Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
AHMED SAMİM
Gazeteci, 1908 inkılâbından sonra, İstanbul basınının en seçkin şöhretlerinden, 1884 de, zabit olan babasının vazife ile bulunduğu Pirzerinde doğdu; tahsilini İstanbulda Galatarasay Sultanisile Robert Kollej’de yaptı; ikinci meşrutiyet inkılâbının ilk yıllarında “Sadâyi Millet” gazetesinin başmuharriri olarak İttihat ve Terakki Fırkasına karşı cesurane bir muhalefete geçti, ateşli yazılarile siyasî iktidarı elinde tutan bu fırkayı tagallüb ve istibdad ile itham etti; ve bir akşam, iğrenç bir siyasî suikasdin kurbanı olarak, Bahçekapıda, İş Bankası ve Valde sebilinin bulunduğu dört yol ağzında, Şekerci Mustafanın altındaki börekçi fırınının önünde meçhul bir mütecavizin tabanca kurşunile öldürüldü. Cinayet anında Ahmed Samim ile kolkola gitmekte bulunan Fazıl Ahmed Aykaç, o zamanlar İstanbulda pek heyecanlı akisler yapan ve siyasî dedikodusu yıllarca sürmüş bulunan bu cinayeti, arkadaşının çok kuvvetli çizilmiş bir portresile beraber şöyle nakleder:
“On temmuz inkılâbı olup da birbirinin adını bile bilmeyen birçok genç diğerlerile tanıştıktan sonra ben şuna dikkat ettim: Benim gönlüme karşı, en tatlı, en dostane ve en şetaretli bakış Ahmed Samimin zeki, aydınlığı bol ve neşesi taşkın olan gözlerinde vardı ve onunla üç dört kere konuştuktan sonra kendisine râm oldum. Yani zihnimin ...
⇓ Read more...
Gazeteci, 1908 inkılâbından sonra, İstanbul basınının en seçkin şöhretlerinden, 1884 de, zabit olan babasının vazife ile bulunduğu Pirzerinde doğdu; tahsilini İstanbulda Galatarasay Sultanisile Robert Kollej’de yaptı; ikinci meşrutiyet inkılâbının ilk yıllarında “Sadâyi Millet” gazetesinin başmuharriri olarak İttihat ve Terakki Fırkasına karşı cesurane bir muhalefete geçti, ateşli yazılarile siyasî iktidarı elinde tutan bu fırkayı tagallüb ve istibdad ile itham etti; ve bir akşam, iğrenç bir siyasî suikasdin kurbanı olarak, Bahçekapıda, İş Bankası ve Valde sebilinin bulunduğu dört yol ağzında, Şekerci Mustafanın altındaki börekçi fırınının önünde meçhul bir mütecavizin tabanca kurşunile öldürüldü. Cinayet anında Ahmed Samim ile kolkola gitmekte bulunan Fazıl Ahmed Aykaç, o zamanlar İstanbulda pek heyecanlı akisler yapan ve siyasî dedikodusu yıllarca sürmüş bulunan bu cinayeti, arkadaşının çok kuvvetli çizilmiş bir portresile beraber şöyle nakleder:
“On temmuz inkılâbı olup da birbirinin adını bile bilmeyen birçok genç diğerlerile tanıştıktan sonra ben şuna dikkat ettim: Benim gönlüme karşı, en tatlı, en dostane ve en şetaretli bakış Ahmed Samimin zeki, aydınlığı bol ve neşesi taşkın olan gözlerinde vardı ve onunla üç dört kere konuştuktan sonra kendisine râm oldum. Yani zihnimin ne kadar tahlil ve tenkit kuvveti varsa, kloroform koklamış gibi uyuştu ve kalbimde mevcut bütün sevgi ve dostluk keseleri ona karşı çözüldü.
Onu her gün daha müsekkir, hoş ve lâtif bulurdum. İnsanlığının birçok müfrit fakat tebcile lâyık büyüklüklerini onda imrenerek seyrederdim. Kendisine iftiradan, hasetten ve garezden örülmek istenen bir düşmanlık ağı vardı, biçarenin önüne kurulan şenaat ve ahlâksızlık içinde kazılmış bir cinayet pususu!..
Fakat bunlar Ahmed Samimin cesur ve coşkun, lâkin mütevazi ve beşuş metanetini hiç haleldar etmemişti. Kendisini en denî bir ele verilen tabanca ile öldürtmek, ne kadar büyük ve alçakça bir cinayet idiyse biçârenin suçsuz ve muhterem nâmını iftira ve tezyif çukurları içine atmak isteyiş de öyle bir şenaattir. Onun nezahet dolu adını, zavallının ölümünden sonra bile garezle tekrar edenler olmuştur.
Ahmed Samim, genç ve zekiydi; çalışkan ve afifti, fedakâr ve vatanperest bir adamdı ve böyle olduğu halde bizim bugün, yani bütün şu harp senelerile tekmil kemiklerinizi kıran izmihlâlin sonunda, çektiğimiz mahrumiyet, zaruret ve ihtiyacı daha o vakit çekiyordu.
“Bir akşam üstü Tanindeki telgraf tercümelerini erken bitirmiştim. Samime “merhaba” demek için Babıâli yokuşundan iniyordum. O vakitki Sadayi Millet gazetesine doğru tamam Meserret otelinin önüne geldiğim zaman esbak Şeyhülislâm Cemaleddin Efendi merhumun muhterem oğlu Muhtar Bey dostuma rastladım. Arabasını durdurtarak bana nereye gittiğimi sordu:
— Samime gidiyorum.
— Ben de oradan geliyorum. Dehşetli münakaşalar ettik. Çok rica ederim, yarın akşam kendisile behemehal bize gelin. Celâl Sahire de haber verirseniz pek memnun olurum!.
Matbaaya varıp Ahmed Samime mülâki olduğum zaman kendisi iğtişaş ve ateş içinde gibiydi. İptida beni birçok azarladı. On beş gündür niye görünmedim diye. Sonra mutadı veçhile birçok şakalar yaptı. Muhtar Beyin davetini söyledim. Ve bir akşam sonra yine ayni matbaada toplanarak Celâl Sahir, kendisi ve ben Kuruçeşmeye gitmiye karar verdik.
Yalnız kaldığımız zaman Samim bana dedi ki:
— Biliyor musun Fazıl ne kadar fenayım?. Ne kendimi, ne de etrafımı hiç iyi göremiyorum. Bir kere buna emin ol ki, memleket gümbür gümbür gidiyor... Sonra, benim halim de pek berbat! Sen nasıl görüyorsun?..
— Samim, dedim, memleketi bilmem; fakat ben senin vaziyetini hiç iyi bulmuyorum. Ve gayretinin, fedakârlığının müsmir olabilecek bir zeminde bulunduğuna da asla kani değilim!.
O pek çok sevdiğim tatlı bakışile gözlerimin bebeklerinde toplanan endişeli, ıstıraplı mânayı istiknah etmek istedi ve birkaç saniye mütereddit durdu. Sonra birdenbire azmi, kararı büyük bir kuvveti imdadiye almış gibi, ,ifadesine salabet ve ciddiyet geldi:
— Ne yaparlarsa yapsınlar Fazıl; hiçbir şeyden pervam yoktur!.
“Adeta bir şeyin sonuna geldiğimizi ikimiz de duyar gibi oluyorduk ki, biten, bitmek üzere olan bir şey var. Ahmed Samime birçok tehdit mektupları göndermişlerdi. Hattâ bazı garip kimseler kendisine garip müracaatlarda bulunarak sesini kısmasını, bulunduğu gazeteyi terketmesini tenbih eylemişlerdi. Ve o akşam anladım ki, Samim bütün bunlardan müteessir ve mütehassis olduğu kadar gazetenin hakikî vaziyetinden de şüphedardır. Ve kendisi için en müthiş olan nokta da bu idi. Yani kendi saffet ve samimiyetinin, sırf memleket düşmanı insanlar tarafından suiistimal ve hattâ suiistihdam ve istismar edildiğini hissedecek olursa yeisinden delirecekti. Ve halbuki bundan şüphe etmiye başlamıştı.
Sabahleyin Darülmuallimindeki dersimden evvel Celâl Sahirin evine gidip Muhtar Beye med’u olduğumuzu, akşam üstü Sadayi Millet matbaasında toplanacağımızı, söyledim. Celâl Sahir daveti memnuniyetle kabul etti. Ve akşama birleşmek üzere kendisinden ayrıldım. Lâkin vakit gelip de matbaaya gittiğim zaman Samimin orada olmadığını söylediler. Diğer davetlilerin hepsi hazırdı. Hattâ Muhtar Bey de orada bulunuyordu. Samimin çoluk çocuğunu ziyaret etmek üzere Eyübün üzerinde Hamidiye köyüne gittiğini, kendisinin o sebeple biraz geç geleceğini öğrendik. Maamafih pek çok gecikmedi. Güler yüziyle kapıdan içeri girdi. Ve şu kararı verdik: Muhtar Bey ve Celâl Sahir doğruca Kuruçeşmeye gidecekler; Samimle ben Şahabeddin Süleymanı bulacağız, ve onu alarak yalıya geleceğiz. Birbirimizin elini sıktık. Matbaanın kapısından Muhtar Beyin arabası ilerledi. Biz de Samimle kol kola yola düzüldük. İşte bu saniye ile zavallı şehidin beynini paralayan kurşunun infilâk anı arasında ancak dört beş dakika kadar bir zaman geçmiştir.
“Sadayi Millet matbaası Ebussuud caddesinde idi. Ortalık epeyce karanlılk, yani bütün mânasile geceydi.
Tamam Rifat Efendinin dükkânı önünde birdenbire durarak: “Ah, ne kadar hararetim var, dedi. Gel şurada birer turunç şerbeti içelim.” Dükkâna girdik. Fakat vakit geç olduğu için bir şey bulamadık. Satıcılar da dükkânı kapamak üzere idiler. Yine kolkola posta ve telgraf müdüriyeti umumiyesi karşısındaki sokaktan köprüye doğru yürümeğe başladık. Ben Samimi kendi vaziyeti ile gazetesi hakkında konuşmağa sevk için lâkırdıyı değiştirdim:
— Canım, dedim, hani şu senin Kozmididen ne haber? Dün bir şeyler söylüyordun: Pek dikkat edemedim.. Binnetice neye karar verdiğini sorabilir miyim?
Zavallı ve aziz Ahmed Samim, çok dertli bir adam halile birkaç kere içini çekti. “Ne kadar canım sıkıldığını bilemezsin, bilemezsin, Fazıl, dedi, bu akşam uzun uzun konuşuruz ya! Fakat şu Kozmidiye öyle bir iş yapacağım ki, dünya hayrette kalacak!”
— Yok canım! Ne yapacaksun kuzum?!.
Biraz tereddüt etti ve sonra gülmiye başladı. Söylediği şunlar:
— Gazeteyi kat’iyyen bırakıyorum. Amma kat’iyyen!. Çünkü doğrusu kendim de birçok şeyden şüphelenmiye başladım. Gazeteyi bırakacağım akşam yirmi dört punto ile kendim karilere bir “arzı itizar” dizeceğim ve makineye vereceğim. Amma bunun içinde ne yazacağımı söyliyemem!...
Yine gülüyordu. Beş on adım daha attık. Ortalık tenha, etraf karanlıktı. Bahçekapısında Kasabyan eczahanesi karşısındaki boğaçacı fırınının önüne gelmişiz. Gelmişiz diyorum, çünkü oraya vusulümüz anında kopan kıyamet esnasında ben nerede olduğumuzun farkında bile değil idim. İşte birdenbire duyduğum şey: Kulaklarımın zarlarını patlatacak bir şiddetle gümbürdeyip bana “vuruldum!” hissini veren dehşetli bir tarâka.
“Bir tarâka ki, gûya beynimin içinde bir infilâk olmuş vehmini bütün hüviyetime seyran ettirdi. Nihayetsiz bir haşyet zelzelesi içinde bir an için başımı arkaya çevirdiğimi pek iyi hatırlıyorum. Ve yine pek vâzıhân hatırlıyorum ki o saniyede bir ateş gördüm, o kadar! Sonra yapılan tahkikat bunun, atılan ikinci kurşunun alevi olduğunu isbat etti ve o sırada ben bir mûcize ile kurtulmuş oldum ki, şudur: Her taraf karanlık olduğu halde demin bahsettiğim boğacacı fırınının kepenklerinden bir tanesi açıktı ve içerdeki ziya bu karanlık safhanın üzerine müstatil bir aylınlık dilimi resmediyordu. İşte ben ellerim başımda, “uruldum!” diye o fürceden içeriye kendimi atmıştım. Lâkin böyle çılgınca içeriye atılırken üçüncü bir tarâka daha olduğunu pekâlâ duydum. Fırıncılar yemek yiyorlardı. Böyle kapılarının önünde kurşunlar patlarken içeriye “uruldum” diye birinin can atması üzerine, tabiî haşyetle yerlerinden fırladılar. Ve derakap açık duran kepengi örtüverdiler.. Ben kat’iyyen urulduğuma kani olarak, kulaklarımın zarları parça parça olurcasına çınladığı halde üstümde başımda kan arıyor; tarif olunamaz bir büht ve sersemlik içinde başımı, vücudümü uğuşturuyordum. Fırıncılar hemen su getirdiler. Onu bile içemedim. O sırada Samim aklıma gelldi. Ya onu urdularsa!.
Ve büsbütün dehşetim arttı! Fakat fırıncılar da korku içinde bulunuyorlar ve dükkânın kapısını açmıyorlardı. Bu fırının içinde zannederim ki, on dakika kadar kaldım. Birdenbire dışarıdan kapıyı urdular. Gelenler zabıta memurları imiş ve aydınlık istiyorlarmış. İşte bu vesile ile dir ki, ben de dışarıya çıkmağa muvaffak oldum. Galiba dünyada hiç unutmayacağım en yırtıcı bir levha görmek için!
Fırından verdikleri kötü lâmbanın, kırmızımsı ve pis aydınlığı altında beyninden vurulan zavallı Samimin ölü çehresi!..
Ben perişan ve muzmahil bir halde, fırından çıktıktan sonra kendimi mütemadiyen itidale davet ediyor, yapılabilecek şeyleri düşünüyordum. Her şeyden evvel emniyeti umumiye giderek ifademi vermek istedim ve yürümeğe başladım. Cağaloğluna Tanin matbaasının önüne geldiğim zaman Cahid Beyin odasında aydınlık gördüm ve derakap yukarıya çıkıp faciayı kendisine anlattım. Makale yazıyordu. Ben Samimin vurulduğunu söyler söylemez kaleminin elinden düşüverdiğini hâlâ hatırlarım.
— Aman ne diyorsun? dedi ve derakap telefonla o zaman Dahiliye Nazırı olan Talât Beyi aramağa başladı. Talât Beyin Cavid Beyde olduğunu söylediler. Oraya telefon etti ve vakayı haber aldı. Bana: “Emniyeti Umumiyede ne yapacaksın? Hemen bir arabaya atla. Köprübaşı merkezine git.” dedi.
Yeis kesel ve bütün maddî tüvanımı bile kesip getiren bir elem içinde köprü başı merkezine geldim, yalnız bir polis efendi vardı. Komiser, filân galiba mahalli hâdiseye gitmişlerdi. Niçin müracaat ettiğimi söyledim ve yavaş yavaş etrafım kalabalıklaşmağa başladı. Emniyeti Umumiye Müdürü Galib Paşa, o zaman Üsküdar polis müdüriyetinde bulunan Azmi Bey, bir takım müstantikler bulunduğum odayı mütemadiyen dolduruyor, ve hepsinin nazarı kâh hayret, kâh şüphe ve tereddütle üzerime dönüyordu. Dediler ki, o geceye kadar Bahçekapısında köşe başındaki sebilin önünde bir süvari polis neferi dururmuş ve o gece her nedense o memur da orada bulunmamış! İstintak, tahkikat, dakikadan dakikaya müheyyiç safhalardan geçiyordu. Ben matbaadan nasıl çıktığımızı, nereye gideceğimizi, vakanın nasıl cereyan ettiğini, boğaçacı fırınına nasıl atıldığımı birer birer söyledim. Tekmil fırıncıları çağırdılar ve beni kendilerile müvacehe ettirdiler:
— Dükkâna giren adam bu muydu?
O zaman hiç tanımadığım bir kimseceğiz dikkatle yüzüme bakıyor ve benim için birdenbire dünyanın en ziyade ehemmiyet kazanan kelimesini söylüyordu :
— Evet.
— Elinde silâh var mıydı?
— Hayır!..
Dikkat ediyordum ki, bütün oturanlar da bu sade kelimelere benim kadar heyecanla muntazırdılar.
Nihayet, gece yarısından sonra, Hüseyin Cahid Beyi de getirdiler. Onun ifadesine de ayrıca müracaat olundu, zannederim. Zira beni başka bir odada oturmağa davet etmişlerdi. Orta boylu, tıknazca ve sakallı bir adam ki - Şehremanetinde pul memuru imiş galiba - katili reyülâyin görmüş. Ona da beni gösterdiler. “Hayır, bu değil!” dedi ve sonra benim de yarı maktul olduğumu anladı!..
Maamafih tahkikat bir türlü nihayetlenmiyor, merkezde heyecan artıyordu. Sabaha yaklaştık. Ben aç, susuz, iştihasız, ve göğsümün içine girerek kalbimi yırtıp, didikliyor vehmi veren bir büyük kedere zebun bulunuyordum.
Gönlüm kendisine karşı müveddetle dolu bulunan Samimciğin kaatili olmak gibi bir şüphe gölgesi altında bir saniye kalmağı ile tabiatin tesadüfün o kadar hain bir hareketi olarak görüyordum ki, tarif edemem... İstintakım nihayet bulduğu halde serbest bırakılmayışımdan biraz müteessir olmağa başladım ve Azmi Beye müracaatla dedim ki:
— Vazifei medeniyemi yapmak için buraya geldim ve ifademi verdim. Eğer beni şüphe altında bulunduruyorsanız, pekâlâ! Fakat lûtfen söyleyin de aileme malûmat vereyim ve ona göre tertibatta bulunayım.
— Estağfurullah, dedi, lûtfen beş dakika oturunuz. Şimdi malûmat veririm.
Ve hakikaten beş on dakika sonra serbest olduğumu tebliğ ettiler.
“İşte o saniyeye kadar bütün menatetimi sarfederek muhafazasına çalıştığım itidal, yere düşen bir pul şişe gibi parça parça oldu ve hüngür hüngür ağlamağa başladım.” (Fazıl Ahmed, Kırpıntı).
Celâl Sahir de, yakın arkadaşı Ahmed Samim için “Feryad” adı ile şu mersiyeyi yazmıştı:
Ey vatan, ey zavallı mâderi zâr,
Seni feryâdım itmesin bizâr.
Bu karanlıkta oynayan alçak
Ellerin zulmine şikâr olarak
Eriyen, aşki haktan ayrılmaz
Bir dimağı hamiyet efşandı;
O, senin en güzide, en mümtaz,
En münevver çocuklarındandı.
Onu zulmetde dişleyen nâ merd
Açdı kalbinde bir unutulmaz derd...
Şimdi koynun o nûre oldu mezar,
Ey vatan, ey zavallı mâderi zâr.
Ey vatan, ey zavallıcık anne,
Tâkatim yok sükûni temkine.
Hak için haykıranların birisi
Öldü; kurşunla susduruldu sesi.
Geceler kahramanı bir bîdin.
Buldu zulmetde bir şeriki garaz,
“Gece hemrâzıdır hayadidin”
Bir denînin muini nur olamaz.
Şimdi vechinde bir nikabı siyah,
Gülüyor, korkusuz bu mateme. Âh,
Sen tükürmez misin onun yüzüne,
Ey vatan, ey büyük, vakur anne?
Ey garib anne, ey zavallı vatan,
Sen bu alçak çocuklarından utan!
Sînen üstünde sâkitâne akan
Bu mübarek ve bi günah al kan
Sana bir nefret eylerim telkih...
Evet, iğren bu levsden, iğren!
Ve sen, ey muhterem şehidi nezih,
Gül bu çirkefli ufka göklerden,
Düşmesin lânene fakat nazarın,
Ağlayor orada kızların ve karın...
Bu yetim âşiyanı sen ondan
Sakla koynunda, ey zavallı vatan.
Ey vatan, ey bu kavme mehdi necib
Muhterem yurd, bu âşiyanı garib
Babasız kaldı, kimsesiz kaldı;
Bir şehidi muazzezin yâdı
Titrek üstünde şimdi bî vâye.
Ooh, terk eyleme, unutma sakın,
Ona salsın muhabbetin sâye,
Yavru kuşlar içinde ağlamasın.
Buradan aksiden şikeste sedâ
Onu ta’zib ider mezarında.
Ey büyük mâderi şefikü âsil
Gel, bu gözlerde titreyen yaşı sil...
Ahmed Samim henüz yirmi altı yaşında iken öldürülmüştü (1910).
Ahmed Samim
(Resim: S. B.)
Theme
Person
Contributor
S. B.
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM010952
Theme
Person
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Contributor
S. B.
Description
Volume 1, pages 463-467
Note
Image: volume 1, page 464
Theme
Person
Contributor
S. B.
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.