Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
ABDÜLÂZİZ
Osmanlı hanedanının otuz dördüncü padişahı, İstanbul tahtına oturan Türk hükümdarlarının yirmi altıncısı, İkinci Mahmud ile Pertevniyal Sultanının oğlu, 9 Şubat 1829 (15 Şaban 1245) da doğdu, 25 Haziran 1861 (17 Zilhicce 1277) Salı günü de büyük kardeşi Abdülmecidin ölümü üzerine otuzbir yaşında tahta geçti; 29 - 30 Mayıs 1876 (6-7 Cemaziyelevvel 1293) da tahttan indirildi; 4 Haziran 1876 da intihar etti; bazı iddialara ve İkinci Abdülhamidin emrile kurulan Yıldız fevkalâde mahkemesinin verdiği hükme göre de Serasker Hüseyin Avni Paşanın adamları tarafından, hal’inde iktidar mevkiinde bulunan ricalin muvafakati alınarak öldürüldü. Ölümünde kırkyedi yaşlarında idi, 15 yıl, 4 ay, 19 gün padişahlık etmiştir; kabri babası İkinci Mahmudun türbesindedir.
Halk ağzında Sultan Aziz diye anılır. Zamanı, “Tanzimat devri” denilen münevver mutlakiyetin ikinci ve sonuncu safhasını teşkil eder.
Kumral, elâ gözlü, geniş yüzünü sivrice hafif bir sakal çerçeveliyen güzel adamdı. Pehlivan yapılıydı, pehlivanlığa da, hususî hayatında, soyunup kispet giyip yağlanarak devrinin şöhretlerile güreşecek kadar meraklıydı. Tebaasına karşı iyi düşünceler besliyen, şefkat ve merhameti bol: devletin kara ve deniz kuvvetlerinin düzenlenmesini ve çoğaltılmasını, yurdun imarını ve Türkiyede esaslı bir kültür yü...
⇓ Read more...
Osmanlı hanedanının otuz dördüncü padişahı, İstanbul tahtına oturan Türk hükümdarlarının yirmi altıncısı, İkinci Mahmud ile Pertevniyal Sultanının oğlu, 9 Şubat 1829 (15 Şaban 1245) da doğdu, 25 Haziran 1861 (17 Zilhicce 1277) Salı günü de büyük kardeşi Abdülmecidin ölümü üzerine otuzbir yaşında tahta geçti; 29 - 30 Mayıs 1876 (6-7 Cemaziyelevvel 1293) da tahttan indirildi; 4 Haziran 1876 da intihar etti; bazı iddialara ve İkinci Abdülhamidin emrile kurulan Yıldız fevkalâde mahkemesinin verdiği hükme göre de Serasker Hüseyin Avni Paşanın adamları tarafından, hal’inde iktidar mevkiinde bulunan ricalin muvafakati alınarak öldürüldü. Ölümünde kırkyedi yaşlarında idi, 15 yıl, 4 ay, 19 gün padişahlık etmiştir; kabri babası İkinci Mahmudun türbesindedir.
Halk ağzında Sultan Aziz diye anılır. Zamanı, “Tanzimat devri” denilen münevver mutlakiyetin ikinci ve sonuncu safhasını teşkil eder.
Kumral, elâ gözlü, geniş yüzünü sivrice hafif bir sakal çerçeveliyen güzel adamdı. Pehlivan yapılıydı, pehlivanlığa da, hususî hayatında, soyunup kispet giyip yağlanarak devrinin şöhretlerile güreşecek kadar meraklıydı. Tebaasına karşı iyi düşünceler besliyen, şefkat ve merhameti bol: devletin kara ve deniz kuvvetlerinin düzenlenmesini ve çoğaltılmasını, yurdun imarını ve Türkiyede esaslı bir kültür yüksekliğini istiyen bir hükümdardı.
Rumeli demiryolu yapılırken, tren Topkapı sarayı bahçesi içinden geçiren proje şiddetli itirazlara uğramıştı. Meclisi hâssın bir toplantısında Mütercim Rüşdi Paşa bu bahis üzerinde durmuş, bir frenk şirketinin sarayı hümayûna tecavüzünden pek ağır bir dille şikâyet etmişti; o zaman, sadrâzam Âli paşa onu: “Ne yapalım efendim, mülkün sahibi arzu ve müsaade etti, ve hattâ, şimendifer yapılsın da isterse sırtımdan geçsin razıyım buyurdu” diyerek susturmuştu.
Diğer taraftan, devleti çetin bir duruma sürüklemiş olan malî buhran karşısında saray masraflarının, bu arada kendi tahsisatının azaltılmasına razı olmuş, eski Osmanlı ananesinden ayrılarak bir zevce ile yaşıyacağını da vükelâsına vaadetmişti.
Mağrurdu, fakat gururu halkcıl olmasına engel olmamıştı; meselâ bir şehir gezintisinde yolu düşen Fatih karakolunun önüne bir iskemle atıp oturur, önünden akan kalabalığı babacan bir eda ile selâmlamaktan zevk duyardı. Teşrifattan, resmî merasimden çok sıkılırdı; elçilerin kabulüne, hükümdarlık vazifelerinin en kasvetli işlerinden biri olarak bakardı, üniformasının yakası daima çözük, hattâ bazan ilk düğmesi iliklenmemiş bulunur; sırtına attığı kukuleteli harmanisi, başındaki kenarı geniş, tablası dar “Aziziye Kalıb” fesi kadar meşhurdu. Adî günlerde giyinmez, yalınayak, entari üstüne geçirdiği pike bir haydarî ile otururdu; kış ise, kürkünü giyerdi. Mabeyin ricalinden rivayet olunur, bir gün saraya gelen sadrâzam Âli Paşayı o lâübali kıyafeti ile kabul etmek istemiş; fevkalâde nezaket, ciddiyet ve teşrifatperestliği ile meşhur olan vezirin odaya girmesile çıkması bir olmuş, delâlet eden mabeyinciye “Efendimiz istirahat buyuruyorlarmış, niçin rahatsız ettik“ diye saraydaki vükelâ odasına gitmiş; Abdülâziz sadrazamın nereye gitiğini sorunca keyfiyeti anlatmışlar; Paşanın zarafet ve nezaketinden hoşnud olarak gülümsemiş, elbisesini giyerek Âli Paşayı hûzura çağırmış.
Âli ve Fuad Paşalar, çocukluğu ve gençliği ananevî bir saray terbiye ve teşrifatına vukuflarından gayri meziyetleri olmıyan bilgisi mahdud kimselerin elinde ve yanında geçmiş olan hükümdarın görgüsünü çoğaltmak için Abdülâzizi, evvelâ Türkiyenin tarihî beldelerinden olan Bursaya, sonra büyük inkılâblara sahne olmuş kadim bir medeniyet merkezi olan Mısıra, daha sonra da Avrupaya göndermişlerdi; fakat bu seyahatlar, kıymeti hüsniyetinden ve samimiyetinden ibaret olan Abdülâzizde, mutlakiyetle idare olunan bir memleketin hükümdarına yüklenen mesuliyet duygusunu uyandırmamıştı; hanedanın içinde bir Avrupa seyahatine çıkmak fırsatını bulmuş tek sima olan bu hükümdarın ne malûmatı, ne de zekâsı buna müsaitti. Fransada Üçüncü Napoleonun, İngilterede Kraliçe Viktoryanın misafiri olup bu iki memleket tarafından pek parlak bir surette ağırlanan Abdülâziz dönüşünde Viyanayı da görmüş, her dolaştığı ve geçtiği yerde sempatik bir hatıra bırakmış, kendisi de hoşça vakit geçirmişti. Abdülâzizin Avrupa seyahati üzerine pek lâtif fıkralar naklolunur.
Abdülmecidin Avrupa medeniyetine hayranlığı, mutaassıb ve muhafazakâr kitleyi kendisine düşman yapmıştı; sarayının ağır masrafları ve şahsının içkiye olan ibtilâsı da saltanatının son yıllarında hoşnudsuzluğu arttırmıştı; ölümü ve Abdülâzizin cülûsu bilhassa İstanbulda büyük bir sevinçle karşılanmıştı; yeni hükümdarın halkcıl halleri de kendisine derin bir sevgi toplamıştı, Cevdet Paşa Abdülâzizin Mısır seyahatından dönüşünü tasvir ederken bunu çok canlı olarak belirtir:
“Avdeti hümayûnlarında sekenei İstanbul ahalli Mısır ve İzmire kat kat tefevvuk ettiler. Bu babda ibtida sairei misâl gösterenler Mısır ile ahzüâta eden pirinççiler esnafı idi ki pirinç mağazalarını gelin odaları gibi donattılar ve sokakları giranbahâ avizelerle tezyin ve envai fener ve kandil ile tenvir, hasırcılar dahi anlara rekabet edercesine çarşılarını tezyin ettiler. Esnafı saire de yekdiğere tefavvuk iddiasile garib şeyler ve harici ez tasavvur nümayişler gösterdiler. Dükkân ve hanların önleri hep defne dallarile tezyin ve fener kandillerile tenvir olundu. Ve pek çok yerlerde limon ve çiçek saksılarile adetâ limonluk tarzında bahçeler peyda oldu. İstanbulun en hücra yerlerinde ve mahallât aralarında bulunan ufak tefek dükkânlar bile hallerine göre şehrâyin yaptılar. Haneler alelûmûm böyle fenerler ve kandillerle tenvir kılındı. Elhasıl şehri İstanbulun sunufu ahalisi birbirine bakarak emsali görülmedik bir şehrâyin tertip ettiler. İstanbul sokakları adetâ müzeyyen yalı bahçelerine döndü. Boğaziçi sahillerinde ve Üsküdar ve Beyoğlu ve Galata taraflarında dahi hâl böyle idi. Lâkin şehri İstanbul anların cümlesine tefevvuk etti.
“Büyük Çarşı halkı çarşıyı tezyin ile gece çarşıyı açmak istediklerinde gece çarşının açılması memnu olduğu cihetle ruhsat istediklerinde zabıtaca tereddüt olunduğu, Fuad Paşaya ifade olundukta hemen çarşının gece küşadına ruhsat verilmekle çarşının tezyinatı da fevkalâde bir surette icra olundu.
“İkinci akşam zatı şahane basıaskerîde taam ettikten sonra çarşı içinden dolaşarak ve Hasırcılar içini ve Asmaaltını temaşa eyliyerek avdet buyurdular. Çarşı içinden geçerken atının ayakları altına çarşılı kum yerine pul döşediler. Bazı yerlerde üstüfeler serdiler. Ve üçüncü gece zatı şahane Beyoğlu kışlasında taam ettikten sonra Beyoğlunu temaşa buyurdu.
“Üç gece bu veçhile şehrâyin yapılıp herkes birbirine müsabakat daiyesinde bulunmakla çarşı içinden geçmek pek müşkül idi. Hele oradan dolaşarak Asmaaltına varmak mümkün değildi. Bu kadar izdiham içinde kadınlar sokağa çıkmaktan memnu değildi. Halk sabaha kadar sokaklarda dolaşıp gezerdi. Bir yerde bir uygunsuzluk zuhûr etmedi. Sanki herkes sehbayı sürûr ve inbisat ile mest olarak kendi âleminde geziyordu. Ve taraf taraf çalgılar çalınıyordu. Andan başka asker muzikaları dahi takım takım olarak semt semt sokaklarda geştü güzar ederlerdi. Elhasıl üç gece kalemle tarif olunmaz surette şehrâyin yapıldı.” (Marûzat).
Müverrih, ayni eserinde, Abdülâzizin nekadar korkunç bir malî buhran içinde tahta çıktığını şu acı fıkra ile nakleder:
“Fuat Paşa hattâ zer-ü sîm âvanı istimalini yasak etmek ve herkesin elinde olanı toplayıp sikke kestirmek tedbirini dermeyan edip olbabda bir kıt’a fetvayı şerife dahi almıştı. Sultan Abdülâziz Han buna dair Fuad Paşa ile bahsederken: Bu iş nasıl olur? Sultanların avanisi nasıl alunur? Meselâ anların seyir yerlerinde su içtikleri gümüş taslar var, bunlar alınır mı? dedikte Fuad Paşa: “Hay hay efendim, anları da alırız. Allah göstermesin Devleti âliyeye bir fenalık gelip de efendimiz Konyaya doğru giderken bizler dahi rikâbınıza düşüp gidecek olduğumuz vakit Sultan Efendiler bu taslarla Ayrılık Çeşmesinden su mu içecekler? dedikten başka: “Efendimiz varisi saltanatsınız, lâkin bir medyun tahta varis oldunuz” diyerek cesurane ve fedakârane sözler söylemiş ve bu veçhile vaktü halin derecei nezaketini arzeylemiş. Bunun üzerine ittihaz olunan tasarruf ve idare mesleği enzarı yar ve ağyarda makbul olarak itibarı malî oldukça avdet eylemekle Avrupaca teşebbüs olunmuş olan istikraz işi fiile geldi ve devlet biraz nefes aldı”. (Marûzat).
Yukardaki satırlar, tebaasının Abdülâzize bağladığı ümidin ne kadar büyük olduğunu gösterir.
Abdülâziz, kızdığı zamanlar, Osmanlı sarayı hareminde hükümdarlara verilegelen “Arslanım” sıfatına uygun olarak, bağırmaz, gürlerdi; bu bakımdan zarafet ve nezaket timsali olan kardeşi Abdülmecidin tam zıddı idi; fakat nazırlarına karşı güven besliyen hükümdardı, hüsnüniyet sahibiydi; asırların mirası olan siyasî gaileler ve malî buhran karşısında, kuvvetli devlet adamları Padişahın bu kıymetlerinden çok istifade edebilirlerdi. O devri iyi tetebbü etmiş, Abdülâzizin şahsı ile etrafındakilere dair çok kıymetli hâtıraları bulunan Abdürrahman Şeref Efendi: “Âli ve Fuad Paşalar sağ olsalar, ve elbirliğiyle ciddî ve samimî surette teşebbüs etseler ve Zatı Şâhane igvaatı müsfidâneden âzâde bulunsa, Abdülâziz Hanı Meşrutiyetin ilânına kandırmak kabil idi. Lâkin maalesef şeaiti mezkûrenin üçü de mefkud idi” diyor ki pek haksız görünmez. Âli Paşanın ölümü, Padişahın Mahmud Nedim Paşanın tesirlerine kapılması, hem hükümdarın şahsı hem de devlet ve millet için meş’um neticeler doğurdu. Rüşvete alıştırılan Abdülâziz sadece zevklerini düşünen bir adam oldu, devlet hazinesi zararına zatî servetini yaptı, ve doğuşundan mevcut “şahameti gazubâne” sine karşı hayrü şerri göstermek mümkün olmadı. Âli Paşanın ölümü, bu hükümdarın saltanat devrinde bir dönüm noktası teşkil eder. Bu ölümle münevver mutlakiyeti Abdülâzizin istibdat devri takip etti. Sarayın kalabalığı beş bin kişiyi geçti; devlet erkânının mevkilerini muhafaza kaygısı ile hükümdarın arzularına karşı gelmekten çekinmesi, Padişaha cesaret verdi; yeni saray ve köşklerin inşası ve bendegâna lüzumundan çok fazla cömertçe yapılan ihsanlar, büyük gayretlerle düzenlenir gibi görünen devlet hazinesini iflas felâketine doğru sürüklemeğe başladı. Abdülâzizin horos ve koç döğüşleri merakı ve galip gelen hayvanların boynuna nişanlar taktığı rivayetleri, saltanatının bu sonuncu devrine yaklaştırılacak şeylerdendir.
On beş buçuk yıl kadar süren Abdülâziz saltanatında dokuz sadırâzam tarafından on kabine kurulmuştur:
2 Temmuz 1861 (23 Zilhicce 1277) Kıbrıslı Mehmet Paşa (cülûsunda sadırâzamdı).
6 Ağustos 1861 (29 Muharrem 1278) Âli Paşa (dördüncü sadırâzamlığı).
22 İkinciteşrin 1861 (19 Cemaziyelevvel 1278) Fuad Paşa.
6 İkincikânun 1863 (15 Receb 1279) Yusuf Kâmil Paşa.
3 Haziran 1863 (15 Zilhicce 1279) Fuad Paşa (ikinci defa).
5 Haziran 1866 (21 Muharrem 1283) Mütercim Rüşdü Paşa (ikinci sadırâzamlığı).
11 Şubat 1867 (6 Şevval 1283) Âli Paşa (beşinci sadırâzamlığı, ölümüne kadar).
8 Eylûl 1871 (22 Cemaziyelâhir 1288) Mahmud Nedim Paşa.
31 Temmuz 1872 (25 Cemaziyelevvel 1289) Midhat Paşa.
19 Birinciteşrin 1872 (16 Şaban 1289) Mütercim Rüşdü Paşa (üçüncü sadırâzamlığı).
15 Şubat 1873 (17 Zilhicce 1289) Esad Paşa.
16 Nisan 1873 (17 Safer 1290) Şirvanîzade Rüşdü Paşa.
14 Şubat 1874 (26 Zilhicce 1290) Hüseyin Avni Paşa.
15 Nisan 1875 (19 Rebiülevvel 1292) Esad Paşa (ikinci defa).
18 Mayıs 1875 (24 Receb 1292) Mahmud Nedim Paşa (ikinci defa).
12 Mayıs 1876 (17 Rebiülâhir 1293) Mütercim Rüşdü Paşa (dördüncü sadırâzamlığı).
Bu vezirlerin içinde de ancak Âli Paşadır ki altı yıldan fazla iktidar mevkiinde bulunmuştur; Fuad Paşa dört buçuk, Hüseyin Avni Paşa iki buçuk, Mahmud Nedim Paşa da iki yıla yakın Abdülâzize sadırâzamlık etmiştir.
Bu on beş buçuk yıllık saltanatın karşılaştığı başlıca haricî ve dahilî poletika gaileleri ise, Balkan, Girid ve Mısır meseleleri oldu.
İstiklâl dâvasile isyan eden Karadağlılar 1862 de mağlûp edildi, fakat bunu bir Sırp ayaklanması takip etti; içlerinde Belgrad da bulunan altı Sırp kalesinde muahedelere dayanarak asker bulundurmakta olan Türkiye Belgraddaki askerlerini çekmek mecburiyeti kabul ettirildi; bu suretle Sırp istiklâlinin bütünlüğü temin edildi. Romanyalılar Prens Kuza’nın idaresinde Türkiyeye tabi bir Romen birliği tahakkuk ettirmişken, bu sefer, çekilmeğe mecbur ettikleri bu Prensin yerine Hohenzollern ailesinden Karl’ı Prens seçerek Türkiyeyi Balkanlarda tehlikeli bir Alman nüfuzile karşılaştırdılar (1867). Girid Rumları, müstakil Yunanistana iltihak dâvasına atıldılar, Rusyadan ve Üçüncü Napoleon’un Fransasından müzaheret gördüler; Adadaki isyanlar bastırıldıktan sonra, Âli Paşa bizzat Giride giderek bu adaya mahsus muhtariyete yakın yeni bir idare kurmak suretile Giridlileri tatmin etti, Yunanistanı tehdit yolile Giridi ilhak dâvasından vazgeçirtti (1867). Mısır valisi İsmail Paşa, Abdülâziz ile saray erkânına ve devlet ricaline büyükparalar dağıtarak evvelâ 1867 de Hidiv ünvanını aldı, bir yıl sonra Mısır hükûmetinin kendi evlâdına intikalini temin etti. Metbuunun müsaadesini almadan istikrazlar akdetmek, harb gemileri satın almak, Süveyş kanalının açılma merasimine ecnebi hükümdarlarını davet etmek gibi hareketleri, Âli Paşayı, Abdülâzizin hükümdarlık haklarını koruma yolunda şiddetli davranmağa mecbur bıraktı; Mısırın harp gemileri satın alındı ve Hidivin ecnebî sermayedarlarından istikraz salâhiyeti kaldırıldı (1869). Ortodoks Bulgarların Fener patrikhanesinden ayrılma arzuları kabul edildi, müstakil bir Bulgar eksarhlığının kuruluşu, Bulgarlar tarafından istiklâl yolunda kuvvetli bir adım oldu (1870). Balkan milletleri üzerinde gittikçe kuvvetlenen Rus nüfuzunun ve Panislâvizm cereyanının eseri olan 1875 Bosna ve Hersek isyanlarını, bir yıl sonra Bulgaristan isyanı takip etti. İki konsolosun ölümüne varan Selânik vakası üzerine Avrupa devletleri tarafından hazırlanıp hazırlanıp çok ağır teklif ve tehditleri ihtiva eden Berlin memorandomu Bâbıâliye verilmeden Abdülâziz tahttan indirildi.
Deniz ticareti ve vilâyet kanunlarının çıkarılması, devlet şûrasının kurulması, mahkemelerin ıslah ve istiklâli, Mecellenin neşrine başlanması, askerî teşkilât ve nafia işlerinde yapılan faydalı yenilikler, Maarifi Umumiye Nizamnamesinin ilânı, idadî mekteplerinin ve tıbbiyei mülkiyenin açılması, ilk demiryollarının yapılması, İdarei Aziziye adile bir Devlet Denizyolları İşletme İdaresinin kurulması, posta pulları kullanılarak posta teşkilâtında yapılan ıslahat, Abdülâziz devrinin başlıca başarıları olarak sayılır.
Abdülâziz devrinin en mühim dahilâ vakası da, sayıları gittikçe çoğalan Türk münevverlerinin, evvelâ Tanzimat ricalinin, ve bilhassa Âli Paşanın temsil ettiği uyanık mutlakiyete, Paşanın ölümünden sonra da hükümdarın keyfî ve müstebidane idaresine karşı giriştikleri hürriyet mücadelesi ve bu mücadelede matbuatın yer almasıdır (Bak.: Yeni Osmanlılar, Genç Türkler).
Abdülaziz’in hal’i vak’ası – 16 Rebiyülâhir 1293 Çarşamba günü, evvelâ Fâtih, sonra Bayazıd ve Süleymaniye medreselerindeki Talebei Ulûm: “Devlet ve memleketin hakları ve istiklâli tehlikede iken ders ile iştigal edilemez. İslâmlar, Hıristiynaların hakaret, eza ve cefasına maruz kalmıştır. Bu hale sebep olan Şeyhülislâm Hasan Efendi ile Sadırâzam Mahmud Nedim Paşayı istemeyiz” diye bağrışarak dersleri bıraktı ve İstanbulda üyük bir grev yaptı. İstanbul halkından mühim bir kalabalığın da silâhlanarak iştirak ettiği bu ayaklanma büyük şehirde bir ihtilâl manzarası aldı (B. : Softaların ayaklanması vak’ası). Abdülâziz ertesi gün Şeyhülislâm ile Sadırâzvamı feda etmek zorunda kaldı.
Mütercim Rüşdü Paşanın dördüncü defa olarak teşkil ettiği yeni kabinede Midhat Paşa ile Serasker Hüseyin Avni Paşa, harici poletikadaki zaafın halk üzerine çöken ıztırap ve halecanını gidermek için Abdülâziz’in hal’inden başka çare göremiyorlardı; bu iki vezirden birincisi bu saltanat değişikliğini milletin büyük bir ekseriyetinin tercümanı olarak Türkiye’de Meşrûtiyet İdaresinin kurulması şeklinde görüyordu; ikincisi ise, sadece, şahsan düşmanlık beslediği hükümdarı devirmeyi düşünüyordu.
Hüseyin Avni Paşa düşüncesini bir gün Redif Paşaya açmıştı; o da, arkadaşı mert bir asker olan Süleyman Paşaya söylemiş: “Serasker Paşa arzu ettiği takdirde tebdili saltanat pek kolaydır, bir iki taburla vücuda gelebilir” cevabını almıştı. Bu mülâkatı iki kumandanın Serasker Paşayı, Paşalimanındaki yalısında bir ziyaretleri; ertesi gün de, 28 Mayıs 1876 (4 Cemazileyevvel 1293) Hüseyin Avni Paşanın imtihanlarda bulunmak bahanesiyle Mektebi Harbiyede Süleyman Paşayı ziyareti takip etmişti. Mektep nâzırının odasında mektep programlarının ıslahı maddesinden açılan sohbet, günün poletika meselelerine getirilmiş, Süleyman Paşa umumî ıslahat projelerinden bahsetmişti. Bunun üzerine Serasker: “Mahmud Nedim Paşanın yine Sadarete geleceği sözü kuvvetleşiyor. Memleket Rusyanın tahtı tahakküm ve istilâsında kalacak; ahvali devlette alâimi inkıraz ve vahamet gözlere çarpıyor, halbuki sen hâlâ ıslahattan ve âtiden bahsediyorsun” demişti. Süleyman Paşa: “Bu lisanı yeis ve füturu size yakıştıramam; görünmekte olan vahametin ref’ü izalesine zaman ve hal müsait olduğu gibi Seraskerlik makam ve nüfuzu da kâfidir. İki üç taburla tebdili saltanat kabil olup Taşkışladaki taburların binbaşılarile İstanbuldaki bir tabur binbaşısı bu maksat uğrunda fedayi nefse hazırdır. Usulü istibdadın ilgası ve Meşrûtiyetin tesisi şartile bu işi deruhte ederim” cevabını vermiş; “Cuma günü (bir gün evvel) Şeyhülislâm Hayrullah Efendi ile görüştüm, bana garip bir rüya nakletti, hamiyetli bir zata benziyor, mesele kendisine açılırsa iştirak edeceğini umarım, hal’in lüzumuna dair bir fetva almak mümkündür, hareket şeriate de uydurulmuş olur” diye ilâve etmişti.
Hüseyin Avni Paşa, Süleyman Paşanın bu kuvvetli vâdinden sonra, Redif, Abdülkerim Nadir, ve Kayserili Ahmed Paşaların da Abdülâzizin hal’ine taraftar olduklarını görmüş, meseleyi Heyeti Vükelâda Sadırâzam Rüşdü ve Meclisi Vükelâya memur Midhat Paşalarla konuşmuştu. Midhat Paşa bu fikri tereddütsüz kabul etmişti. Sadırâzam muhalefet etmemiş, fakat mütereddit görünmüş, Seraskerden hal’in ne suretle yapılabileceğini sormuştu. Hüseyin Avni Paşa: “Kemali sühuletle ve hiç bir şemateti müntec olmaksızın vücude getirilir, efkârı umumiye dahi bizimle beraber olur” demişti. Midhat Paşa da Sadrâzamı tehdit etmiş: “Eğer bu maksatta ittifaktan ayrılır isen Bayazıd meydanında milletin seni pâre pâre edeceğini düşünmelisin” demişti.
Midhat Paşa Fetva Emini Kara Halil Efendiyi konağına davet ederek: “Padişah mülk ve milleti tahrip ve Beytümali Müslîmi israf etti. İslâhı hâl için hal’i tasavvur olunuyor, buna cevazı şer’i var mıdır” diye sormuştu. Fetva emini de: “Bu emri hayra çarşaf kadar fetva veririm” demişti. Bunun üzerine heyeti vükelâda 5 Cemaziyelevvel 1293 pazar günü Abdülâzizin tahttan indirilmesine karar verilmiş; fakat şeyhülislâm o gün için takvimle “Hazer ez ibtida” (Bir işe başlamaktan sakın) işaretinin bulunduğunu söyliyerek: “Mütevekkelen alellah bu iş salıya olsun!” demesiyle, hal’in salı günü alaturka saat beşte yapılması kararlaştırılmıştı.
Fetva emininin yazıp Şeyhülislâmın imzaladığı fetvanın sureti şudur ki; bu fetva, Abdülâzizi, tebaasına aklını oynatmış bir hükümdar olarak ilân ediyordu:
Emirülmü’minin olan Zeyd muhtellüşşuur ve umuru siyasiyeden bi behre olub emvali miriyeyi mülkü milletin tâkat ve tahammül edemiyeceği masarifi nefsaniyesine sarf, ve umuru diniye ve dünyeviyeyi ihlâl ve teşviş, ve mülk ve milleti tahrib idüb bâkası mülk ve millet hakkında muzir olsa, hal’i lâzım olur mu? beyan buyurulâ.
Elcevab: Allahü a’lem olur.
Ketebehül fakir
Hasan Hayrullah
Afâ anhü
Kararflaştırılan proje şu idi:
Süleyman Paşa Mektebi Harbiye dahiliye zabitlerinden miralay Ahmet, Kolağası Bedri ve Rıfat beylerin yardımile evvelce elde edilmiş olan Gümüşsuyu kışlasile Taşkışlada bulunan taburlarla saray üzerine hareket edecek, bu yürüyüşe Mektebi Harbiye talebesi de iştirak edecekti. Bahriye nazırı Kayserili Ahmed Paşa da donanma sandallarile Dolmabahçe sarayını denizden kuşatacaktı. Dolmabahçeye bakan Harbiye tepelerine de geceden toplar yerleştirilecekti.
O sırada Sadaret Mektupçusu bulunan Memduh Paşa “Mir’atı şüunat” adındaki eserinde bugünlere ait hâtıralarını şu yollu nakleder:
“Pazar günü alelusul meclisi mahsus odasında vükelâ içtima etti. Sadırâzam Midhat Paşanın konağına gitmiş, Seraskerin de orada bulunmuş olduğu anlaşıldı. Ertesi sabah da Erkânı Erbaa (Rüşdü, Midhat, Hüseyin Avni Paşalarla Hayrullah Efendi) Şeyhülislâmın Kuruçeşmedeki yalısında birleştiler. Sadırâzam be’dehu Bâbıâliye geldi. Elimdeki mühim evrakı Sadırâzama takdime gittim. Kendisini derin düşüncede gördüm:
– Yarın Bâbıseraskerîde bir meclisi umumi yapılsın, Hazinei Maliye müzayakai şedîde ile muhattır, asker para istiyor, ihtiyacın ref’ine tedbir iktiza eder, Serasker Paşa defterler verecekti, acaba tanzim edebildi mi? dedi.
“Saat akşamın on birini geçiyordu. Nâgâh Seraskerden bir yaver geldi. Sadrâzamın kulağına sözler söyledi. Odanın gerisine çekildim. Sadırâzam bana bakarak:
— Defterler yapılmış, yarın Serasker kapısında Meclisi Umumî olacağını icabedenlere şimdiden tezkirelerle iş’ar edilsin.. Emrini verdi. Müsteşar Said Efendiye bunu tebliğ ettim.
“Gün Pazartesi idi. Rüzgâr gayet şiddetli esmekte, yağmur fasılasız seller husule getirmekte, yıldırımlar düşmekte, gök gürültüsü artmakta, pek büyük ağaçlar kasırgadan devrilmekte idi. Bu günün akşamında ezana yakın Padişah tarafından yaver gönderilerek Serasker Mabeyine çağırılır; arkasından derhal gelmesi için bir yaver daha gönderilir. Avni Paşa askerî işlerle uğraştığını, “yarın erkence Atebei Ulyaya rûmal olacağını” bildirerek arzı mâzerette bulunur. Fakat Hünkâr yaverlerini savunca o fırtınalı gecede kayığa biner; Arnavutköy akıntısına gelince yedkeçiler bulunamaz. Üç çiftenin iki küreğini cereyanlar kırar, bin belâ ile karaya çıkar. Sadırâzamın Bebekteki yalısına yaya olarak gider. Padişahın kendisini gece istemesi, bir hissi mânevîden neş’et etmek ihtimaline mebni her ne tedbir lâzım ise alınmasının vâcip olduğunu söyler. İkisi beş çifte kayığa binip Seraskerin sahilhanesine gelirler. Kayserili Ahmed Paşa çağırılır. Mektebi Harbiye Nazırı Miriliva Süleyman Paşa da o toplantıda bulunur ve hal’in hemen o gece yapılmasına karar verilir. Süleyman Paşa gece saat dörtte yalıdan kayıkla Salıpazarına, oradan Mektebi Harbiyeye gider, Midhat Paşaya da yalıdan haber gönderilir. Sadırâzam ile Serasker gece saat sekizde İstanbula geçerler. Bahriye Nâzırı Ahmed Paşa Mes’udiye zırhlısı ile Dolmabahçe önüne gelir. Hüseyin Avni Paşa da bir tersane çatanasile Fındıklı camii iskelesine yanaşır. En sadık adamlarından Reşid Ağayı saray civarına göndererek askerin inip inmediğini yoklatır. Askerin henüz gelmediğini öğrenince fevkalâde telâş ve heyecana düşer. Reşid Ağayı tekrar yollar. Bu sefer askerin geldiğini öğrenir. Hazır bulunan arabasına atlıyarak Veliahd Murad Efendinin dairesine gider. Saray kapıları yatsı namazından sonra kapanmak kaideden ise de kale içinden fethedilir. Mektebi Harbiye Nâzırı Süleyman Paşa, Veliahdın Şehzadesi Salâhaddin Efendinin hayli zamandanberi muallimi bulunmasile içli dışlı muhabere edilmekte olduğundan hal’ ve iclâs maddesini gündüz ihbar eyler. Veliahdın dairesinde bazıları sabah namazını edâ için Beşiktaş camiine gidecekleri gibi Şehzadegâna mahsus mahallin kapısını o gün erkence açarlar, evvelâ Avni Paşa içeriye girip arkasından da getirdiği asker girer. Her bölük tüfeklerinin süngüsünü takarak bir daireyi tutar. Avni Paşa Veliahdi arabasına bindirip cebindeki rövelverini eline teslim eder:
— Eğer efendim vücudü mes’udunuza maazallah bir zarar erişmek ihtimali haslı olursa iptida kulunuzu itlâf buyurun!
Diyerek azîm teminat verir. Oradan süratle Dolmabahçe camiine gelinmekte olsun; Hünkâr dairesini dışardan kuşatmış olan askerler ki Şamdan İstanbula bu mühim işi fiile çıkarmak için henüz getirilmiş taburdur, Avni Paşa evvelce bu taburun önünden geçerken zabitlerini çağırıp saraydan bir kimse çıkarsa veya dışarıdan içeri girerse urunuz emrini vermiş bulunur. Şimdi Veliahdin bulunduğu arabaya bu asker silâh çevirince Avni Paşa zabitlere görünmeğe mecbur olur; silâh patlamak tehlikesi geçer, fakat Veliahd çok korkar. Dolmabahçe camiinin iskelesinden beş çifte kayığa biner. Seraskerin hemen kayığa girmemesinden vehme düşerek
karaya sıçrar. Sonra Seraskerle beraber kayığa binerler... Paşa, reise zırhlı gemiye gidilmek talimatını verince Murad Efendi bütün bütün vesveselenir:
— Ne için gemiye gideceğiz. Ne için gideceğiz? diye sorar.
Serasker:
— Bahriye Nâzırı Ahmed Paşa kulları sefinededir, sarayı lâyikile abluka ettirsün tenbihi niyetile söyledim! deyince:
— Çeksinler... Kayık durmasın.. Kürekleri kuvvetli çeksinler, geçelim!.. Emrini verir. Kayık doğruca Sirkeci iskelesine yanaşır. Raslanan bir arabaya binilerek Seraskerlik dairesine gelinir.”
Abdülâziz henüz Dolmabahçe sarayında bulunduğundan yeni hükümdara biat merasimi de Bayazıd’daki Seraskerlik kapısında yapıldı.
Midhat Paşa da “Tabsarai ibret” de şu satırları yazıyor:
“Bu iş için herkesin gözü ve kalbi intizarda olmasile keyfiyet çarçabuk münteşir olarak vükelâya gönderilen haberlerin vüsulüne kalmaksızın bir taraftan kendileri ve Ricali Me’murini Devletin ekseri gelmeğe başlamış olduğu gibi ilânı resmîden ve Sultan Murad’ın vüsulünden evvel halk dahi koşup gelmesile ânı vahidde Bâbıseraskerî meydanı ve Bayazıd avlusu insan ile dolduğunadn herkes bir memnuniyeti fevkalâde ile yekdiğerini tebrik ederek daha cülûs ve biat vukuundan evvel gerek erkân ve gerek umum nâs arasında zuhur ve ibraz olunan âsârı mesar ve şadümanî o gün Devlet ve Milletin selâmet ve saadet haline bir tarihi cedîd olduğunu göstermişti.”
Abdülâziz’in anası Pertevniyal Kadın da “Sergüzeştname” sinde şunları yazıyor:
“Donanmanın şenlik topları atılınca cariyeler beni yangın var diyerek uykudan uyandırdılar. Lâkin böyle vakitsiz atılan topların tebeddülü saltanat hengâmesini müş’ir olduğunu hissettim. Ve oğlumu yine yangın var imiş diyerek uyandırdım. Ama o dahi ertafa bakıp tahtı saltanattan sukutuna hükmetti; ve:
— Beni Sultan Selime döndürdüler! dedi, ba’dehu:
– Validem, bu işi kim yaptı biliyor musun? diye sual ettikte:
– Oğlum, Hüseyin Avni Paşa olsa gerektir, dedim.
– Yalnız o değildir, Sadırâzam Mehmed Rüşdü Paşa ve Kaptanpaşa dahi beraber olmak lâzım gelir! cevabını verdi ve ağlamağa başladı. Ben de teskin için:
– Arslanım... Bir kere etrafile tahkiki keyfiyet edelim... dediğimde;
– Artık tahkikatın sırası değil, çünkü bu hale uğrayacağımı üç defa rüyamda görmüş idim, gökten Cebrail Aleyhisselâm nâzil olsa benim için avdeti saltanat mümkün olamaz; buradan çıkıp gitmeliyim... dedi. Sonra Baş Mabeyinci Hâfız Mehmed bey gelip arzı ahval eyledi. Oğlumu ve beni İstanbul sarayına götürdüler...
Abdülâziz kendisine hal’ini bildiren Başmabeyincisine; derin bir yeis içinde:
— Bir parça zehir bulamaz mısın! demişti. Hâfız Mehmed Bey:
— Allah etmesin!.. deyince:
— Var ise getir!. Bâdema benim hayatım mucibi fitnedir!. diye ısrar etmişti.
Abdülâziz ile Validesinin ve Şehzadelerinin Topkapı sarayına naklinden sonra cariye ve bendegânının çıkarılması o gün akşama kadar sürmüştü. Bilhassa Harem Dairesinde feryadü figan ile, ayna ve avizeleri kırmak gibi kadın çılgınlıkları gösterilmişti.
(Burada geçen bütün isimlere bakınız.)
Abdülâzizin ölümü — Abdülâziz bir Pazartesi gününü Salıya bağlıyan (6/7 Cemaziyelevvel 1293) 29/30 Mayıs 1876 gecese hal’edilmiş, ve Salı sabahı erkenden üç çifte bir kayık ile Topkapı sarayına nakledilerek Üçüncü Selim dairesine misafir edilmişti. Tahtından indirilen bu asabî ve mağrur Hükümdarın ıztırabı pek müthiş olmak gerekir; kendisine, Topkapı sarayında kanlı ve elîm bir hâtırası olan Üçüncü Selim dairesinin tahsisi de, bir kasid eseri değil ise, muhakkak ki çok zalim bir tesadüf olmuştu. Abdülâziz, bu dairede derin bir yeis içinde geçirdiği ilk gecenin sabahı, yeni hükümdara, o zamanın gazetelerile de neşredilen bu mektubu göndermiştir:
“Evvelâ Cenabı Allah’a, saniyen Atebei Şevketlerine sığınıyorum. Cülûsü Hümayunlarını tebrik ile beraber hizmeti millette sây ve gayret etmiş isem de muvaffak olamadığıma teessüf ve Zâtı Mülûkânelerinin muvaffakıyetlerini temenni ederim. Milletin itilâsı şânına ve devletin temini istikbaline vasıta olabilecek esbabı Zatı Melikdarîlerine âmâde etmiş olduğumu ferâmûş buyurmazlar ümidindeyim. Kendi elimle silâhlandırdığım askerin beni bu hale koyduğunu ihtar ile beraber mürüvvet ve insaniyet sıkılmışlara yardım etmek meziyyetini gösterdiğinden bulunduğum tengnâyi ıztıraptan halâs ile bir mahalli mahsus tâyinini rica ve Saltanatı Osmaniyeyi Sülâlei Abdülmecid Han Hazretlerine terkeylerim.”
Matbuata, Abdülâzizin saraydaki yârânı tarafından verilmişe benziyen bu mektuba Beşinci Murad, aslı Hazinei Evrakta bulunan şu cevabı vermişti:
“Tezkirei aliyenizi kemali dikkat ve rikkatle mütalâa eyledim. Hakkımda şayân buyurulan eltafı celilelerine teşekkürden başka diyeceğim yoktur. Mücerret mukadderatı İlâhiyeden olan şu hal üzerine hakkı âlilerinde mürettip zimmeti fütüvvet ve mürüvvet ne ise icrasını deriğ etmiyeceğime kalbi âlileri şahadet eder. Ârâm buyurulan mahallin hali harabîsine gelince, bunu vukufu sahih olmıyarak mücerred hâzır bir mahal idüği haber verilmesine mebni ihtiyar olunmuş ise de şimdi ana bir çare olarak aranılmakta olduğu gibi sair suretle esbabı huzur ve ârâmişlerine dahi bezli mesaî olacağını temine ibtidar ederim.”
Yeni Hükümdarın bu tezkiresi ortadan yırtıktır, Abdülâziz yeis saikasile yırtmış olabilir; öyle ki, Beşinci Murada, ıztırap ve endişelerini daha açık bir lisan ile bildiren ikinci bir tezkire göndermiştir; fakat bunun aslı kaybolmuş ve sureti de matbuata verilmemiştir, fakat, Abdülâzizin evrakı arasından çıkmış olan cevabı Hazinei Evrak’tadır:
“Bu defa dahi irsâl buyurulan tezkirei seniyyelerini mütalâa ile hakikaten müteessir oldum. Dünkü iş’arım veçhile nezdi hâlisânemde en ziyade mültezem ve mukaddem olan istirahati vücudiyeleri kaziyesidir. Sarayi atikte istihzar olunan mahallin ademi kalibiyeti muahharen taayyün etmesile Ortaköydeki dairesinin hemen tanzimine teşebbüs edildi. Teessüf ederim ki bugün yetiştirilemediğinden inşallah cemiilevazımı yarın ikmal olunarak oraya nakli âlileri mukarrerdir. Böyle ahval üzerine münasip olmıyan mülâhazat ile efkârı âliyenizi it’abü tahdiş buyurmamanızı rica ederim. Zira maazallahü taalâ zatinizin değil hânedanınızdan birisi hakkında zerrece bir zarar vukuunu tasavvur bile Allah hakkiçün kimsenin hâtırına gelmemiştir. Kendinizi evlâdü hânedanınızla Cenabı Hakkın ve Resulü Ekrem Sallâllahü Taalâ Aleyhüsselâm Efendimiz Hazretlerinin savnü himayeti aliyyesinde cemii hatardan masun bilmenizi kemali ehemmmiyetle beyan ederim — Murad.”
Bu cevaptan pek aydın bir surette anlaşıldığı gibi, Topkapı sarayında hayatına kastedileceğinden korkan ve korkusunu halefine açıkça bildiren Abdülâziz, bir kaç gün sonra, validesi, evlâtları ve haremlerile beraber Ortaköydeki Fer’iye dairesine nakledildi. O zamanlar Beşinci Muradın âmedcisi bulunan Mahmud Celâleddin Paşa, “Mir’atı Hakikat” adındaki hâtıralarında, Abdülâzizin tezkirelerini Sultan Murada kendisinin okuduğunu, maalesef istinsah edemediğini, ikinci tezkireden hatırında:
“Allah ve Resulûllah aşkına beni buradan halâs eyle. Zira canımdan emin değilim, neye mâlik ise mcümlesi sana helâl olsun” fıkrasının kaldığını kaydeder.
Abdülâzizin hiç beklenilmeyen ölümü, hal’inin altıncı günü, Topkapı sarayından kendi arzusu üzerine nakledildiği Ortaköydeki Fer’iye dairesinde vukubulmuştu. Bu ani ölüm üzerine çıkan intihar ve katil rivayetleri şöylece toplanabilir:
İntihar rivayeti: 1 — Abdülâzizin sureti vefatı resmen ilân edildi ki: Pazar sabahı Validesi Pertevniyal Sultandan bir tırnak makası istemiş, makası aldıktan sonra odasında bulunanları dışarı çıkararak, hattâ anasını dahi çıkararak kapıyı kilitlemiş; Hükümdar iken herkesin malûmu olan yaradılışındaki azamet ve istibdat, hal’in acı tesirile hırçınlığını artırmış, ve en yakın olanlarından bile kimse yanına sokulamaz olmuş olduğundan odada kendisini yalnız bırakmışlar; o makas ile sağ ve sol kollarının damarlarını keserek kan kaybı neticesi ile ölmüş. Odada tenha kalması uzayınca harem takımı meraka düşüp kapıyı zorlamışlar, içeri girdiklerinde merhumu kan ile mülemma olduğu halde minderin önündeki hasır üstünde ölü olarak bulmuşlar.
2 — Vak’a üzerine Beşinci Muradın emrile hükûmet tarafından davet edilen türk ve ecnebî on dokuz doktorun imzasını taşıyan, aslı fransızca olup resmen neşredilen tercümesi aşağıda nakledilen rapor:
“Ber muktazayi İradei Seniyyei Şehinşahî Vükelâyi Fahâm Hazeratı tarafından verilen emir üzerine 11 Cemaziyelevvel sene 93 ve 23 Mayıs 92 Pazar günü öğleden bir saat evvel Hüdavendigârı sabık Abdülâziz Hanın s-ebebi mevtini tahkik etmek için Çırağan Sarayi Hümayunu ittisalinde bulunan karakolhaneye giderek orada bizi alt katta bulunan bir odaya götürdüklerinde yerde serilmiş bir şilte üzerinde üzeri cedit bir bez ile örtülmüş bir ceset gördük. Örtüyü kaldırdığımızda Hüdavendigârı sabık Abdülâziz Hanın cesedi olduğunu tanıdık.. Ledelmuayene bilcümle âzası soğuk kansız ve soluk bazı mahalleri demi mütahassir ile mestûr olup ceset ise henüz donmamıştı. Göz kapakları açıkça, karinei lâmiası hafifçe kesif ve ağzı dahi biraz açık idi ve kolları ile ayaklarını setreden bezler kan ile mülemmâ olup kolundaki bezi kaldırdığımızda sol kolunun bükümünün biraz aşağısında beş aşir zira’tûlünde üç aşir riza’ umkunda bir ceriha müşahede eyledik. İşbu cerihanın kenarları pürüzlü ve gayri muntazam olup istikameti ise yukardan aşağıya ve dahilden harice doğru idi. Mezkûr nahiyenin evridesi kesilmiş ve şiryanı zendi takriben huruç eylediği noktada çapının üç rub’u açılmıştı. Sağ kolunun büküm mahallinde daha iki buçuk aşiri zira’ tûlünde kezalik ürüzlü ve biraz münharif bir ceriha müşahede eyledik. İşbu mahaldeki ceriha küçük çaplı evride üzerinde olup şerayin salim idiler. On aşir zira’ tûlünde ve ziyade keskin ve bir kolunun ucuna yakın yan tarafında ufak bir düğmesi bulunan bir makas irae olundu. Mezkûr makas kanlı olup Hüdavendigârı sabıkın bâlâda zikrolunan cerihaları bununla icra etmiş olduğunu bizlere beyan ettiler. Ba’dehu bizleri Hüdavenndigârı merhumun ikametgâhı olan deniz tarafındaki büyük odaya götürdüler. Bu odada bir pencerenin kurbünde bulunan köşe minderi üzeri kan ile göl kesilmiş ve hasırın üzerinde dahi pıhtılanmış vâfir miktar kan bulunduğu gibi hasırın ötesinde berisinde dahi kan lekeleri müşahede olunmuştur.
“İşte salifüzzikr ahvalden cümlemiz müttehiden âtiüzzikr kararı vererek: Evvelâ; Hüdavendigârı sabık Abdülâziz Hanın vefatına kol bükümlerindeki eviyelerin kat’iyle hâsıl olan seyelânı dem sebep olmuştur.
Saniyen: Bize irae olunan âlet cüruhu mezkûreyi husule getirebilir.
Salisen: Cüruhun heyet ve istikametinden ve bunları husule getirmiş olan âleti carihadan bir intihar yani telefi nefis vukua geldiği istidlâl olunuyor. Binaenaleyh Çırağan Sarayi Hümayunu karakolhanesinde yapmış olduğumuz işbu mazbatai âcizânemiz imza ve takdim kılındı.
Doktor Marko, Doktor Nuri, Doktor Sotto, Doktor İspanyol, Doktor Mark Markel, Doktor Patropulo, Doktor Abdünnûr, Doktor Servet, Doktor Dekastro, Doktor Marvan, Doktor Jül Milincen, Doktor Konstantin Karatodori, Doktor Dikson, Doktor Vitalis, Doktor Edvar Espadaro, Doktor Nurican, Doktor Miliyan, Doktor Mustafa, Doktor Mehmed.
3 — Abdülâzizin öldüğü oda, fer’iye dairesinin üst katında ve denize nâzırdı. Yıldız mahkemesinin tesbit ettiği katil vak’asına göre: Katillerin güpe gündüz dışardan merdiven dayıyarak kafesi kaldırıp pencereyi açmaları imkânsızdı. Farzı muhal bu suretle içeriye girilmiş dahi olsa, Abdülâziz pehlivan yapılı bir adamdı, nefsini müdafaa için katillerle uğraşabilirdi, gafil avlandığı takdirde yüksek sesle bağırarak yakınlarını imdada çağırabilirdi: tabiblerin raporunda bir boğuşma neticesi olarak vücudünde bulunması lâzım gelen tırmık ve berelerden bahsedilmemişti.
4 — Cenazeyi gasleden Sultanahmed Camii Şeyhi Ömer Efendi, Abdülâzizin vücudünde tırmık ve bere görmediğini, yalnız kalb muhitinin mosmor olduğunu yemin ederek söylerdi.
5 — Abdülâzizin katillerinden biri olarak suçlanan Midhat Paşa; Yıldız mahkemesinde, şahid olarak Abdülâzizin anası Pertevnilay Sultanın da dinlenmesini ısrar ile istemiş ve: “Eğer Valide Sultan oğlumu öldürdüler diyecek olursa nefsimi müdafaa etmiyeceğim” demiş, fakat hâkimler sabık Valide Sultanı şahit olarak dinlemeğe lüzum görmemişlerdi.
6 — Abdülâziz hareminden çıkan bir rivayette, oğlunun ölümünü haber alan Pertevniyal Sultan bayılmış, etrafındakiler bir tabib getirmek için çırpınırlarken kendisine gelen Valide Sultan: “Bana hekim değil, cellâd getirin ... Oğlumu öldüren makası kendi elimle verdim” demişti. İmlâ suretile yazdırttığı “Sergüzeştname” sinde de oğlunun intihar mı ettiği yahut katil mi edildiği hakkında bir şey söylememişti. Oğlunun katillerini meydana çıkardığı için İkinci Abdülhamide teşekkür yollu yazdığı mektup bu hükümdar tarafından tanzim ettirilmiş olabilirdi.
7 — Yıldız cinayet mahkemesi bu mühim dâvayı niçin gizli olarak görmüştü? Midhat Paşa gibi milletin hürmet ettiği büyük bir sima kan ile lekelenirken, eğer suç mürettep değil ise, halkın mahkeme safahatını takip etmesi, İkinci Abdülhamidin bilhassa arzu edeceği bir şey değil miydi?
8 — Abdülhamid, Hürriyet ve Meşrûtiyet taraftarı olan Midhat Paşayı mahvetmeğe karar vermişti. Abdülâzizin kan dâvası olan Yıldız muhakemesi sırf bu noktadan açılmıştı. Ayni mahkemenin Midhat Paşa ile beraber mahkûm ettiği Damat Mahmud Celâleddin ve Nuri Paşalar da Abdülhamidin nefret ettiği kimselerdi, bu vesile ile onların da mahvi imkânı elde edilmişti. İkinci Meşrûtiyetin ilk yıllarında bir ara da Meşrûtiyet gençliği muhakemenin iadesile Midhat Paşa ve kendisile beraber mahkûm olanların isimlerinin temize çıkarılması için kanunî bir çare aramışlardı, fakat ne mevcut kanunlar buna müsait olmuş, ne de —vakanın hemen bütün simaları ve şahitleri ölmüş bulunduğundan— muhakemenin iadesine maddeten imkân vardı...
9 — Abdülâziz çok mağrur adamdı; uğradığı darbeye tahammül edemezdi. Hırçınlığı her gün biraz daha tahammül edilmez bir şekil alıyordu. Bir gün öldüğü odanın yanında deniz üstünde bir odaya oturmuştu, pencere açık, aşağıdaki kapının önünde asker ve zabitler var idi, gülüşerek, sigara içiyorlardı. Abdülâzizi onlara: “Sizi kendi elimle silâhlandırdım, utanmaz herifler, bana deli dediniz. Deli ben miyim yoksa şimdiki Padişahınız mıdır?” diye bağırmıştı. Memduh Paşanın da yazdığı gibi: “Korku bilmez bir Hükümdardı. Yeis ve fütur kendisini hayatı istihkar ederek nefsini telefe mecbur etmiştir.”
Katil rivayeti: 1 — Abdülâzizin kan dâvası olan Yıldız cinayet mahkemesi saraydan çıkıp Mahmud Celâleddin Paşa dairesine intisap eden bir saraylının ihbarı üzerine açılmıştı. Usulü dairesinde adliye tahkikatına başlanmış, bir cinayet mahkemesi kurulmuş, bilfiil katil olarak suçlanan Yozgadlı Pehlivan Mustafa Çavuş, Boyabadlı Hacı Mehmed, ve Cezayirli diğer Mustafa, Serasker Hüseyin Avni Paşanın emri, Midhat Paşanın muvafakati ve Damad Nuri ve Mahmud Celâleddin Paşalardan aldıkları talimat üzerine, sabık hükümdarın yakınlarından Mabeyinci Fahri Beyle zabitlerinden Ali ve Necib Beylerin delâlet ve yardımı ile Abdülâzizi öldürdüklerini itiraf etmişlerdi; bu itiraflara ve harem ağalarından Reyhanın muhakemedeki ifadesine göre; Yozgadlı Mustafa ile iki arkadaşını Abdülâzizin dairesine Mabeyinci Fahri Bey sokmuş ve kendisi sabık padişahı arkasından kucaklıyarak kollarını tutmuş, Cezayirli Mustafa ayakları üstüne oturmuş, Yozgadlı ile Boyabadlı da damarlarını kesmişlerdi; gafil avlanan Abdülâziz yalnız bir defa “Aman Allah” diye bağırabilmişti.
2 — Bu üç katil pehlivan, Hüseyin Avni Paşa tarafnıdan Abdülâzizin ikametine tahsis edilen Fer’iye dairesinin bekçiliğine tayin edilmişlerdi. Daha evvel Beşinci Muradın Şehzadeliği zamanında oturduğu Kurbağalıdere köşkünün bekçileri olan bu pehlivanlar, Abdülâzizin ikametgâhına başka nasıl bir maksatla yerleştirilmiş olabilirlerdi? Bu hizmetleri karşılığı olarak kendilerine yüzer altın aylık bağlanmıştı. Alelâde bir bekçiye Abdülâzizi katletmek gibi ağır bir taahhütleri olmasa bu kadar para verilir miydi? Vak’adan sonra her üçün de dolgun maaşlarla derhal memleketlerine gönderilmişlerdi, sebebi ne olabilirdi?
3 — Cariyelerin feryat ve figanı üzerine Serasker Hüseyin Avni Paşa —ki Abdülâzizin hal’inde en büyük rolü oynamış olan zattı— Paşalimanındaki yalısından beş çifte kayıkla ve beş on dakika zarfında Fer’iyeye yetişerek kadınların bağrışmasını menetmiş, cenazeyi de yerinden kaldırtıp civardaki zaptiye karakoluna naklettirmiş, neferlere mahsus ot yataklardan biri üstüne koydurup, üzerine pencerelerden birinden koparılan âdi bir perde örttürmüştü. Abdülâzizin intihar ettiğini bildiren raporu tanzim eden yerli ve ecnebi tabipler karakolhaneye gelip de sabık bir Hükümdarın cenazesini bu halde görünce teessürlerini gizlememişler, içlerinde Doktor Marko Paşa da bulunmak üzere bir kısmı muayeneye iştirak etmemişlerdi. Doktorlar nâşı etraflıca muayene etmek istediklerinde kılıcına dayanmış olarak kapıda duran Hüseyin Avni Paşa mani olmuş: “Bu cenaze Ahmed Ağa, Mehmed Ağa değildir, bir Padişahtır; her tarafını açtırıp size gösteremem.” demiştir. Seraskerin aldığı bu vaziyet karşısında tabipler sathî bir muayene ile iktifaya mecbur olmuşlardı. Abdülâzizin nâşına karşı bu hakaretin, tabiplere karşı da bu tahakkümün mânası ne olabilirdi?
4 — Giritli Mustafa Naili Paşazade Veliyeddin Paşa o sabah Hüseyin Avni Paşanın yalısına gitmiş, sohbet esnasında Avni Paşa dik dik ve sık sık Fer’iye dairesine bakıyormuş... Uzaktan kadın çığlıkları aksedince hazır duran beş çifte kayığa atlayıp karşıya geçmiş... Bu tavrının mânası nedir? Kayığı da hangi sebepten ötürü hazırlanmış, bekliyordu?
5 — Osmanlı Bankası memurlarından Nuh Efendi anlatır: Sultan Azizin ölümü sabahı bir arkadaşile beraber Ortaköy iskelesinde vapur beklerken iskele kahvesinde kahve içiyorlarmış... Camiin arkasından birdenbire bir kadın çılığı kopmuş, yüzlerce kadın hep bir ağızdan figan ediyor, sesleri ayyuka çıkıyormuş, Nuh Efendi ile arkadaşı şaşırıp cami rıhtımına doğru yürümüşler. Fer’iye dairesinin camları açılmış, kafesleri kalkmış, her pencerede beş on kadın bağırıp ağlaşarak tutam tutam saçlarını yolup bahçeye atmakta ve elbiselerinin yakalarını yırtmakta olduklarını görmüşler. İçeride feci bir hâdisenin olduğunu anlamışlar ve üzülmüşler. Üç beş dakika geçince beş çifte kayık ile Hüseyin Avni Paşa —Nuh Efendinin tâbirile “Azrail gibi” — dairenin rıhtımına yanaşmış, o içeri girince de sesler kesilmiş, pencereler kapanmış, Paşa evvelden hazırlıklı olmasaymış, beş dakikada Paşalimanından Ortaköye gelinmez imiş...
6 — Hüseyin Avni Paşanın Abdülâzize olan kini ve kindarlığını bir katle kadar götürecek kimselerden olduğu malûmdur.
7 — Yıldız mahkemesi evrakı arasında çıkan bir kâğıtta, Damad Mahmut Celâleddin Paşanın el yazısile ve imzasile, Sultan Murad ve Validesinin hazır bulunduğu bir mecliste, Hüseyin Avni Paşanın, kendisine “Abdülâzizin bir çaresine bakılmasını” emrettiği, ma’zeret beyan etmesi üzerine de tehdit ile ısrarda bulunduğu kaydedilmiştir.
8 — Devrin ricalinden bir çoğu, Abdülâziz için bu feci âkibeti beklerler imiş. Faciayı hasta yatağında öğrenen Yusuf Kâmil Paşa, Hüseyin Avni Paşayı kastederek: “Mel’un herif Padişahın başını yedi, inşallah Ve beşşirül katile bilkatl hükmü hakkında tecelli eder” demiştir.
9 — Abdülâzizin hal’i fetvasında cinneti ileri sürülmüştü. Halbuki Topkapı sarayından Sultan Murada gönderilen gazetelerin neşrettiği birinci mektup hiç de bir delinin kaleminden çıkacak şey değildi. Cinnet maddesi, bilâhare katledildiğinde de, intiharını ilân etmek için bir sebep olarak gösterilecekti, nitekim tanzim edilen şer’i ilâmda: “Şuuruna halel tarî olarak kendisini telef etmiş olduğu” yazılmıştı. (B.: Yıldız muhakemesi).
Bibl. : İslâm Ansiklopedisi; Tarih Encümeni Mec., İbnüleminin makaleleri; İbnülemin, Son sadırazamlar; A. Şeref, Tarih müsahabeleri.
Sultan Abdülaziz
(Resim: Antranik, 1910?)
Sultan Abdülazizin turası
Abdülâzizin ecnebi ressamlara yaptırılacak Osmanlı harpleri tabloları için fikir verme krokileri
Theme
Person
Contributor
Antranik
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM010179
Theme
Person
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Contributor
Antranik
Description
Volume 1, pages 57-69
Note
Image: volume 1, pages 58, 59
See Also Note
B. : Softaların ayaklanması vak’ası; B.: Yıldız muhakemesi
Bibliography Note
Bibl. : İslâm Ansiklopedisi; Tarih Encümeni Mec., İbnüleminin makaleleri; İbnülemin, Son sadırazamlar; A. Şeref, Tarih müsahabeleri.
Theme
Person
Contributor
Antranik
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.