Maddeler
İstanbul Ansiklopedisi'nin A harfinden Z harfine tüm maddelerini bir arada inceleyin.
Ciltler
1944 ile 1973 yılları arasında A harfinden G harfine kadar yayımlanmış olan ciltlere göz atın.
Arşiv
Reşad Ekrem Koçu'nun, G ve Z harfleri arasındaki maddelerle ilgili çalışmalarını keşfedin.
Keşfet
Temalar veya belge türlerine göre arama yapın; ilk kez erişime açılan arşiv belgeleri arasında gezinin.
"Mi'mâr Sinân" başlıklı kupür
Tema
Kişi
Emeği Geçen
Tür
Kupür
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.
TÜM KAYIT
Madde Başlığı
Yazar/Üreten
Ali Haydar Emir
Kod
S15102
Tema
Kişi
Konular
Sinan Ağa (Mimar Koca), Mimar Koca Sinan Ağa, Sinan (Mimar), Sinan (Architect), Mimar Sinan, ‘Abd-ı Mennan, Abdülmennan, Kayseri, Devşirme, Acemi Oğlanlar Kışlası, Acemioğlanlar Kışlası, Barracks for Janissary Conscripts, Yeniçeri Ocağı, Janissary Corps, Sırb Seferi, Serbian Campaign, Rodos Seferi, Rhodes Campaign, Macar Seferi, Hungarian Campaign, İran Seferi, Iran Campaign, Boğdan Seferi, Wallachian Campaign, Van Gölü, Lake of Van, Lutfi Paşa, Lutfi Pasha, Lutfi Paşa (Veziriazam), Lütfi Pasha (Grand vizier), İbrahim Paşa (Sadrazam), Ibrahim Pasha (Grand vizier), Purut Nehri, Pruth River, Ayas Paşa (Veziriazam), Ayas Pasha (Grand vizier), Baş mimar, Head architect, Acem Ali, Evliya Çelebi, Selim I (Sultan), Süleyman I (Sultan), Süleyman II (Sultan), Murad II (Sultan), Murad III (Sultan), Horhor, Konak, Mansion, Tezkiretü’l-Bünyan (Yazma kitap), Tezkiretü’l-Bünyan (Manuscript), Sai Mustafa Çelebi (Şair), Sai Mustafa Çelebi (Poet), Şehzade Camii, Şehzade Mosque, Süleymaniye Camii, Süleymaniye Mosque, Selimiye Cami’ (Edirne), Selimiye Camii, Selimiye Mosque, Edirne, Drağman Yunus Bey Camii, Dragoman Yunus Bey Mosque, Balat, Mihrimah Camii, Mihrimah Mosque, Üsküdar, Ayasofya, Hagia Sophia, Kubbe, Dome, Çavuşbaşı Camii, Çavuşbaşı Mosque, Zal Mahmud Paşa Camii, Zal Mahmud Pasha Mosque, Sütlüce, Eyüb, Eyüp, Sinan Paşa Camii, Sinan Pasha Mosque, Beşiktaş, Cihangir Camii, Cihangir Mosque, Tophane, Rüstem Paşa Camii, Rüstem Pasha Mosque, Uzunçarşı, İskender Paşa Camii, Iskender Pasha Mosque, Kanlıca, Floransa Kilisesi, Cattedrale di Santa Maria del Fiore, Cathedral of Santa Maria del Fiore (Florence), Saint Pierre Kilisesi, Saint Pierre Church, Celal Esad Bey, Celal Esat Arseven, Eski İstanbul (Kitap), Eski İstanbul (Book), Vahid Bey, Tarih-i ‘Umumi-i Sına’at (Kitap), Tarih-i ‘Umumi-i Sına’at (Book)
Tür
Kupür
Biçim
Baskı, El yazısı
Dil
Osmanlı Türkçesi
Haklar
Açık erişim
Hak Sahibi
Kadir Has Üniversitesi
Not
Kupür üzerine kurşun kalemle tarih yazılmıştır.
Transliterasyon
Mi’mâr Sinân Muharriri ‘Alî Haydar Emir Milletlerin hayâtlarında cesâmete ehemmiyet verilmiş devirler vardır, Moğollarda Cengiz, ‘Arablarda ‘Abdülmelik, Selçuklarda ‘Alâeddin devri gibi... Cesâmet ise ‘azamet değildir. Birincisi toprakda ikincisi gönülde yaşar. Mücessemin zemân, fakat mu’azzamın nisyân ile cidâl-i mü’bbedinde cesâmet dâ’imâ gayb itmiş, ‘azamet dâ’imâ kazanmışdır. Sedd-i Çin ölecekdir; Konfüçyus yaşayacakdır. Ahramanın karşısında ve Sizostris’in huzûrunda duyacağımız şey ikidir: Cesâmet-i ‘âsillerine merhamet ve ‘azamet-i müflislerine hayret. Fânî ölçülerle cesâmet ölçümünden başka hiç bir işe yaramadığımız şu dünyada ‘azametin cebhe-i kibriyâdan mün’akis tecellîler olduğını kim inkâr edebilir: Fakat beşeriyetin târîhinde ib’âdî ‘azametiyle yoğurmuş milletler vardır. Türk milleti, yine Türk milleti, yalnız Türk milleti gibi... O, şu’leden bir şerit temâdisiyle mâzînin ma-kablini müstakbelin mâ’bedine bağlayan milletdir. Târîhin tabakalarında yükselterek ve toprağın tabakalarında alçalarak zulemetler ve mechûliyetler diyârına doğru atacağımız her adım, ondan gelen ziyâ ile aydınlanır. Ezelî yolun her dönüm yerinde yağız atıyla yalın kılınc onu tuncdan bir heykel gibi karşınıza dikilmiş görürsünüz. Yalçın asyayı zengîn medeniyetiyle doldurdukdan sonra güneşin ardı sıra gündüz gibi garb afaklarına yayıldı; Tinova’da yükselen o idi; Kargamış’da kükreyen o idi; Anadolu’yu başdan başa evlâdıyla, lisânıyla, mezhebiyle ve medeniyetiyle şereflendiren o oldu. Şarkdaki şehirlerinin, dağlarının ve ırmaklarının adını garbda yapdığı şehirlere, aşdığı dağlara geçdiği ırmaklara verdi. Büyüklüğün iki nev’ini sinesine eritmek bu milletin fârikasıdır. Bu fârika ile tevşîh kurûn ederek ihtişâm ve ‘azamet ‘âleminde eflâka sırr çekdiği devirler o kadar çokdur ki.... Hudûdunu ihâtada fikrimiz mahdûd kalır; hicretin onuncu ‘asrı Türk dehâsının her sahada inkişâfına şâhid olmuş o binbir devirden biridir. Anâtını tahlîlde en kudretli kalemler ‘aciz ve müteheyyir kalan bu ‘asır, fuzûliyetin ‘aşkıyla titremiş, Bâkî’nin ihtişâmı önünde eğilmiş, Barbaros’un denizlere hükümrân oldığını görmüş ve eski dünyanın üç kıt’ası üzerinde gürleyen Türk topunun trakasını işitmişdir; Mi’mâr Sinân, bu ‘asrın târîhini vatan afaklarında doğduran ve ma’nâya maddenin renk ve şekliyle vücûd veren harikadır. Türk mi’mârîsini te’sîs değil, fakat tevsî’ ve ikmâl iden o zekâ şu’lesi Kayseriye’de parlamış ve İstanbul’da ebediyete intikâl etmişdir, medeniyetimize dikdiği âbideler İstanbul’dan taşarak Macaristan’a, Erzurum’a, Suriye ve Hicâz’a kadar bütün memleketi dünyanın en zarîf ve mü’ebbed eserleriyle doldurmuş iken mü’essirin hayâtına dâ’ir bildiklerimiz o kadar azdır ki kasîbden gelen hicâb, cebîn-i iftihârımızda siyah bir leke gibi üç yüz yıldanberi zulmet ve mechûliyete boğularak istikâmetini şaşırıyor. Sinân ve bünyan ile mukaffâ olsun diye (Sa’î)nin (‘Abd-ı Mennân) dediği şübhesiz Allahın kabûlüdür; fakat kimdir [1]? (9 Receb 895) olmak üzere tesbît edilen tevellüd târîhi nefsü’l-emre mutabık mıdır[2]? Kayseriye’de devşirme ne vakit yapılmış, Sinân İstanbul’a hangi târîhde gelmişdir [3]? İşte hayâtının ilk mevsimine ‘â’id tahkîki icâb eden üç mühimm nokta... ‘Acemî oğlanlar kışlasında geçirdiği yıllarda ma’lûm değildir. Sinân tesmiye edilen mühtedî genç bu kışlada neccârlığa intisâb etmiş ise de üstâdı, yâhûd üstâdları ma’a’t-te’essüf mechûl ve mensî kalmışdır. Yalnız kendisinin bu san’atda haylî ilerlemiş bir genc oldığı cihetle kışla hayâtında sür’atle terakkî ederek hatırı sayılır bir Mi’mâr olarak çıkdığı tahmîn edilebilinir. Mübhemiyetden kurtulamayan dördüncü nokta da bir yeniçeri neferi sıfatıyla ocağa resmen intisâb etdiği târîhdir [4]. Sinân’ın takrîben on sekiz yıl süren yeniçerilik hayâtı yorucu seferler, kanlı muhârebeler ve parlak muzafferiyâtlarla dolu bir sergüzeştdir; Gerçi bu devrenin ‘umûmî vakı’aları pek de sarahatsiz ve muzlem ‘add edilemez. Lâkin şahsî sergüzeştler ‘umûmî vakı’alar arasında gayr-i mer’î kalmıştır. O, Kânûnî saltanatının on dokuzuncu yılına kadar bi’z-zât padişâhın gitdiği bütün seferlerde bulundu; Sırb, Rodos, Macar, İrân ve Boğdân muhârebelerine iştirâk etdi. Ülkenin biri birinden ba’îd ve geniş serhadlarında icrâ etdiği bu seyahâtler neferlikden subaşılığına kadar merâtib-i ‘askeriyeden sür’atle geçmesini te’mîn eylediği gibi Türk ve ecnebî âsâr-ı mi’mâriyesi üzerinde kıymetli tedkîkâtlar ve tetebbu’âta girişmesine ve harb mi’mârîsinde tecrübe ve rüsûh kazânmasına bâ’is oldığı gibi ‘askerî inşâât sâhasında da temâyüz etdi; (941) İrân seferi esnâsında ordu Bağdâd’dan Tebrîz’e giderken Van Gölü’nde ufak bir hareket-i harbiye iktizâ etmiş ve bûkdan bir kaç gemi tedâriki mecbûriyetinde kalan Lutfî Paşa’ya Sinân tavsiye edilmişdi [1]; (945)’de kara Boğdân Seferi esnâsında Purût Nehri üzerine müteyyin bir köprü inşâsı lâzımgelmiş ve ‘alâkadârların muvaffakiyetsizlikleri kumandanı müşkül bir mevki’e düşürmüş ve merhûmu pek iyi tanıyan Lutfî Paşa’nın tavsiyesiyle bu iş de yine Sinân’ın ‘uhde-i kifâyetine bırakılmışdı. Purut Köprüsü Sinân’ın hayâtında büyük bir tahavvül yapdı; denilebilir ki Sinân bu köprüden geçerek yolunu değişdirdi. Sefer dönüşünde vezîr-i â’zam Ayas Paşa vebâdan ölmüş ve yerine Lutfî Paşa geçmişdi. Bu zât Sinân’ın kudret ve kifâyetinden bi’t-tecrübe emîn idi. Hemân ‘ayn-ı zemânda baş mi’mâr ‘Acem ‘Alî’nin vefâtı yeni vezîr-i â’zamın Sinân hakkındaki teveccüh ve i’timâdının tezâhürüne vesîle oldu ve merhûm o kadar sevdiği ‘askerlikden ayrılarak baş mi’mârlık makâmına getirildi. Bu intihâbın târîhi (945), yâhûd (946)’dır. Sinân (996) senesine kadar temâm elli yıl, baş mi’mârlıkda kalmış ve o mu’azzam câmi’leri, zarîf mescidleri, hayret-engîz su yollarını ve tabî’atın muhâcemâtına göğüs geren köprüleri bu yarım ‘asır içinde vücûda getirmişdir. Evliyâ Çelebî, Selîm-i evvel Câmi’nin Sinân ma’rifetiyle yapıldığını yazıyor ise de kubbesinin cesûrâne heybeti ile ma’rûf olan bu ma’bedin târîhi inşâsı (926-929) ya’nî Sinân’ın baş mi’mârlığa ta’yîninden on altı on yedi sene mukaddemdir. Büyük mi’mâr, yüz bir ve bir rivâyetde yüz on sene yaşadı; Kânûnî ve Selîm-i sânî saltanatlarını dehâsıyla doldurfuğu gibi Murâd-ı Sâlis devrinde de ihtiyârlığına rağmen fa’aliyetine hitâm vermedi ve (12 Cemâzîü’l-evvel 996)’da Horhor’da kâ’in konağında san’ata vedâ’ etdi. «pîr-i natüvân» olduğu vakit kendisiyle hasb-i hâl ederek Tezkeretü’l-bünyânı vücûda getirmiş olan Sâ’î, hâlâ türbesinde gördüğümüz manzûmeyi yazdı; fakat bu manzûmenin mısrâ’-ı târîhîsi «geçdi bu demde cihândan pîr mi’mâr Sinân» ‘ibâresi (935) târîhini göster[ir]; binâ’en-‘aleyh yanılmışdır; bunu ta’kîb eden «rûhuçün ihsân ede fâtiha pîr ü civân» mısrâ’ı ise (1206) târîhine delâlet etdiğinden dâhâ yanlışdır. Merhûm, uzun boylu, nahîf yapılı, kara gözlü, kemrâh saç ve sakallı idi. Baş mi’mârlıkda bulunduğu müddetçe haseki ma’âşını kemâfîü’s-sâbık almış ve haseki kıyâfetini muhâfaza etmişdi. Türkce ve Rumcadan mâ’adâ ‘Arabî ve Fârsîye vukûfu mervî ise de bizce bu cihetin tahkîki mümkün olmadı. Sağlığında bi’z-zât inşâ etdiği mülgâ meşîhet dâ’iresi civârındaki türbesinde medfûndur. Şehzâde Câmi’nin pîr-i çırak, Süleymâniye ma’bedinin pîr-i kalfa ve Edirne’deki Selîmiye Câmi’nin pîr-i üstâd eseri oldığını söyler ve tevâzu’a numûne gösterirmiş; yarım ‘asırlık hayât fa’âliyeti bu nokta-ı nazardan dört devrede mutâla’a edilebilir. Birinci devre 946’dan Şehzâde Câmi’nin târîhi ikmâli olan (955) târîhine kadar dokuz sene devâm etmiş ve Koca Mi’mâr bu kısa müddet zarfında bir çok eser vücûda getirmişdir ki başlıcaları Balât’da Drağmân Yunus Bey (948) ve Üsküdâr’da Mihr-i mâh (954) câmi’leri ile sâ’ir mü’essesâtdan i’bâretdir. Şehzâde Câmi’ dâhil oldığı hâlde bu devrede vücûda getirdiği ma’bedler cesâmetce Ayasofya ile mukâyese edilemez. Ma’-mâfiye Şehzâde ve Mihr-i mâh Câmi’lerinin zerâfet ve ihtişâmından Süleymâniye ve Selîmiye âbidelerinin beşâret-i kudûmunu almamak mümkün değildir. İkinci devre (955)’den Süleymâniye’nin târîhi ikmâli olan (964)’e kadar yine dokuz sene imtidâd eder; bu devreye şeref veren eserler arasında Sütlüce’de Çavuş Başı (957), Eyüb’de Zâl Mahmûd Paşa (958), Beşiktaş’da Sinân Paşa (963) câmi’leri vardır ve Sinân bu devrenin sonunda Süleymâniye (964) ma’bediyle kudret ve iştihârının nihâyetine yaklaşmışdır. Üçüncü devre (964)’den Edirne’deki Selîmiye’nin târîh-i ikmâli olan (982)’ye kadar gelir ve Sinân bu târîhde ‘âlem-i şumûl dehâsını isbât eder; bu devrede inşâ etdiği eserlerden Tophâne üstünde Cihângir (967), Uzun Çarşu civârında Rüstem Paşa (968) ve Kanlıca’da İskender Paşa Câmi’i zikr edilebilir. Sinân Süleymâniye’yi ikmâl etdikden sonra (14) sene, başında dehâsından bir hâle ile yaşamış ve memleket sinesine âbbidâtını rekze devâm etmişdir; lâkin (982)’de mutlakıyet tahtına oturan Murad-ı Sâlis’in ne zevki, ne de hazînesi baş mi’mârdan bir üçüncü harika istemeğe müsâ’iddir; o, serâylarında zevceleri, câriyeleri ve bunların rekâbet-i dağdağalarıyla uğraşmışdır. Sinân’ın yarım ‘asırda planlarını tanzîm ve inşâlarına nezâret etdiği eserler, 81 câmi’, 51 mescid, 55 medrese, 26 d rü’l-kurrâ’, 17 ‘imâret, 2 dârü’ş-şifâ’, 7 su yolu, 8 cesîm köprü, 18 kervânserây, 6 mahzen, 33 serây, 35 hamâm, 17 türbe olmak üzere başlıca (356) parçadan ‘ibâret olub kayd ve tesbît edilmemiş olan âsâr-ı sâ’iresi bu hesâbdan hâricdir. Sinân’ın büyüklüğünü takdîr içün eserlerinin ‘aded ve cesâmeti ile mevkı’ ve müddet-i inşâlarını mukâyese etmek kâfîdir. Kubbesi Selîmiye’nin kubbesinden küçük, metâneti Sinân’ın himmetiyle ‘ilâve edilmiş ‘amûdî duvarlardan âşikâr ve ziynet ve ihtişâmı Süleymâniye’ye nisbetle pek fakîrâne olan Ayasofya’yı iki Anadolulu mi’mâr beş senede vücûda getirmiş, fakat bu ma’bedin kubbesi daha büyük Jüstinyen’İn hayâtında yıkılarak yeniden inşâsına mecbûriyet hâsıl olmuşdur; dört duvar ise üstündeki sıklete tahammül edemeyerek zemân zemân çatlamakda ve o kadar termîm ve takviye teşebbüslerine rağmen bu târîhi binânın gayr-i kâbil-i ictinâb olan inhidâmı yaklaşmakdadır. Dünyanın büyük ma’bedlerinden biri olan Floransa kilisesi 140 senede ikmâl edilebilmişdir ve kubbe irtifâ’ının bu ma’bedde yüz metreye çıkması mukatta’ şakûlînin kat’-ı nâkıs-ı münhanîsi teşkîl etmesindendir. Meşhûr Sen Piyer Kilisesi iki ‘asır çalışılarak vücûda getirilmişdir; gerçi bu ma’bed, kubbesinin yüz otuz bir metre irtifâ’ı hâ’iz olmasıyla da ma’rûf ise de bu kubbede Floransa Kilisesi’nin kubbesi nev’indendir. Büyük ma’bedlerin planlarını tanzîm veya ta’dîlde ‘alâkadâr olan hiç bir mi’mâr, eserlerinin kesretinde Sinân’la kâbil-i mukâyese değildir; onun dehâsından ne sâhil, ne şâhika, ne de sutûh-ı mâ’ile kurtulmuşdur. Büyük Çekmece üzerine üç buçuk ‘asır-ı evvel kurdığı köprü geçen Balkan Harbi’nde baş kumandanlığın emriyle iclâliye-i sefine-i harbiyesi tarafından topa tutulmuş, lâkin bir kemeri bile yıkılamamışdır; bu küçük vakı’a eserlerinin rasanetine büyük bir delîldir. Ma’bed planlarında Sinân’ın Bizans sisteminden istifâde itdiği ve bi’l-hassa mu’azzam eserlerinde Ayasofya’yı örnek tutduğu ba’z-ı mü’elliflerce iddi’â edilmekdedir. Kubbenin Bizans’a garbdan değil şarkdan geldiği Ayasofya mi’mârlarının Bizanslı değil Anadolulu olduğu bir hakîkatdir [1]. İstanbul’un zabtından evvel Birusa’da ve diğer Türk şehirlerinde yapılan ma’bedler ve türbeler nısf-ı kürevî kubbelidir; mi’mâr İlyas ‘Alî bu tarzda şâyân-ı dikkat eserler vücûda getirmişdir. Sinân İstanbul’a gelmeden mi’mâr Hayreddinler, Kemâller, ‘Alîler yetişmiş; Fâtih, Bâyezid, ve Selîm-i Evvel Câmi’leri yapılmışdır. [1] İkdâm’ın 11 Teşrîn-i evvel 312 târîhli târihli nüshasından naklen Tezkeretü’l-bünyânın baş tarafına i’lâve edilen imzâsız bir makâle, (kuyûdât-ı mühimme)ye istinâd ederek ‘abd-ı mennân’ın Hristo isminde bir Rum olduğunu söylüyor. [2] İkdâm’ın makâlesinde bu târîh musarrıhdır; lâkin me’haz gösterilmemişdir. Makâlede irtihâl târîhinin on sene eksik oldığı düşünülürse tevellüd târîhine ne dereceye kadar inanmak lâzım geleceği anlaşılır. [3] Tezkeretü’l-bünyân, devşirmenin Selîm-i evvel devrinde yapıldığını söylemekle iktifâ ediyor; Makâle ise (918) târîhini tasrîh eylemişdir. Hâlbuki bu târîh cülûsudur. Biz devşirmenin (920)’de, yahûd ertesi sene icrâ edildiği zannındayız. [4] Sâ’î, bu vakı’anın târîhini etmiyor; İkdâm’ın mezkûr makâlesinde «Mi’mâr Sinân ‘Acemî oğlanlıkdan yeniçeri neferliğine irtikâ eylediği gün piyâde olarak İrân seferine gitmiş» deniliyor. Yeniçerilerin padişâh ile sefere gitdikleri ma’lûmdur; o hâlde bu İrân seferi yâ Selîm-i Evvel’in (920), yahûd Kânûnî Süleymân’ın (941) seferi olmak icâb ider; Hâlbuki şu iki seferden birincisi pek erken, ikincisi pek geçdir. Binâ’en ‘aleyh biz Sinân’ın İrân değil Belgrad seferi ‘arifesinde, ya’nî (927) târîhlerinde ocağa intisâb etdiği fikrindeyiz. Tezkeretü’l-bünyân’ın 23 ve 24’üncü sahifelerinde münderic manzûmeye bakınız; Rodos, zarûret-i vezn içün takdîm edilmişdir. [1] İrân seferinde vezîr-i â’zam Damad İbrâhîm Paşa idi; Tezkeretü’l-bünyân ile makâlenin vezîr-i â’zam Lutfî Paşa dimeleri bir sehvdir. [1] Celâl Es’ad Bey’in Eski İstanbul, Vahîd Bey’in Târîh-i ‘Umûmî-i Sanâ’ât isimli eserlerine bakınız.
Tarih
1340-10-10
Provenans
İstanbul Ansiklopedisi Arşivi, Kadir Has Üniversitesi ve Salt iş birliğiyle erişime açılmıştır.
Tema
Kişi
Emeği Geçen
Tür
Kupür
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.