Maddeler
İstanbul Ansiklopedisi'nin A harfinden Z harfine tüm maddelerini bir arada inceleyin.
Ciltler
1944 ile 1973 yılları arasında A harfinden G harfine kadar yayımlanmış olan ciltlere göz atın.
Arşiv
Reşad Ekrem Koçu'nun, G ve Z harfleri arasındaki maddelerle ilgili çalışmalarını keşfedin.
Keşfet
Temalar veya belge türlerine göre arama yapın; ilk kez erişime açılan arşiv belgeleri arasında gezinin.
ABDÜLMECİD EFENDİ
İmparatorluğunun son Veliahdı ve son Halife; 1 Haziran 1868 (9 Safer 1285) de İstanbulda doğdu, Abdülâziz ile Hayranıdil Kadın’ın oğludur. Abdülhamid’in uzun istibdad devrine rastlıyan gençliğinde ağır bir baskı altında yaşadı; muntazam ve sağlam bir tahsil göremedi, fakat, ailesinin diğer şehzadeleri arasında okumağa karşı samimî hevesi ile seçkin bir yer aldı; evvelâ Fransızca ve Almanca öğrendi, sonra İngilizce ve Arabça’ya çalıştı, bu sonuncu dilde de hocası Muharrir Ömer Rıza Doğrul oldu. Babasında, vakit oyalamak yahut canlı tarifler için çizilmiş bir takım taslaklardan ileri gidememiş olan kuvvetli bir resim istidadı, Abdülmecid’de, devrinin kıymet ölçüsüne göre kendisine “Ressam Şehzade” detirdecek hale gelmişti: İmzasını taşıyan, büyük ölçüdeki tablolarının iki yüzden fazla olduğu rivayet edilir; Meşrutiyetin ilânından sonra memleketin güzide münevverleri arasından seçtiği dostlarına bir tablo hediye etmek, devrinin kendi hakkında kullandığı bir tâbirdir, “sanatkârı necib”in en büyük zevklerinden biriydi; öyle ki, bu zevkinde, bazan, meselâ Ahmed Refik’in Lâle Devri” adındaki halk için yazılmış bir eserini okuduktan sonra, Üçüncü Ahmed’le Nevşehirli İbrahim Paşayı ve yârânını Topkapı sarayının dekoru içinde gösteren büyük bir kompozisyon yapacak ve bir kenarına da bu tar...
⇓ Devamını okuyunuz...
İmparatorluğunun son Veliahdı ve son Halife; 1 Haziran 1868 (9 Safer 1285) de İstanbulda doğdu, Abdülâziz ile Hayranıdil Kadın’ın oğludur. Abdülhamid’in uzun istibdad devrine rastlıyan gençliğinde ağır bir baskı altında yaşadı; muntazam ve sağlam bir tahsil göremedi, fakat, ailesinin diğer şehzadeleri arasında okumağa karşı samimî hevesi ile seçkin bir yer aldı; evvelâ Fransızca ve Almanca öğrendi, sonra İngilizce ve Arabça’ya çalıştı, bu sonuncu dilde de hocası Muharrir Ömer Rıza Doğrul oldu. Babasında, vakit oyalamak yahut canlı tarifler için çizilmiş bir takım taslaklardan ileri gidememiş olan kuvvetli bir resim istidadı, Abdülmecid’de, devrinin kıymet ölçüsüne göre kendisine “Ressam Şehzade” detirdecek hale gelmişti: İmzasını taşıyan, büyük ölçüdeki tablolarının iki yüzden fazla olduğu rivayet edilir; Meşrutiyetin ilânından sonra memleketin güzide münevverleri arasından seçtiği dostlarına bir tablo hediye etmek, devrinin kendi hakkında kullandığı bir tâbirdir, “sanatkârı necib”in en büyük zevklerinden biriydi; öyle ki, bu zevkinde, bazan, meselâ Ahmed Refik’in Lâle Devri” adındaki halk için yazılmış bir eserini okuduktan sonra, Üçüncü Ahmed’le Nevşehirli İbrahim Paşayı ve yârânını Topkapı sarayının dekoru içinde gösteren büyük bir kompozisyon yapacak ve bir kenarına da bu tarih profesörünün eserinden bir kaç satır alıp yazacak kadar ileri giderdi.
O zamanın Türk ressamları da Şehzade Abdülmecid’i, kendilerinin adetâ fahrî reisleri sayarlardı; bunun en kuvvetli delili de, Ressam ve Heykeltraşlar Cemiyetinin çıkardığı mecmuanın birinci nüshasının başlık kompozisyonu içine prensin bir çizgi portresinin konulmasıdır.
Güzel keman çaldığını da burada ilâve etmelidir.
Abdülmecid için tereddütsüz verilecek sıfat “haşmetlû bir kibar adam” oluşudur; ne, kendisine oturmak nasib olmıyan Osmanlı tahtının beklediği siyasî terbiye ve zekâya sahipti; ne de, pek kısa bir zaman için taşıdığı Halifeliğe lâık İslâm faziletlerini nefsinde toplanmış bir zattı. Şehzadeliğinde Beyoğlu ve Bâbıâli’ye kadar İstanbul caddelerinde yaya dolaşır, kitapçılara uğrar, notacı dükkânlarına girer, kravatlarını ve mendillerini tuhafiyecilerden kendi seçerdi; fakat bu demokrat prens, yazın Bağlarbaşındaki köşküne giderken, istimbotunu vapur iskelesine yanaştırmaz, Ticareti Bahriye mektebinin rıhtımına çıkar, oradan otomobiline atlıyarak Üsküdar halkından adetâ gizlenirdi.
Büyük kardeşi Yusuf İzzeddin’in intiharı ve ihtiyar Beşinci Mehmed Reşadın ölümü üzerine 1918 de Osmanlı tahtının veliahtı olmuştu; bir gün kendisine bu tahta cülus etmek nasip olsaydı, Türkiyenin, teatral tavır ve hareketlere düşkün bir hükümdarın elinde kalacağı muhakkaktı. Büyük Millet Meclisi tarafından Halife seçilir seçilmez elli dört yaşında sakal salıvermesi ve Atatürk’e müracaat ederek, hilâfet alayında, halka, büyük ceddi Fatih Sultan Mehmedin kılık ve kıyafetiyle görünmesinin millî duyguları heyecana getirmek bakımından uygun düşüp düşmiyeceğini sorması bunun kuvvetli delilleridir.
Veliahtlık yılları, Birinci Cihan harbinin bozgun devri ile işgal altındaki İstanbulun kara günlerine rastladı. İstiklâl savaşına muhalif görünmedi; Anadoludaki Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin bu savaştan muzaffer olarak çıkması, milletin düşman istilâsına silâhla karşı durmasına muhalefetini hiyanet derecesine götüren padişah Altıncı Mehmed Vahideddini tahttan düşüreceği için, cumhuriyet idaresinin kurulabileceğini sezecek kadar siyasî uzak görüşten mahrum olan Abdülmecid Efendi, kendi menfaatı bakımından da İstiklâl savaşına muhalefet edemezdi; renksiz adam oldu, oğlu prens Ömer Faruk’a Vahideddin’in kızını aldı; Viyanadaki Tereziyanum mektebinde okumuş ve hanedanın en dilber delikanlısı olarak tanınmış olan bu prensin, İstanbul sularında demirlemiş, Yunanistanın Kılkış zırhlısında verilen bir suvarede bulunarak dans ettiği gazete sütunlarına düştü.
Altınca Mehmed Vahideddin’in bir İngiliz harp gemisine binerek memleketten kaçması üzerine 1 İkinciteşrin 1922 de Türkiyede saltanatın kaldırılmasına karar veren Büyük Millet Meclisi tarafından bu tarihten on yedi gün sonra, 18 İkinciteşrin 1922 de halifeliğe seçildi.
Bu seçimin kendisini tatmin etmediği bir hakikattır; imzalarının üstünde, “Halifei Müslimin“ unvanına “Hadimülharemeyn” terkibini ilâve etti, ötedenberi bir turaya benziyen imzasından da, babasına ait de olsa, “Han” lığı bırakmadı. “Abdülmecid bin Abdülâziz Han” diye imza atmakta devam etti; çok mânalı bir vesikadır, memleketin meşhur adamlarının el yazılarını ve imzalarını toplıyan Yaşar Şadi’nin defterine de bu imzasiyle “Yaşar şâdide hakka istinad eylerse bir millet” mısraını yazdı: Halifei Müslimin, hanedanının hükümranlık hakkının kaldırılmasından gücenmiş, koleksiyon sahibinin isminin lûgat mânasından istifade ederek milletine kötü, karanlık bir istikbal yoruyordu.
İnönün Ansiklopedisinden alınan aşağıdaki satırlar, burada söylenmesi gekeren sözlerdir: “İleride bazı siyasî dâvalara dahi kalkışabileceğinin delillerini vermişti. Fakat böyle hareket etmiş olmasa dahi, safha safha gelişen inkilâp ihtiyaç ve hamleleri arasında artık Türkiyede halifeliğin devam edemiyeceği tabiî idi. Bu müessesenin Cumhuriyet rejimiyle ve biraz sonra ilân edilecek olan Lâiklik prensibiyle telifine imkân bulunamıyacaktı. Millî mücadale zaferinin henüz pek yeni ve saltanatın ilgası gibi önemli bir siyasî devrimin çok taze bulunduğu sıralarda, hilâfetin bir iki yıl için muhafazasını ancak bir inkılâp merhalesi olarak kabul etmek lâzımdı. Nitekim cumhuriyetin ilânından dört ay sonra, 3 Mart 1924 de Büyük Millet Meclisi halifeliğin ilgasına ve Osmanlı hanedanının Türkiye hudutları dışına çıkarılmasına karar vermiş ve karar hemen yerine getirilmiştir”.
O devrin gazetelerinden İkdam, 5 Mart 1924 tarihli nüshasında, Halife Abdülmecidin İstanbuldan ve Türkiyeden çıkarılmasını şöyle tesbit ve nakletmiştir:
”Büyük Millet Meclisinin evvelki günkü celsesinde hilâfetin ilgasına dair olan kanun tasdik edilir edilmez derhal İstanbul vilâyetine ittihaz edilecek hattı hareket hakkında uzun tebligat icra edilmiştir. Tebligat hakkında her ne kadar derin bir ketumiyet muhafaza edilmişse de icraat ile bu tebligatın aksamı mühimmesi taayyün etmiştir. Bilhassa tedabiri inzibatiye ittihazına dair olan kısım bir gün evvelinden icra edilmiştir. Vali Haydar Beye bu tebligat gece evinde yapılmış ve memurini aidesi vali Haydar Beyin tahtı idare ve nezaretinde olmak üzere icraata başlamıştır.
“Merkez kumandanı sarayda — Saat on buçukta merkez kumandan muavini Atıf Bey, vali Haydar Beyden telâkki ettiği talimat üzerine maiyetine bir bölük asker alarak derhal saraya gitmiştir. Atıf bey saraya vasıl olduktan sonra maiyet bölüğü idaresini eline alarak kendi yanındaki bölüğü saraya memur etmiştir. Bu suretle bir tedbiri ihtiyatî ittihaz olunduktan sonra gerek Beşiktaş merkez memuru Mehmed ve gerek Atıf Beylerin idareleri altında sarayın etrafı muhafaza altına alınmıştır.
“Girip çıkmak memnu — Telâkki edilen tebligat mucibince sarayın hariçle münasebeti katolunmuş, ve hariçten kimse alınmadığı gibi içeriden de kimse bırakılmamıştır. Yine bir tedbiri ihtiyatî olmak üzere sarayın etrafındaki kapılar kapatılmış ve ikişer askerle muhafaza altına alınmıştır. Atıf Bey, ittihaz edilen tedabiri vali beye bildirmiş, ve zaten harekete âmade bulunan valii müşarünileyhle polis müdürü Sadeddin, emniyeti umumiye müdürü Muhiddin Beyler Beyoğlu Dairesi Belediyesi müdürü İsmail Hâmid Beyi de refakatlerine alarak saraya azimet etmişlerdir.
“On birde tebligat — Sarayda dün gece seryaver Cemal, yaver Şükrü ve Saim Beylerle seccadecibaşı Zeki ve kilerci Şükrü Beyler nöbete memur edilmişlerdi. Vali Haydar Bey saraya on birde vasıl olmuş ve derhal Zeki Beyi çağırarak kendisini vaziyetten haberdar etmiştir. Zeki Bey, vali ve polis müdürünün Abdülmecid Efendiyi göreceklerini tebliğe memur edilmiştir. Tebligatın Ankaradan telâkkisinden bir saat sonra, Abdülmecid Efendi ile mülâkat talep edilmiştir.
“Abdülmecid Efendi kütüphanede — Sabık halife bir kaç gündenberi kütüphanesinde kitaplarla meşgul olmakta imiş. Tebligatın icra edileceği gece de bermutad kütüphanesinde bulunuyormuş. Zeki Bey vali Haydar Beyin talebini, Abdülmecid Efendiye kütüphanelerinde iblâğ etmiştir. Zaten böyle bir tebligata muntazır bulunduğunu söyliyen Abdülmecid Efendi gelenlerin derhal kütüphaneye alınmalarını bildirmiş ve evvelâ polis müdürü Sadeddin Bey refakatinde Zeki Bey bulunduğu halde kütüphaneye çıkmıştır. Kütüphane, sarayın mabeyin dairesi kısmındadır. Polis müdürü, Abdülmecid Efendiye, Büyük Millet Meclisinin kararını tebliğ ederken vali Haydar, emniyeti umumiye müdürü Muhiddin ve Dairei Belediye müdürü İsmail Hâmid Beyler kütüphaneye girmişlerdir.
“Hudut haricine — Bu heyet, Abdülmecid Efendiye hilâfetin ilgasına ait kanunun tasdik olunduğunu ve kendilerinin de verilen talimat mucibince derhal hudut haricine çıkarılması lâzım geleceğini bildirmiştir. Ayni zamanda, telâkki edilen evamirde müstaceliyet bulunduğu da ilâve olunmuştur. Abdülmecid Efendi, ittihaz edilen kararın gece tebliğinden dolayı hazırlıksız bulunduğunu söylemiş, hazırlık için biraz mühlet talebetmiştir. Vali ve polis müdürü Beyler böyle bir mühlet itası için salâhiyettar bulunmadıklarını ve alınan talimatta Abdülmecid Efendinin derhal hudut haricine nakline nezaret edilmesi mezkûr bulunduğunu kemali nezaketle beyan etmişlerdir. Bu sırada baş mabeyinci Hikmet Bey de telefonla saraya davet edilmiştir. Bunun üzerine Abdülmecid Efendi:
— Memleketimin saadet ve selâmetine çalışılıyor, memleket selâmet bulsun da ben derhal gideyim. Demiştir. Müşarünileyh Zeki Beye bazı şeyler ısmarlamış ve hazırlanmağa başlamışlardır. Bu sırada da çamaşır vesaire gibi eşya bavullara yerleştirilmiş ve aşağıya nakledilmiştir.
“Hareme haber veriliyor — Beri taraftan hareme de ihzarat için haber verilmiştir. Bu haber, haremde büyük bir teessür uyandırmıştır. Abdülmecid Efendi tarafından verilen talimat dairesinde ihzarata başlanmıştır. Bilhassa haremde müşarünileyhin zevceleri, oğlu ve kerimesi hazırlanmağa başlamışlardır. Harem tarafında da ancak çamaşır vesaire gibi eşya toplanmış ve bavullarla mabeyin kapısında ihzar edilen mahalli mahsusa indirilmiştir.
“Otomobiller hazırlanıyor — Istablı âmireden üç otomobil istenmiştir. Bundan başka eşyanın nakli için de otobüsler getirilmiştir. Harem tarafından Abdülmecid Efendi için ihzar edilen eşya, memurlar vasıtasiyle otobüslere yerleştirilmeğe başlanmıştır. Bütün ihzarat hitam bulduktan sonra Abdülmecid Efendi harem kısmına girmiş ve orada bulunanlarla vedalaşmıştır.
“Binektaşı yanında — Sabık halife, alafranga saat beşte, kürklü paltosunu üstüne giydikten sonra yanında oğlu, haremleri ve diğer saray memurin ve müstahdemini bulunduğu halde Hazinei Hassa kapısı tarafına gelmiş ve orada binektaşı yanında kendisini teşyie hazırlananlara hitaben âtideki sözleri söylemiştir:
— Milleime bu âne kadar duada kusur etmedim. Ölünciye kadar da ayni suretle duadan geri durmıyacağım. Böylece Ankaraya yazınız. Ben milletimin emrine ittiba’ ederek gidiyorum.
“Sabık halife gerek oğlu Ömer Faruk Efendinin ve gerekse haremlerinin ve kendisiyle beraber gideceklerin otomobile yerleşmelerine bizzat nezaret etmiş ve bütün bunlar bindikten sonra otomobile binmiştir.
“Otomobillere binenler — Birbiri arkasına duran otomobillerin birincisine bizzat müşarünileyh ile iki zevcesi Şehvar ve Hayrünnisa hanımlar ve kerimesi küçük Dürrişehvar hanım binmişlerdir.
İkinci otomobile mahdumu Ömer Faruk Efendi ile Abdülmecid Efendinin ikbali ve dadısı ve diğer otomobillere de kâtibi hususisi Salih Keramet, doktor Salâhaddin, üçüncü kâtip İsmail Beylerle hareme mensup kadınlardan üç kişi binmiştir.
“Otomobiller ihzar edildikten sonra önde kılavuzluk vazifesini gören polis otomobili ve arkada vali Haydar ve Emniyeti Umumiye Müdürü Muhiddin, Beyoğlu Dairei Belediyesi Müdürü İsmail Hâmid, Merkez Kumandanı muavini Atıf Beylerin otomobilleri bulunduğu halde saat beş buçukta hareket edilmiştir. Otomobiller hiç bir yerde durmıyarak Çatalcaya gitmişlerdir. Sabık halife ve rüfekası ancak saat sekize doğru Çatalcaya dahil olmuşlardır.
“Sarayın temhiri — Sabık halife ve mahdumu ile diğer isimleri zikredilen zevat harebazı tedabir ittihaz edilmiştir. Evvelâ, evvelce Atıf Beyin idaresi altına geçmiş maiyet bölüğü vazifesine iade edilmiştir. Mabeyin dairesi mühürlenmiştir. Mabeyin içerisinde eski Ağalardan bazıları bekçi olarak bırakılmıştır. Kütüphane de tahtim edilmiştir. Henüz harem dairesinde saraylılar bulunduğu için bu daire açık bırakılmıştır. Istablı âmire ve bunun yanındaki kıymettar bazı âsâriatikayi muhtevi olan müze dahi tahtim edilmiştir. Saraya girip çıkmak da menedilmiştir.
“Arkada kaç kişi kaldı — Sabık halifenin dairesiyle diğer dairelerde 150 kadar saraylı ve hanedan âzası vardır. Bunlar arasında 60 tanesi kadındır. Bu kadınlar arasında Sultan Mecid ve Aziz zamanından kalma saraylılar da bulunuyor. Bunların yirmi beş günlük iaşeleri için sarayda zahire mevcuttur. Mecid Efendiden maada hanedan âzasının cümlesine memaliki ecnebiyeye gitmek üzere hazırlanmaları tebliğ olunmuştur. Bu zevat neresini isterlerse oraya gönderileceklerdir. Hasta olan bazıları teb’itlerinin kesbi sıhhatlerine kadar bir kaç gün tehirini ria etmişlerdir; bu ricaları kabul olunmuştur.
Türkiye tarihinin bu önemli vakasını sahifelerine kötü müşahit ve cahil muhbir kalemiyle geçirmek bahtsızlığına uğrıyan “İkdam”, ertesi günkü nüshasında Çatalca yolculuğu hakkında da şu tafsilâtı veriyor:
“Otomobillerin pencereleri kalın perdelerle örtülmüş olup geçilen yollarda polis tarafından pek sıkı tedabiri inzibatiye ittihaz edilmişti. Otomobiller Tophane, Fındıklı tarikiyle Karaköy köprüsünü geçtiler, oradan Mercan tarikiyle Bayazıd, Bayazıddan Lâleli yokuşu, Aksaray-Samatya caddesini takip ederek Yedikule kapısından harice çıktılar. Buradan itibaren Kazlıçeşme tarikiyle Makriköyüne doğruldular. Makriköyünde Emniyeti Umumiye Müdürü Bey ayrıldı ve İstanbula döndü. Otomobiller henüz şafak atmışken Makriköyün tenha sokaklarından geçtiler ve kafilenin seyri Küçükçekmeceyi geçinceye kadar tabiî halini kaybetmedi.
“Sahilde bir öğle yemeği — Küçükçekmece geçildiği zaman vakit öğle olmuştu. Otomobillere benzin konulmak icabetti. Bunun üzerine Abdülmecid Efendi öğle yemeği yemek arzu ettiler ve çakıl taşlı bir sahilde sarayda ihzar edilmiş olan nevalelerle öğle taamı edildi. Buradaki küçük teahhur esnasında küçük sultan Dürrişehvar hanım biraz gezindi. Abdülmecid Efendi lâkayt görünmeğe gayret ediyordu. Gözleri etrafa iliştikçe mütebessim nazarlar saçıyorlardı. Lâkin bu mütebessim nazarlar altında muhtefi olan hüzün ve keder pek iyi fark olunuyordu. Faruk Efendi küçük kardeşiyle konuşarak sıkıntısını ve teessürünü göstermemek arzu ediyor ve otomobilde olduğu zamanlar şoförle otomobilin sevkine dair bazı sözler konuşuyordu. Lâkin hareketlerinde endişe, nazarlarında asabî bir dalgınlık vardı. En ziyade müteessir olan ve hüzün ve yeisleri tavırlarında beliren kadınlardı.
“Yollarda çamurlar ve manialar — Yemek ve istirahat bitti ve otomobiller tekrar yola çıktılar, buralardan itibaren yollarda çamur başladı, otomobillerin devamı seyri çamurlara saplanmak maniasından yine teahhura uğradı. Bu teahhurlar esnasında sabık halife otomobilinden kat’iyyen inmedi.
“Çatalcaya muvasalat — Saat ikiye yakın Çatalcaya yaklaşıldı. Çatalcaya yakın bir mahalde Çatalca valisi Celâl Bey kafileyi bekliyordu; delâletiyle doğruca istasyonda ihzar edilen daireye gidildi. Dairenin etarfında polis ve jandarmalar hürmetkârane sabık halifeye son selâmı icra ettiler.
“Çatalcada — Abdülmecid Efendi Çatalca istasyonunda bulundukları müddet zarfında daima istasyonda dolaştı. Şen görünmeğe gayret ediyordu. Fakat dermansız ve yorgundu. İstanbuldan Çatalcaya kadar olan ve hattâ bir saat kadar yayan yürümek mecburiyetinde kaldıkları seyahatin yorgunluğu altında zayıf, sarı bir çehre görülüyordu.
“İstanbuldan kalkan ekspres saat onbiri kırkbeş geçe Çatalcaya vasıl oldu. Ekspreste Abdülmecid Efendi ve ailesine bir yataklı vagon ile 19 numaralı salon vagonu tahsis olunmuştu. Abdülmecid Efendi kısa ve kesik öksürüklerle ifayi selâm eden polis ve jandarmalar arasından geçti. Kerimesi ve mahdumu koltuklarına girmişlerdi. Polis müdürü Sadeddin Bey ve Çatalca valisi takiben yürüyorlardı. Gazeteciler Abdülmecid Efendinin yanına gitmek istedilerse de polis muhalefet etti. Abdülmecid Efendi evlâdlarının yardımıyle vagonun basamaklarından çıktı ve bu sırada arkasına dönüp Çatalca valisi Celâl Beyin elini sıkarak:
— Ne yapalım mukadder buymuş.. İnşallah millet ve memleketim selâmet bulur, bana çok nezaket gösterdiniz, teşekkür ederim dedi.
“Kampana çaldı ve tren yirmi dakika teahhur eden bir tavakkufu müteakip yola çıktı.tı. Saat yediye doğru hududu mürur etti.”
Halife Abdülmecid Efendi
(Resim : H. Çizer)
Halife Abdülmecid Efendinin imzası
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Mecmuasının ilk sayısının başlığında sanat hâmisi Şehzade Abdülmecid Efendi.
Tema
Kişi
Emeği Geçen
H. Çizer
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.
TÜM KAYIT
Kod
IAM010283
Tema
Kişi
Tür
Ansiklopedi sayfası
Biçim
Baskı
Dil
Türkçe
Haklar
Açık erişim
Hak Sahibi
Kadir Has Üniversitesi
Emeği Geçen
H. Çizer
Tanım
Cilt 1, sayfalar 137-141
Not
Görsel: cilt 1, sayfalar 137, 140
Tema
Kişi
Emeği Geçen
H. Çizer
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.