Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
ÂKİF PAŞA (Mehmed)
Devlet adamı, şair, edib; 1787 de Yozgatta doğdu; Kadı Antebîzade Mehmed Efendinin oğludur. Daha pek küçük yaşında iken babasile Hicaza gitti. Bu seyahat, onun ruhunda bilmek, öğrenmek arzularını pek erken kamçılamıştır denilebilir; memleketine döndükten sonra bir taraftan medreseye devam etti, diğer taraftan Türk edebiyatı, arapça ve farsça ile de meşgul oldu. Onun bu pek hevesli çalışmalarını gören Yozgat âyanından Cebbarzade Süleyman Bey, yanına kâtip olarak aldı; Cebbarzadenin yanında divan edebiyatile de uğraşmaya daha çok vakit buldu; Süleyman Beyin ölümünden sonra İstanbula geldi. Amcası Reisülküttab Mustafa Mazhar Efendinin delâletile divanı hümayun kalemine girdi. Kısa bir zaman sona âmedî odasına geçti. Buradaki çalışmalarını bir gün ikinci Sultan Mahmudun gözüne çarpınca Âkif Efendiye ikbal kapıları açılıverdi. Çabuk çabuk yükseltilerek Reisülküttablık Hariciye Nezaretine tahvil edilince vezirlik rütbesile Hariciye Nazırı oldu. Fakat böyle yükselmelerde ekseriyetle etrafındakilerin kıskançlıkları da harekete geçmekten gecikmez; ikbal, dost ve düşman sayısını çabucak çoğaltır; Âkif Paşa da Babıâlinin diğer seçkin bir simasını, kethüdalıktan Mülkiye Nazırlığına yükselmiş Pertev Paşayı karşısında bir rakip olarak buldu; öyle ki, Türk edebiyatı ve diplomasîsinin bu iki kıy...
⇓ Read more...
Devlet adamı, şair, edib; 1787 de Yozgatta doğdu; Kadı Antebîzade Mehmed Efendinin oğludur. Daha pek küçük yaşında iken babasile Hicaza gitti. Bu seyahat, onun ruhunda bilmek, öğrenmek arzularını pek erken kamçılamıştır denilebilir; memleketine döndükten sonra bir taraftan medreseye devam etti, diğer taraftan Türk edebiyatı, arapça ve farsça ile de meşgul oldu. Onun bu pek hevesli çalışmalarını gören Yozgat âyanından Cebbarzade Süleyman Bey, yanına kâtip olarak aldı; Cebbarzadenin yanında divan edebiyatile de uğraşmaya daha çok vakit buldu; Süleyman Beyin ölümünden sonra İstanbula geldi. Amcası Reisülküttab Mustafa Mazhar Efendinin delâletile divanı hümayun kalemine girdi. Kısa bir zaman sona âmedî odasına geçti. Buradaki çalışmalarını bir gün ikinci Sultan Mahmudun gözüne çarpınca Âkif Efendiye ikbal kapıları açılıverdi. Çabuk çabuk yükseltilerek Reisülküttablık Hariciye Nezaretine tahvil edilince vezirlik rütbesile Hariciye Nazırı oldu. Fakat böyle yükselmelerde ekseriyetle etrafındakilerin kıskançlıkları da harekete geçmekten gecikmez; ikbal, dost ve düşman sayısını çabucak çoğaltır; Âkif Paşa da Babıâlinin diğer seçkin bir simasını, kethüdalıktan Mülkiye Nazırlığına yükselmiş Pertev Paşayı karşısında bir rakip olarak buldu; öyle ki, Türk edebiyatı ve diplomasîsinin bu iki kıymeti, biribirlerinin ikbaline engel olmak için, Abdurrahman Şeref Efendinin pek güzel bir sözüdür, kendi hayatlarını zehirlediler. İlk fırsat Mülkiye Nazırının eline geçti; Âkif Paşanın Hariciye Nazırlığına geldiğinin tezine bir Vilyam Çörçil hâdisesi patlak verdi. 1840 da İstanbulda “Ceridei Havadis” adında bir gazete çıkaran Çörçil, bir gün Kadıköy taraflarında avlanırken av tüfeğile bir müsman çocuğunu yaraladı; halk galeyana geldi; Âkif Paşa da bu adamı hapsettirdi, bu arada İngilize dayak da atıldı; İngiltere sefiri zabıta vakasını bir siyasî mesele yaptı, kapitülasyonları ileri sürerek bir İngilizin tevkifini protesto etmekle de kalmayıp sefaret vazifesini bırakmağa kadar vardı. Türkiyenin Londra elçisi, gazeteci Çörçil hâdisesinin, iki büyük devletin dostluk münasebetlerini bozacak bir şey olmadığını, anlamak istemiyen İngiltere Hariciye Nazırına, pek tabiî anlatamadı; kararsız Babıâli hükûmeti, Pertev Paşanın tavsiyesini en uygun yol buldu, meseleyi Hariciye Nazırının azlile kapattı. Bir yıl sonra Pertev Paşa azledilerek Edirneye sürüldü, Mülkiye Nazırlığının adı Dahiliye Nazırlığına çevrilerek Âkif Paşa rakibinin yerine geçti ve Pertev Paşanın günahsız iken boynu vuruldu; Âkif Paşa bu mâsum kanın lekesini ne silebildi, ne de şeametinden kurtulabildi. Pertev Paşayı bir velinimet bilen Hariciye Nazırı Mustafa Reşid Paşanın gittikçe artan nüfuzu altında eziliverdi, Nazırlıktan azledilip 1839 da Kocaeli mutasarrıflığına tayin edilmek suretile İstanbuldan uzaklaştırıldı; 1840 da bu vazifeden atılarak Edirneye sürüldü. Her an ölüm korkusu içinde kıvrandı. Mahkûmiyetini doldurduktan sonra İstanbula gelmek istedi, izin verilmedi, ancak Bursaya gidebileceği bildirildi; bir zaman Bursada kaldıktan sonra Şehzade Abdülhamidin doğumu münasebetiyle hükümdara takdim ettiği bir tarih üzerine İstanbul izni çıktı, paşa, İstanbula döndükten sonra mevsimlere göre Süleymaniyedeki konağında ve Boyacıköyündeki yalısında oturdu, sıkı bir göz hapsi altında bulunduruldu, dostlarile temas ettirilmedi, inzivanın bitmez tükenmez kaygıları arasında ömür sürmiye başlandı, yalnız camiye gidip gelmesine izin verilmiş idi. Bu müz’iç devir, paşanın geçirdiği en acı yıllarından sayılabilir; nihayet şiddetli istekleri üzerine 1844 de Hicaza gitmesine müsaade edildi. Hac dönüşü 1845 de İskenderiyede öldü ve Danyal Peygamberin türbesi civarında gömüldü.
Âkif Paşanın bize intikal eden eserlerinin en karakteristik mevzuu, azlini ve felâketini hazırladığına inandığı Pertev Paşa aleyhinde yazılmış eserleridir. Daha Pertev Paşa, iş başında iken Âkif Paşanın mabeyine takdim ettiği bir arizada: “Maksadı aslîsi mücerret İngiliz politikasını kendi ikbaline âlet etmekten ibaret olduğunu” söylemiştir.
Mabeyine verdiği iki jurnalda ve ayrıca “Tabsıra” adındaki eserinde Pertev Paşa, damadı Vassaf ve kardeşi Mühimat Nazırı Emin Efendinin yolsuz muamelelerinden ve suiistimallerinden ve bunların İngiliz politikasını devletin zararına olarak terviç ve takip ettiklerinden bahsediyor. Âkif Paşanın, bu çeşit yazılarından başka resmî yazıları “Münşeatı elhac Âkif Efendi” adındaki eserinde toplanmıştır ki, bu eser, 1846 da basılmıştır. Hususî yazıları da: “Muharreratı hususiyei Âkif Paşa” adı altında 1885 de kitap halinde neşredilmiştir. Menfa hayatının acılarını, ıstıraplarını ifade eden bu yazılar, dostlarına ve akrabalarına Edirneden gönderilmiş mektuplardır. Bunlar arasında, âlakayı üzerine çeken hayli değerli parçalar vardır. Onun bu eserleri, başta Namık Kemal olduğu halde tanzimat fikir adamları tarafından sevilmiş ve beğenilmiştir.
Âkif Paşanın ikisi hece veznile olmak üzere büyük bir kısmı aruzlu ve şekil eda itibarile tamamile divan edebiyatının bir devamı olan manzumeleri de vardır.
İşte bu yazılarını inceliyen bazı kimseler, Âkif Paşayı bir yenilik müjdecisi sayarlar. Onu, Tanzimata takaddüm eden devirde bir ışıltı halinde beliren yenilik hareketini destekliyen bir sanatkâr olarak gösterirler. Halbuki nesrinin sadeliği ve torunu için yazdığı bir mersiyesi ile bir türküsünün hece veznile yazılmış olması yüzünden onu yeniliğin öncülerinden saymak zannediyorum ki, yerinde bir hareket telâkki edilemez. Çünkü sade nesir, divan edebiyatı içinde Âkif Paşadan çok evvel yazılmış Paşanın nesrinden daha sade ve muhakkak ki, çok daha sağlam ve sanatli olmak üzere güzel nesir parçaları vardır. Nazmına gelince; bilhassa on yedinci asırda kıymet bahsinde divan şairlerile boy ölçüşecek değerde halk şairleri yetişmiş ve karşılıklı olarak biribirlerine tesirler icra etmişlerdir. Bundan ötürü birçok şairler iki vezni de kullanmışlardır.
Filhakika Âkif Paşanın mersiyesi güzeldir. Mevzu icabı çok samimîdr. Esasen böyle duyguların sirayeti de geniş olur. İnsanlarda ne de olsa ölüm hâdisesine karşı bir duygu iştiraki vardır. İşte bu tarzdaki şiirlerin üzerinden geçen uzun zamana rağmen kıymetinin diri kalması, şiirin derinliği ve örgüsü kadar bazan mevzuundaki müşterek teessürümüzün de rolü vardır:
Tıfl-ı nâzeninim unutmam seni
Aylar günler değil geçse de yıllar.
Telihkâm eyledi firkatin beni
Çıkar mı hatırdan o tatlı diller?
Kıyılamaz iken öpmeğe tenin
Şimdi ne haldedir nazik bedenin
Andıkça gülşende gonce dehenin
Yansın âhım ile kül olsun güller!
Tagayyürler gelüp cism-i semine
Döküldü mü siyah ebrû cebîne?
Sırma saçlar yayıldı mı zemine?
Dağıldı mı kokladığım sümbüller?
Feleğin kinesi yerin buldu mu?
Gül yanağın reng-i rûyu soldu mu?
Acaba çürüdü, toprak oldu mu?
Öpüp okşadığım o pamuk eller?!
Esasen hece veznini kullanmasındaki sebebi türküsünün başına koyduğu şu sözlerden daha iyi anlıyoruz: “Menfada iken suz-i derun ile vadii diğerde söylenmiştir.” Anlaşılıyor ki, büyük acısının tasannuna lüzum görmeksizin anlatmak istediği için heceye başvurmuştur.
Âkif Paşanın bir de meşhur “Adem” kasidesi vardır. Bu manzume ile Âkif Paşanın felsefî düşünceyi edebiyatımıza getirdiği söylenir. Halbuki Âkif Paşa, garp kültürü almamıştı. Garp dillerinden herhangi birisini bilmezdi. Onun yaşadığı devirde felsefî eserlerde dilimize çevrilmemişti. Binaenaleyh Âkif Paşanın “adem” hakkında ne fikri olabilirdi. O bir takım düşünce kırıntılarını toplayıp şiir potasında eritiyor. Fakat bunlar ile yokluğun esrarına, ne şüphenin ateşten gömleğini giydirebiliyor, ne de onun üzerine şuurun aydınlığını tutabiliyor?
Nesirlerine gelince: Tabsıradaki dil bir derece sadedir. Pertev Paşanın aleyhinde yazılmış bir eser olmakla beraber, yer yer paşanın hâtıralarile eser zenginleşmiştir. “Şeyh Müştaka cevapname” adındaki mektubu sanıyorum ki, paşanın en güzel nesir yazısıdır. Edebî yazı çeşitleri arasında paşanın mektupları ve bunlar arasında serpiştirilmiş olan hâtıraları, bu nevi edebî örneklerin bizde ilkidir denebilir. Fakat eğer paşa, hakikî bir sanatkâr gibi yaşadığı hayatın dalgalı ve acıklı halini ruhundaki ihtiraslı yaşama şevkini dile getirebilseydi edebiyatımızın muhakkak ki, namlı şairlerinden biri olurdu. Fakat paşanın kültürü eksikti. Halbuki kuvvetini geniş bilgiden alamıyan bir saat adamı yeni bir şey bulup anlatamazdı.
Âkif Paşa için Fuat Köprülü: “Millî edebiyat cereyanının ilk mübeşşirleri” adındaki eserinde belirttiği gibi: “Halbuki münhasıran şark terbiyesi görmüş ve Avrupa medeniyetine bigâne kalmış olan Âkif Paşayı eski klâsik edebiyatının son mümessillerinden addetmek şüphesiz daha doğrudur.” diyor. Hakikaten parça parça yeniliklerine rağmen Âkif Paşayı divan edebiyatının bir devamı olarak kabul etmek daha doğru bir hareket olur.
Ali Nüzhet Göksel
Mehmed Âkif Paşa
(Resim: H. Çizer)
Theme
Person
Contributor
H. Çizer
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Creator
Ali Nüzhet Göksel
Identifier
IAM011046
Theme
Person
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Contributor
H. Çizer
Description
Volume 1, pages 524-526
Note
Image: volume 1, page 525
Theme
Person
Contributor
H. Çizer
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.