Maddeler
İstanbul Ansiklopedisi'nin A harfinden Z harfine tüm maddelerini bir arada inceleyin.
Ciltler
1944 ile 1973 yılları arasında A harfinden G harfine kadar yayımlanmış olan ciltlere göz atın.
Arşiv
Reşad Ekrem Koçu'nun, G ve Z harfleri arasındaki maddelerle ilgili çalışmalarını keşfedin.
Keşfet
Temalar veya belge türlerine göre arama yapın; ilk kez erişime açılan arşiv belgeleri arasında gezinin.
AHİÇELEBİ CAMİİ
Bir Onaltıncı asır yapısı, Tezkiretül ebniyede Mimar Sinanın camileri arasında kayıtlıdır, Zindankapıda, sur dışındadır; bugün kendi adını taşıyan mahallenin sınırları dışında kalmıştır, Zindankapı mahallesinde Balıkpazarı Değirmen sokağı, Yoğurtçuhüseyin sokağı ve Zindankapı caddesi arasında kalan adacığı doldurur, kapısı Balıkpazarı Değirmen sokağındadır, üç tarafı dükkânlar, mağazalarla çevrilmiştir. Dört kâgir duvar üzerine oturtulmuş kurşun kaplı bir kubbeli ve taş minareli bir camidir. Çınar ağaçlarile bezenmiş renkli ve yazın her saatinde gölge içinde serin bir yol alan Değirmen sokağında görünüşü pek şirindir.
Ahiçelebi Camii, ilk bakışta, on altıncı asır yapısı sanatına hiç uymaz:
Mükâp şeklinde on iki fil ayağı üzerine atılmış olan on altı kubbeli ve kubbelerin üstü, kiremit döşenmiş bir ahşap çatı ile örtülmüş bir son cemâat yeri vardır. Kemerlerin yerden yüksekliği ancak 3 metre kadardır. Asıl mâbette de, tek kubbeyi tutan kemerler mükâp şeklinde altı fil ayağına bağlanmıştır. Bu camide elli beş yıl imamlık yapan merhum Hacı Hasan Efendinin semt halkına anlatmış olup tarafımızdan zaptedilen hâtıralara göre, ki bu hâtıraları en azından 70 - 80 yıl ile kıymetlendirmelidir, birgün, camiin mihrabının sağından, bir tatlı su fışkırır, camiin içini adam boyu ölçüsüyle bele k...
⇓ Devamını okuyunuz...
Bir Onaltıncı asır yapısı, Tezkiretül ebniyede Mimar Sinanın camileri arasında kayıtlıdır, Zindankapıda, sur dışındadır; bugün kendi adını taşıyan mahallenin sınırları dışında kalmıştır, Zindankapı mahallesinde Balıkpazarı Değirmen sokağı, Yoğurtçuhüseyin sokağı ve Zindankapı caddesi arasında kalan adacığı doldurur, kapısı Balıkpazarı Değirmen sokağındadır, üç tarafı dükkânlar, mağazalarla çevrilmiştir. Dört kâgir duvar üzerine oturtulmuş kurşun kaplı bir kubbeli ve taş minareli bir camidir. Çınar ağaçlarile bezenmiş renkli ve yazın her saatinde gölge içinde serin bir yol alan Değirmen sokağında görünüşü pek şirindir.
Ahiçelebi Camii, ilk bakışta, on altıncı asır yapısı sanatına hiç uymaz:
Mükâp şeklinde on iki fil ayağı üzerine atılmış olan on altı kubbeli ve kubbelerin üstü, kiremit döşenmiş bir ahşap çatı ile örtülmüş bir son cemâat yeri vardır. Kemerlerin yerden yüksekliği ancak 3 metre kadardır. Asıl mâbette de, tek kubbeyi tutan kemerler mükâp şeklinde altı fil ayağına bağlanmıştır. Bu camide elli beş yıl imamlık yapan merhum Hacı Hasan Efendinin semt halkına anlatmış olup tarafımızdan zaptedilen hâtıralara göre, ki bu hâtıraları en azından 70 - 80 yıl ile kıymetlendirmelidir, birgün, camiin mihrabının sağından, bir tatlı su fışkırır, camiin içini adam boyu ölçüsüyle bele kadar su basar, suyu denize akıtırlarsa da arkası kesilmez, camiin halile muhafazası imkânsız görünür, hattâ kısa bir zaman içinde, yüzümüzü mihraba verdiğimize göre yapı sola doğru hafifçe meyleder, bunun üzerine esaslı bir tamire geçilir, su basan kısım toprakla doldurulur, kalın fil ayakları da bu tamirde yapılır. Ahiçelebi Camiinde son cemaat yerinin loşluğu ile içinin gönüle ferahlık veren bol ışığı arasında romantik bir tezat vardır. Filiz yeşili boyalı ahşap minber, sağlam ve temiz olmaktan gayrı bir kıymet taşımamaktadır. Mihraba gelince tereddütsüz kaydedilmeğe değer, bu camiye lâyık olmıyan çirkin nakışları, şimdilik hiç olmazsa bir beyaz badana ile kapatılsa yeridir.
Ahiçelebi Camii, on yedinci asrın büyük Türk muharrir ve seyyahı Evliya Çelebinin hayatında hâtıraları bulunan bir mâbed olarak da eşsiz bir tarihî kıymet taşımaktadır. Evliya Çelebi, cihanı gezip dolaşacağı müjdelenen meşhur rüyasında, kendisini işte bu Ahiçelebi Camminde görmüştü. Büyük muharrir rüyasını haşmetli seyahatnamesinin birinci cildinin ilk sahifelerinde şöylece nakleder:
“Bu müsveddelerimize başladığımız sırada, hizmetile şerefyâb olduğumuz Bağdad fatihi Dördüncü Sultan Murad merhum rahmete gark ola; onun zamanı saltanatında, Hicretin 1041 (M. 1631) tarihinde İstanbul etrafında olan köyleri, kasabaları ve nice bin gül ve gülistanlı bağları seyir ve temaşa ile yaya olarak dolaşırken hâtıra büyük seyahat arzuları gelirdi; “Âyâ!. Peder ve mâder ve üstad ve birader kahırlarından nice hâlâs olup cihankeş olurum!” diye her ân Cenabı Haktan dünyada beden sıhhati ve seyahat, son nefeste îman ricasında idim. Ve daima dervişlerle ülfet edüp sohbetleri şerefile müşerref olup yedi iklimin ve yeryüzünün dört köşesinin vasıflarını dinledikte can ve gönülden seyahati isterdim. “Âyâ!. Âlemi temaşa edüp Mısır ve Şama ve Mekke ve Medineye varıp mefharı mevcudat hazretlerinin ravzai mutahharasına yüz sürmek müyesser ola mı?” diye zâr ve giryan ve serseri ve nalân olurdum. Bin kırk Muharreminin Aşura gecesiydi ki, İstanbuldaki evimizde şöylece bir dalmış iken bir rüya gördüm. Yemiş iskelesi yanında Ahiçelebi Camii ki helâl mal ile yapılmış bir eski camidir, kendimi orada gördüm. Derhal camiin kapısı açılıp bu aydınlık camiin içini nurlu bir cemaat dolduruverdi. Sabah namazının sünnetini eda edip salâvatla meşgul oldular. Ben hakir minber dibinde sakin olup bu cemaati temaşada hayran oldum. Hemen yanımda olan cana bakıp: — Benim Sultanım! Cenabı şerifiniz kimdir? İsmi şerifinizi bize ihsan buyurunuz! Dedim— Aşerei mübeşşereden Kemankeşlerin pîri Saad ibni Ebivakkas’ım! dedikte elini öptüm:
— Yâ Sultanım! Bu sağ yanınızda nura gark olmuş cemaat kimlerdir? dedim. — Onlar cümle Peygamberlerin ruhlarıdır ve geri saflarda olan cümle evliyalardır, bunlar sahabelerin, muhacirinin ve Kerbelâ şehitlerinin ruhlarıdır, mihrabın sağında olan Hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Ömerdir, solunda Hazreti Osman ve Hazreti Alidir, mihrabın önünde olan Hazreti Veyselkaranidir ve camiin solunda duvar dibinde olan esmer adam senin pîrin Peygamberimizin müezzini Bilâli Habeşidir, ve işte bu alem ile gelen asker ki kızıl kanlı esvaplar giymişlerdir, Hazreti Hamza ve cümle şehitlerin ruhlarıdır! dedi. Ben: — Yâ Sultanım! Bu cemaatin bu camide toplanmalarının aslı nedir? dedim. — Azak taraflarında Kırım Hanının askeri sıkıntıya düştü, imdada gideriz! Şimdi Hazreti Peygamber dahi imam Hasan ve Hüseyin ve on iki imamlar ve bizden gayri aşerei mübeşşere ile gelüp Sabah namazının sünnetini eda edüp sana “ikamet eyle” diye işaret buyururlar sen dahi yüksek sesle ikameti tekbir edüp selâmdan sonra Âyetülkürsi’yi oku; Bilâl “Süphanallah” desin, sen “Elhamdülillâh”, Bilâl “Allahü ekber” desin, sen “âmin âmin” de ve cümle cemaat tekbir ederiz. Sonra sen “Ve salliâlâ cemiülenbiyai velmürselîn velhamdülillâhı rabbilâlemin” deyüp kalk, hemen mihrapta Peygamberimiz otururken elini öp, “şefaat ya Resulallah!” deyüp meded rica eyle! deki. Gördüm ki cami kapısından bir nur çaktı, camiin içine nur doldu, nur üstü nur oldu. Cümle ayak üzere hazır durdular. Peygamberimiz yüzünde nikabile, elinde asâsile, belinde kılıcile sağında İmam Hasan, solunda İmam Hüseyin ile göründü. Mübarek sağ ayaklarını cami içre Bismillâh ile koyup mübaret yüzünden nikabı açtı. — Esselâmü aleyküm ya ümmeti!.. Buyurdular. Cümle bulunanlar: — Ve aleykümüsselâm ya Resulallâh! diye selâm aldılar. Hemen mihraba geçip iki rekât sabah namazı sünnetini eda edüp hakire bir dehşet, vücuduma bir titreme geldi, amma, Hazretin bütün eşkâline nazar eyledim; Hilyei Hâkani’de yazıldığı üzre idi, yüzünde nikabı al şal idi, destarı şerifi on iki kolanlı beyaz şâş idi, ve hırkai şerifleri sarımtırak deve yününden idi, gerdanında sarı sof şalı vardı, ve ayaklarında sarı çizmeleri vardı. Selâmdan sonra sağ tarafta bana bakın mübarek sağ elile dizine vurup hakire hitaben: — İkamet eyle! dediler. Hemen Saad ibni Ebivakkas’ın talimi üzre segâh makamında “Allahümme sallialâ seyyidina Muhammed ve âlâ âli Muhammed ve sellimü aleyhim” diye ikamet edüp tekbir ettim. Hazreti Peygamber dahi segâh makamında hazin bir sesle Fatihai şerifeyi okuyup cümle cemaat dinleyüp Hazret imamet etti. Selâmdan sonra hakir Ayetülkürsi, Bilâl Süphanallah, hakir Elhamdülillââh ve Bilâl Allahüekber deyüp Bilâli Habeşi ile müselsel müezzinlik hizmetinde oup duadan sonra bir Tevhidi sultâni olmuştur ki aşkı ilâhî ile mestoldum. Hulâsa Saad ibni Ebivakkas talimile hizmetimi tamam edüp Hazreti Risalet mihrapta savtı muhrik ile bir Yâsini şerif ve üç sûrei İzacae okuyup Bilâl fatiha deyip Hazret mihrapta ayak üzre dururken hemen Saad Hazretleri elimden yapışıp Huzuru Hazrete götürüp: — Âşıkı sadıkın ve ümmeti müştakın Evliya kulun şefaat rica eder! deyüp bekledikte: — Mübarek desti şeriflerini bus eyle! deyince ağlıyarak Mübarek elini küstahane dudak vurup heybetlerinden “Şefaat Ya Resulallâh!” diyecek yerde “Seyahat Ya Resulallâh” demişim. Hemen Hazret tebessüm edüp: — Şefaat ettim, sıhhat ve selâmetle seyahat eyle! Fatiha! dediler. Cümle sâhabei kiram fatiha tilâvet edüp cümle hazır bulunanların ellerini öperdim ve her birinin hayır duasını alıp giderdim. Kiminin eli misk gibi, kimi anber ve kimi sünbül gibi, kimi gül ve kimi reyhan ve kimi safran ve kimi menekşe ve kimi karanfil gibi kokardı. Peygamberimizin sağ elini öptüğümde gûya pamuk gibi kemiksiz bir desti şerif idi. Ama sair Enbiyanın elleri ayva kokardı, Hazreti Ebubekirin eli kavun gibi kokardı, Hazreti Ömerinki anber kokusuydu, Hazreti Osmanınki menekşe, Hazreti Alininki yasemin gibi kokardı. İmam Hasan karanfil, İmam Hüseyin beyaz gül gibi kokardı. Hazreti Peygamber mihraptan: — Esselâmü aleyküm ya ihvan!.. deyüp camiden taşra revan olunca cümle sâhabei kiram hakire gûna gûn dua ettiler ve camiden çıkıp gittiler. Hemen Saad Hazretleri belinden saydağını çıkarıp hakirin beline kuşatıp tekbir edüp: — Yürü gaza eyle ve Allahın hıfzü emanetinde ol! Müjde olun sana, bu mecliste ne kadar ruhlarla görüşüp ellerini öptünse cümlesini ziyaret etmek müyesser olup seyyahı âlem ve feridi beni âdem olursun? Amma gezip dolaştığın ülkeleri, kal’a ve beldeleri vesair eserleri ve her diyarın methedilmiş sanayiini, yiyecek ve içeceğini yazıp bir eser meydana koy, dünya ve ahret benim oğlum ol! Ekmek ve tuz hakkını gözle! Yârı sadık ol! Yaramazlarla yâr olma!.. İyilerden iyilik öğren!. diye nasihat edip alnımdan öptü, Ahiçebeli camiinden taşra çıkıp gittiler” (B. : Evliya Çelebi).
Bibl. : Evliya Çelebi, I; REK, Gezi notu.
Ahiçelebi Camii
(Resim: Nezih)
Tema
Yapı
Emeği Geçen
Nezih
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.
TÜM KAYIT
Kod
IAM010582
Tema
Yapı
Tür
Ansiklopedi sayfası
Biçim
Baskı
Dil
Türkçe
Haklar
Açık erişim
Hak Sahibi
Kadir Has Üniversitesi
Emeği Geçen
Nezih
Tanım
Cilt 1, sayfalar 269-271
Not
Görsel: cilt 1, sayfa 269
Bakınız Notu
B. : Evliya Çelebi
Bibliyografya Notu
Bibl. : Evliya Çelebi, I; REK, Gezi notu.
Tema
Yapı
Emeği Geçen
Nezih
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.