Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
AHMED PAŞA (Tarhoncu Kethüda)
On yedinci asır vezirlerinden, Dördüncü Mehmedin Sadırazamlarından, Osmanlı Sadırazamlarının yetmiş üçüncüsü; ilk Osmanlı bütçe tasarısını yapan devlet adamı; aslı Arnavutlukta Mat kasabasındandır, çocuk iken İstanbula gelmiş, Enderunu hümayuna alınmış, saraydan sipahilikle çıkmış, önce Mısır valisi Müsa Paşaya, (H. 1058) 1648 de Sadırazam Hezarpâre Ahmed Paşaya kethüda olmuştur; bundan ötürüdür ki Kethüda Ahmed Paşa diye de anılır. Sultan İbrahim ile Hezarpârenin mahvına varan Yeniçeri ihtilâlinde hayatını Şeyhülislâm Abdürrahim Efendinin himayesile kurtardı, Diyarbekir valisi, birkaç ay sonra da Mısır valisi oldu. Bu zengin memlekette beş yıl kadar süren valiliğinde doğruluktan ve adaletten ayrılmadı, azledilip de yerine gönderilen Abdürrahman Paşa tarafından muhasebesi görülmek üzere hapsedilmesi, Mısırda büyük bir teessür uyandırdı, muhasebe behanesile mal koparmak istiyen Abdürrahman Paşanın, işkence derecesine varan cefasını gördü, İstanbula davet olundu; rüşvetini almak için kendisini lekelemek istiyenlerin bütün gayretlerine rağmen, İstanbulda valilik hesapları tertemiz çıktı; fakat bu sefer de, mevkiini sağlam görmiyen devrin Sadırazamı Gürcü Mehmed Paşa tarafından tehlikeli bir rakip gibi görüldü, yine ayni, zimmetinde hazine parası vardır behanesile, Ahmed Paşa Yedikul...
⇓ Read more...
On yedinci asır vezirlerinden, Dördüncü Mehmedin Sadırazamlarından, Osmanlı Sadırazamlarının yetmiş üçüncüsü; ilk Osmanlı bütçe tasarısını yapan devlet adamı; aslı Arnavutlukta Mat kasabasındandır, çocuk iken İstanbula gelmiş, Enderunu hümayuna alınmış, saraydan sipahilikle çıkmış, önce Mısır valisi Müsa Paşaya, (H. 1058) 1648 de Sadırazam Hezarpâre Ahmed Paşaya kethüda olmuştur; bundan ötürüdür ki Kethüda Ahmed Paşa diye de anılır. Sultan İbrahim ile Hezarpârenin mahvına varan Yeniçeri ihtilâlinde hayatını Şeyhülislâm Abdürrahim Efendinin himayesile kurtardı, Diyarbekir valisi, birkaç ay sonra da Mısır valisi oldu. Bu zengin memlekette beş yıl kadar süren valiliğinde doğruluktan ve adaletten ayrılmadı, azledilip de yerine gönderilen Abdürrahman Paşa tarafından muhasebesi görülmek üzere hapsedilmesi, Mısırda büyük bir teessür uyandırdı, muhasebe behanesile mal koparmak istiyen Abdürrahman Paşanın, işkence derecesine varan cefasını gördü, İstanbula davet olundu; rüşvetini almak için kendisini lekelemek istiyenlerin bütün gayretlerine rağmen, İstanbulda valilik hesapları tertemiz çıktı; fakat bu sefer de, mevkiini sağlam görmiyen devrin Sadırazamı Gürcü Mehmed Paşa tarafından tehlikeli bir rakip gibi görüldü, yine ayni, zimmetinde hazine parası vardır behanesile, Ahmed Paşa Yedikuleye, en yakın adamları da Babacafer zindanına atıldı. Davası, Divanı hümayunda bir hayli uzun sürdü, yine beraat etti. Dedikodulara sebep olan servetinin, kendi nefsini birçok dünya zevklerinden mahrum ederek elde edildiği anlaşıldı. Bu davadan sonradır ki çocuk padişah Dördüncü Mehmedin etrafındaki saray erkânı, Tarhoncuyu, devletin bozuk düzenini ıslah edebilecek bir sima olarak tanıdı. Gürcü Paşa tarafından Yanya sancağile uzaklaştırılıp bir müddet Selânikte kaldı. İşte bu esnada, Valide Turhan Sultan Başağası Hacı İbrahim Ağa ve sarayın akıl hocalarından Anadolu Kazaskeri Mesud Efendinin kararile İstanbula ılgar ile çağırıldı. Geldiğinin tezine de (H. 15 receb 1062) 1052 de Gürcü Paşa yerine Sadırazam oldu.
Çalışkan, namuslu, doğru adamdı; suiistimal, rüşvet ve israftan nefret ederdi; hüsnüniyet sahibiydi ve gayet saftı; zamanı ise türlü entrika ve fesad, hiyanet ve cinayetle yuğurulmuş bir anarşi devriydi; kendisini, Sadırazam unvanının lûgat mânasiyle, padişahın mutlak vekili sandı, işe bu gafletle sarıldı ve gafletini hayatile ödedi.
Çocuk padişah ile devlet erkânı huzurunda ilk buluşması şöylece olmuştu:
Arz odası tahtında oturan Dördüncü Mehmed, Ahmed Paşayı yanına çağırarak: “Paşa ne dersin? Giriddeki orduya, donanmaya ve buradaki askere masraf ve ücretlerini muntazaman yetiştirmeği taahhüt edebilir misin?” diye sordu. Ahmed Paşa tereddütsüz: “Ferman padişahımındır, taahhüt ederim!” dedi. Padişah mührünü çıkardı ve oradaki devlet erkânına dönerek: “Bu taahhüt ettiği maddelerde istikamet üzere hizmet vücuda getireceğine sizler kefil misiniz?” diye sordu. Şeyhülislâm Ebu Said Efendi: “Padişahım, kefalet güçtür, nihayet umurunda hayra delâlet ve her hususunda muavenet ederiz, nasihat eyleriz!” dedi. Bunun üzerine padişah mührünü Ahmed Paşaya vererek: “Mübarek ola! Her işinde efendilerle meşveretten hali olma!” dedi. Fatiha okundu, Dördüncü Mehmed: “Bak â, Ahmed Paşa!. her vezir azlolunmaz! Eğer taksirin zuhur ederse başın keserim!” dedi. Sadırazam yer öptü: “Padişahım! benim dahi iki iltimasım vardır: biri kimin zimmetinde mîri malı bulursam tahsil ederim, kimse mâni olmasın! İkincisi, hazinenin takatini düşünmemiş olan Gürcü Paşa zamanındaki bütün tevcihatı ilga olunsun!” dedi. Padişah bu şartları kabul etti ve Sadırazamın eline, bu maddeler için tam istiklâl ile harekete mezun olduğuna dair iki hattı hümayun verildi. Saraydan çıkılınca, devlet erkânı vezir sarayında toplandı. Ahmed Paşa bu toplantıda şunları söyledi: “Ben bu makama lâyık değil iken Allahü Taalâ lâyık görüp ihsan etti. Devleti Aliyeye nizam vermek için her ne lâzımsa yapacağım, ya bu uğurda kelleyi vereceğim! Ölüm korkusu bilmem, el hatırı gözlemem, rüşvet ve şefaat ile mansıp vermem!” Vakanüvis burada: “Gafil Ahed Paşa, nice hükümdar ve veziri aciz hayrete düşürmüş bir işi başarmak dâvasile bu ağır yükün altına girdi” diyor.
Ahmed Paşa, evvelâ, zincirleme ihtilâllerle hükûmet emirlerine karşı kayıtsızlığa alışmış İstanbul halkına bir göz korkusu vermek istedi; bunun için devrin servet ve nüfuz sahibi şöhretlerinden birkaç kişinin idamı lâzımdı; on kadar zindan ve kürek mahkûmunun geceleyin boyunlarını vurduttu, cesetleri soyulup sırtlarına işlemeli gömlek ve don giydirilip donlarına sırmalı uçkurlar geçirildi ve şehrin kalabalık yerlerine bırakıldı. Fakat ertesi sabah, İstanbul zürefası: “Bu ayağı kirli, tabanı yarık, ırgad ve rencber gibi iri vücutlu devletliler kimler olsa gerek?” diye vezirin safiyeti ile alaya başladılar; bazıları da bu bir alay garibin kanını vezir için uğursuzluğa yordular.
Tarhoncu, Mahmudpaşa camii yanında vaktile Sadırazam Salih Paşanın oturduğu saraya yerleşmişti; bir gün Müftü Ebu Said Efendi ziyaretine geldi, o sırada huzuruna, devrin büyük vurguncularından Gümrükemini Hasan Ağa girdi; Müftü efendi: “Sultanım! bu kulunuz hâlen Gümrükemini kulunuzdur, bu mâkul iş adamıdır!” diye takdim edecek oldu. Ahmed Paşa sinirli ve soğuk: “Bilirim!” deyip Hasan Ağaya döndü: “Mutbak ve koyuneminlikleri de sendedir değil mi?” diye sordu, Hasan Ağa: “Belî sultanım, bu kulunuzdadır” dedi. Vezir kaşlarını çattı: “İstanbulda et bulunmuyor, bulunanlar da lâşeye benzer, yenmez, ya bunun aslı nedir?” dedi. Hasan Ağa: “Sultanım! koyun gelmedi” cevabını verdi. Bunun üzerine Ahmed Paşa parlayıverdi: “Bre melûn! diye bağırdı. Selânikten buraya kadar yolda, otlaklarda ve yaylâklarda sayısız, hesapsız koyun sürülerine rastladım, hangisine sordum ise Gümrük ve koyunemini Hasan Ağanındır, dediler, koyun gelmedi demek ne demek?” Hasan Ağa: “Sultanım! hâlen bu şehre gelip kesilenler o gördüklerinizdir, kasaplara boğazlamak hususunda zayıf ve semiz koyun müsavidir, koyunun semizi olsa arığı niçin boğazlansın” diyecek oldu, vezir iyice kızdı: “Bre muhtekir melûn! Zabun koyun bahara, yaza kalsa kurtulmayıp kırılır, semize zarar olmaz; hemen telef olacak hasta koyunları önce harca sürelim diye halka lâşe yedirirsin, semizleri saklarsın, beni bilmez mi kıyas edersin! Ya semiz eti bollaştırırsın, ve illâ seni dört parça edip parçalarını şehir kapılarına astırırım!” dedi. Müftü, Hasan Ağayı himaye yollu tekrar söze karıştı: “Sultanım, Hasan Çelebi kulunuz fermanınıza itaat ile elinden geleni yapacak bir kulunuzdur” dedi. Vezir soğuk bir cevap verdi: “Efendi, bilirim, tarife hacet yoktur!” dedi ve Hasan Ağaya: “Var bundan böyle halka et sıkıntısı çektirme ve bu saat üç yüz kese getir, hazinenin sıkıntısı vardır, seninle sonra hesaplaşırız!” dedi. Bunu işitince Hasan Ağanın aklı başından gitti, vezirin ayağına düşüp: “Devletlû.. Üç yüz kese, yüz kese ne demektir! bir veçhile kadir değilim!” dedi. Ahmed Paşa acı acı gülerek: “Yok dediğin aslını bilirim.. Sen hâmilerinin kapılarını dolaşıp hediyeler vermişsin.. Onlar da himaye ve şefaat vadetmişler.. Asılacak!. gözünü aç! himaye zamanı gitti! Hemen var, üç yüz keseyi Defterdara teslim et!” dedi. Bu sözler, bir vezir ağzı için büyük bir siyasî pot idi. Devlet erkânına ve bilhassa o sırada huzurunda bulunup Hasan Ağayı himaye eder görünen Müftü efendiye karşı açık hakaretti. Karşılığı gecikmedi, birkaç gün sonra padişahın bir fermanını aldı, bunda, Gürcü Paşa tevcihatı hakkında kendisine evvelce verilmiş olan salâhiyet fermanının hükümsüz olduğu, azlini icap ettiren bir sebep olmadıkça, Gürcü Paşadan mansıp alanların yerlerinde kalacakları bildiriliyordu. Bundan böyle vezir, iltimas ve şefaatlerine kıymet vermediği devlet ve saray erkânı tarafından çıkarılacak türlü engellerle karşılaşacak idi. Muvaffak olabilmesi için ise, sahip olduğu sonsuz hüsnüniyet, ölçüsünde zeki ve kurnaz değildi.
Hazinenin iflâs derecesine varan sıkıntısı karşısında (H. 19 rebiülâhir 1063) 17 şubat 1653 çarşamba günü, devlet erkânı, Tersane bahçesinde padişahın riyasetinde fevkalâde bir toplantı yaptı. Dördüncü Mehmed vezire: “Babam merhum zamanında ve daha evvelleri devletin iradı masarifine kifayet edermiş ve belki irad masraftan ziyade imiş; benim ise masrafım babam kadar yok, irad yine evvelki irad, şimdi yetişmeyip Tersane vesair mühimmata akçe tedarikinde aciz göstermenizin sebebi nedir?” diye sordu. Ahmed Paşa: “Padişahım, devletin masrafları şimdi evvelkinden fazladır da ondan” dedi. Devlet masrafları üzerinde herkes bir şey söyledikten sonra vezirin teklifi ile çok önemli bir karara varıldı. Birkaç senelik devlet geliri ve masrafları kalemlerdeki kayıtlardan çıkarılacak, buhranın çaresi bunun üzerinde konuşulacaktı. Yani bir bütçe ve bunun tartışması yapılacaktı. Ertesi gün Defterdara bir ferman gönderildi. Divanı hümayun erkânı Defterdar sarayında mahrem olarak toplandı. Defterdarın verdiği ilk rakamlara göre:
Merkez hazinesinde bir yılda 6000 yük akçe devrediyordu; hazinenin bir yıllık masraf açığı 1200 yük akçe idi, ve o tarihe kadar bir yıllık varidat, yani 6000 yük akçe peşinen harcanmış bulunuyordu; açığı bir yılda kapamak için hem büyük ölçüde masrafı azaltmak, hem de devlet gelirini artdırmak lâzımdı; bu ikinci yolda ise, Ahmed Paşa, vergi zamlarından ziyade, zimmetine mîri mal geçirmiş kimselerin şiddetle takibini düşünüyordu. Evvelâ yeni bir masraf defteri tanzim edip padişaha takdim etti. Fakat Vakanüvisin dediği gibi: “İrada göre masrafı azaltmak tedarikile devlete nizam vermek söz ile bitecek iş değil” idi.
Sultan İbrahim devri saltanatının mirası olan Girid harbi bütün şiddetile devam ediyordu; donanma teçhizatı masrafı büyük bir yekûna varmıştı; hazinede nakid toplamağa çalışan Sadırazam ise, Kaptan Paşaya para yerine yolda tahsil edilecek, tahsili şüpheli havaleler verdirtmişti. Bir gün Tersanede yapılan bir toplantıda para istiyen Kaptan Paşa ile Defterdar Paşa arasında şiddetli bir tartışma oldu. Defterdar Vezire dayanarak haşin bir tavırla: “Sana akçeyi taştan kesecek değiliz, hazinenin ahvali malûm, irad ve masraf mazbuttur, niçin imkânı vakte göre sühuletle iş görmeğe razı değilsiniz” dedi. Kaptan Derviş Mehmed Paşa, kıdem ve şöhretine güvenerek Defterdarı azarladı, aralarında bayağı bir ağız kavgası oldu. Sadırazam araya girecek oldu, Kaptan Paşa: “Paşa Hazretleri siz beni istiskal edersiniz, Leülhamd muahaze olunacak cürmüm yoktur ki, havf eyliyeyim, donanmanın tamamen mühimmatına iktiza eden akçeyi kusursuz ve nakid olarak almadıkça flandırayı asmak ihtimalim yoktur, eksik gedik donanma ile çıkıp rüsvay olmaktan ise burada ölürüm” dedi. Vakanüvis devrin sözüne inanılır şahitlerinden nakleder ki: Filan sahilde sana şu kadar mal gönderilecektir diye donanmayı tedariksiz ve levendsiz çıkarıp Kaptan Paşayı bednam etmek için Sadırazamın ve Defterdarın suikastleri bir hakikat idi”. Bu üç devlet adamı bir defa da padişah huzurunda tartıştılar. Kaptan Paşa: “Padişahım, ömrümü devlet hizmetinde ifna eyledim, bir pir kulunum, her niye malik isem donanmayı hümayun masrafına ve dinü devlet ve padişahımın uğruna feda etmişim, ve nihayet şimdi Venediğin donanması ve Girid gailesi sair senelere kiyas olunmaz, benim malim kifayet etmez” dedi. Dördüncü Mehmed: “Sana üç yüz kese vermişler a” deyince Derviş Paşa koynundan havale kâğıtlarını çıkardı: “Nakid yirmi keseden ziyade vermiş ise başım şart olsun, verdiği bu havale tezkereleridir ki tahsili mümkün değildir, beni padişahımın gazebine getirmek isterler, muradları beni idam ettirmektir” diyerek ağlamağa başladı. Sadırazamın, hazine tasarrufu uğrunda saray masraflarını azaltmasından kırgın olan Müsahipler de fırsat bulup Kaptan Paşayı tasdik ettiler; Ahmed Paşayı yalancılık ve hiyanetle itham ettiler. Ahmed Paşa da “Cümleyi rencide ettiğin bilüb kendûyu padişaha geçtiklerini ve derunu hümayunda kendi hakkında yaman kasit muzmer olduğunu bazı âsarından hissetmiş” idi. Gündüzleri emniyetsizlik, vehim ve endişe içinde, geceleri uyku ve rahati kaçmış olarak geçiriyordu, ve mütemadiyen: “Muradım nizamı devleti tashihtir, başıma yazılan gelir, düşmanlarım bildiklerinden kalmasınlar, nâhak yere ölürsem şehid olurum” diyordu.
Hattâ başka bir toplantıda kaptan paşa maddesinden ötürü kendisini azarlayan padişaha: — Padişahım, benim maksudum umuru devletine nizam vermek ve irad ve masrafı hiç olmazsa tesviye etmek idi, istikaametim ucundan cümleyi kendime düşman ettim, sâyü hizmetim bilinmeyip özrüm makbul olmuyor, hâlen âciz kalmışım, mührü şerifini kime diler isen ver ve beni ahır öldürür isen hemen bir gün evvel öldür!” diyip kaptan paşadan şikâyet etmişti. Sadrâzam nevruzdan bir iki hafta evvel bir gün müneccim başı Hasan Bahayi Efendiyi çağırttı: — Sana iki yüz altın bağışlayayım, benim hakkımda bir tehlike görünür mü, doğru söyle, emir hakkındır, bari tedariklice bulunalım! diye pek çok ihsanlar vadetti. Hasan Bahayi, Ahmed Paşa mührü hümayunu aldığı vakti taliini zaptetmişti: — Vallah Sultanım şimdilik öyle bir şey yoktur, ancak nevruz esnasında talii vezaretin bazı kutûat ve mahzuratı vardır, Nevruz günü sükûn ve sadakat ile takyit buyurmanız münasiptir! demişti. Reisülküttap Şâmîzâde efendi nakledermiş: Nevruzdan dört beş gün evvel Sadrâzama samur kaplı bir hil’at, ve gayet kıymetli bir mücevher hançer ile bir hattı hümayunda da “Veziri âzamım müşiri efhamım, nizamı devletim” diye lüzumundan fazla iltifat edilmiş.. Acı acı gülen Ahmed Paşa, bu iltifatı inayete hamledip sevinen bendelerine: — Bre hey ahmaklar!. Siz Padişahların muamelei kahr ve iltifaltrını ne bilirsiz.. Bu hadden ziyade nüvaziş ve izaz benim katlim mukaddemesidir! demiş.. Devrin Rumeli kazaskeri Hüsamzâde Efendi de şöyle bir fıkra anlatırmış: — Efendi kürk ve hançer geldiğinde tebrike gitmiş, Ahmed Paşa: — Behey efendi, mizacı salâtini bilmez ve ahvali âlemi anlamaz değilsiz, bu iltifat benim katlime delildir! diye hüzün ve melâl göstermiş, Hüsamzâde: — Niçin böyle buyurursun sultanım, teşe’üm iyi değildir! demiş; Paşa da: — Ben Padişaha yaranmak için cümle ile bozuştum, ektiğim tohum ne makule semere vereceğini bilirim! cevabını vermiş.
Devrin vakanüvis kayıtlarına geçmiş rivayetlerdendir; Mehmed Efendi adında salih bir kimse varmış, bir gece rüyasında veziri görmüş, ağaçtan köhne bir sedire oturmuş, önüne bir çevre yaymış, halk başına üşmüş, her gelen çevreye bir kızıl filorin bırakırmış.. Mehmed Efendi de bir altın bırakmış ve kendisinden bir mansıp istemiye niyetlenmiş.. Tam o sırada bir derviş gelip çevreye ortasından makas ile kesilmiş gibi bir yarım altın bırakmış, sonra tekrar geri almış.. Vezir de oturduğu yerden inerek gözden kaybolmuş bu rüyasını bir muabbire anlatan Mehmed Efendiye şöyle tevil etmişler: “Sedir, makamdır; akçe, dedikodu, sözdür; yayılmış olan çevre, vezirin mansıbındaki hal ve şânıdır; sedirden inip gitmesi makamından azli; gözden kaybolması, âlemi şuhuddan gitmesi; derviş, kaptan paşadır ki, adı Derviştir; akçesini geri alması, kendi zevaline dahi alâmetidir”. Bir rüyada Sadrâzamın kendisi görmüştü: “Peygamberimiz: — Ahmed, seni istemezler, yeter durdun, şimdiden sonra bize gel! diye mübarek ellerile işaret ve davet etmiş..”; yakınlarının nakline göre, Ahmed Paşa, ölümü kendisi için muhakkak bilip kayıtsız ve lâübali hareketi bundan ötürü imiş.
Nevruzda salı günü divana geldiğinde, üzerine aydın görülen bir vahşet vardı; vüzeraya selâm verdikten sonra: — Paşa karındaşlar! Bugün son divana gelmişizdir, ahret hakkını helâl eyleyin! diye veda etmişti.
Vakanüvis, Ahmed Paşa aleyhine hazırlanan ölüm entrikasını şöyle anlatır: “Padişah Ahmed Paşayı azil ve iktifa edip serhadlerden birine; bir vazife ile sürmek istiyordu; lâkin düşmanları, şöyle düşündüler, vezir cümlemizin hatırını Padişaha sadikane ve faydalı hizmet uğruna kırdı, yeni vezir bizim hatırımızı hoş etmek yolunu tutarsa yine bir iş göremiyecek, Ahmed Paşanın sadakatle hizmetinin kıymeti anlaşılacak, eğer şimdi sağ kurtulursa tekrar sadarete çağırılacağı muhakkak, o zaman da cümlemizden intikam alacağı âşikâr, münasib budur ki, Padişaha cülûs töhmeti ile katlettirelim dediler. Ol Allahtan korkmazlar: — Padişahım, lalanı Kaptan Paşaya akçe vermedin ile azarladın, o da kaptana hüsnü nazarınızı görüp hased etti, mührü benden alıp buna verecektir diye Padişahımdan meyus olup biraderiniz Sultan Süleymanı iclâsa karar vermiştir, hilekâr arnavut şayet Padişahımıza bir özür eder diye aklımız başımızda yoktur, hakkından gelecek iseniz lûtuf ve ihsan edip kendisine gazab sureti göstermeyin, her ne murad eder iseniz gafil avlayın! diye çocuk Padişahı vehme düşürdüler”. Nevruz günü, Osmanlı teşrifatı icabı, Sadrâzam Padişaha ağır hediyeler takdim etti; hediyeleri kabul olunup getiren paşalıya hil’at giydirildi. Bir perşembe günü idi, Sadrâzam erken tersaneye giderek kaptan paşa ile donanma işleri üzerinde çalışmağa koyuldu; o sırada saraydan bir haseki gelip kendisini Padişahın görmek istediğini bildiren bir ferman takdim etti. Paşa evvelâ şaşırdı, sonra acı acı güldü. Leğen ibrik isteyip abdest aldı: — Sizi Allahaısmarladık, ahret hukukunu helâl eyleyin, ancak bize gadir eyliyenler de muammer olmazlar inşallah! dedi. Hazır bulunanlar: — Sultanım hayır söyleyin!. dediler. Ahmed Paşa: — Ben rüyamı gördüm! diyip birkaç rekât namaz kıldı, tövbe ve istiğfar etti, yolda fukaraya sadakalar dağıtarak saraya gitti.
Ahmed Paşanın küçük tezkerecisi, Boğukoğlu Vecdi Çelebi idi, tatlı, zarif adam olduğundan kendini pek severdi, tersaneden saraya giderken Vecdi Çelebi de yanında idi: — Bak Çelebi! imdi beni alıkoyup katletseler havf eder miydin? diye sordu. Vecdi Çelebi: — Allah hızfeyliye Sultanım, bu ne asil sözdür! dedi. Ahmed Paşa: — Vallahilâzim eğer beni katletseler asla muztarip olmam, şahadet canıma minnettir, ben bir belâya giriftarım ki, ölümden gayri kurtuluş yoktur, sadâkat ve istikamet için bana düşman olan hainlerin sözleri makbul olup beni nahak yere gazebe getirdiler, hizmetin bilinmediği zaman ölüm hayattan yüz defa üstündür! dedi. Huzura çıktığında Dördüncü Mehmedin ağır hakaretine uğradı; Padişah, idamına işaret olarak: — Kaldırın! diye emrettiğinde, Tarhoncu Ahmed Paşa, cesur ve metin: — Padişahım! Sen beni şeriata dayanarak öldürüyorsun, benim katlimi mucip bir suçum yoktur, beni zulûm ile öldürüyorsun, mahşer gününde iki elim yakandadır! diye bağırdı. Huzurdan çıkarılan Sadrâzam cellâtlar tarafından boğulduktan sonra, ölüsü Demirkapı dışına bırakıldı, cellâtlardan biri ayak parmaklarından bir kaytan ile bağlayıp yüzüne bir çevre örtü, o tarihlerde ölmüş bulunan Musa paşanın zevcesi olan kızı, ki, bu hanımın adını vakanüvislerden maalesef öğrenemiyoruz. Padişahtan izin alarak babasının nâşını Musa Paşa sarayına kaldırttı, gasil ve tekfinden sonra Üsküdarda, çok muhtemel ki, Karacaahmed mezarlığına defnettirdi. Ölümünde altmış üç yaşlarında kadardı.
Tarhoncu Ahmed Paşanın idamı üzerine, mührü hümayun kaptan Derviş paşaya verilmişti.
Bibl. : Naimâ tarihi, V; Mehmed Halife, Tarihi Gilmânî.
Theme
Person
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM010918
Theme
Person
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Description
Volume 1, pages 426-430
Bibliography Note
Bibl. : Naimâ tarihi, V; Mehmed Halife, Tarihi Gilmânî.
Theme
Person
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.