Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
ABDÜLÂZİZ EFENDİ (Karaçelebizâde)
Şeyhülislâmların otuz üçüncüsü, şair ve müverrih; onyedinci asrın birinci yarısında, hususî hayatının debdebe ve ihtişamı ve garabetleri, karıştığı politika entrikaları ve ihtilâllerdeki faaliyetile İstanbulun büyük şöhretlerindendir.
1593 (Hicrî 1000) de Bursada doğdu, bu şehirde mütekait olarak oturan babası Hüsameddin Hüseyin Efendiden altı yaşında yetim kaldı, ilk tahsilini kendisinden otuz yaş kadar büyük olan kardeşi Mehmed Efendiden gördü, medrese tahsilini de pek parlak bitirdikten sonra Şeyhülislâm Sunullah Efendiden mülâzim oldu; müderrisliklerde, Yenişehir ve Mekke kadılıklarında bulunda; 1633 (Hicrî 1043) te İstanbul kadısı oldu; narh hususunda gösterdiği şiddet bir yağ buhranı doğurunca devrin Padişahı Dördüncü Muradın gazabına uğradı; Kızıl adaların birinde boğulduktan sonra cesedinin denize atılması için bostancı başıya bir ferman verildi, Aziz Efendiyi bir kayığa bindirip Büyükadaya doğru açıldı; fakat vakayı haber alan Sadırâzam Bayram Paşanın rica ve şefaati ile affedildi, arkalarından süratle yetiştirilen ikinci bir ferman ile ölümden kurtularak Kıbrıs adasına sürüldü. Bir yıl sonra Dördüncü Murad tarafından tamamen affedilerek İstanbula döndü ise de bu hükümdarın son yılları ile halefi Sultan İbrahim’in devrinde bir münzevi hayatı sürmeğe mecbur oldu; kendisin...
⇓ Read more...
Şeyhülislâmların otuz üçüncüsü, şair ve müverrih; onyedinci asrın birinci yarısında, hususî hayatının debdebe ve ihtişamı ve garabetleri, karıştığı politika entrikaları ve ihtilâllerdeki faaliyetile İstanbulun büyük şöhretlerindendir.
1593 (Hicrî 1000) de Bursada doğdu, bu şehirde mütekait olarak oturan babası Hüsameddin Hüseyin Efendiden altı yaşında yetim kaldı, ilk tahsilini kendisinden otuz yaş kadar büyük olan kardeşi Mehmed Efendiden gördü, medrese tahsilini de pek parlak bitirdikten sonra Şeyhülislâm Sunullah Efendiden mülâzim oldu; müderrisliklerde, Yenişehir ve Mekke kadılıklarında bulunda; 1633 (Hicrî 1043) te İstanbul kadısı oldu; narh hususunda gösterdiği şiddet bir yağ buhranı doğurunca devrin Padişahı Dördüncü Muradın gazabına uğradı; Kızıl adaların birinde boğulduktan sonra cesedinin denize atılması için bostancı başıya bir ferman verildi, Aziz Efendiyi bir kayığa bindirip Büyükadaya doğru açıldı; fakat vakayı haber alan Sadırâzam Bayram Paşanın rica ve şefaati ile affedildi, arkalarından süratle yetiştirilen ikinci bir ferman ile ölümden kurtularak Kıbrıs adasına sürüldü. Bir yıl sonra Dördüncü Murad tarafından tamamen affedilerek İstanbula döndü ise de bu hükümdarın son yılları ile halefi Sultan İbrahim’in devrinde bir münzevi hayatı sürmeğe mecbur oldu; kendisine bağlanan Dimetoka araplığına ve babadan kalma çiftlik vesair emlâk ve akarının gelirine kanaat ederek Samatyadaki konağında mesleğine ait tetebbülerle vakit geçirdi. “Siyeri Kârzoni” yi tercüme etti, bir “Siyer” ile “Hilyetül Enbiya”, “Mir’at -üs- Safa” ve “Süleymanname”yi yazdı, bir yandan da, Hoca Sadeddin Efendinin “Tacüttevarih” ine zeyil olarak yazmağa başladığı “Ravzatül ebrar” adındaki tarihi ile meşgul oldu.
1648 Ağustos (Hicrî 1058 Receb) ihtilâlilnde büyük bir heyecan ile politika hayatına atıldı; Sultan İbrahim ile Ahmed Paşaya karşı ayaklanan Yeniçeri ocağı ağalarının yanında sarayı basan ulemanın arasına katıldı. Yedi yaşındaki küçük Şehzade Mehmedi Babüssaade önüne kurulmuş olan Osmanlı tahtına büyük bir cesaretle koltukları altından tutup oturtan ve bu çocuğa “Dördüncü Sultan Mehmed” diye ilk biat eden o oldu. Sonra Silâhtar, Çuhadar ve Bostancıbaşı ağaların delâletile Sultan İbrahimin bulunduğu yere gidildikte; Bostancıbaşı:
— Padişahım, ulemâ ve âyân reyleri üzre içeri buyurun, Allahüekber!.
Deyince, Sultan İbrahim yüksek sesle:
— Bre hainler!. Bu ne asıl iştir, ben her birinize ihsanlar etmedim mi? Şimdi havanıza tabi olmadığım için beni kaldırmak tedarikin ettiniz, ben Padişah değil miyim, bu ne demektir!? diye bağırdı. Burada da tahttan indirilen Padişaha cevap vermek cesaretini Karaçelebizâde Aziz Efendi gösterdi:
— Hayır Padişah değilsin!. Umuru şer’iye ve diniyyeye ademi takayyüt ile cihanı harbe verdin, ve evkatınızı levhü gaflet ile geçirip rüşveti faş ve zalimleri âleme musallat ve beytülmâli itlâf ve israf ettiniz! dedi.
İhtilâlcilerin başında bulunan Bektaş Ağa, Muslihittin Ağa ve Şeyhülislâm Abdürrahim Efendi ancak Aziz Efendiden sonradır ki hal’in meşrûiyetini Sultan İbrahimle münakaşa edebildiler. Sukutunu bir türlü kabul edemiyen hükümdar, büyük bir yeis içinde son defa olarak: “Ben niçin tahtımdan kalkarım?” diye sorunca, yine Aziz Efendi, Osmanlı sarayı bendegânının asırlarca unutamıyacağı ve affedemiyeceği kaba bir lisan ile: “Bu tahta kuud eden ecdadı izamının tarikine sülûk etmediğin için lâiki taht değilsin; gaflete müstağrak olup itlâfı hazine edersin. İhtilâli nizama sebep olan katli rical ve müsaderei emval etmekle halka muzirsin; ve kabili ta’lim ve ıslah olmamakla lâiki taht değilsin” dedi. Bu sahneyi nakleden Vakanüvis Naimâ Efendi: “Daha nice söz söylemiş ki bu mahalle yazılmayıp teeddüben terkolunmuştur” diyor.
Ocak Ağalarına içerden yardım edip oğlunun sukut ve felâketi ile küçücük torununun saltanatını hazırlayan Kösem Sultan Aziz Efendinin bu medenî cesâretinden son derece ürktü; bilâhare Büyük Valide Sultanı ile Karaçelebizade arasında şahsî bir husumet de başladı.
Aziz Efendi Dördüncü Mehmedin cülûsunu müteakip Rumeli Kazaskeri oldu. Sadırâzam Sofu Mehmed Paşanın haklı haksız şiddetli icraatına destek oldu. Saray masraflarının azaltılmasına çalıştı, hattâ saraydaki buz sarfiyatına varıncaya hesap ettirdi. Bu hareketlerine kızan Büyük Valide ile görüştüğü zamanlarda hatır kıran tok dilini değiştirmedi, hattâ Kösem Sultana sırası geldikçe, saltanat hırsı ile oğlunun katline kadar yürümüş olduğunu yüzüne vurmaktan çekinmedi. Bir arz gününde yedi yaşındaki Padişah Rumeli Kazaskerine: “İşittim akçe ve rüşvet alınırmış, niçin rüşvet alırsınız?” diye sormuştu; Aziz Efendi koltuğundan tutup tahta oturttuğu hükümdara alelâde bir çocuğa karşı gösterilen şefkat ve muhabbetle: “Bakâ canım sana bunu kim öğretti?” dedi ve bu samimî lâübâliliği ile Büyük Valideyi kasdetti. Sadırâzama Kösem Sultanın eski saraya nakledilmesini teklif etti. Fakat Küçük Valide Turhan Sultanın pek genç bulunmasından ötürü Sofu Mehmed Paşa, Rumeli Kazaskerinin teklifini yerinde bulmakla beraber tatbikine cesaret edemedi.
Aziz Efendinin en büyük arzusu Şeyhülislâm olmaktı; fakat Kösemin hayatında buna kavuşamıyacağını da biliyordu; bilâhare hâtırat yollu kaleme aldığı “Razvatül ebrar” zeylinde bugünlerden bahsederken: Büyük Valide ile arasının açık olduğundan onun hayatında murada nail olmaktan ümidini kesmiş bulunduğunu söyler.
Sofu Mehmed Paşanın azlile Mührü Hümayunun Yeniçeri Ağası Kara Murad Ağaya verildiği gün, Büyük Valide yeni Sadırâzama hitaben: “Beni öldürmek sevdasına düşüldü, Bihamdillâhü Taalâ ben dört devletgör müşüm (kocası Birinci Ahmed ile Oğulları Dördüncü Murad ve İbrahim, ve torunu Dördüncü Mehmedin Saltanatları), bunca zamandır devlet sürmüşüm, ben ölmekle ne âlem tamir olur ve ne yıkılır. Bunda kâh beni katle kasdederler, kâh padişahımı bazı nesne ferman ettikçe kim öğretti sana canım derler. Padişahlarla böyle muamelei istihza olur mu. Ya tâlim olunsa ne lâzım gelir” dedi. Bu tehdid Aziz Efendiyi dehşet içinde bıraktı. Kindar ve haris Kösemin pençesinden kurtulmak için Ocak ağalarile Sadırâzam Kara Murad Paşaya sığındı. Bir müddet sonra Şeyhülislâm Abdürrahim Efendi azlolundu, müftilik silsileye riayet etmek lâzım gelirse Karaçelebizadenin hakkıydı, fakat Kösemin arzusu ile bu yüksek makama Behaî Efendi geçirildi. “Bahaî çelebi İstanbul kadılığında sekizinci halefimiz iken fetvâ kalemini ona teslim ettirmekle kadîm kanunu bozdu ve belki şeriatın namusuna tecavüz etti” diyen Karaçelebizadeyi de hoşnud etmek için Sadırâzam Kara Murad Paşa, o zamana kadar görülmemiş bir şey olarak bir “Şeyhülislâmlık pâyesi” icad etti, bunu da Rumeli kadıaskerine tevcih etti ki:
Aziz-i âleme ola mübarek pâyei fetvâ
1649 (H. 1059)
tarih mısraı, şair Cevrî Çelebi tarafından söylenmiştir. Fakat bu müftülük pâyesi Aziz Efendiye uğursuz geldi. O yıl Ramazanın on beşinde, sarayda yapılan an’anevî kabul resminde Şeyhülislâm pâyesini taşıyan Rumeli kadıaskeri padişahın huzuruna sadırâzamdan sonra girmek istedi; kubbe vezirlerinden Sarı Kenan Paşa, Aziz Efendiyi omuz vurup iterek: “Efendi, eğer kadıasker isen aşağıya Anadolu Efendisinin yanına var!. Yok eğer müftü isen burada işin nedir? Biz vezaret rütbesini ele getirince nice kere kellemizi ortaya koyup tehlikeler geçirmişiz, bu senin ettiğin nedir” dedi. Kenan Paşadan sonra bütün kubbe vezirleri Rumeli kadıaskerini omuzlayub iterek öne geçtiler. Rivayet edilir ki ahbablarından biri Kenan Paşaya “Sultanım, Divânda tahammül buyurup Aziz Efendiyi mahcub etmeseniz mâkul değil midir, zamanı sabıkda Esad Efendi emri padişahî ile takaddüm etmişti” demiş. Aziz Efendinin bir âlim ve san’atkâr olarak kıymetini takdirden âciz cahil bir adam olan paşa da: “Esad Efendi emrü padişahî ile takaddüm etmiş, Esad Efendi gibi bir müftü bulsunlar, ayağını öpeyim, amma bu ne makule ef’al ile vâsıl olduğu malûm değil midir” cevabını vermiş.
Ayni vak’a bayram kabulünde de tekerrür etti. Bu istiskallerden sonra Karaçelebizade mevkiini muhafaza edemedi, azlolundu. Davudpaşa mahkemesi civarındaki konağına çekildi. Fakat Ağustos ihtilâlindenberi dostları bulunan mütegallibe Ocak Ağalarını kendisini Meşihata getirmeleri için tazyikten de geri kalmadı. Aziz Efendi için Şeyhülislâmlık artık sade bir şeref ve haysiyet dâvası olmuştu; arzusuna da hiç ummadığı bir ânda nail oldu. Şeyhülislâm Behaî Efendi tütün içmenin günah olmadığına fetva vermiş, tütün aleyhdarlığı ile meşhur bütegallibeden Bektaş Ağayı kızdırmıştı; İngiliz balyosuna karşı haklı olsa da makamının icab ettirdiği vekara yakışmıyan çok sert bir muamelesi Behaî Efendinin azli için kâfi bir sebeb gibi görülünce, “Aziz bizim katilimiz, düşmanı devletimizdir” diyen büyük Valide Sultana rağmen, bilhassa Bektaş Ağanın nüfuzu ile Karaçelebizade Şeyhülislâm oldu. (2 Mayıs 1651 = 11 Cemaziyelevvel 1061). Aşağıdaki mısra Cevri Çelebinin tarihidir:
Eyledi Hak izile müfti Aziz-i âlemi
Bu mısralar da Karaçelebizadenin hasımları ağzından tarih düşürülmüştür.
* Dedim balyoz ile oldu Azizim müfti
* Bâlyoz müftisidir Abdülâziz.
Dördüncü Mehmed tarafından gönderilen müftilik hattı şu idi: “Cenabınıza fetva hizmetin tefviz eyledik. İmdi din ve devletimize ve ümmeti Muhammede lâyık olan işleri şer’i şerif ile görmeniz lâzımdır”. Abdülâziz Efendi hayatının bu mühim vak’asını şöyle nakleder: “Tarafı saltanat ile Ağalar arasında geçen ahvalden haberim yoktu. Öğleden sonra kethüdâ ve teberdarlar gelip padişah tarafından dâvet edildiğim haberini getirdi. Zaman icabı ümidimi kesmiş olduğum için ariyet esvap ve at tedarik edüp gittim. Darüssaade içinde şehzadeler talimine mahsus olan mescidde huzura çıkıp padişahın elini öptüm. Hâtır sorduktan sonra Müftilik hattı humayûnunu ihsan buyurdular”. O gün huzurda büyük validenin de iltifat ve ihsanına nail oldu: bu iki can düşmanı, o sıralarda belirmeğe başlıyan ve Kösem Valide ile Ocak Ağalarını devirmek için padişahın öz anası küçük valide Turhan Sultan tarafından desteklenen yeni bir muhalefet cephesine karşı barışmak zaruretini hissettiler. Aziz Efendi Kösemin iltifatını da şöyle anlatır: “Büyük valide de huzuru humayûnda olan tûdei rezden bir avuç altın alıp bu fakire verince Sultanın ihsanı halife kesesinden mi edersiniz? diye ettiğim lâtife sultanın hoşuna gitti ve güldü.”
Tarihî bir aileye mensup olan Abdülâziz Efendi eski âdet ve an’analara düşkün bir adamdı; işe bunların ihyasından başladı. Şeyhülislâm olanlar eskiden dîvanda el öperlerdi; bu âdet 1621 de Yahya Efendinin şeyhülislâmlığına kadar devam etmişti; büyük şairin halefleri yalnız bahçede el öpmekle iktifa eder olmuşlardı. Karaçelebizade bu an’ananın ihyası için izin aldıktan sonra hemen o gün kayıkla Ahırkapıya geldi, saray kapısında Çavuş başı tarafından karşılandı; kubbe altına gelince de Sadırâzam ile Kubbe Vezirleri ve Kadıaskerler ve sair divan erkânı ayağa kalktılar. Bir saat kadar Kapığası odasında istirahat etti ve arz odasında huzura çıkarak çocuk padişahın ikinci defa olarak elini öptü. Dönüşünde de arz odası ile Babüssaade arasında Hazinedarbaşının elinden beyaz sofa kaplı samur kürk giydi, elli altmış çavuş ve yirmi kadar kapıcıbaşı önü sıra yürüyerek birinci avluya kadar uğurlandı. Efendinin bu hareketi eski merasime düşkün saray halkının çok hoşuna gitti. Kadıaskerler Şeyhülislâm olunca arpalıklarını hazineye bırakırlardı, fakat son zamanlarda bu da unutulmuştu. Müftiliği sadece bir şeref ve haysiyet meselesi yapmış olan Karaçelebizade bu asaleti de gösterdi, Şeyhülislâm olur olmaz arpalıklarından vazgeçti.
Abdülâziz Efendinin müftiliği ancak beş ay kadar sürdü; Kösem Sultan ile mütegallibe Ocak Ağalarının devrilmek üzere olduğunu göremedi, ikbalini onların nüfuzuna bağlamak suretile hayatının en büyük siyasî hatasını işledi. Ocak Ağaları ile onların iktidar mevkiine getirdiği devlet erkânı tarafından zulüm ve rüşvet ile ezilen İstanbul esnafı, tazyik tahammül edilmez bir hal alınca 1651 Eylûlünde (Ramazan) ayaklanıp Vezire dert yanmak istediler, seslerini işittirecek devlet kapılarının yüzlerine kapandığını görünce de bu ayaklanma bir ihtilâl rengini aldı. (B.: Esnaf ihtilâli).
Ramazanın dördüncü günü esnaf mümessillerinin Sadırâzam Melek Ahmed Paşa kapısından hakaretle koğulması üzerine İstanbul çarşıları kapandı, büyük bir kalabalık Müfti Aziz Efendinin Davudpaşa iskelesindeki sarayına gitti: “Bu belâyı başımızdan defetmeniz gerektir, bu zulmün def’ini bizzat Padişahı İslâm hazretlerinden rica ederiz. Vezire vardık. Bize kâfir gidiler diye küfür etti. Vükelâsından ümit kalmadı, kalk ahvalimizi padişaha bildir” dediler. Karaçelebizade: “Bu hususlara kadir değilim, yine hemen Paşaya varın” diye başından savmak istedi. Fakat Saraçhane kethüdası Ramazan Dede ile bir kaç söz bilir adamlar zağırışıp: “Kendinizden kürkler istendikte ayağa kalkıp Sultan İbrahimi ve Veziri katlettiniz, ya şimdi bizim ahvalimiz için ne acayip karışmazsınız, elbette emir şeriatındır, ya kalk önümüze düş, ya hemen ne olmalı ise olsun” diye Efendinin üzerine yürüyüp tehdit ettiler. Abdülâziz Efendi de bu zor karşısında: “Biz gitmeyiz demedik, muradımız makulü mülâhaza idi, at eyerlensin, ne ola, gidelim” diye at eyerleninceye kadar abdest bahanesile diğer odaya geçti; fakat esnaf: “Bre Efendiyi kaçırdık tutun hay!” diye ardından koştu, Efendinin eteğine yapıştılar. Zorla ata bindirdiler ve etrafını alarak saraya götürdüler. Bu kalabalığın önü sıra yürüyen bir adam da tellâl gibi: “Ümmeti Muhammed!.. bize olan zulüm nedir! aramıza kılıç girdi, kapayın dükkânlarınızı!..” diye bağırıyordu.
Müftinin atını saran kalabalık on binden fazla idi. O hal ile Ayasofyaya varıldı. Abdülâziz Efendi oradan saraya haber yollayıp huzura çıkmak için izin istedi. İzin çıktıktan sonra da esnaf mümessilleri ve ayak takımından bir kalabalık ile Babüssaade önünde ayak dîvanına gitti. Esnafın şikâyetini dinleyen çocuk padişah: “Size böyle zulüm olduğuna benim rızam yoktur!” diyerek Kanunî Sultan Süleyman devrinden sonra konulan vergilerin kaldırıldığına dair ellerine ferman verdi. Fermanı koyunlarına koyan esnaf mümessilleri başlarına toprak savurup: “Padişahım, zulm ile âlem harab oldu.. Sana bildirmezler.. Vezirin ketmeder. Halen on altı nefer kimse vardır ki sana padişahlık ettirmez.. Beytülmale ve miriyeye ait malı yiyip yutarlar.. Bunların başı da Karaçavuş ve Bektaş Ağa ve Kethüda Bey ve Samsuncubaşı Sarıkâtib ve Delibirader ve falan ve falandır... Âli Osman devleti düşmüş ocağa yanıyor!..” diye bağırışarak Yeniçeri Ocağı mütegallibe Ağalarının isimlerini saydılar; ve nihayet “bunlar katlolunmayıp cezaları verilmesse padişahlık edemezsin.. Memleketinden fitne ve fesad defolmaz..” diye Vezirin azlini, Ocak Ağalarının da katlini isteyerek ayak dirediler. Melek Ahmed Paşa derhal azledildi, Siyavuş Paşa Sadırâzam oldu. Ocak Ağalarının cezalandırılması da ertesi güne bırakılarak, ayaklanan İstanbul esnafı ertesi sabah toplanmak üzere o gece evlerine dağıldılar. Sarayda Ocak Ağalarını tutan tek sima Kösem Sultandı. Kalabalık dağıldıktan sonra yeni Sadırâzam ile Abdülâziz Efendiyi huzuruna davet etti: “Varın Ağların gönlünü alın” diye Yeniodalar meydanına gönderdi. Onlar da Yeniçeri kışlasına giderek: “Bugünkü kaza bin gayretle savuldu, yarın tedbir sizindir” dediler. Ağalar da İstanbula silâhlı neferlerle çorbacılar çıkarıp yolları muhkem beklettiler. Fakat ertesi sabah tekrar ayaklanan şehir halkı, köşe başlarındaki Yeniçeri karakollarını silâh ve sopa ile kaçırıp dağıtmağa muvaffak oldu. Fakat Yeniçeri kolları da halk toplantısına mâni oldu. Bir kaç yerde esnaf ile Yeniçeri arasında çarpışmalar oldu, kan döküldü. O gün (5 Ramazan) ve ertesi gün öğleye kadar İstanbul heyecan içinde çalkalandı. Siyavuş Paşa ile Müfti araya girerek ortalığı yatıştırmağa muvaffak oldular, çarşılar açıldı. Fakat beri tarafta mütegallibe Ağalar da birbirine ziyafet bahanesile toplanarak şehirliye karşı alınacak tedbirleri düşündüler. Bu sırada, sarayda Ağaların aleyhinde çalışan kimselerin padişahın anası Turhan Sultan ile Ak Haremağaları olduğunu bildiren ihtiyar Kösemin bir tezkiresi geldi.
Ramazanın on altıncı günü Ağakapısında bir toplantı yapıldı, Müfti Abdülâziz Efendi, Kadıaskerler, nakibüleşraf ve ulemadan ileri gelen bir kaç kişi de davet edildi, Kösemin jurnal istediği Ak Haremağalarının bir defteri yapılarak saraya bir kâğıt yazıldı, bunların teslimi istenildi. Dördüncü Mehmedin tahttan indirilmesine, anasının eski saraya sürülmesine, kardeşi şehzade Süleymanın padişah ilânına da gizlice karar vermişlerdi. Bu husus için Kösemin adamları tarafından Demir kapı ile sarayın diğer oğrun kapıları açılacak, hemen o gece saraya bir baskın yapılacaktı. Fakat bu plânlar bir gün evvel Kösemin cariyelerinden Meleki isminde bir kız tarafından Turhan Valideye ihbar edilmişti. Turhan da oğluna haber verdi; Dördüncü Mehmed de Ak hadımlardan baş lala Süleyman Ağa ile Reyhan Ağayı büyük validenin izalesine memur etti; Mütegallibe Ocak Ağalarından evvel davranan Turhan valide takımı ihtiyar Kösemi dairesinde boğarak idam etti. Tarafdarları da birer birer tutularak öldürüldü. Bunlardan kaçmağa muvaffak olan Samsuncubaşı Ömer Ağa Ağakapısına iltica ederek mütegallibelere “iş işden geçti, ağlebü âlem kaziye duyulup büyük validenin işi bitti” haberini getirdi. Sadırâzam Siyavuş Paşa da derhal saraya davet olunmuştu. Dördüncü Mehmed ona da: “Lala ahval malûmun olmuştur. Sadakat ile hizmetinde kaim ol. Devletime ihanet üzere olanların cezası verilsin!” dedi. Ocak Ağalarının padişaha suikastinden ve Kösemin idamından haberdar edilmiş olan Sadırâzam da: “Ferman padişahımın! hayır duası ve himmeti berekâtile bedhahlar cezasını bulur!” diyerek hükümdara sadakatını bildirdi. Ertesi gün erkenden bütün ulema ve İstanbul âyan ve eşrafı saraya davet olundu. Dîvanı humayûn önüne taht kuruldu ve Sancağışerif çıkarıldı ve şehre de münadiler salınarak şehirli sancak altına davet olundu. Beri tarafa gelince, Ocak Ağaları da Ağakapısında toplantı halinde idi. Onlar da ulemayı Ağakapısına davet etmişlerdi; bu arada Aziz Efendiye de bir kaç defa adam gitmişti. Müfti geceyi tereddüt içinde geçirmiş, sabahleyin de saraydan padişahın davetçisi gelmişti; Abdülâziz Efendi büsbütün şaşırdı. En sadık adamlarından Tiryaki Solak Ahmed:
— Padişah tarafına davet olunmuşken diğer tarafa varmak na ma’kul belki muzirdir, giderseniz saraya varın dedi. Karaçelebizade:
— Efendi Ağaların hâtırı vardır, şimdi bunların yedi galebeleri mukarrerdir, cümle ocağı hasım mı edelim deyince, Solak Ahmed:
— Behey Efendi hâtır yeri değildir, her halde padişah tarafında bulunmakta selâmet vardır, Ağaların peymanei ikbâli dolup hadlerini tecavüz etmişler, bunların başlarına hayır gelmez, alâmeti zevalleri çoktan belirmiştir, padişah tarafına varmaktan gayri bir şey düşünmeyin” diye ısrar etti. Fakat Karaçelebizade büyük siyasî hatasını işliyerek: “Heriflerin hâtırı feda olunmaz, bütün ulema o tarafa gitmişitr” diyerek Ağakapısına vardı. Vak’anüvisin tâbiri ile müfti gelir gelmez “Ağaların bıyığını balta kesmez” oldu. Bununla beraber Ağakapısında kendilerini emniyette görmeyerek Orta Camiye gitmeğe karar verdiler. Süleymaniyeden Yeniodalara varınca, bütün yollar müsellaâh Yeniçerilerle dolmuştu. Başta Abdülâziz Efendi ve arkasında Yeniçeri Ağası ve diğer Ocak Ağaları olduğu halde mutantan bir Yeniçeri alayı ile Orta Camiye gidildi. Fakat Yeniçerilerin arasında da Ağalarından hoşnut olmıyanlar pek çoktu; Silâhlanmaları, zabitlerinin emrine itaat etmiş olmaktan ibaret bir gösteriş idi; hattâ Yeniçeri Ağası Ağakapısından atına binerken: “Büyük validenin kanını isteriz!.” demiş, asker arasından da: “Sen Valide Sultanın varisi mi oldun” diye bir ses yükselmişti; Yeniçerilerde buna karşı ne ufak bir hareket görülmüş ne de bu sesin sahibi ele verilmişti. Ocak ağaları ve Müfti dehşet içinde kalmış, fakat Aziz Efendi için de saraya dönmek imkânı kalmamıştı.
Saraydaki dîvanda da, Ağaların yanında bulunan Abdülâziz Efendi lie Anandolu ve Rumeli Kadıaskerleri azledilerek Ebûsaid Efendi Müfti tayin edildi. Silâhına sarılan bütün İstanbul halkı, sokaklardan sel halinde Sarayıhumayûna, Sancağışerif altına toplanmağa koşuyordu. Bir saat içinde sarayın iç ve dış avluları, Demirkapı ve Hocapaşadan Soğukçeşmeye ve Ayasofyaya kadar bütün sokaklar, Ayasofya ve Sultanahmed camilerinin avluları ve meydanlar dolmuştu. Sipahiler, Cebeciler ve diğer ocakların neferleri de zabitleri ile beraber pürsilâh olarak padişah tarafına gelmişlerdi. Eskiodalardaki Ağalar tarafına gidip kışlalarında vaziyete seyirci kalmışlardı; tellâlların sadasını işidince silâhları kapıp saray tarafına koşmuşlardı. Bu haber Yeniodalardaki Ortacamide toplanmış olan Ocak Ağalarına ağır bir darbe oldu. Yeniodalardaki yoldaşlar da kışla kapılarından kafile kafile kaçarak Sarayıhumayûn tarafın geçmeğe başladılar. Yalnız kalan Ağalar da kendilerini bekliyen ölümü bütün dehşeti ile görerek dağılmağa karar verdiler; her biri Müfti Ebûsaid Efendiye ve az evvel başını istedikleri Lala Süleyman Ağaya mektuplar yazıp mansablarından vazgeçtiklerini, suçlarının affı ricasile ihsan edilecek birer münasip mansab ile emredilen yere gideceklerini bildirdiler ve şefaat dilediler. Padişah tarafı da fitnenin kan dökülmeden bastırıldığına sevindi. Karahasanoğlu Hüseyin Ağa Yeniçeri Ağası tayin edildi; diğer Ocak Ağalıkları da sadakatlerine güvenilen Ocak Zabitlerine verildi; devleti zulüm ve rüşvet ile inleten Mütegallibe Ağalar da birer beylerbeyilik ile İstanbuldan çıkarıldı, arkalarından da idam fermanlarile cellâtlar gönderildi. Karaçelebizade Abdülâziz Efendi de bu bozgun ânında Aksaraydaki Yeniodalardan Davudpaşa iskelesindeki sarayına çekilip kapanmıştı. Ertesi gün (3 Eylûl 1651 — 17 Ramazan 1061) sarayından alınarak Samatya iskelesinden bir kayığa konuldu, Arpalığı olan Sakıza sürüldü; ve ölümüne kadar bir daha İstanbula dönemedi. Sürgün yılları Karaçelebizade Abdülâziz Efendi için büyük şehrin hasretini çekerek geçirilmiş acı bir ömür oldu. Bilhassa, vaktile tahta oturttuğu bir hükümdarın hayatına kasdetmiş kimselerle suç ortağı telâkki edilmesini, kendisini ölümüne kadar üzen bir leke telâkki etmişti. Sürgün hayatında yazmağa başladığı Ravzatül ebrar zeyli, bu bakımdan uzun bir müdafaaname teşkil eder; öyle ki, bu eserinde intihar etmeyi bile düşündüğünü yazar; “Müstağrakı nimeti ihsanı bîpâyân olduğumuz Sultanı Cemnişan Hazretlerine hâşâ sümme hâşâ hıyanet töhmetinden ilâ el’an halâs olmadığımız dağı derûn ve mülâhaza olundukça mazharı gazabi Hazreti Rabbi izzet olmak havfı olmasa kendimi helâke kasdederdim” der. Teessürlerini bazan manzume halinde de ifade, ve felâketine, siyasî ihtiraslarının sebep olduğunu itiraf etmiştir.
Etti bed hâl beni tuli emel, sui amel
Merhamet senden eya hazreti Hakku izzü celi
Lütfüne kaldı hemen, gayrden ümmidim yok
Eğer ermez ise, güç, dâmeni ihsanına el
Bilürüm işledüğüm işleri, cürmüm bihad,
Mahzi ihsânına kaldı işim ey Hakkı ehad
Venediklilerin Çanakkale Boğazını abluka etmesi üzerine, 1652 de menfası Bursaya tahvil edildi ve Bursada ecdadının çiftliğinde oturmasına izin verildi. Bu sıralarda düşmanlarından Hocazade Mes’ud Efendinin meşihatinde, üzerindeki Sakız arpalığı Mudanya ile değiştirilerek istiskal edildi; müftünün kasdi, Karaçelebizade bunu kabul etmezse, itaatsizlikle jurnal edip daha uzak bir yere sürdürtmekti; fakat Abdülâziz Efendi bu ağır muameleyi de sinesine çekti, bilâkis “Mudanya Arpalığı Sakızdan bir kaç mertebe tercih olunur, lûtfunuzdan memnun olduk” diye cevap verdi ve hasmının şerrinden kurtuldu.
Abdülâziz Efendi ömrünün son altı yılını Bursada geçirdi; şehre, hâlâ Müftüsuyu diye anılan bir su getirtti; kırk kadar çeşme, Camiikebirde iki sofa ve Sedbaşında bir cami yaptırttı. Konağı da Sedbaşındaydı.
Karaçelebizade, 12 Birincikânun 1657 (6 Rebiülevvel 1068) de bir Cuma gecesi Bursada öldü ve Deveciler kabristanına gömüldü. Fıkıh ilminde asrının en derin âlimlerindendi; zengin ve tantanalı bir üslûp sahibi müverrih olarak bıraktığı eşsiz kıymette eseri de Ravzatül ebrar zeyli olmuştu. Dördüncü Mehmedin cülûsundan kendi ölümüne kadar geçen devrin hâtıralarını ihtiva eden bu eser, bu devir içindeki pek mühim vak’aların yakından şahidi olmuş bir devlet adamının hâtıralarıdır; Karaçelebizade eserinde düşmanlarına karşı âmansız bir dil ile hücum etmekten, bunlar hakkında en ağır hakaretlerde bulunmaktan çekinmemiştir.
Karaçelebizade, İstanbuldaki ikbal yıllarında, hususî hayatının garabetleri ve Davudpaşa iskelesi mahkemesi civarındaki sarayının haşmeti ile de büyük şehrin dillere destan olmuş bir şöhreti idi; Naimânın naklettiği sahneler çok zengindir:
“Aziz Efendinin hizmetinde terbiye olmuş bazı söz anlar okur yazar kimselerden menkuldür ki Mevlânayi müşarünileyh âba’ü ecdadından mevrus vâfir mala sahip olup kendisi dahi düyundan ârî ağniyadan olmağın mesken ve libas ve taamda ve terbiyei etbâ ü hademe ve dârat ve ihtişamda vezirâna belki mülûkâne idi. Taamı nefîs halviyatı sükkeri, meclisi pâk, vakti taamda müteayyin etbaı ve misafir bulunan âdab ile hazır olup bâdettaam yanında oturmazlardı. Züvarü misafirîn için başka müzeyyen oda mahsus idi. Talep ettiği adam yanına davet olunup resmîce sohbet ederdi. Ekser evkatta yalnızca kâşânei mahsusasında mütalâai kütüp ve tahrire meşgul olurlardı. Sair huddamdan maada tâzerû mehpâre beş altı tane nâzenîn hizmetkârı eksik olmazdı; pâk dâmen ve salih idiler, lâkin müşahedei cemalî hûban ile mütelezziz olup ol makule sureti ve siyreti mahbub çelebileri evlâd yerine terbiye edüp okudup yazdırıp çırâğ etmeğe mail idiler. Hattâ mahdumlara eyyamı şitade Hind alacası ve mirzay boğası kapama ve şal kuşak, ve eyyamı sayfta ince Kırım kesimi beyaz sade ve som sırma kolan kuşak kuşadup; eyyamı mutedilede süd maisi ince bez çantiyanlar giydirüp çağşır kiydirmezler imiş. Ve sadelerinin yırtmaç şikâfı şâtır eteği misal iki karış mikdarı olup bir iki yerden rabt içün altın kopça dikerler imiş ki misafir huzurunda açılmamak için yırtmaçlar iliklenürdü. Sair vakitte küşâde olup esnayi hizmette süratle âmedüşud ettikçe şakkı tulânî yırtmaçlardan sîmîn topukların şa’şaası meclise pertev salardı; Efendi Hazretleri bu veçhile topuk seyri ve Kırım kesimi esvabın şikâfından âyinei sîne temâşâsın idüp bukadarce ile kanaat edermiş. Lâkin âdâ ve hassadı bu sebeple kenduye harfgirlik idüp fısk ile töhmet ederlermiş. Zümrei hüddam velinimetlerinin gerek hayr ve gerek şer ahavallerin ketmetmezler; hizmetkârları naklederler ki nazar ile telezzüzden gayri bir ferde takarrüb ettiği, belki bir bûse aldığı yoktur deyu yemin ederlermiş. Hattâ mahremi esrarı olan kibardan biri: “Sultanım bu tâze uşakları istihdam ettüğünüz çendan münasib görülmez” dedikte: “Hüsnü suret kabiliyeti siyrete alâmettir, bir alay kabihülvech ehremen istihdamından bunlar münasibdir ve bir alay fesaka şerrinden hıfz ve terbiye ile âdem ettiğimiz cihetle me’cur oluruz” demişler; “Amma Sultanım tarzı libaslarında muhteri tekellüflerde itinanız sebebile âdânız ta’n ve dostlarınız sui zan ederler” dedikte: “Telezzüzü nazardan gayri kasdimiz yoktur, cevasisi uyûb olanlar tafahhuse ederek pâkbazlığımıza muttali olup sui zandan kurtulur, hased cibilleti belâsile zemmü gıybet edenler seyyiatımızı alur; hüsnü cemali hûbsn mir’âtı sun’u yezdan olmağın muhakkakînden olan urefayi kibar nazarı ibretle müşahedesi bâbında meslûbülihtiyarlardır; mütelezziz olduğumuz mânayı bir alay ahmaklanı ta’nından havf ile terketmeziz, ef’ali ibadın seyyiatü hasenetına muhasib Hak Taâlâdır, nederlerse desünler” diye cevap vermişler (Naima, VI, 348 — 354). Karaçelebizade Abdülâziz Efendi orta boylu, şişman, ince sesli bir zat imiş; çabuk çabuk konuşurmuş, yazılarında olduğu gibi sohbetlerinde de ifadesi gayet düzgün ve tumturaklı imiş.
Bibl. : Naima Tarihi, IV - VI; Kâtip Çelebi, Fezlike; Ravzatülebrar; A. Refik, Âlimler sanatkârlar; İlmiye salnâmesi; F. Reşad, Eslâf.
Karaçelebizâde Abdülaziz Efendinin bir fetvasi (cevab ve imza kendi el yazısı)
Theme
Person
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM010182
Theme
Person
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Description
Volume 1, pages 69-76
Note
Image: volume 1, page 69
See Also Note
B.: Esnaf ihtilâli
Bibliography Note
Bibl. : Naima Tarihi, IV - VI; Kâtip Çelebi, Fezlike; Ravzatülebrar; A. Refik, Âlimler sanatkârlar; İlmiye salnâmesi; F. Reşad, Eslâf.
Theme
Person
Contributor
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.