Maddeler
İstanbul Ansiklopedisi'nin A harfinden Z harfine tüm maddelerini bir arada inceleyin.
Ciltler
1944 ile 1973 yılları arasında A harfinden G harfine kadar yayımlanmış olan ciltlere göz atın.
Arşiv
Reşad Ekrem Koçu'nun, G ve Z harfleri arasındaki maddelerle ilgili çalışmalarını keşfedin.
Keşfet
Temalar veya belge türlerine göre arama yapın; ilk kez erişime açılan arşiv belgeleri arasında gezinin.
"Bimen Şen" başlıklı belge
Tema
Kişi
Emeği Geçen
Tür
Belge
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.
TÜM KAYIT
Madde Başlığı
Yazar/Üreten
Münir Süleyman Çapanoğlu
Kod
SS8063
Tema
Kişi
Konular
Şen (Bimen), Bimen Şen, Bestekâr, Composer, Bimen Efendi, Yahya Kemal Beyatlı, Süleyman Nazif, Peyami Safa, Bursa, Ermeni, Armenian, Kemençe üstadı Aleko, Udi Arşak, Kemani Nubar, Bursa Ermeni Cemaati, Armenian Community in Bursa, Kilise müziği, Church music, Hacı Arif Bey, Göçmen, Immigrant, Aziz Dede, Bestekâr Şevki, Şevki the composer, Hacı Kerami Efendi, Cemil Bey (Tanburi), Tanburi Cemil Bey, Nevres (Udi), Hafız Osman, Ziya (Beylerbeyli), Tanburi Fuad, Udi Galib, Udi, Ud player, Kemençeci Sotiri, Kanuni Lokomotif Şemsi, Refi Cevad Ulanay, Biravaki, Ahmet Refik Altınay, Beste, Composition, Klasik Türk Müziği, Classical Turkish Music, Müzik tarihi, History of music
Tür
Belge
Biçim
El yazısı
Dil
Türkçe, Osmanlı Türkçesi
Haklar
Açık erişim
Hak Sahibi
Kadir Has Üniversitesi
Not
Kâğıt üzerine mürekkep
Transliterasyon
Bimen Şen (bestekâr) – Yıllarca mûsîkî ‘âleminde bestelerini yayan, Bimen Şen, alaturka mûsîkînin halk üzerindeki te’sîrlerini elle tutabilecek derecede bilen bir san’atkârdı: Hassâs, çoşkun, şen ve neşeli bir san’atkâr. Kûçe Bimen «Efendi» klasik mûsîkînin âhîr usûlleriyle bestelenmiş eserler yaratmadı. Fakat haylisi altıyüzü geçen bestelerininin çoğu muhtelif «usul»lerde bestelenmiş ve piyasayı kazanmış şarkılardan ‘ibâretdir. Bunlar, eski eserlerinin bir çoğu gibi hicrânı, elemi söyleyen, acılı, melli haykıran şeyler değil, ‘aşkı, sevgiyi, tabi’atı güzelde de kudsiyeti dile getiren eserlerdir. Birgün onunla konuşurken sormuşdum: - size en büyük ilhâmı verene nedir? Aradan yıllar ve yıllar geçdiği halde verdiği cevâbı bugünki gibi hatırlıyorum: «Kuvvetli güfte,.. güzel bir güfte beni, içki gibi, tabi’at gibi ve nihayet kâdın gibi sarhoş bi sarhoş ider» Bestelerini nasıl yapdığını sorduğum zaman gözlerinde tatlı bir tebessüm ışıldayarak şu cevâbı vermişdi: «- Yatakda... Size tâhâf tuhâf gelir bu. Fakat ne yapayım en canlı nakralar içime gece yarıları uyandığım zaman doğuyor. Hemen doğruluyorum, yatağın ortasında bağdaş kurub, besteyi bir kaç def’a okuyorum. Yalnız bununla kalsam iyi, ellerim ve ayaklarımla da harekete geliyor baş başlıyorum «düm tek» vurmağa...» Şâ’ir Yahya Kemâl, Varşova’da sefîr iken kendisine birden hayâle(?) başlıyor. Bimen «Efendi»nin sesini işitmemek onu harab ediyor. Onun için bir şarkı yazub Süleymân Nazîf’e gönderiyor. Ve Bimen «Efendi»ye virüb bestelemsini rica etmesini söylüyor. Şarkı şu: Mevsim sonu yas bağladı gülşen yanımızda gül goncası açmazsa ne var, sen yanımızda Bülbülleri uzaklaşsa da Bimen yanımızda gül goncası açmazsa ne var, sen yanımızda 2 Bimen «Efendi» bu şarkıyı alınca, hemen bestelemek istiyor, fakat ne gezer, istediği gibi olmuyor; üzülüyor. Bu hatıralarını anlatırken demişdi ki: «Şarkıyı çabuk besteleyemediğim için çok üzüldüm. Halbûki ba’zen günde iki üç şarkı bestelerim. Nihâyet bir gice yarısı, sanki biri dürtmüş dürtmüş gibi yatakdan fırladım. Dudaklarım Yahya Kemâl’in mısrâ’larını mırıldanıyordu. Hemen bir beste dutmadı. Birkaç mırıldanma, üç beş «düm teke»den sonra şarkı tamamlandı. Süleyman Nazîf, hergün şarkının ne olduğunu soruyordu. Sabah ve akşam akşamı dâr bulabildim. Rakı zamanı, Süleyman Nazîf’in devâm etdiği bir birahâneye gitdim. BEsteyi kendisine okudum. Önündek kadehi bir yudumda içdi. Sonra cebinden ü.k.o bir «kartvizit» çıkararak bir şeyler yazdı. Ve kartı uzatırken ağzımdan öpdü. Kartda şu beyit yazılıydı: Ebedi nâzımıdır san’at-ı feryadımızın Öperiz ağzını Bimen üstâdımızın» Bimen Şen, sayısı altıyüzü geçen şarkı bestelemiş bir san’atkâr oldığı hâlde nota bilmezdi. Hatırımda kaldığına göre şarkılarının notalarını başkalarına yazdırırdı. Hatırımda kaldığına göre bunların çoğunu ‘Ûdî Arşak -Kemânî Nubar’ın babası- yazmışdır. Peyâmî Safa, Bimen Şen’in şarkılarının ara nağmeleriniinden bahs ederken, benim bilmediğim bir noktayı, bunları Kemençeci Aleko’nun yazdığını yapdığını söylüyor (1) *** Bimen Şen, 1872’de Bursa’da doğdu. Ermeniydi. Fakat Peyâmî Safâ’nın dediği gibi «hassasiyetinin çeşidi bakımından hâlis Türk sayılabilirdi. Alaturka mûsîkînin sözde Türk adıyla bestekârları vardır ki o soğuk alaturka bozması şarkılarıyla Bimen’den daha az Türkdürler...» (2) (1) «Bimen’in şarkılarında ara nağmeler de güzeldir. Bunların çoğunu Kemençe üstâdı Aleko yapmışdır. Hem de hazırlıksız. Şarkının ilk okunuşunda irticalen...» Bimen’in Şarkıları, Tasvîr-i Efkâr gazetesi 29 Ağustos 1943 (2) ‘aynı yazı 3/ Bimen, daha sekiz yaşında iken Bursa’daki Ermeni kilisesinde, Ermeni duaları, Ermeni İlâhileri okuyordu. Bunların besteleri Türk mûsîkîsinden alınarak yapılmışdı. Bizim ilâhilerin motifleri, nağmeleri taklîd edilerek meydana getirilmişdi. Sesi çok güzel olduğu için, herkes onu dinlemeğe geliyordu. Dinleyiciler Ermenilerden ziyâde Türk Türklerden ‘ibâretdi. Bunların arasında muta’assıb kimseler, hattâ yobaz mollalar bile vardı. Ermeniler sağlarken ağlarken, bu yanık sesin ahengine, hüznüne, berraklığına tutularak onlar da ağlıyorlardı. Bimen, kiliseden çıktıkdan sonra, evinde, okumalarına devam ediyordu idiyordu. Bu sırada Bursaya bir vali geldi. O devirlerde, halk, valiyi karşılar, Türkler, Rumlar ve Ermeniler tezâhürât yaparlardı. Ermeniler, kilisede okuyanları da götürmüşlerdi. O zamanlarda bir ‘âdet vardı. Böyle karşılama törenlerinde: Safâ geldin valimiz Paşa ‘Adâletinle çok yaşa! diye bir şarkı okurlardı. Bunu okumak vazîfesi Bimen’e verildi. Vali, şarkıyı o kadar beğendi ki, üç kere tekrarlatdı. Ve sonunda, cebinden bir altın sâ’atle bir kordon çıkararakrub küçük okuyucunun, yeleğine takdı. İşte, valinin bu hediyesi, Bimen’in ruhundaki mûsîkî hevesini, sınırsız mûsîkî sevgisini adam ‘akıllı körükledi. O günlerde, mûsîkî üstadlarımızdan Hâcı ‘Ârif Bey Bursa’ya gelmişdi. Küçük okuyucuyu dinledi. Çok beğendi. Ona ba’z-ı eserler «geçdi»; «meşk» etdirdi. Bimen «Efendi» bu hâtıralarından bahsederken şunları söylemişdi: «Hâcı ‘Ârif Beyin teveccühünü kazanmışdım. Bundan o kadar gurûr duyuyordum ki... İlk hocam odur. Bir gün, «meşk» ederken bana dedi ki: «Mûsîkîye karşı yaman bir isti’dâdın var. Bu isti’dâdını körletmek istemiyorsan, filiz vermesini, çiçeklenmesini istiyorsan hemen İstanbula git. Başka türlü bu güzel sesinden istifâde edemezsin, hayır görmezsin.» İstanbula gitmek fikrini ‘â’ilesine ailesine açtığı zaman isyanlar karşısında kaldı. Anasını, babasını râzı edemedi. Fakat her gün onların başının etini yedi, nihâyet on dört yaşında İstanbula geldi. 4 İstanbulda Aziz Dede, Kânûnî Hâcı ‘Ârif, ünlü bestekârlardan Şevki, Rahmî, Hâcı Kerâmî Efendiden Efendi, sesi ilâhî Nedim, Tânbûrî Cemil Beyler gibi Türk mûsîkîsinin büyük sîmâları ve eşsiz üstâdlarıyla düşüb kalkarak, mûsîkîmizin nazarî ve ‘amelî kısımlarını öğrendi. En çok feyz aldığı Hâcı ‘Ârif Beydir. Bimen «Efendi», Bursa’dan İstanbul’a geldikden sonra bir çok zorluklarla karşılaşmış, aç kaldığı günler olmuşdur. O, bu acı ve acıklı hâtıralarını sefâletle pençeleşdiği günleri anlatırken, mûsîkî ve san’at ‘aşkıyla bu yoksulluklara katlanmanın gurûruyla gözleri parladı. Ben, Bimen «Efendi»yi ilk def’a 30-31 yıl evvel, Kartal’da oturduğumuz sıralarda bizim köşkde gördüm. Babamın kardeşden ziyâde kardeşi ve dostu olan Ahmed Râsim’le beraber gelmişdi. Her gece olduğu gibi bir toplantı vardı: İçkili ve sazlı bir toplantı. ‘Ûdî Nevres’den, okuyucu Hâfız Osman’dan, Beylerbeyli Ziyâ’dan, postahâne me’mûrlarından Tânbûrî Fû’ad’dan, Rüsûmât me’mûrlarından ‘Ûdî Galib, ü.k.o Tânbûrî Gürcî Remzi Paşa’nın oğlu Tânbûrî ‘Alî Beylerden ve şimdi isimlerini hatırlıyamadığım bir çok mûsîkî-şinâslardan başka, piyasa çalgıcılarından kemençeci Sotiri, Kânûnî Lokomotif Şemsî de vardı. Bimen de bunların arasına katılarak okudu. Tek başına ba’z-ı şeyler okuduğunu hatırlıyorum. Küçük bir çocukdum. Mûsîkînin öyle ince taraflarını anlamaklığıma imkân yokdu. Fakat hergün saz dinlediğim, güzel sesler işitdiğim, gece yarıları berrâk ve güzel bir sesle uyandığım, akşamları sâz dinleyerek uykuya daldığım için, sesden de, sazdan da az çok zevk duyuyordum. Şarkıların, taksîmlerin hoşuma giden tarafları vardı. Bimen «Efendi»nin sesi tatlı, canlı, ifâdeli bir sesdi. Hoşuma gitmedi değil. Fakat ne yalan söyleyeyim, Nedim Bey’in, Hâfız ‘Osmân’ın, Ziyâ Bey’in sesleri gibi te’sîr etmedi. ‘Ayıblamayınız, çocuk anlayışı bu kadar olur. Ma’a-mâfîh, şurasını söyleyeyim ki, sonraları bu işden biraz anlamağa başladığım zamanlarda da, Bimen Efendi’nin sesini, onların sesinden üstün bulmadım. Hattâ bir ayarda dahî onlar, ... Fakat muhakkak ki. 5 muhakkak ki güzeldi, pürüzsüzdü, insana işleyen bir tarafı vardı. Çiv tiz değil, tatlı tizdi. Eski dostum ve üstadım Refî’ Cevad Ulunay, Bimen Efendi’nin sesinden bahsederken diyor ki: «Bimen, yalnız bestekâr değil, sesine ve san’atına hâkim bir okuyucuydu. Bir sene İstanbul’a gelen bir Rumen mûsîkî hey’etini dinlerken sesini, bizde «mûsîkâr» denilen sâzın en tîz perdesine erişdirmiş ve bu kudret, mûsîkârı çalan artisti çıldırtmıştı.» (3) Kartalda görüşümden yıllarca sonra, Bimen «Efendi»yi ikinci def’a Süleymân Nazîf’in yanında, her akşam oturduğu (Birahâneninvaki)nin pastacı dükkânında gördüm. Ondan sonra da çok def’a buluşub, çakışdırırdık. O zamanlar, yılda bir iki kere verdiği konserlere muhakkak beni de da’vet ider, jübilelerine beni de çağırmak nezâketini gösterirdi. Bimen, muhabbetkâr bir adamdı. Tevâzu’u darb-ı mesel kadar meşhur olmuşdur. Konser ve jübilelerindeinden başka, ba’zen temsillerde de sahneye çıkub okur, halk onu alkışlara boğduğu zaman utanır, yüzü kıp kırmızı olurdu. Bimen Şen’in şarkılarını İstanbul halkı çok tutmuşdur. Müverrrih ve şâ’ir Ahmed Refîk’in «kollarında can vereyim, başka bir şey istemem» şarkısını hüzzâmdan besteleyib piyasaya sunduğu zaman, İstanbul halkını dile getirmiş, en küçüğünden en büyüğe kadar herkesin içinden bu şarkı bu şarkı herkes bu şarkıyı tekrârlayıb durmuşdu. Bunun sebebi sahici samimî oluşunda, bir his çağlayanı ü.k.o kalblere akışındadır. Bunların birçoğu, bugün, piyasaya çıkdığı günlerdeki gibi tazeliğini muhâfaza etmekde ve saz heyetlerinde, [...]de hâ okunmakda, plaklarda çalı çalınmakdadır. Bimen «Efendi» güfte seçmekde çok titizdi. Öyle olur olmaz şarkıları bile bile beğenmez, ağdalı bir lisânla yazılmış güfteleri bestelemezdi. Eserlerinin arasında terkîbli, tumturaklı şarkılar cidden azdır. Bimen kulaklardan, yüreklere mukaddes bir nefes gibi sinen sesi ve sayısız besteleri sayesinde ne kazandı? Bunu kendisine sorduğum zaman verdiği cevâbı notlarımın (3) «Bimen» de öldü. Tan Gazetesi. 1943 6 arasından çıkarıyorum: -«Şarkılarımdan hiç bir mâddî menfa’at beklemedim ne olacakdı? Aç ve sefîl sürünegeldim. Sâz ve ses, hele beste, adamı besler mi? Bâhusûs bizim memleketimizde» Bursa’dan İstanbula geldiğim zaman cebimde, beni ancak bir hafta geçindirecek kadar bir para vardı. Akrabalarımın yanında idim. tımdaydım, ama, akraba insana ne kadar bakar? O günlerde çok sıkıntı çekdim. Aç kaldım, sefil oldum. Bakdım olacak gibi değil, sefâletden kurtulmanın çaresini kiliseye baş vurmakda buldum. Bir gömlek verdiler, sırtıma geçirdim. Ve bir ilâhî okudum; arkasından bir de du’â... Pek beğendiler. Di[n]leyiciler arasında bulunan bir banker gelüb alnımdan öpdü. Ve vaz’iyetimi öğrenince yanına aldı. orada tahsîldârlıkla çalışmağa başladım. Ondan sonra ticâret işlerine karışdım. Sarraflık yapdım. Bütün ‘ömrümde bu sayede geçindim. Bunun için eserlerimden on para almadım. Hattâ ücret, ü.k.o. diye verilen altın keselerini çoğu def’a geri verdim. Yalnız ma’nevî kıymeti olanları aldım Hâtıra diye verilen şeylerin hiçbirisini kayıb etmedim. ‘ dî bir teneke tütün kutusununsunu bile sakladım. Bunların karşısında duyduğum haz o kadar büyükdür ki...» Bu âsîl ve mümtâz san’atkâr, bu tokgözlülüğünü, paraya ehemmiyet vermemek yüksekliğini, işleri bozulduğu zamanlarda bile muhâfaza etdi. Kimseye derdini söylemedi. Kıymetli eşyalarını, şunları, bunları satarak geçindi. Ve o bütün san’atkârlarımız gibi yokluk içinde ve ıztırâb içinde,suzinâkda firâr viren içli, hazîn bir beste gibi sönüb gitdi. (Ağustos 1943) Münîr Süleymân Çapanoğlu
Provenans
İstanbul Ansiklopedisi Arşivi, Kadir Has Üniversitesi ve Salt iş birliğiyle erişime açılmıştır.
Tema
Kişi
Emeği Geçen
Tür
Belge
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.