : Ağakapısı). Ağakapısı nöbetçileri de ihtilâle katılınca duruma tamamen hâkim oldular; hareme haber salınıp Yeniçeri ağası Mustafa Ağa dâvet edildi. Bu zât 31. Bölüğün odabaşısı iken Alemdar Paşa tarafından Ağa tayin edilmiş, paşanın diğer yâranına ayak uydurmuş «erkânı zemâne» den idi; yatağından kalkıp meydana geldi. İhtilâlciler ne maksatla ayaklandıklarını söyleyip başa geçmesini tekmesini teklif edince askere bu işden vaz geçmeleri için nasihat verecek oldu, derhal: «Söyletmen!..» gürlemesi ile üzerine yatağan ve hançer üşürüldü ve katledildi.
Sonra takım takım muhtelif yollardan giderek Babıâli etrafını sardılar; gürültü yapmamağa o kadar dikkat edilmişti ki Babıâli nöbetçileri hiçbir şey farkedemediler.
Babıâli (B. : Babıâli), Paşakapısı o tarihte İstanbulun en büyük yapısı idi; yalnız zemin katı kâgir harem ve selâmlık daireleri, ahırlar, anbarlar, silâhhane, cebehanesi, avluları, bahçeleri ile azametli bir ahşab saraydı. Büyük merâsim kapısı Soğukçeşmede Alay Köşkünün karşısında idi; kapının üstünde Sadrâzam kâhyasının makam odası vardı, bu oda kapının üstünde bir şahnişin teşkil etmiş, altındaki payanda direklerin arası boş idi. Yeniçeriler evvelâ sessizce oraya yaklaştılar, Harbeciler Kolluğundan getirdikleri otları o direklerin arasına, şahnişinin altına doldurup ateşlediler; ateş bir kaç dakika içinde kapıyı, şahnişi ve Kethüda odasını kavradı ve büyük ahşap sarayın diğer aksamını sarmaya başladı, rüzgârın tesiri ile de her dakikada bir yerden başka bir yere atladı.
İlk ateş verilir verilmez Yeniçeriler tüfenk ve tabanca atarak ihtilâli de açığa vurmuşlardı. İçerden kimse kaçamayacaktı, bina tamamen sarılmıştı, ateş korkusu ile dışarı uğrayan kurşuna tutulacaktı; Alemdar Paşa da bu arada öldürülecekti.
Alemdar Paşanın bazı sekbanları da Babıâli civarındaki bekâr odalarında, kahvelerde ve saraya pek yakın olan Şengül Hamamında kalmakta idiler (B. : Bekâr Odaları; kahvehane; Hamam! Şengül Hamamı). Silâh seslerine uyanıp da etrafa bakarak sarayı alevler içinde görünce hemen yangına koşmak istediler, fakat sokağa fırlayan bir kurşun yiyip devrildi.
Alemdar Mustafa Paşa silâh seslerine uyanıp da sarayı ateş içinde görünce, bir Yeniçeri ihtilâli karşısında bulunduğunu derhal anlamış, metânetini kaybetmiyerek sofalarda titreşen harem takımının arasından selâmlığa geçmek istemiş, fakat boğucu dumanlardan muvaffak olmamamıştı; o zaman gerideki Tomruk dairesine inmiş, davulculara imdat talebi için davul çalmaya başlamıştı. Babıâlide on kadar büyük cenk davulu, Kûs vardı; onların muttanid darbelerle gümlemesi, alevlerin kızıllığı içinde silâh seslerine karışarak manzaraya bir kat daha dehşet vermişti.
Silâh sesleri ve bu istimdat kûslarının derinden derinden gümlemesi şehrin büyük bir kısmını ayağa kaldırmıştı, gök yüzünü kıpkızıl görenler de bir ihtilâl kopmuş olduğunu hemen anlamışlardı. Paşanın ötede beride dağınık olan askerleri ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Fakat ihtilâl mürettipleri onları da ihmal etmemişlerdi; hepsi pür silâh, beşer onar, otuzar kırkar kişilik kafilelerle sokağa fırlayan paşalılar ulaklar tarafından çevrilmişti:
— Bizim işimiz ocağımızın düşmanı olan vezir iledir, siz başımızla beraber kardeşlerimız, Târiki Bektâşiyede ayakdaşımız, yoldaşlarımızsınız, kışlalarımızda buyurun, rahatta olun!.. denilince ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Paşalarının durumunu tahkik imkânsızdı; kendilerine verilmiş birtalimat da yoktu, can da tatlı idi; dâveti kabul eden hakikaten kışlalara götürüldü, arkadaşlarından ayrılıp Babıâlinin yardımına koşmak isteyenler yolda öldürüldü, içlerinden ihtilâlci Yeniçerilere iltihak eden de oldu; Rumeli askerinden bir kısmı da memleketlerine gitmek üzere kale kapılarından dışarı çıkarıldı.
— İstanbul ayağa kalkmıştı, bilhassa Babıâliye civar mahalleler halkı fevkalâde telâşa düşmüş, fakat Yeniçeriler:
— Bu bildiğiniz yangın değildir!..
diyerek evlerden eşya çıkarıp kaçırmalarına mâni olmuşlardı. Hakikatte de son derece gayret ederek yangının Babıâliden başka yere sirâyetini önlemişlerdi.
Alemdar Paşanın davulcuları var kuvvetleri ile çomak salladıkları halde bir yerden cevab, imdat gelmiyordu.
Paşanın sekban bölükbaşılarından biri:
— Böyle eli bağlı harik içinde yanmaktan yahut ki Yeniçerilere teslim olmaktan ise henüz ateşin sirayet etmediği ahırlarda bulunan atlara binerek birkaç kişi fedailik edip kapıları açalım, Yeniçerilere sıkı ateş ederek atlarla fırlayalım, herçi bâd âbad üzerlerine saldırarak cemiyeti eşkıyayı yarıb geçelim, selâmet müyener olursa hariçteki kuvvetle birleşiriz, olmazsa dilîrâne vuruşub ölürüz... dedi.
Paşa:
— Bize elbet imdat olunur, o vakte kadar siperden cenk edelim, dayanalım!..
diyerek henüz çıkma imkânı varken bu teklifi reddetti, etrafında kalan kavas, sekban askerlerini vesair bendegân ve agâhlarını kâgir yerlere siperlendirdi; kendisi de harem takımını ve hayli cebhane ve silâh alarak Babıâlinin yer altı mahzenlerine inilecek merdivenlerin sahınlıkları üzerinde bir taş odaya girdi. Yer altı mahzenleri vezir haznesi olarak kullanılan, birinden diğerine geçilir kâgir odalardı, bir kısmı tamamen yer altında, bir kısmı da fevkanî yapılmıştı. Alemdar Paşa buraya çekildkten sonra dışarıda bıraktığı müdafiler bir müddet sebattan sonra yangının genişlemesi ile yerlerini terk ederek kaçmağa başladılar; can havli ile dışarı kaçan bu hademe, sekban, kırcalı askeri, çavuş, kavas, seyis ve aşçı paşalılar Yeniçeriler tarafından aman verilmeden öldürüldüler.
Efdalüddin Bey merhum o çok güzel «Alemdar Mustafa Paşa» makalesinde şu mütalâada bulunuyor:
«Bu hâl hatiâtı gafletkâranenin cazası idi. Eğer bâsiret ve ihtiyat üzere olub da Rumeli askerleri toplu bulundurulsa ve sokaklarda vesair lâzım gelen yerlerde kollar ve nöbetçiler ikaame edilmiş olsa bu kıyam ve hareket vaktiyle haber alınacağı gibi toplu bulunan birkaç bin muntazam ve kumandanlarına mûti asker İstanbulda bulunan Yeniçeri ile onlara iltihak eden külliyetli erbabı kıyama galebe edemeseler bile onları saatlerce işgal edecekleri tabiî idi, bu müddet zarfında da hükûmet taraftarı olan donanma ve kumbaracı ve cebeci ocakları efradı ile beraber Selimiye kışlasına ve Levend Çiftliğinde bulunan Sekban alayları imdâda gelebileceklerinden vak’anın berakis olacağında şüphe yokdu».
İstanbul halkının ırz ehli olanları evlerine kapanmış idi; ayak takımı, baldırı çıplak gürûhu ise takım takım gelerek ihtilâlcilere iltihak ediyordu.
Babıâli yanmaya başlıyalı üç saat olmuştu, büyük ve eski ahşap saray kıp kızıl külçe hâlinde, çökmüş, henüz yanmıyan aksamı çöktüğü yerde yanıyordu.
Alemdar Paşanın meydana çıkmaması Yeniçerileri endişeye düşürmüştü.
Gün ağarırken yangın hâlâ devam ediyordu. Bâzı Yeniçeriler yağmacılığa koyulmuş, alt
katın yeni tutuşmuş yerlerine ateşin gözüne girip bir takım eşya ile çıkıyorlardı. Bunlardan Tomruk tarafına giren ise bir daha çıkmayıp kayboluyorlardı; arada bir yangının içinden silâh sesi geliyordu. Bu ses nazarı dikkati çekti.
Alemdar Mustafa Paşa sığındığı mahzenin demir kapaklı pencerelerinden nişan alarak yaklaşan Yeniçerileri birer birer vurup düşürüyordu.
— Bre yoldaşlar bu tarafta biri var, komayın, vurun!..
avâzesi üzerine bir kafile o mahzene doğru saldırdı, fakat içlerinden bir kaçı öldürülünce alargada durdular. Paşanın orada olduğu anlaşıldı. Alemdarın yanında birkaç harem ağası ile kadınlar ve iç oğlanları vardı.
Uzaktan tüfenk ve tabanca cengi ile paşayı elde edemiyeceklerini anlayan Yeniçeriler, mahzenin arkasından dolanıp üstüne çıkmak ve kubbeyi delerek içeriye ateş etmeğe karar verdiler; paşanın kubbeyi müdafaası imkânsızdı. Kararı derhal tatbika başladılar. Bunun üzerine Mustafa Paşa da son ve kat’î kararını verdi, gür sesi ile mahzen penceresinden seslenerek yeniçerilerden konuşmak üzere bir adam istedi. Orta Ustalarından ve Kollukçulardan birkaçı pencereye yaklaştı.
Paşa:
— Yeniçeri Ocağının ve müslümanlığın ırz ve namusuna teslim ederim!..
diyerek yanındaki harem ağalarını, câriyeri ve oğlanları birer birer mahzenden çıkarıp gelenlere teslim etti; yalnız bir harem ağası ile baş kadını kendisini bırakmadılar.
— Biz bile çıkarız, seninle bile ya halâs oluruz, ya ölürüz!.. dediler.
Paşa da Yeniçerilere:
— Nefsime zarar gelsin, gelmesin, sizlere teslim, ederim ama haşarat suikasidde bulunur, kendim Yeniçeriyim, Kırk iki Bölüğün neferiyim, o da başınız gelsin, beni buradan alsın, ona teslim olurum!.. dedi.
Son derece sevinen Yeniçeriler Kırkiki Bölüğün odabaşısını arayıp buldular, Alemdarın bulunduğu mahzene gönderdiler, bölük ustası da odabaşının yanında idi. Mustafa Paşa:
— Bre devlet hâini falanlar.. Ben ocağınıza suikasd edecek olsaydım şimdiye kadar mahvedemez mi idim zan iderseniz? Siz kendi ihtilâliniz sebebi ile Devleti Aliyyeyi harab idecek olduğunuz ve hiçbir türlü söz kabul etmediğiniz cümleye malum iken ben yine sizin ocağınızı ihyâ ve sizi ıslaha çalışdım, kışlanıza çeşme yaptırdım, size bunca ihsan ettim, şimdi bana mukavemet ve düşmanlarıma muhalefet edecek iken onlarla ittihad idüb bana hıyânet edersiniz! Sizin gibi falanların ahdine itimad idüb de kendimi size teslim ile kıyâmete kadar taan ve düşnamı kabul ider miyim zan idersiniz bre falanlar!..
diyerek söğüb saydıktan sonra karşısında alık alık durmakta olan ve paşayı teslim alacağını zan iden iki Yeniçeriden odabaşının ağzına tabanca ile bir yağlı kurşun yapıştırdı, herif cansız devrildi, öbürü de siperlenip kaçtı.
Bunun üzerine kubbenin üstündeki yeniçeriler delme işine hummâlı bir şekilde yeniden koyuldular.
Vakit öğleyi buldu. Bayazıddan Ayasofyaya, Babıâliye, oralardan İshakpaşaya, Demirkapı, Bahçekapıya kadar bütün İstanbul halkı yığılmış, mahşerî kalabalık, kıpırdama imkânı yoktu, herkesin gözü gökyüzünü kaplayan kol kol kara dumanda, ve kulakları da Alemdar Paşadan gelecek haberde idi; tüfenk seslerinden müdafaanın devam ettiği anlaşılıyordu.
İkindi yaklaştı; birden müthiş bir infilâk oldu. mahseri kalabalık dehşetle titredi.
Kurtuluş ümidini kaybetmiş olan Alemdar Mustafa Paşa, mahzendeki cebhaneyi ateşlemişti; barutun infilâkı, üzerine çıkmış olan beşyüz kadar Yeniçeri ile beraber kubbeyi bir ateş külçesi halinde havaya uçurmuştu; bir o kadar Yeniçeri de savrulan enkaz ile paralanmış, ölmüştü. Babıâlinin etrafındaki binaların bütün camları kırılmış, tarâka İstanbulun en uzak köşelerinden duyulmuştu.
Alemdar Paşanın âkıbeti artık belli olmuştu.
O gün Büyükşehrin başka taraflarında da tarihe geçecek kanlı vak’alar oldu; bir kısım ihtilâlcilerle ayakdaşları İstanbul haytaları Sadrâzamın yârânı devlet erkânının konaklarına saldırdı; Reisülküttab Gaalib Efendi, daha evvelden temkinli ve çekingen hareketleri ile Yeniçeriler de «O onlardan değildir» intibaını bıraktığı için, konağında misafir ettiği altmış sekbanı teslim ederek hem kendisini hem de o mâsum insanları kurtardı Umûru cihâdiye nâzırı Behiç Efendi tebdili kıyafetle kaçtı. Deftardar Tahsin Efendi ile Sadâret kethüdası Mustafa Refik Efendi ve Uzuncaabad Hasköy Âyânı Mustafa Ağa feci bir şekilde öldürüldüler (B. : Gaalib Efendi; Behiç Efendi; Tahsin Efendi; Refik Efendi, Mustafa; Mustağa Ağa, Hasköy Âyânı).
Mustafa Refik Efendi de Gaalib Efendi gibi konağındaki sekbanları teslim ederek selâmet bulmak fikrinde idi; fakat Tahsin Efendi kendi menzilinden kaçıp ona gelmişti:
— Bizlere bilmukabele muhafazai nefse kıyamdan başka necat ihtimali yoktur..
dedi, câhil ve kabadayı adam olan ve orada bulunan Hasköy Âyânı Mustafa Ağa da bu sözü tasdik edince yanlarındaki sekbanlar vesair bendegân ile konağın kapısına dayanan ihtilâlcilere silâhla mukabele ettiler, her iki taraftan bir miktar adam öldü; Yeniçeriler Topkapısından bir top kaldırıp getirdiler, içlerinde topçu bulunmadığı için güçlükle doldurup konağın kapısına bir gülle atar atmaz içeridekiler ürktü ve birer ikişer çıkıp dışarıdaki cemiyete iltihak etti. Bunun üzerine Tahsin Efendi ard kapıdan kaçarken o civarda kendi adamlarından bir zâtin evinde saklandı, gören komşulardan birinin ihbarı ile yakalandı, türlü hakaretle Ağakapısına götürülürken Kaptan İbrahimpaşa Camii önünde sabırları tükenmiş olan yeniçeriler, hançer ve kılıç üşürüp parçaladılar, hemen ayaklarına bir ip bağlayıp yerde sürüdükleri cesedini Ağakapısının önünde gece katladilmiş olan Yeniçeri Ağasının cesedi yanına bıraktılar. Mustafa Refik Efendi ise Hasköy âyâni Mustafa Ağa ile beraber teslim oldu, fakat konak kapısının önündeki binek taşına çıkar çıkmaz her ikisi de katledildi ve konak:
— Gazâ malımızdır!..
diyen ihtilâlciler tarafından yağma edildi.
Bu vak’alar cereyan ederken Kaptanıderya Râmiz Paşa bir takım tedbirler almıştı; Alemdarın yanında kâfi sekban olmadığını, şuraya buraya dağıttıklarını bildiği için Levend Çiftliği ile Üsküdar Kışlasındaki sekbanlarla karşı koymaya hazırlandı, kendi yanındaki Rumeli askerlerini Edirne kapısına göndererek, belki muhabereleri vardır, Edirne ve Silivri Yeniçerileri de gelir düşüncesi ile sur kapılarını tutturdu, Sekban ve Kırcalı askerinden Rumeline kaçak olanlarının da şehirden çıkarılmamasını tenbih etti, tersanelerin Yeniçerilerle ihtilâtını önledi, Levenddeki Sekbanları Tophaneye indirip orasını da sıkı muhafaza altına aldı.
Üsküdarda Selimiye kışlasındaki talimli Sekbanların serdârı olan Kadı Paşa da askerini cenge hazırlamış, karşıdan Babıâli yangınını seyrederek bir emir, talimat bekliyordu.
Müverrih Cevdet Paşa bu vekayii kaybederken şu mütalâada bulunuyor: «Râmiz Paşa medrese kafası ile zihin yoracağına elinde mevcut kuvvetle derhal İstanbul tarafına geçip eşkiya cemiyeti gereği gibi kuvvet bulmadan üzerlerine yürümüş olsaydı, Alemdar Paşanın dağınık askeri de toplanabilir, fitne bastırılırdı. Zira Alemdar Paşa ateş içinde bir mahzenden tek başına müdafaa ile gece yarısından ertesi gün ikindiye kadar dayanmış, vakit kazanmıştı».
İkindiye doğru Alemdarın müdafaada bulunduğu mahzende cehennemî infilâk olduktan sonra ihtilâl başka bir renk aldı. Artık İstanbula hâkim olan Yeniçeriler ulemâdan Nakibüleşraf Dürrîzâde Abdullah, Mollacıkzade Atâullah, Anadolu kadıaskeri Kırımî Ahmed Kâmil, İstanbul kadısı Köstendilli Tâhir ve ıslahat aleyhtarlığı ile tanınmış Aygır imam Derviş Efendileri konaklarından Ağakapısına getirmişlerdi; bu efendilere
— Ocağımızı söndürmek isteyen Alemdar Paşanın ihrak ve ifrâsı murad olundu. Ağamız olacak Yâdigâr da ocaklı elinde maktul oldu, bizim başımız sizlere bağlıdır, içinizden biriniz sarayı hümâyuna varıp padişâhımıza arzetsin, bize bir ağa ve belki bir vezir tâyin etsinler, bu kıylû kaal sona ersin.. dediler ve bu elçiliğe Derviş Efendiyi işâret ettiler, Aygır imam yerinden kalkıp odanın ortasına kadar gidip:
— İşte gidiyorum, cülûs dâhi istiyor musunuz?! diye sordu.
Bu müthiş sual üzerine Tâhir Efendi:
— Efendi ne söylüyorsun!? Kimi iclâs edeceksin!?.. Ocaklı hâşâ zorba mıdırlar ki o makuule emri mekrûha ibram ideler!.. dedi ve Aygır imamın pâdişah huzurunda da bir münasebetsizlik yapacağı belli olduğundan Saraya Tâhir Efendinin gitmesi kararlaştı; fakat saraya giden Tahir Efendi pâdişahın yanında kalarak dönmedi.
O tarihte henüz yirmi dört yaşında bulunan İkinci Sultan Mahmud da Yeniçerilerin pâdişahlığa tekrar Dördüncü Mustafayı isteyebileceklerini düşünmüş, sarayda muhafaza tertibatı almıştı; Râmiz ve Kadı Paşalara ellerinde mevcut bütün sekban asker ile saraya gelmelerini emretmiş, onlar da kayıklara doldurdukları askeri saraya çıkarmışlar, dört bin nefer olan bu sekbanlar Bâbıhümâyun ile saray burclarına ve müdafaası icabeden kapılara ve yerlere yerleştirilmişti.
Tahir Efendiden haber çıkmayıb saraya Sekbanların getirildiği eğrenilince ihtilâlciler son derecede hiddetlendi, ramazanın 27 inci o salı günü akşamı pâdişaha karşı kılıç çekerek saraya hücum ettiler, her hamlesi Sekbânı Cedid askerinin kuvvetli müdafaası karşısında kırıldı ve saray kapılarına giden yollar, bilhassa Bâbıhümayun önü Yeniçeri cesetleri ile doldu.
O gün sabahtan beri yollar kapalı ve sarayda kâfi ekmek bulunmadığı için Sekbânı Cedid Ağası Süleyman Ağa birkaç yüz Sekban ile Babıhümâyundan bir huruç hareketi yaptı, önlerine çıkan yeniçerilerle İstanbul haytalarını dağıtarak At Meydanına kadar gitti, yol üstündeki dükkânlarda bulduğu ekmek, simit ve çöreği toplayıp kaldırdı, oradan, bir haber almak kasdiyle çöken enkaz, hâlâ cayır cayır yanan Babıâliye indi ve Alemdar Paşa hakkında bir şey öğrenemeden akşam ezanı vaktinde saraya döndü. Bu huruc üç saat evvel yapılmış olsaydı Alemdarın kurtarılacağı muhakkaktı.
İhtilâlciler telâşa düştü ve cemiyetleri dağılmaya yüz tuttu, fakat bu sefer, müverrih Cevdet Paşanın tâbiri ile «İmam ve hatib gürûhundan bir takım ceheli âlemnümâ», mürteci yobaz güruhu meydana çıkarak Yeniçerileri ve onlara katılan ayak takımını yer yer mücadele ve mukaateleye teşvik ettiler, şehre dellallar çıkarılıp:
— İmdada gelmeyenlerin avratları boş ve kendileri kâfirdir!..
diye bağırtıldı. Sekbanların Ağakapısına gece baskını yapması ihtimali kayıkçı, hamal, ırgad, kasab, fırın uşağı, bekçi taifesi odalarından cebren kaldırılarak Ağakapısıyolları bekletildi. Şehir halkı da yirmişer, otuzar kişilik takımlarla o eşirrâya karşı sabaha kadar kendi mahallelerini beklediler.
Ertesi gün 28 ramazan 1223 ve 17 Kasım 1808 çarşamba günü seher vaktinde ağaları olan Mehmed Ağayı önlerine katıp Ayasofya tarafından saraya tekrar hücum ettiler. Halktan mayası fâsid olanlardan büyük bir kalabalık da âdetâ gazâya gider gibi Yeniçerilere katıldı. Ayasofya minarelerinden saraya kurşun atmaya başladılar. Yine büyük müverrihin tâbiridir, «Yeniçerilik cüzam illeti gibi halkın iliklerine işlemişti», sarayın dış hizmet ocakları hakkında aşçı, helvacı, ekmekçi, sofalı, külâhlı ve zülüflü baltacı ve bostancılar da pâdişahı ve sarayı koruyan Sekbanları düşman bilip tenhada yakaladıklarını öldürmekte idiler.
Râmiz Paşa, Kadı Paşa ve sarayda bulunan sair devlet erkânı, saraydaki dörtbin Sekbanla ikinci bir huruc hareketine karar verdiler; bu çıkışın kumandasını da Süleyman Ağa aldı; sonsuz cesareti ve askerlikteki bilgisi ile tanınmış bu kumandana yine kıymetli bir asker olan Yağlıkçı Binbaşı (Bu zâtin asıl adı öğrenilemedi) da muavin oldu; yanlarına 4 top aldılar, Bâbıhümâyundan çıkarak meydandaki ihtilâlcileri püskürttüler, içlerinden ayrılan bir fırka o civardaki Cebeciler Kışlasına hücum etti, kışlayı zabt ve içindeki Yeniçerilerle eclâf güruhunu katlettiler; ikinci fırka At Meydanına yürüdü ve orasını temizledi, üçüncü fırka hâlâ yanan Babıâli etrafındaki ihtilâlcileri dağıtıp Soğukçeşme yolu ile At Meydanındaki fırkaya iltihak etti. Sekbanların bu cesareti Yeniçerileri öyle yıldırdı ki mukabeleye cesaret edemiyerek evlere, dükkân ve hanlara kapandılar.
Süleyman Ağa kuvvetini üçe taksim etti, birini At Meydanında ihtiyat bırakıp bir kısmını Ahırkapıya gönderdi, oradaki ihtilâlcileri dağıttı; kendisi de Divânyoluna yürüyüp Irgad Pazarına kadar gitti; kocaları yahud dostları Yeniçeri olan çoğu fâhişe takımından mahalle karıları Sekbanların üzerine evlerden tabanca, tüfenk atıyor, kaynar yağ döküyordu, bu karıların:
— Evlerimize giriyorlar!.. Irzımız, nâmusumuz gidiyor, Yeniçeriler.. Yeniçeriler.. döğüşmiyecek iseniz biz çıkalım!..
diye bağrışmaları üzerine Irgad pazarı önünde hücuma geçen Yeniçerilerle çok kanlı bir müsademe oldu, Yağlıkçı Binbaşı şehid düştü; o sırada Süleyman Ağaya saraydan dön emri geldi; Ağa da Sekbanlarını harb usulü ile adım adım çekerek At Meydanına döndü, orada bıraktığı askeri alıp bâbıhümâyun önüne geldi.
Bu sırada, Cebeciler Kışlasını geri almak isteyen Yeniçeriler, içindeki üçyüz kadar Sekbanı harben atamıyacağını anlayınca Kışlayı tutuşturdu, alev bu büyük binayı da süratle sardı, üçyüz Sekban iki ateş arasında kaldı, Süleyman Ağa tekrar şiddetlı bir hücuma geçerek o Sekbanları kurtardı; o sırada kendisi şehid oldu ve bütün Sekban kıt’aları Bâbıhümâyundan saraya alındı.
Bu huruç hareketindeki çarpışmalarda Sekbanlardan 600 nefer ve zâbit şehit olmuş. Yeniçeri ile erâzilden 5000 adam ölmüştü.
Çok şiddetli gündoğusu rüzgârı esiyordu. Yanmakta olan Cebeciler Kışlasının bulunduğu yer, İstanbulun, sokakları daracık, omuz omuza, üst üste binmiş kav gibi ahşab evlerle kaplı bir semti idi, ateş süratle yayıldı, rüzgârın önünde mahalle mahalle atladı, yangını söndürmekle vazifeli Yeniçeriler bilâkis yayılmasını istiyordu, eclâfın «Kızıl Bayram» dediği âfet dilekleri veçhile genişledi, daha ilk saatlerde ateşin bir kolu Süleymanpaşa Hanına doğru gitti, bir kolu Defterhane ve Mehterhane tarafını, diğer kolları da Sultanahmed Camiinin etrafındaki mahalle, çarşı ve evleri yakmaya başladı; ihtiyarların, kadınların, çocukların feryadı gökyüzünü tuttu, kendilerini pencerelerden, damlardan atıyorlardı, bu âfet arasında bir kısmı da atılan serseri kurşunlarla yaralanıyor, ölüyordu. ihtilâlcı asker arasındaki eşkiya ve erâzil ise, gözlerine kestirdikleri evleri «sahibi devlet taraftarıdır!..» diyerek basıyor, ateşin lokması olmadan yağma ediyor, kadın, kız, oğlan bir takım mâsumların cebren ve kahren ırzlarına geçiyordu.
Bu hengâmede İkinci Mahmudun tahttan indirilip Dördüncü Mustafanın pâdişahlığından alenen bahsedilmeğe başlanmıştı.
Sekbanlar daha saraya dönmeden, Süleyman Ağa Divanyolunda çarpışır iken pâdişahtan alınan emirle limanda demir üstünde duran donanma Azapkapısını topa tutmağa başlamıştı. Atılan güllelerden bâzıları Ağakapısını aşarak Süleymaniye Camii civarına düştü, hattâ bir gülle Camiin bir minâresine isabetle zedelendi, bu sefer de halk:
— Allah Allah.. bu ne demektir?! Top ile İstanbulu mu yakacaklar!.. Ocaklıyı ateşe mi yakacaklar!..
diye feryada başladı; hükûmete karşı husumet genişledi. Fakat güllelerin Ağakapısını döğmesi Ocak Ağalarına dehşet verdi; Cemiyetleri dağılmaya yüz tuttu, çoğu «cebhânemiz kalmadı..» behânesi ile şuraya buraya savuşmaya başladı. Yeniçeri ocağının büyük rütbeli ağaları ihtilâlcilerle ilgileri olmadığını, öldürülen Yeniçerileri ağasının âkibetine uğramak için sindiklerini, pâdişah tarafından her ne ferman buyrulursa boyun eğeceklerini söyliyerek, top atışının durdurulması için saraya ileri gelen ulemâdan bir heyet gönderilmesini kararlaştırdılar. Bir ulema heyeti kıyâm halinde halk ve kurşun vızıltıları arasından geçerek saraya gitti. Sultan Mahmud efendilere iltifat ederek, ilk arasında:
— Birader de vefat eyledi! dedi.
Bu sözle Dördüncü Sultan Mustafanın idâm edilmiş olduğunu ilân etmiş oldu. Sultan Mustafa 27/28 ramazan gecesi boğulmuş, Sultan Mahmud Osmanlı tahtının rakibsiz sahibi kalmıştı (B. : Mustafa IV.).
Ulemânın ricası üzerine pâdişah gemilerin top atışını durdurttu. Ulemâdan iki zat ile Küçük Mîrahur Ağa Ağakapısına gönderildi ve iradei seniyye tebliğ edildi. Ocak erkânı da kıyamı bastırmayı taahhüt ettiler, ertesi günü padişaha karşı sadakat haceti yazılmasına karar verildi; Kul kethüdası Mehmed Ağa pâdişah tarafından Yeniçeri Ağalığı vekâleti ile yangının söndürülmesine memur edildi. Galebe sarayda kalmıştı.
Yangın dehşetle genişliyordu. Taraf taraf tulumbalar çıkarıldı, fakat rüzgârın şiddeti karşısında ateş âfeti önlenemedi. 28/29 ramazan perşembe gecesini de İstanbul halkı ayakta geçirdi.
Hanlar, kahveler, bekâr odaları, hamamlar yaralılarla dolu idi. Ölülerin evlâdı ve iyâli perişan perişan ağlaşmakta idi; sonunda boyun eğilecek olduktan sonra bunca kanın dökülmesine sebep olan Ocak zâbit ve agalarına küfür ve lânet yağdırılıyordu.
Fakat yangın söndürülmeden, 29 ramazan - 18 kasım perşembe günü ihtilâl ateşi yeniden parladı.
O gün seher vaktı ortaya bir Kandıralı Mehmed çıktı; Tersane ve Galatanın namlı kabadayılarından, türlü rezaletleri ile tanınmış adamdı (B. : Mehmed, Kandıralı); itlik yolundaki şöhreti sayesinde başına kolaylıkla topladığı bir bed tıynetler gürûhu ile evvelâ Tersaneyi bastı ve tersaneliyi ayaklandırdı; sonra donanma gemilerini de ele geçirdi, oradan Tophaneye gitti, muhafızlar yangın tehdidi karşısında kapıları açarak Tophaneyi de Kandıralıya teslim ettiler. Topçu ve top arabacı kazanları kaldırılarak İstanbul tarafına geçirilince tam an’anesine uygun bir Yeniçeri ihtilâli patladı. Şehre yayılan dellallar:
— Gemilerle Tershane bizde!.. Karşı yakada Tophane bizde!..
diye bağırmaya başladı. Bir gece evvel dağılmış ve sinmiş olan eşkiya, yuvalarından fırlayan karıncalar gibi Et Meydanında Yeniçerilerin yanına taşınmağa başladı. Sokaklarda:
— Vükelâ kaleleri gâvura sattı!.. Orduda iken bize cenkten el çektirdiler!.. Düşman görmeden ricat emri verdiler!.. diye bağrışıyorlardı.
Sarayda bulunan devlet erkânı şaşırdı Râmiz ve Kadı Paşalarla Moralı Ali Efendi artık ısrarın faydası olmadığına, kaçıp can kurtarmaktan başka yol kalmadığına karar verdiler; hemen Yalı Köşküne inip orada beklettikleri kürekli bir kırlangıç gemisine bindiler, yanlarında sadık bendelerden yüzelli kişi vardı; Sarayburnu açıklarında bir Çekdirmeye geçtiler ve Marmaraya açıldılar. Fakat firarları görülmüş, peşlerine yollu bir brik takılmıştı; brikin an bean yaklaşması üzerine Çekdirmeyi Ayastefenos civarında baştan kara ettiler ve karaya atlayıp kaçtılar.
Babıâli yangını o gün sönmüştü. İki gündür etrafında gözü kızgın pervaneler gibi dolaşan mal, altın, mücevher arayıcıları enkaza atılmışlardı; bir demir kapı görüldü, açılınca Alemdar Paşa ile baş kadının ve sadık harem ağasının cesedleri bulundu, dumandan boğularak ölmüşlerdi; yanlarında altın ve cevahirle dolu keseler, çekmeceler vardı, derhal yağma edildi; «Bayraktar Paşa bulundu!..» diye Ağa kapısına müjdeciler koştu. Ağa, vekili Mehmed Ağayı yanına katarak Babıâliye geldi; Alemdar Mustafa Paşanın nâşı çırıl çıplak soyularak ayaklarına ip bağlandı ve yerde sürüyerek Et Meydanına götürüldü; Meydanda üç gün teşhir edildi, sonra Yedikule dışında bir hendek içine gömüldü.
İstanbula ve devlete hâkim olan ihtilâlciler padişaha bir pusula vererek ocakları hakkında suikasd ile ittiham ettikleri devlet ricalinin idam fermanlarını istediler. Reisül küttab Galip Efendi Ocaklı şefâatcileri sayesinde kurtuldu; firar etmiş olan devlet erkânının takibi, yakalanmaları ve idamları için ferman verildi. Şeyhüislâm Esad Efendi azledildi. Alemdar’ın Babıâlide mahzene kapandığı andan itibaren sadaret kaymakamı olan Memiş Paşa, vak’a Yeniçerilerin galebesi ile kapanınca, sadrâzam oldu. Mührü fümayın Mustafa Paşanın koynunda bulunmuş, o cuma namazını Zeyneb Sultan Camiinde kılan Sultan Mahmuda Camide verilmişti:
Bibl. : Cevdet Tarihi X; Şamîzâde Tarihi; Tarih Encümeni mecmuasında Efdalüddin Beyin Alemdar Mustafa Paşa makalesi.
Theme
Event
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM020037
Theme
Event
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Description
Volume 2, pages 595-606
See Also Note
B. : Selim III; Mahmud II; Mustafa Paşa, Alemdar; Sultan Selim vak’ası; Mustafa, Kabakçı; Yeniçeri, Yeniçeriler; Nizamı Cedid; Sekban; Kırcalı askeri; B. : Hafid Efendi; Kamertâb; B. : Rusçuk Yârânı; B. : Senedi ittifak; B: : Tulumbacılar; B. : Acemi oğlanlar; B. : Ağakapısı; B. : Babıâli; B. : Bekâr Odaları; kahvehane; Hamam! Şengül Hamamı; B. : Gaalib Efendi; Behiç Efendi; Tahsin Efendi; Refik Efendi, Mustafa; Mustağa Ağa, Hasköy Âyânı; B. : Mustafa IV.; B. : Mehmed, Kandıralı
Theme
Event
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.