Maddeler
İstanbul Ansiklopedisi'nin A harfinden Z harfine tüm maddelerini bir arada inceleyin.
Ciltler
1944 ile 1973 yılları arasında A harfinden G harfine kadar yayımlanmış olan ciltlere göz atın.
Arşiv
Reşad Ekrem Koçu'nun, G ve Z harfleri arasındaki maddelerle ilgili çalışmalarını keşfedin.
Keşfet
Temalar veya belge türlerine göre arama yapın; ilk kez erişime açılan arşiv belgeleri arasında gezinin.
"Huzur-i Hümâyûn Dersleri" başlıklı yazıyı içeren Beyanü'l-Hak dergisi sayfaları
Tema
Diğer
Emeği Geçen
Tür
Dergi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.
TÜM KAYIT
Madde Başlığı
Kod
H41011
Tema
Diğer
Konular
Tür
Dergi sayfası
Biçim
Baskı
Dil
Osmanlı Türkçesi
Haklar
Açık erişim
Hak Sahibi
Kadir Has Üniversitesi
Transliterasyon
Sahife - 3 Beyanü’l-Hak Huzûr-ı Hümâyun Dersleri Ramazan-ı şeriflerde Selatin-i Osmaniye huzurunda tilâvet edilmekte bulunan tefsir-i şerif derslerinin ibtidâ-ı vaz‘ ve tesisi, bin yüz yetmiş iki senesine müsadif olmak üzere Cennetmekan Sultan Mustafa Han-ı Sâlis asrında ve [...]. Bu derslerde Beyzâvi tefsirinin esas ittihaz edilegelmekte olduğu ve yakın zamanlara kadar, derslerin pek açık tetkikat ve münazarat ile, ve binaenaleyh pek ağır bir meşiyyet ve hareketle devam etmiş olduğu tarihlerden anlaşılıyor. Cevdet Tarihi’nde bin iki yüz sekiz senesinde okunan bir huzur dersi, mukırrıyla, muhatablarıyla, abhas [...] Beyanü’l-Hak Sahife - 4 Şayan-ı kayd görülmüştür ki o dersin mevzuı: [...] ayet-i celilesi olduğuna nazaran otuz altı senede Kur’an-ı Kerim’den birinci cüzün ancak nihayetlerine doğru gelince bilmiş demektir. Fakat son zamanlarda tedrisata büyücek mukayesede bir sürat verilmiştir. On sekiz sene mukaddem irtihal eden Hoca Nasuh Efendi merhumun (Lekad [...]) ayet-ş kerimesinin tefsir olunduğu bir dersde muhatab olarak bulunduğu mervîdir ki buna nazaran mübadi-i Kur’an-ı Kerim’den bir cüz okunabildiği müddete hemen muâdil olan son bir zaman zarfında beş cüz okunmuş olduğu anlaşılıyor. Bir sene huzur-ı hümayun dersleri Sure-i Yunus aliyye-i islâmın hitamıyla neticelenecektir. Hazret-i Yunus’un, Kur’an-ı Kerim’in muvakki‘-i muhtelifesinde mezkur olduğu vechle bir sergüzeşt marufu vardır ki bizim riselemizin essü’l-esas mesleğinden, huzur derslerinin bir tarihçesini yazmak o sergüzeştin, o vaka-i meşhurenin tetkikine bir mukaddeme halinde olmak üzere beklenebilir. Vakanın İki Türlü Cihet-i Tedkiki Vardır Birinci, Hazret-i Yunus’un bâis-i ibtilası olan hâlet-i nokta-i nazarından enbiya-ı azâm hazerâtına masiyet isnadı caiz olmamak kaidesiyle suret itilâfına yani ismet-i enbiya bahsine aiddir ki tedkikin asıl bu ciheti şayan-ı ehemmiyet olduğu halde zamanımızda, kavaid-i ulûm-ı islâmiye ile me’lufiyetin maatteessüf gayet mahdud bir daire dahilinde kalmış olması nisbetinde mahduddur. İkincisi, Yunus Aleyhisselam’ın rivâyat-ı muhtelifeye göre bir gün veya üç gün veya yedi gün yahudda kırk gün deniz içerisinde ve balık karnında yaşayabilmesi cehtidir ki işte bu ceht, mesâil-i dînîyenin hal ve îzâhı hususunda görülen merakların mevdasına mürafık bir ceht olmak itibarıyla daha ziyade ehemmiyet-i vaktiyeyi hâiz görünüyor denilebilir ki. Yunus Aleyhisselam deniz içinde ve balığın karnında bulunduğu müddetçe hayatını nasıl muhafaza edebildi? Buna fena imkan var mıdır? Bu gibi sualler, en ziyade fünun ile terbiye edilen ve ulûm-ı islâmiyeye bigane kalan dimağlarda yer bulur. Lakin bu gibi vekayi-i mansusenin sıhhati için lazım olan imkan fenni değil, imkan aklidir. Çünkü bunlara lisan- şeriatte harika namı verilir. Ama harikü’l-akl değil, harikülade, hem de bizim, mübalağa mevkilerinde kullandığımız hariküladelerin fevkinde bir harikülade! İstersen buna, biz harikü’l-fenn de diyebiliriz, fakat yine harikü’l-akl değil. Fena caiz olmayan akla nasıl mümkün olur? diyerek hudud-ı fenniye haricinde kalan bir şeyin imkan-ı akliyesini de hemen inkâr edivermemelidir. Çünkü imkan-ı akl-ı dairesi, imkan-ı fenni dairesinden o [...]. Fen, bizim meşhudumuz olan vikaye ve mekunat arasındaki revabıt ve münasebattan, henüz anlaşılan aksamının muhiti demektir. Akıl ise bu muhit içinde bağlanıp kalmamak, ve alem-i imkanın kıtaat-ı gayr-i mekşûfesinde dahi taharriyat-ı icra etmek meyli ve istidadında bulunan bir bahşayış hilkattir. Tabir-i âharla fen dediğimiz, bizim kendi fennimizdir. Bir de kâdir-i müteallik fen kudreti vardır ki bizimkine bervechle kıyas edilemez. Mesela bizim memlekette bulunan doktorların, riyazilerin, kimyagerlerin de madununda olmak üzere daha mübtedi, daha adi sanatkarlarımızdan, bi’l-farz kuyumcularımızdan, saatcilerimizden birinin, telsiz telgraf gibi, radyo gibi, gramofon gibi, en son keşf olunan mikrop gibi Avrupa’nın, Amerika’nın Türkiyat-ı fenniye ve sınaiyyece gösterdiği âsâr-ı âhire-i mükemmelenin fevkinde bir şey ihtirâ. Sahife - 5 Beyanü’l-Hak edeceğini iddia eylese bizi [...] yeremediği halde böyle bir iddia, Avrupa veyahud Amerika daha erbab-ı fünunundan birisi tarafından vâki‘ olsa buna inanırız değil mi? Hal buna o dahi, o mütefennin bizim şu, en adi sanatkarımızdan fazla hüccet-i istitâatı olmak üzere ne gibi âsâr vücuda getirmiştir? Pek çok diyeceksiniz. Ne kadar çok? Asya kıtasını doldurur mu? Yok o kadar değil! Ya öyledir de, Asyayı, Afrikayı, Amerikayı, Avrupayı, bunların içindeki mütefenlerin bizzat kendilerini, dağları, denizleri, mikroplardan fillere varınca hayvanatı, nebatatı, madeni, havayı, bulutu küre-i arzımız, yanında en küçüklerinden birisi kalan milyarlarla ecramı ve aralarında mevcud olan ahenk-i bedi‘-i intizamı, madddeyi, kuvveti, ervahı, eşbahı alk ve icad buyuran vacib-i Teâlâ hazretlerinin - bizim seviye-i fenniyemizin fevkinde gördüğümüz - bazı ifal ve âsârına niçin inanamıyoruz? Bir şairimizin: Bir zerre demekse şu semavata göre arz Bi’l-nisbe demek kendimi yok etmeliyim farz dediği gibi şu yokluğumuzla, şu hiçliğimizle beraber kudret-i fatireyi kendi bazevi iktidarımızla ölçerek: Mümkündür veya değildir gibi hükümler vermek istememizin ne kadar yolsz olacağını düşünmeliyiz. Halbuki işte bizim kudret-i acz-i nemamızın değil, tasavvurumuzun bile erişmediği bir rütbe-i belendide bulunan o kudret-i fatire Hazret-i Yunus’u iltikam eden [...] buyurmuştur, ve böyle buyurmuş olmakla mesele hal olunmuş, bitmiştir. Biz de bir adet var: Biraz fevkalade gördüğümüz bir vaka, bir hadise hakkında ufacık bir sebeble, muhaza bizim adem-i masarifemizden nâşî. Kanun-i tabiat haricinde! deyiveriyoruz. Halbuki bu kanun-ı tabiat kaç kere tehlif etmiştir. Erbab-ı fünun indinde kainatın ecza-i asliyesi zan olunan zerrat-ı asiriye, harekatı muntazama-i tabiiyelerini niçin şaşırmış da ecram-ı meşhuda husule gelmeye başlamış. Veyahud daha yeni olan bazı nazariyata göre zerrat-ı asiriyeyede takdim eden mevad-ı gaziye, gayr-i mütenahi bir müddette durmuş durmuş da vakt-i muayyende niçin tahvilata uğramış. Eğer tahvile kabiliyet kesb edecek bir hal-i kemale ancak o zaman vasıl olmuş denilirse o zaman muayyenin bi’l-farz bin sene evvelinden yukarısı da nâmütenâhiliğe doğru gittikçe cehtle bir müddet gayr-ı mütenâhide kemale gelen bir şey diğer bir müddet gayr-ı mütenâhide kemale gelmemek, tabir-i aharla, kemale geldiği zaman, tahavvül edecek olduğunu farz ettiğimiz bir şey için müddet-i gayr-i mütenâhide kifâyet etmemek, veyahud bir müddet gayr-ı mütenâhinin diğer müddet gayr-ı mütenâhiden uzun veya kısa olmasını kabul etmek mecburiyetiyle evvela kısanın, sonra da ondan bir miktar [...] ile uzun olanının, velhasıl her ikisinin de gayr-ı mütenâhi derken mütenâhi çıktığını görerek mevad-ı gaziyenin de mazisi tarafından mübdei bulunduğuna hüküm etmek ve bu suretle kadem-i alem üzerine müessis olan kavanin-i tabiiye esasından alt ve üst olmak lazım gelir. Biz, bunca delail kudrete karşı görenin esaretine mahkum olarak mümkünatı, meşhudat cüziye-i kasiranemize hasr ile maadasını inkar ve istibad etmek aletine bilmem neden bu kadar mübtelayız? Hayvanat-ı bahriyenin denizde yaşadığını, ceninin rahm-i madirde muhafaza-i hissiyat ettiğini, dut yaprağından ittilas-ı siyah kömürden elmas, naçiz bir [...] pâreden insan, hülâsâ küçücük zerrelerden büyük bir cihan husule geldiğini görmesek bunlara da inanırmıydık? Uzaklardan mesel getirmeğe ne hacet? Dünkü leyle-i leylayı istibdadın, bugünkü sabah inşirah-ı hürriyete böylece çıkıvereceğini hangimiz rüya. Beyanü’l-Hak Sahife - 5 sında görse inanırdı? Bütün bu yapılmaz şeyleri yapan kimdir? Denizde milyarlarca hayvanatı yaşatan kadar kayyum bir tek insanı da muvakkit bir zaman için yaşatamaz mı? Ama vaktiyle hayvanat-ı mezkureyi denizde, insanları da karadan yaşatmak üzere tayin ve tahsis buyurmuş imiş ki şimdi bunlara kavanin-i tabiiyye deniliyor. Lakin ne zararı var? Mademki kavanin-i tabiiyyenin vaz‘ı da kendisidir. O kanunların bazısını, istediği zaman değiştirebilir, ve adeta hayvanat-ı berriyeden birinin, ömr-i kadir mutlakla denizde yaşamasının, [...] bulunan bir ademin Cezair-i Bahr-ı Sefid’e tahvil-i ma‘muriyet etmesinden farkı yoktur. Daha doğrusu, daha kestirmesi madem ki biz bu gibi mesail-i müteferri ile karıştırmayarak, ayrıca bir meseleye, bir mübdei zülcelalin vücuduna [...]. Ve bu kanaatimiz bazılarımızca yukarıda bir nebzesine işaret ettiğimiz [...] akliyenin ve icbarı [1] bazılarımızca da mahz-ı tevfikbâri ile husule gelmiştir. O halde fevkilbeşeri bir kudret-i baliğe-i samedaniyenin vücudunu tasdik ettikten sonra bu esasın teferruatından madud olan bazı mesailde yine [...] gibi yapmak. Ve balığın suda; yahud ceninin rahm-i maderde yaşaması gibi misallerle çocukçasına avutulmak ihtiyacını izhardan vazgeçmemek, evvelce kabul edilmiş olan esas namına, şayan-ı tabib bir zühul, hareket ricaya teşkil etmez mi? Mustafa Sabri [1] İcbar-ı adi maksuddur, icbar kelamı değil! -Vaaz- Kâlellâhu Teâlâ kul innema [...] (Vaaz) denilince biz lahuti bir zemzeme-i tebligat hatırlarız. Bu kelime-i [...] anladığımız, anlamak istediğimiz meani o kadar ulvi, o kadar vasidir ki bütün cihan-ı feyzimiz onun bazar-ı tecliyesi demektir. (Vaaz) bir ruh-ı sarîdir ki uyuşmuş kanlarla adeta bir cism-i camid halini alan vücudlar onun feyz-i sereyanıyla bais [...] gibi hayat bulur nasıl. Bir hayat? Abdi: Melekü’l-mevtin dest-i istisali bile ondan kâsr. Kıyamet kopar. Alem gün ve fesad bütün fenaya gider. Biz o hayat-ı ebediyenin uzak güna günuyla mütenaim oluruz. Her zaman (Vaaz) nam kudsiyesini işitmiş olmak taş yüreklerimizde, sönük fikirlerimizde bir hiss-i âlî uyanır, yükseliriz. Bir âlem-i ulviye gireriz. Burada ilk telakki edeceğimiz [...] iltifat [...] hitab izzeti olur. Bu hitab-ı bihterin, ey insan olanlar, ey fikir ve izan sahibi bulunanlar, uyanınız, aklınızı başınıza toplayınız. İbret alınız diye bir sada-yı cezbedar ile bizi çağırır. Hemen icabet ederiz. Çeşm-i intibahımızı açarız bakarız ki bir sahne-i kudsiyye, bir sadre-i müntehadayız. Cennetü’l-Halidi Makam-ı Mahmudu tavaf etmeye başlarız. Şevk-i cemal-i kibriya ile feyza-i feyz-i ibtihal oluruz. Sur-ı [...] günüyle, alaka-i muhtelifesiyle çeşm-i tegafülümüze batıp duran his ve haşaki, tefrikaları, perişanlıkları, kesretleri bu radde bir nokta-i hakikate toplanmış buluruz. Görürüz ki bütün mevcudiyetimiz (La ilahe illallah) sırrıyla tevhid edilmiş nizam-ı hayatımızı, nimet-i saadetimizi mahvetmekte bulunan cehalet [...], âmâl [...], senlikler, benlikler
Provenans
İstanbul Ansiklopedisi Arşivi, Kadir Has Üniversitesi ve Salt iş birliğiyle erişime açılmıştır.
Tema
Diğer
Emeği Geçen
Tür
Dergi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.