Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
AKŞAMCI, AKŞAMCILAR
İstanbul argosunda, akşamları işini gücünü bitirdikten sonra bir veya birkaç meyhaneye uğrayarak içki içmek itiyadında olanlara verilen bir isimdir. Büyük şehrin bugün hemen hiç örneği, kalmamış olan eski gedikli salâtin meyhanelerindeki akşamcı sohbetleri de edebiyat tarihinde çok zengin hatıralar bırakmıştır (B. : Meyhâne, Meyhâneler).
Akşamcıları meyhanelere bağlayan dekoruda burada şöylece anlatmak gerekir. İstanbulun eski büyük gedikli meyhanelerinin kapıları üstünde, alâmeti farika olarak, uzun bir demir çengele asılmış bir hasırlı binlik bulunurdu. Gedikli meyhâneler isimlerini semtlerine, içinde bulundukları hanlara, kendi havasına, atmosferine göre yâhud ün salmış meyhanecilere, güzelliği ile bir zamanlar dillere destan olmuş nevcivan bir sakinin adına nisbetle anılırlardı: Zindankapısındaki “Salebci”, Asmaaltındaki “Çavuşbaşı”, Tavukpazarındaki “Saraçhanı”, Lângadaki “Mermerli”, Topkapıdaki “Karagöz”, Loncadaki “Sakızlı”, Cibalideki “Anastaş” gibi...
Kapıdan girilince, ya sağda, yahut solda “tezgâh” bulunurdu. Tezgâh, bazan da, meyhanenin dibinde, kapıya karşı da olurdu.
Tezgâhın üzerine, ayakta bir iki tek atıp gidecek yolcular için hazırlanmış rakı kadehleri, şarap bardakları, içinde fasulye piyazı, lâhana haşlaması ve leblebi gibi mezeler bulunan tabaklar dizilirdi.
...
⇓ Read more...
İstanbul argosunda, akşamları işini gücünü bitirdikten sonra bir veya birkaç meyhaneye uğrayarak içki içmek itiyadında olanlara verilen bir isimdir. Büyük şehrin bugün hemen hiç örneği, kalmamış olan eski gedikli salâtin meyhanelerindeki akşamcı sohbetleri de edebiyat tarihinde çok zengin hatıralar bırakmıştır (B. : Meyhâne, Meyhâneler).
Akşamcıları meyhanelere bağlayan dekoruda burada şöylece anlatmak gerekir. İstanbulun eski büyük gedikli meyhanelerinin kapıları üstünde, alâmeti farika olarak, uzun bir demir çengele asılmış bir hasırlı binlik bulunurdu. Gedikli meyhâneler isimlerini semtlerine, içinde bulundukları hanlara, kendi havasına, atmosferine göre yâhud ün salmış meyhanecilere, güzelliği ile bir zamanlar dillere destan olmuş nevcivan bir sakinin adına nisbetle anılırlardı: Zindankapısındaki “Salebci”, Asmaaltındaki “Çavuşbaşı”, Tavukpazarındaki “Saraçhanı”, Lângadaki “Mermerli”, Topkapıdaki “Karagöz”, Loncadaki “Sakızlı”, Cibalideki “Anastaş” gibi...
Kapıdan girilince, ya sağda, yahut solda “tezgâh” bulunurdu. Tezgâh, bazan da, meyhanenin dibinde, kapıya karşı da olurdu.
Tezgâhın üzerine, ayakta bir iki tek atıp gidecek yolcular için hazırlanmış rakı kadehleri, şarap bardakları, içinde fasulye piyazı, lâhana haşlaması ve leblebi gibi mezeler bulunan tabaklar dizilirdi.
Gediklilerin tezgâhbaşı müşterileri, ekseriyetle “Dört kaşlı” tabir edilen esnaf kalfaları, genç kalem efendileri idi, ne keseleri, ne yaşları akşamcılığa elverirdi: Dükkânlar ve kalemler ezanda kapanır, eve dönerken, yol üzerindeki bir gedikliye şöyle bir uğranırdı; ekserisi de yeni evli bulunurdu; kafes ardından köşebaşı gözliyen, “Er” i biraz gecikse baygınlıklar geçiren karılarını bekletemezler, mahallelinin diline düşüp altın adlarını bakıra çıkaramazlardı. İstanbul akşamcıları, ununu eleyip eleğini duvara asmış, çoluk çocuk, damat ve gelin sahibi olmuş kimselerle, yani tezgâhbaşı devrini geçirmiş olanlarla, aşkamcılıkla dile düşmüş, kendi mahallesile civardı kız bulamayınca an az yedi mahalle aşırı yerden bir kız alarak zavallının başını ateşe yakmış bıçkınlar idi. Çoğu da “bekârlık sultanlık” diyen ve han odalarında oturan işi tıkırında esnaf bekârlarıydı.
Tezgâhın arkasına düşen duvarda, oymalı raflar bulunurdu, bu raflara rakı ve şarap binlikleri dizilirdi; kenarındaki çivilere de, camdan yapılmış kulplu rakı ve şarap ibrikleri asılırdı; müşterilere içki bu ibriklerle sunulurdu; en eski gediklilerde, cam ibrik yerine kabak kullanılırdı.
Meyhanenin etrafına da tahta sofralar (alçak masalar) ve kısa bacaklı hasırlı iskemleler dizilirdi. Her sofranın ortasında da, kütükten oyma bir tuzluk bulunurdu. Bazı gediklilerde devamlı ve itibarlı müşteriler için birkaç basamak merdivenle çıkılan balkonlar “Şirvan” lar bulunurdu; bazısının da bir üst katı ve bu üst katta mükemmel döşenmiş odalar bulunurdu. Bu odalara İstanbulun azılı zorbaları, kabadayıları, son azgın devirlerinde yeniçeriler tarafından civan kapatıldığı söylenir.
Meyhanenin bir duvarı boyunca gayet büyük ve içlerinde cins cins şarap ve rakı bulunan fıçılar dizilirdi, öyle ki, bu fıçıların kocaman tahta lülelerine merdivenle çıkılır ve kol gibi fışkıran içkiye çanak, bardak değil kocaman kovalar tutulurdu.
Bazılarında fıçı yerine büyük küpler bulunurdu; o zamanlarda o meyhaneler “Küplü” diye anılırdı. Küplü meyhanelerin en namlılarından biri Galatada idi ki, son zamanlara kadar gelmiş ve artık, bir haşarat yatağı halini almıştı. Fıçılı meyhânelerin sonuncusu da yine Galatada, 1940 - 1946 arasında yıkılmış olan Lavirentos gemici meyhânesi idi (B. : Küplü; Lavirentos)
İstanbulun gedikli meyhaneleri, mutfaklarının temizliği ve ahcılarının, bilhassa balık ve et yemeklerindeki hünerleri ile meşhurdu; gediklilerin külbastısı ile kebaplı yaz türlüsü konak ve saray ahçıları yapmazlardı.
Gediklilerin geniş tavanları, ekseriyetle direklerle tutturulmuş bulunurdu; gediklilerin hususiyetlerinden biri de bu direkler; ve orta direğin dibinde duran büyük bir sardalya fıçısı idi .
Bu sardalyalar, ya Maltadan, yahut Yunan adalarından gelirdi. Direklerden birinde de büyükçe bir çıngırak bulunurdu; kapanma saati gelip de akşamcılar dağılmadı mı, meyhanede sakilik eden çocuklardan biri kapıya gözcü dikilirdi, kol gezen zabit uzaktan görününce çocuk çıngırağın ipini çeker, müşteriler sesi keser, meyhanenin kapı kepenkleri, indirilirdi; kol geçince çıngırak tekrar çekilir, kapı açılır, âlem eski rengini alırdı. Kol gezen zabitler çıngırak seslerini işitir, bunu “kendisine ve kanuna gösterilen bir saygı” olarak kabul eder, içerisinin müşterilerle dolu olduğunu bildiği halde meyhaneye girip akşamcıların keyfini bozmazdı.
Bir büyük gediklide “Usta” ünvanile bir tezgâhtar patron, şamdanlara ve çubuklara bakan iki ateşçi, sofralara hizmet eden beş altı tane genc yahut çocuk hizmetkâr, bir aşçı ve aşçının da bir yamağı bulunurdu.
Güneş, yaz ve kış her akşam alaturka saat on ikide kavuştuğuna göre, saat ondan, yani gruptan, ezandan iki saat kadar evvel, tezgâhtar akşamcıların ibriklerini doldurup hazırlamağa başlardı.
Meyhanelerin temizliğen çok dikkat edilirdi; bardaklar ve kadehler temiz bezlerle kurulanıp parlatılır, yerler dikkatle süpürülür, sofralar gıcır gıcır silinirdi.
Sofralarda akşamcılara hizmet eden uşak çocuklar, tertemiz giydirilirdi; İstanbul akşamcılarına sâkilik, nezafet, nezaket ve zerafetle güzelliğe bağlı ince bir san’attı, her kişinin kârı değildi, bilhassa Sakızlı Rum çocukları, meyhane uşaklığında büyük kabiliyet gösterirlerdi.
Sofralara toprak şamdanlar konur; mumlar dikilip hazırlanırdı; etrafına da meze tabaklarını dizerlerdi; her sofraya bir tane de büyük tuz kutusu konulurdu.
Akşamcılar, on bire doğru birer ikişer sökün ederdi. Kapı önünde duran tuvana bir oğlan, yüksek sesle :
— Buyurun efendim... Buyurun!..
Diye bağırır, ikinci “Buyurun” un son “U” sunu, ciğerinin son gayretine kadar uzatırdı.
Akşamcılar, meyhaneye eli boş gelmezlerdi, mevsime ve zevkine göre birkaç elma yahut portakal, üzüm, kiraz, yahut, havyar, âlâsından sırt yahut kuşgönü pastırma getirirdi.
Uşak, daima kendi sofrasına oturan müşteride böyle bir şey görünce, koşup elinden alır, soyulmak mı, ayıklanmak mı, yıkanmak mı, kesilmek mi hülâsa ne yapılmak lâzımsa çabucak yapıp önüne koyardı.
Ortalık kararınca, Usta eline bir küçük şamdan (Fiske şamdanı) alır, masaları dolaşarak onun alevi ile diğer şamdanları tutuştururdu; ve her sofranın mumunu yakınca da, etrafındaki akşamcıları:
— Ağalar. Safa geldiniz!...
Diye selâmlardı.
Her meyhanenin bir tane büyük orta kandili vardı; en sonunda da o yakılırdı. Akşamcılar arasında orta kandilin yanması, meyhane sohbetinin gelişmesine bir başlangıç bilinirdi.
İstanbul akşamcıları, ekseriyetle, meclislerinin letafeti ile meşhur edip ve zarif kimselerdi, rindâne gazeller söyliyen, destan, koşma, semaî düzen, hanende ve sazende akşamcıların arasına, eli bıçaklı baldırı çıplaklar pek karışamazdı. Kanlı vakalar, umumiyetle koltuklarda çıkardı. Bilhassa Yeniçeri kabadayıları, akşamcılığa ayak uydurmağa çalışan esnaf gençlerini, bu gibi mütecaviz sarhoşlara karşı müdafaa ederlerdi.
Akşamcılardan bir kısmı da muziplikleri ile meşhurdu; muharrir Mehmed Tevfik, “Mürekkebçi İzzet” isminde bir akşamcının şu fıkrasını nakleder:
“Bir akşam üzeri, İzzet, bir viranede bir hindi ölüsünü görmüş, hemen alarak yolmağa başlamış. Arkadaşları:
— İzzet! Ölü hindi yenir mi?
Deyince: “Siz karışmayın... Renk te vermeyin!.” diye tenbih ederek meyhaneye gitmişler ve hindiyi, kızartmak üzere meyhane ahçısına vermişler. Meğer yanlarındaki masada da, üç beş kişi alâ lüfer balığı alıp getirmişler imiş... Derken hindi kızartması İzzetin sofrasına, lüfer ıskarası da berikilerin sofrasına konmuş. Mürekkepçi İzzet, arkadaşları ile hindi üzerine düzme bir hır çıkarmış, arkadaşları da hindiyi yememeğe ant içmişler...
Öbür sofradakiler, İzzet ile arkadaşlarının tuhaflıklarile eğlenirlerken böyle lüzumsuz bir iddia yüzünden dağılıp gitmelerine üzülmüşler; aralarını bulmak için hindiyi kendi sofralarına alıp önlerindeki lüferi İzzetin sofrasına koymuşlar...
Meyhanelerin kapanma saatinde, ki alaturka bir buçuk suları idi, çıngıraklar çalınırdı; hanlar içindeki gedikli meyhanelerde ise, davul çalınırdı.
Akşamcılar, meyhane dönüşlerinde semtlisile birleşerek yolda da muhabbetle giderlerdi. Fazla kaçıranlardan, bazan yollarda dökülüp kalanlar da olurdu. Hoş bir fıkradır: Akşamcının biri evinin kapısına kadar gelmiş, fakat tokmağı çalacak takati kalmadığından kapının önünde sızmış, kalmış. Kol gelmiş, bir yeniçeri çorbacısı kendisini uyandırarak:
— Kalk! Kapıya gideceksin!. deyince sarhoş gülmüş:
— Ağa!.. demiş, işte evimin kapısı, halim olsa, oraya girerdim!.
Gedikli meyhanelerin müşterileri, yalnız yeniçeri neferleri ile esnaf akşamcıları değildi. Devlet ricalinden, kalem âmirlerinden, ülemadan ve müderrisinden kıyafetini tedbil ederek meyhanelere devam edenler vardı.
Bir takım garib, fakir akşamcılar da vardı ki, bazıları güzel sesleri ile gazel okur, kimisi ney üfler, keman, çığırtma, zurna çalardı, öylelerini diğerleri idare eder onlara para verdirmezlerdi. İstanbul akşamcıları içinde, sazı yüzünden el üstünde tutulmuş olanlardan biri, İmameci kalfalarından Kırbalı Ahmed idi. (B. : Ahmed Kırbalı)
İstanbulun eski büyük gedikli meyhanelerinin dillere destan olmuş akşamcılarından biri de Bekri Mustafadır (B. Mustafa, Bekri)
Tarihin kaydettiği meyhane düşkünü akşamcı ayyaşların hemen en eskisi de Fatih devri şairlerinden Melihî’dir; asrın büyük şairi Bursalı Veliyeddin oğlu Ahmed Paşanın musahiplerinden olan Melihî hakkında, Kastamonulu Lâtifi şu fıkrayı nakleder:
Melihi, Ahmed Paşa tarafından Fatih Sultan Mehmede takdim edilmiş idi. Ama gayet ayyaş, gece ve gündüz kâh mahmur kâh mest idi. İçki kadehini ele almayınca gözü açılmazdı. Nice kere cübbe ve destarı meyhaneciye rehin koymuş idi. Devrin tanınmış şeyhlerinden Rûşeni Efendi ile tahsil arkadaşıydı, bir gün Şeyh Rûşenî:
“Bu fisküfücur ve lehiv ve şûr neceyedek sürecek, gelsin ona muhabbet câmından aşk şarabını içireyim görsün ki, zevk ve hâlet ve şevk ve keyfiket nasıl olur!..” diye haber gönderir. Bunu işiden Sultan Mehmed de Melihîyi huzuruna getirterek içki içmiyeceğine zorla yemin ettirir; yeminden sonra Padişahın pek çok ihsanlarına nail olur. Şair, memeden kesilmiş çocuk gibi birkaç gün nefsini zorlayıp sabreder, kendisini bozaya ve afyona verir; fakat şarabın sekrini birinde bulamaz. Padişah da, adamlar koşup Melihinin meyhaneye gidip gitmediğini gözletirmiş.. Günlerin birinde bu gözcüler, Melihiye o zamanlar meyhanelerile meşhur Tahtakalede körkütük:
Âferinler şarabı gülrenge
Lânet olsun bozaya benge
beytini okuyup dolaşırken rastlarlar ve yakalayıp huzura getirirler. Şairin ayakta duramıyacak kadar sarhoş olduğunu gören padişah da gazabe gelip hemen idamını ve cesedinin denize atılmasını emreder. O zaman şair dört kitaba, ve arşı âzama ve Kâbei Muazzamaya yeminler ederek: — Huzurunuzda peyman edelidenberi ele peymane almadım, peyman şikest olmadım! der. Başına çöküp koca rindin ağzını koklarlar.. Hakikaten bir içki kokusu yok.. Padişah bu hale nasıl geldiğini tatlılıkla sordukta Melihî türlü yollarla özürler diledikten sonra: — Hukne (ihtikan âleti) tedarik ettim de... der.
Kendisi de İstanbulun tanınmış çelebi akşamcılarından olan Ahmed Rasim, akşamcılığın ayyaşlığa kadar varan hallerinden bahsederken büyük şehrin hariminden pek canlı sahneler yaşatır:
“Geçen gün mey âşamanı zamandan biri nasılsa geceden evvel hanesine gelir. Kadını sevinir. Kadınlık buya biraz da takılır: — Vay! Bu akşam meyhaneler kapalı mıydı?. Galiba tezgâhtarla dargınsınız?.. Acaba şişelerde bir şey kalmadı mı?.. diye şakalaşır. Gülerler ve sevişirler. O aralık yemek bahsi açılır, zevce der ki:
— Yüz dirhem kadar iyi peynir alırsan sana bir makarna fırını yapayım!
Köftehor da yenir. Et suyile yumuşamış, üzeri nar gibi kızarmış, yanında buzlu vişne hoşafı, üstüne de yumurtalı peynir çekilir. Efendi derhal fırlar, bakkala doğru koşar, yüz dirhem peynir der demez arkadan biri gözünü kapar. Tanıdım, tanımadın meselesi nihayet bulur. Bir de bakar ki, candan bir bildik.
— Vay!
— Vay mı ya!.. Ayol nerelerdesin?
— Sen nerelerdesin?
— Vallahi göreceğim gelmiş.
— İnşallah çok görüşürüz..
— Ne?.. Bırakmam vallahi! Bir iki tek atalım, biraz koklaşalım!
— Şey.. Şu peyniri eve bırakayım da...
— Adam etme be!. Kırk yılda bir.. Bakkal, sende var mı?
— Var ama görürlerse..
— Sen bardaklara koy.. Biz içeriz..
İnsaf! Bakkal dükkânında çakılmaz a.. Birer tane yuvarlarlar. Meze derken bizimkinin hatırına biraz yukardaki koltuk gelir. Hava da sıcak! Taksimi boylarlar. Çuçurina Kosti, İşkembe Yorgi, Çalıkuşu Mıgır, Koyun Ahmed, Telgraf Petri, Tırıl Hasan, Eğreti Mihal, Karabiber Hüsnü o iri meyhanede oturmuşlar, çığırtma çaldırıyorlar. Onlar da dalar, ezgâhbaşı gırı başlar. Selânik şarabı, frenk düzü, sakızın mastikası, kanburun mezesi, kaka surat Amberin teyzesi, Beykozun paçası, Sarıyerin güveci, gırtlak ağrısı için ebegümeci.. versen a bir tek.. tezgâhtan senden, birer tanede benden.. Eyvallah! Yok... Olmaz... Birer tane daha!.. Adam aman... Afti matiz mehâ. Ne aykırı içiyorlar. Ahbar, derken yine bizimki dirseği tezgâha verir, gelsin!. Ha babam ha! Kepenkler çevrilir, garsonlar gazları söndürürler... Bunları da aralıktan çıkarırlar.. Çıkarırlar ama ikisi de duracak beyim duracak! İki çatık kolkola verirler. Habire yürü! Salma tomruk, Hristik, Linardi bahçesi, Yenişehir ovası, Dolapderesi safası, derken güneş doğar, sabah keyfi bir iki tane daha atarlar. Peykede biraz sızıp ayılıp yine çakarlar, Halep çarşısında birbirini kaybederler.. Ah!.. Bizimki... Artık yürür! O reftarı hiramânane ile duvar diplerinden ilerliyerek evin kapısını bulur... Açılır açılmaz:
— Çabuk... Makarna!.. diye elindeki kâğıdı uzatır.. Biçare kadın ne yapsın? Alır, bir de ne baksın? İçinde iki tane kuru boğaça, yağları dışarıya vurmuş!.. (Şehir mektupları).
“Köprü başında lüstrinlere bir boya çekilir, bastona dayanarak Domuz sokağı başındaki mahut birahaneye girilir. Herif muttasıl bira getirir. Bardağı ağzına alır almaz tazesini doldurup sürer, kulağının arka tarafındaki kurşun kalemi ile hanei mahsusuna çizgi çiziktirir. Ha babam ha! Saat on bir (alaturka).. İşkenbe şişer, hafif tertip düze girişilir. Vay efendim vay! Havyar ile kıyak kaçıyor ha!.. El saatte... On bir buçuk, vakit geçmiyor.. Ver yarım şişe daha! Çak efendi beyim çak!. Dayan! Ver kendini cicim!. O kim o?. Vay efendim!. Maşallah beyim, bizi yakadan attınız! Estağfurullah birader!. Geçen akşam yine sattın?. Ben ne olduğumu bilir miyim ya?. Nasıl bilmiyorsun?. Düşecektin de sıvıştın.. Ben çaktım. Vallah değil! Hangi geceleri gidiyorsun?.. - İşte burası söylenmez!. - bir tane içmez misiniz? Ne demek? Ben sabahtanberi atıyorum! Farkında mısın? Yemişteki meyhanede ne âlâ düz var!. Ali ile yarım okka da uskumru aldık, bol piyaz! Şimdi oradan geliyorum. Bu gece gezmiye gidelim mi? Evde misafir var, halam gelmiş. Yine mi satacaksın? Canım bunu nereden çıkardın? Nikoli yarım şişe daha ver! Fakat sen mezeye bakmıyorsun, hele bir parça havyar ile tereyağı ver, göğüse iyi imiş! Ey.. Seninki ile nasılsın? Orsa boca. O Fenerdeki herifi anladın mı? -külliyen inkâr.- ne olacak ya? Ah!. Bu karılar.. Ne o, içini çektin!.. Yoksa hatırladın mı? Ah! Bu gece halan gelmemiş olaydı, düşerdin değil mi? Öyle ya! Bu gece de düşerim ama istemiyorum.. Kardeşin nasıl? İyice! Nikoli yarım şişe daha! Tereyağlı havyarı unutma! Şerefinize! Eyvallah! Hey gidi zaman hey! On beş sene oldu, rüştiyede beraberdik! Allah yine ayırmasın. Vallah seni o kadar severim ki, kendi kardeşimden ziyade. Eksik olma birader, ben de seni öz kardeşim gibi severim. Öyle, kardeşlik şerefine!. Afiyet olsun! Şaşıyorum be, biz mi içiyoruz, yoksa şişenin dibi mi delik?! Nikoli bir yarım daha ver!. Eski Hristoya düşelim mi?..Ne var ki?.. Kemançe filân geliyor. Gidelim. Fakat ben üçe kadar otururum, sonra evde rezil olmıyalım, kocakarı darılır. Allahaısmarladık Nikoli!. Efharisto beyim!... Ben... Onu sevdiğim kadar o da beni sevse.. bahtiyarım. Senden iyisini mi bulacak?. Ah, bilmezsin, söyletme beni, dertliyim dertli... O... O... Vesselâm?.. Buyursunlar beyim!.. Bize birer şişe ver! Uskumru var mı?. Ver, imrendim be.. Biraz piyazını da ziyade koy! Çak kardeşim!. Bize taksim gel!. bakalım. Adam!. todilerin üzerine de keman olmaz!. Bana bak, sende:
Vallahi güzel gözleri billâhi güzeldir
var mı? - Tırıng! çeyrek fırlıyor!. - Hep bir ağızdan:
Vallahi güzel gözleri billâh güzeldir!...
Of.. Saat iki... Bize birer şişe daha ver. Çalgıcılara da ver. - Tırıng! ikinci çeyrek - haniya uskumru! Hazır beyim!. Bayılırım, kuyruğundan tutup çevirmeli! - Tırıng! üçüncü - havyar ver! Uskumru getir. Hani piyazı.. Siz de var mı? - Tırıng! - ah.. O pek sever:
İbret oldum ah aşk erbabına
- Tırıng! - efendiler.. beyler.. vakit geldi!. gidiyoruz, ey birader bana izin!. Eyvallah!. Akşam.. yine orada!.. Hay hay!. Arabacı * * * ye kaça gidersin?! İki çeyrek! Köprü parasını vermem ha!. Haydi! - gıldır gıldır!. Sarsıl bre salsıl - Dur!. Ne de karanlık sokak! Lâkin miden fena.. vay!.. Aman!. Midem. Tutamıyacağım!.. - sürekli bir öğürtü, gürültü... boğaz, gırtlak nağmeleri - evden bir sada.
—İlâhi için çıksın sarhoş herif!. Çocuğu uyandırdı.. Her akşam.. her akşam içer.. Saat dörtte eve gelir.. Bu çekilmez a.. Beşikteki toraman nağmesinde berdevam. Dışarda öteki ber karar. Bir sendeler, bir daha! Haydi yüzü koyun! Oh beyim, yaşa tosunum! İnsan sızarsa yerinde sızmalı! Misk gibi döşek! - fakat simitçilerden vakti yok ki... - saat yedi.. efendi kalk!. Bekçi ile devriye polisi!. Bekçi koltukta... Nasıl, kâbusu beğendiniz mi?. Piyazı bol uskumru ha?!.. Afiyet olsun (Şehir mektupları).
İstanbul Akşamları — “Çaylak” lâkabile meşhur muharrir Mehmed Tevfikin “İstanbulda bir sene” adındaki beş cüzü çıkabilmiş eserinin beşinci cüzünün adı “Meyhane - yahut - İstanbul akşamcıları” dır. (H. 1300) 1882 de Mahmud Bey matbaasında basılmış 48 sayfalık küçücük bir eser olmasına rağmen şirin bir üslûp ile kaleme alınmış, içinde bir hayli not sıkıştırılmıştır; bu mevzuda hemen tek kalmış orijinal kıymette bir eserdir. (B.: Meyhane).
Theme
Folklore
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM011081
Theme
Folklore
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Description
Volume 1, pages 551-556
See Also Note
B. : Meyhâne, Meyhâneler; B. : Küplü; Lavirentos; B. : Ahmed Kırbalı; B. Mustafa, Bekri; B.: Meyhane
Theme
Folklore
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.