Maddeler
İstanbul Ansiklopedisi'nin A harfinden Z harfine tüm maddelerini bir arada inceleyin.
Ciltler
1944 ile 1973 yılları arasında A harfinden G harfine kadar yayımlanmış olan ciltlere göz atın.
Arşiv
Reşad Ekrem Koçu'nun, G ve Z harfleri arasındaki maddelerle ilgili çalışmalarını keşfedin.
Keşfet
Temalar veya belge türlerine göre arama yapın; ilk kez erişime açılan arşiv belgeleri arasında gezinin.
AKTANSEL (Saim Turgud)
Lise tarih muallimi; son yarım asır içinde Büyükşehrin spor âleminde seçkin şöhretlerden, Vefa spor kulübünün en mütevazı bir âzası ve bu spor kulübünün bir numaralı, en asil, şövalye âzası; 1958 de yaşları 35 - 50 arasında bulunan İstanbul sporcuları tarafından takılmış lâkabı ile “Saim Ağabey”yahud“Vefalı Saim”; bundan evvelki maddede hal tercemesi yazılı Dr. Nuri Aktanselin küçük kardeşi; (H. 1311) 1893 de İstanbulda, Şehzadeşabı civarında Çukurçeşmede doğdu; ilk tahsilini “Darülilmüvettâlim” iptidaî mektebinde, sonra Anadoluhisarında Defterdarmehmedbey mektebinde gördü, oradan Darül-ilmi vettalimin rüşdiye kısmına, az sonra da Vefâ sultanisine kaydolundu; sporla uğraşmağa da bu tarihte başladı; 1908 de temeli mektebin içinde atılan bir Vefâ idman yurdunun kurucuları arasında bulundu; ki bugünkü Vefa kulübü bu yurddan doğmuştur. O zamanlar Türk sporunun en canlı sahnesi, Yenibahçedeki Hastâne Çayırı idi, Saim Turgud, bu çayırda Vefâ Futbol takımının sol hafı olarak as şöhretlerden biriydi; bu yıllar içinde güreşe de merak etmiş, amatör olarak güreşmiş, fakat, kendisine bir doğuş kabiliyeti olarak müjdelenen pehlivanlık şöhretine her nedense ehemmiyet vermemişti, ki çıplak göğsünü ve bazularını görenler, pek haklı olarak onu, meydanı delikanlılara bırakmış bir eski pehlivan san...
⇓ Devamını okuyunuz...
Lise tarih muallimi; son yarım asır içinde Büyükşehrin spor âleminde seçkin şöhretlerden, Vefa spor kulübünün en mütevazı bir âzası ve bu spor kulübünün bir numaralı, en asil, şövalye âzası; 1958 de yaşları 35 - 50 arasında bulunan İstanbul sporcuları tarafından takılmış lâkabı ile “Saim Ağabey”yahud“Vefalı Saim”; bundan evvelki maddede hal tercemesi yazılı Dr. Nuri Aktanselin küçük kardeşi; (H. 1311) 1893 de İstanbulda, Şehzadeşabı civarında Çukurçeşmede doğdu; ilk tahsilini “Darülilmüvettâlim” iptidaî mektebinde, sonra Anadoluhisarında Defterdarmehmedbey mektebinde gördü, oradan Darül-ilmi vettalimin rüşdiye kısmına, az sonra da Vefâ sultanisine kaydolundu; sporla uğraşmağa da bu tarihte başladı; 1908 de temeli mektebin içinde atılan bir Vefâ idman yurdunun kurucuları arasında bulundu; ki bugünkü Vefa kulübü bu yurddan doğmuştur. O zamanlar Türk sporunun en canlı sahnesi, Yenibahçedeki Hastâne Çayırı idi, Saim Turgud, bu çayırda Vefâ Futbol takımının sol hafı olarak as şöhretlerden biriydi; bu yıllar içinde güreşe de merak etmiş, amatör olarak güreşmiş, fakat, kendisine bir doğuş kabiliyeti olarak müjdelenen pehlivanlık şöhretine her nedense ehemmiyet vermemişti, ki çıplak göğsünü ve bazularını görenler, pek haklı olarak onu, meydanı delikanlılara bırakmış bir eski pehlivan sanırlardı.
Vefâ sultanisinden diploma alır almaz Birinci Cihan Harbine ihtiyat zabiti olarak giren Saim Turgudun askerlik hâtıraları da zengindir. Bu hâtıraları yakın dostlarına naklederken yer yer gözleri yaşaran bu centilmen sportmen, yanıbaşında şehid olan bir silâh arkadaşı Mehmedciğin bir şarapnel parçasiyle gövdesinden ayrılmış başının Kelimei Şahadet getirdiğini; bir Mehmedciğin matrasındaki son damla suyu, kendi dudakları çatlarken, humma ateşi içinde yanan ölüm halindeki zabitinin alnına döktüğünü söyler ve harbin son yılında, 1918 eylûlünün 19 uncu günü İngilizlere eser düştüğü ânı şöylece anlatırdı:
“Sekizinci ordu emrinde 46 ıncı fırkanın 144 üncü alayı birinci tabur yaveriyim; Filistin cephesinde Ettîre siperlerindeyiz; alay sancakdarı Mustafa Çavuş, ki bir erkek güzeli, güzellik heykeli delikanlı idi:
— Sancağı ne yapacağız yaver bey? dedi.
“Sancağı sırığından çıkardım, sırığı kırıp parçalayıp attık sancağı öptük, katladık, yine öptük ve siperin kumlarını kazarak gömdük.. Tam siperden çıkmak üzere idik ki, karşımızda, siperin üstünde bir süngü parladı ve, dev gibi bir Hindli peyda oldu:
— Grek?!.. Germen!..
“Ben, Mustafa Çavuş ve adını hatırlıyamadığım üç nefer bir tereddüt ânı geçirdik;
— Biz... müslüman!. Türk!.. diye bağırdım.
“Hindlinin gözlerinde bu sözümün isbatını istiyen bir ışık vardı; Kelimei Şahadet getirdim, Kelimei Şahadet getirdik, Hindlinin süngüsü bize çevrilmiş iken doğruldu, o da bizimle beraber Kelimei Şahadet getirdi ve elile: “Siperden çıkın!” emrini verdi. Rumlar ve Almanlar tarafından işgal edilen Türkiyeyi kurtarmağa geldiğini sanan bu Hindli, bizi esir aldı”.
Bir buçuk yıl esaretten sonra dönüşünde, kendisine asil ve nezih bir meslek seçti, babasının yerleşmiş olduğu ve kendi çocukluğunun pek tatlı günlerinin geçmiş bulunduğu Anadoluhisarında ilkmektep muallimi oldu; bir taraftan da İstanbul Darülfünununun Edebiyat Fakültesi Tarih Şubesine devam etmeğe başladı; İstanbul Lisesine muallim muavini oldu, diploma aldıktan sonra ayni lisenin tarih stajyerliğine tayin edildi; feyz aldığı irfan ocağı Vefâ lisesinin orta kısmına müdür muavini ve tarih muallimi tayin edildi, sonra sırasiyle İstanbul erkek muallim mektebi tarih muallimi, Üsküdar kız orta mektebi müdür muavini ve tarih coğrafya muallimi, Üsküdar orta mektebi müdür muavini, Adapazarı orta mektebi müdürü oldu, Adapazarında üç yıl kaldı, geçirdiği ağırca bir hastalık üzerine 1939 da Vefâ lisesi tarih muallimliği ile İstanbula geldi; bu irfan müessesesinin her köşesinde her gün bir aziz gençlik hâtırasını tahayyül ederek yaşamakta iken 24 Ağustos 1949 da bir ameliyat sonunda öldü. Cenâze namazı Fatih Camiinde kılınıp bir cemaati kübrâ ile kaldırıldı.
Yıllardan beri karaciğerlerindeki taşın ızdırabını çekegelmekte idi; en büyüğü ondört yaşında ve en küçüğü altı aylık altı evlâdını Anadoluhisarındaki evinde bırakarak derdinden halâs olmak için yürüyerek gitdiği hastahâneden beklenmedik ölüm haberinin gelmesi kendisini tanıyanları derin teessüre gark etti.
İstanbul Ansiklopedisinin ve R. E. Koçunun baştâcı dostu idi; bu ansiklopedi Saim Turgud Aktanselin şahsında yazı ailesinin pek güzide ve necib bir simasını kaybetmiş oldu. R. E. Koçu, Hergün gazetesindeki bir sohbet yazısında aziz arkadaşının cenâze töreni üzerine şu hatırayı nakletmiştir:
Vefâlı Saim Ağabey yeryüzünde Türk milletinin asalet ve necâbetini temsil eden simalardan biriydi... Yalnız milletimizin değil, insanlığın yüz akı olarak doğmuş, hayatın bin türlü cilvesine, kahrına metanetle göğüs germiş, şerefine ve haysiyetine en küçücük bir toz zerresi kondurmamış, tertemiz yaşamış, asker olmuş kahramanca döğüşmüş; muallim olmuş, mesleğine sıhhatini feda etmiş; evlenmiş, altı evlâdın cıvıltısiyle dolacak örnek yuvayı kurmuş; kafasını Garp medeniyetinin ışığına çevirmiş, ruhunu dini mübini islâmın ahlâk ve fazilet akidelerinin nurunda yıkamış, çocukluğundan ölüm döşeğine kadar bir gün dahi ibadetinde kusuru olmamış, şanında ne yazsam azdır.. Has dostumdu, manevî kardeşimdi, gönül tahtımda oturanlardandı...
“Bir gün bir sohbet arasında, hasta karaciğerinin morarttığı dudaklarında mütevekkil bir tebessümle:
— Sakın unutma ha! dedi... Cenazemde bando isterim! Asker isterim!...
“Şu fıkrayı da nakledeyim:
“Bir pazar Saim ağabeyi Yeni cami arkasındaki parkta görmüştüm... Başına otuz kırk Mehmedçik toplanmış, harıl harıl asker mektubu yazıyor, getirdiği pullu zarflara koyarak sahiplerine veriyor... Aman ne kadar mesud idi. Huzurunu bozmamak için kendisine görünmedim...
“Bir gün yazıhanemde oturuyordum... İçimde sebepsiz bir sıkıntı var elimi bir türlü işe süremedim... O zamanlar ,yanımda Behçet Elver adında bir çocuk çalışırdı, zeki, içli, sevimli, kafası aydın bir çocuktu... Emsali akranı gibi futbol meraklısı, Galatasaray taraftarı... Vefalı Saim ağabey bana her gelişinde Behçete: “Nasılsın Salatagarayli” diye takılırdı... Behçet gazete okuyor, çocuk birden bir çığlık attı ve hıçkıra hıçkıra ağlamağa başladı...
Şaşırdım:
— Ne var? Ne oldu?...
Diye sormama vakit bırakmadan gazeteyi önüme koydu: Saim Turgud Bey ölmüş! Ve o gün öğle namazını müteakip Fatih camiinden kaldırılarak...
“Dona kaldım... Kapı açılır ve o içeriye girer gibi oldu:
— Bando isterim!...
“O zamanlar doktor Lütfi Kırdar İstanbul Valisi ve Belediye Reisi idi... Beni sever, hattâ “dostumdur!” dersem bu yakınlığı kabul ederler zannederim... Fırladım, komşu bir matbaanın telefoniyle kendilerini buldum, ve Saimi dilim döndüğü kadar anlatarak centilmen validen Şehir bandosunu istedim: “Üzülme... Gönderiyorum!” dedi... Camiye koştum! Cenaze ile meşgul olanlara:
— Şehir bandosu gelecektir... Olabilir azıcık gecikir, ona göre tedbirli bulunun... dedim.
“Cenaze namazı kılınırken bando geldi.. Yalnız bando değil asker de geldi... Yalnız bando ve asker değil siyah esvabiyle başında siyah silindir şapkasiyle Vali de geldi... Ve yalnız da değildi, yanında büyük üniformasiyle bir general vardı.”
Sevdiğine, bütün asalet ve necabetile kul köle olur, kalb gözü kan ağladığı günler, hastalıktan morarmış dudaklarında kalenderâne bir tebessüm eksik olmazdı; zengin değildi, cömerddi; altı evlâd sahibi bir babaydı; 1942 de yeni doğan bir oğluna verilen ekmek karnesini aldığı gün, evlâd ekmeği yediğini söyliyerek öğünür, zarif tatlı dilli adamdı; taklidde erişilmez hüner sahibi idi, türlü dilde, türlü lehçede konuşur, istediği kimseyi her gözün kolay zaptedemiyeceği hususiyetlerile ve sesiyle göz önüne getirirdi. Kabri Edirnekapı şehitliğindedir.
Sâim Turgud Aktansel
(Resim: H. Çizer)
Tema
Kişi
Emeği Geçen
H. Çizer
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.
TÜM KAYIT
Kod
IAM011090
Tema
Kişi
Tür
Ansiklopedi sayfası
Biçim
Baskı
Dil
Türkçe
Haklar
Açık erişim
Hak Sahibi
Kadir Has Üniversitesi
Emeği Geçen
H. Çizer
Tanım
Cilt 1, sayfalar 560-562
Not
Görsel: cilt 1, sayfa 560
Tema
Kişi
Emeği Geçen
H. Çizer
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.