Entries
Examine all the Istanbul Encyclopedia entries from A to Z.
Volumes
Browse A to G volumes published between 1944 and 1973.
Archive
Discover Reşad Ekrem Koçu's works for the entries between letters G and Z.
Discover
Search by subjects or document types; browse through archival docs that are open access for the first time.
DİLENCİ, DİLENCİLER
Dilenci, dilenmek masdarından yapılmış isimdir; avuç açıp isteyen demektir; mecazen aç gözlü insana da dilenci deriz.
Dilenmek te, dilmaç, dilsiz, dilim, dilmek, dilleşmek, dilemek, dilek gibi “dil” kökünden gelir.
Dilenci üzerine darbımeseller:
Meteliksiz gezer, elinde hüneri, mârifeti de yoktur, delâlet eder, iş bulursunuz:
— Ağabey bu zamanda ayda yüz liraya çalışırlır mı? Der.
Yahut ayağında pabucu yoktur, yalın ayak dolaşır, bir çift eski fakat sağlam kundura verirsiniz; modası geçmiş diye dudak büker, almaz, yahut alır da, giymez:
“Dilenciye hıyar vermişler, eğri diye beğenmemiş.”
? Hırsı şenaat derecesindedir, “gelsin de nereden gelirse gelsin” der, yanında çalıştırdığı yanaşmaya, ırgada verdiği parada dahi gözü kalır, nasıl bir kulp taksam da yevmiyesinden beş on kuruş kessem diye düşünür, bu pis ruhu târif için:
“Dilenci çanağından para çalar”
? Yüreğinizde şefkât ve merhamet, elinizde, kesenizde küçük yardım imkânları vardır, fakat sizden yardım isteyenler o kadar çoktur ki şaşırırsınız, bu hâli anlatmak için:
“Dilenci bir olsa, şekerle beslenir..”
Şair Fitnat Hanım, etrafını âşıklar sarmış güzelin dudağını kırmızı akide şekerine benzetiyor:
Dedi dilber eylemezdim bûsei lâ’lim diriğ
Kand ile beslendim olsaydı eğer cerrâr bir!..
? Semiz yahut semizceyken zayıflamış bir...
⇓ Read more...
Dilenci, dilenmek masdarından yapılmış isimdir; avuç açıp isteyen demektir; mecazen aç gözlü insana da dilenci deriz.
Dilenmek te, dilmaç, dilsiz, dilim, dilmek, dilleşmek, dilemek, dilek gibi “dil” kökünden gelir.
Dilenci üzerine darbımeseller:
Meteliksiz gezer, elinde hüneri, mârifeti de yoktur, delâlet eder, iş bulursunuz:
— Ağabey bu zamanda ayda yüz liraya çalışırlır mı? Der.
Yahut ayağında pabucu yoktur, yalın ayak dolaşır, bir çift eski fakat sağlam kundura verirsiniz; modası geçmiş diye dudak büker, almaz, yahut alır da, giymez:
“Dilenciye hıyar vermişler, eğri diye beğenmemiş.”
? Hırsı şenaat derecesindedir, “gelsin de nereden gelirse gelsin” der, yanında çalıştırdığı yanaşmaya, ırgada verdiği parada dahi gözü kalır, nasıl bir kulp taksam da yevmiyesinden beş on kuruş kessem diye düşünür, bu pis ruhu târif için:
“Dilenci çanağından para çalar”
? Yüreğinizde şefkât ve merhamet, elinizde, kesenizde küçük yardım imkânları vardır, fakat sizden yardım isteyenler o kadar çoktur ki şaşırırsınız, bu hâli anlatmak için:
“Dilenci bir olsa, şekerle beslenir..”
Şair Fitnat Hanım, etrafını âşıklar sarmış güzelin dudağını kırmızı akide şekerine benzetiyor:
Dedi dilber eylemezdim bûsei lâ’lim diriğ
Kand ile beslendim olsaydı eğer cerrâr bir!..
? Semiz yahut semizceyken zayıflamış bir dosta, ahbaba, âşiyana rastlarız, yüzüne karşı ayıp olur ama arkasından:
“Dilenci değneğine dönmüş!..
? Dilencinin kendisini kastederek
Dilenciden evvel asası gider..
Dilencinin yüzü kara, torbası dolu..
Dilencinin torbası dolmaz!..
Dilenci selm almaz!.
Halk ağzı deyimler:
? El emeği, göz nuru harcamıştır; bilgisini hünerini vererek bir parayı hak etmiştir, fakat cimri kesesinden çıkacaktır, “bugün git, yarın gel!.. Sabah mı dedik yahu, akşama gel!.. Geç kaldın, efendi gitti!..” hakkını almak için burnundan kan damlar, bağırmakta, şikâyette haklıdır:
“Dilenciye döndüm.”
“Kendi paramın dilencisi oldum”
İstanbul’da dilenci ile mücadele on altıncı asıra başlamıştır; dörtyüz yıldanberi halledilememiş bir dâvadır.
Her kötülüğün anası tenbelliktir derler, dilenci de o kahbenin doğurduğu velediznâdır; ham elli, ham kafalı, bütün sermayesi, hüneri, mârifeti alnındaki ar, utanma dmarını çatlatıp avuç açmaktan ve insanlığın şefkat, yardım duygularnı iblisâne sömürmekten ibarettir. Çalışmayan, hakiki düşkünler, hakikaten yardıma muhtaç olanlar derin bir yoksulluk girdabı içinde, binbir derd ile kıvranarak, muhayyilemizin hududu dışında mahrumiyetlere göğüs gererek yaşarlar, Dârülacezeye sığınamazlarsa el avuç açma zilletini gösteremedikleri içn her an halâskâr ölümü dört gözle bekler.
Dilenci, işi icabı, müstekreh kıyafetlerinin içinde iğrenç ve müteaffin pislikte yaşar; buna dayanabilmek için beden yapısı harikulâde sağlamdır. Cezaî müeyyedeleri kaldırınız, bir kuvvet müsabakası olarak tecrübe ediniz, alil ve yaşlı görünür bir dilenciyi, ayak dirediği zaman üç dört zabıta memuru yerinden kıpırdatmaz.
Dilenci her türlü şenaati irtikâp edebilecek mahlûktur. İstisnâsız hepsinde, mazlûm görünüş bir zar kabuktur, içinde bir canavar ruhu vardır. Diline doladığı tekerleme dışında konuşmaz, göz tatlı bakışı kaybetmiştir, cinsî hırslarını kendi aralarında tatmin ederler, kadın erkek bütün iffet va namus kaygularından sıyrılmışlardır. En küçük merhamet duygusu yoktur; çocuk kıymetli bir âlettir, gözünün nurundan mahrum ederler, elini kolunu, ayağını, bacağını kırarlar. Dilenci, yerini ve fırsatını bulursa paraya tamah ederek adam öldürmekden dahi çekinmez.
İstanbul’da geniş ve kuvvetli teşkilâta sahiptirler; çete-şirketler kurmuşlardır. Reisleri, patronları, genelkurmayları, karargâhları, faaliyet sahalarını tesbit etmiş haritaları, acemileri yetiştiren mektepleri, pay taksiminde ve kusurdan ihânete kadar suç tayininde kanunları, cezaları, patronların villâ, apartman, han misilli emlâki, altlarında otomobilleri vardır. Sahip olmadıkları tek şey vicdandır.
Kendi başına çalışan dilenci günlük kazancının pek küçük bir kısmını yer, haftalık veya aylık kazancının birikenini bankaya yatırır, zaman olur ki, üzerinde binlerce lira ile dolaşır. Bunlardan çoğunun hayatı daima ölüm tehdidi altındadır; eşirra tarafından takip edilereke ya kulübelerinde yahut şehir içinde bir yangın yerinde, ıssız bir köşede pusuya düşürülüp katledilirler.
İstanbul’da dilenci ile mücadele şebekeler, çeteler meydana çıkarmak, teker teker, kaafile kaafile sürü sürü dilenci toplamak, yakalamakla başa çıkmaz.
Dilencilik bir ocaktır; Anadolunun zabıtaca da malûm birkaç bölgesinden çıkıp yurdumuzun her tarafına yayılırlar. Bu ocakları yok etmek, dağıtmak lâzımdır. Bu uğurda sekiz on köyü, bir kasabayı Türkiye haritasından kazıyıp kaldırmak lâzımdır. Kolay iş değildir, fakat mümkündür ve zorluk da, bir nesli kurtarıncaya kadardır.
Dilencilik memleketimizde içtimaî bir yara, bir çıbandır. Dilenciliği zabıta takibi ile önlemek, kocakarı ilâcı, hava cıva merhemi ile tedaviye benzer. Bu yaraya, çıbana operatör eliyle ameliyat lâzımdır.
Eskiden, bakacak hiç kimsesi olmamak şartı ile, kadın yahud erkek, bir iş yapamayacak kadar ihtiyar, iki gözden de mahrum, iş göremeyecek derecede sakat, kötürüm, bir yanı mefluç, inmeli, bir kazâda elleri, kolları veya ayakları, bacakları kesilmiş olanların dilenmelerine şeran cevaz verilir, İstanbul asâyişine memur yeniçeri ağalığınca dilenciler üzerine “Dilenciler baş buğu” unvânı ile tâyin edilen bir zâbit tarafından bu gibilerin ellerine “cer kâgıdı” denilen birer dilencilik ruhsatnabesi verilirdi. Elinde cer kâğıdı olmayanların dilenmeleri şiddetle yasakdı. Buna rağmen, yukarda da kaydedildiği gibi, dilencilik, daha XVI. Asırda İstanbul’un en büyük derdlerinden biri olmuştu. Aşağıdaki satırlar dilenci meselesi üzerine İstanbul Kadısına hitâben yazılmış hicrî 982 (milâdî 1574) tarihli bir fermanın bugünkü dile çevrilmiş sûretidir:
“İstanbul Kadısına hükümki;
“İstanbul’da şer’an dilenmeye izin verilmeyecek bâzı adamlar ve kadınlar türemişdir. Düşkün ihtiyar, fakir, kör ve sakat olmadıkları, pek âlâ çalışıp para kazanabilecek halde iken kimi mahalleler arasında dolaşarak, kimi bir yerde oturup dilencilik etmekde, gelip geçenden para toplamaktadırlar. Bâzı kimseler de kör ve sakat köleler ve câriyeler satın alıp dilendirmektedir. Bâzı tâze hatunlar da köhne esvablar giyerek dilenciler arasına katılmıştır. Dilencilere başbuğ olan adam da, bu gibilerin parasını (rüşvetini) alarak ellerine cer kâğıdları vermişdir. Bu arada (para toplama yanında) edebden hariç işler olduğu da duyuldu.
“Şer’an dilenmeye mezun olmayanlarla şiddetle mücâdele edilecek; bu işe İstanbul sübaşısı Şah Çavuşu memur ettim. İstisnâsız bütün dilenciler teftiş edilecek, halleri dilenciliğe uyanların cer kâğıdları kendilerinde bırakılacak, diğerleri kâğıd gösterseler de ellerinden alınıp dilenmekden men edilecek, yasağı dinlemeyenler küreğe gönderilecektir. Dilendirmek için kör ve sakat köle ve câriye alınıp satılması da men edilecektir”.
Dilencilik meselesi üzerine yine İstanbul kadısına hitab eden hicrî 976 (milâdî 1568) tarihli şu ferman da şayânı dikkatdir:
“İstanbul Kadısına hüküm ki;
“İstanbul’da bir takım dilenci arablar türedi. Sapasağlam oldukları halde mahalleler arasında dolaşmakta, halka yağlı kara gibi yapışmakda, âdeta zorla para almaktadırlar. Şehir halkından bâzı yaramazlar da birer adamın boynuna zincir takarak: “Borcludur.. mahbusdur!..” diye sokak sokak dolaşdırıp halkı soymaktadır. Bazı softalar, üçer beşer toplanıp kezâ sokak sokak dolaşıp Kur’an ve ilâhi okuyarak kapulardan para toplamaktadırlar; bir kısım adamlar da yanlarına bir hasta alarak onu dolaştırıp dilenmektedir, bu hastaların arasında sâri illete mübtelâ olanlar da vardır. Bütün bu rezâletler sür’atle ve şiddetle önlenecekdir..”
Kocaili Sancağı Paşası ile İzmit kadısına hitâben yazılmış hicrî 1173 (milâdî 1759) tarihli bir fermanda şunlar okunuyor:
“...cümle âzâsı tam ve sihhati yerinde olduğu halde İstanbul’da dilenmekde olan 43 nefer dilenci toplanmış ve bir kayığa konularak İzmit’e gönderilmişdir. Her birini muhtelif işlerde kullanmak üzere köylü ve sanatkâr yanına amele ve ırgad olarak dağıtın ve kaçmamaları için gereken tedbir alınsın...”
Görülüyor ki dilenciliği, insanlık şeref ve haysiyetini fedâ ederek kârlı bir iş hâline getirilenlerle asırlardan beri başa çıkılmamışdır.
Onaltıncı asırda Avusturya elçisi olarak İstanbul’a gelmiş olan Busbecq dilenciler için şunları yazıyor:
“...dilenciler burada bizde olduğundan fazladır. Mûtadları üzere kendilerinde bir kudsiyet olduğu iddiâsındadırlar; yer yer dolaşırlar ve din kisvesi altında dilenirler. İçlerinde çoğu dilenciliklerini mâzur göstermek için akıllarında hafiflik olduğunu söylerler, çünkü meczublar Türkler arasında dâimâ teveccühe nâil olurlar. Türkler yarı aptal, meczub kimselerin cennetlik olduğunu îtikad ederler. Dilencilerin bir takımı arabdır, bunlar dilenirken bayrak taşırlar, cedlerinin islâm dinini yaymak için o bayrak altında harbettiklerini söylerler; yoldan geçenlere bir balmumu parçası, yahud bir limon, bir nar verirler ve fiatlarının iki üç mislini isterler; bir şey satmak süretiyle dilencilik zilletinden sözde kurtulmuş olurlar”.
Evliyâ Çelebi XVII. asır ortasındaki İstanbul dilencilerin, esnaf ordu alayını tasvir ederken pek renkli, hareketli bir sahne çiziyor:
“Dilenciler esnafı — 7000 adeddir. Bir alay cerrar, kerrar gariblerdir. Her birinin birer yünden, sofdan hırkaları, ellerinde çeşid çeşid alemleri, başlarında hasırdan ve hurma lifinden destarları olduğu halde Yâ Fettah ismi şerîfi ile cümle körleri birbirlerinin omuzuna yapışub kimi anadan doğma ve kimi sonradan olma topal, kimi kambur, kimi inmeli, kimi sar’alı, kimi elsiz, kimi ayaksız, kimi çıplak, bir hengâme ile nice bin bayrakların arasında cerrar şeyhini ortaya alub, şelh dahi duâ idüb yedi bin fukarâ bir ağızdan Allah Allah ile âmin dediklerinde sadâları gök yüzüne ulaşır. Bu tertib üzere dilencilerin şeyhi Alay Köşkü dibinden geçerken (B.: Alay Köşkü) durub pâdişaha hayır duâ iderler. Pirleri Eşşeyh Sâfî’dir, Selman belini bağladı. Bu zât gazâdan gelen gaazîlerden “Şey’an lillâh!..” diyerek sadaka alırdı; Medinede medfundur”.
Surlar dışındaki mezarlıkların, bilhassa Edirnekapusu ile Eyyub arasında cenâze dilencileri, şehir içinde faaliyet gösterenlerden tamâmen ayrı bir tabaka teşkil edegelmiş idi. Hepsi İstanbulluydu, ayak takımının da posası, batağın tortosu, anası babası, karısı kocası, kızı ve oğlu ile fuhuş çirkinde pervâszı, hayâsız, müteaffin yağlı kra, fakat İstanbul şîvesi ile konuşurlardı; ve ölüm üzerine zengin bir dilenci edebiyatına sâhib idiler. Zamanımızda çok azalmışlardır; en canlı tasvirleri Hüseyin Rahminin “Hayatdan Sayfalar” isimli hikâyesindedir, eserin kahramanı Sürtük Hâcer çok iyi etüd edilmiş bir tipdir (B.: Hâcer, Sürtük). Aşağıdaki satırları oradan naklediyoruz:
“Kiminin elinde desti, kiminde teneke, maşraba, sopa, değnek, kadın, erkek, ihtiyar, çoluk çocuk akın akın yola döküldüler...
“Üçler, yediler, kırklar, bülegaa, füsehâ, ulemâ diye haykırırken ağzından salyaları elindeki yazılı bakır tasa akan sebilci.. Eyubda kebabcılar köşesinde sakat kedi gibi etrafını koklayarak oturan şiş bacak dilenci... sürücü beygirinin kuyruklarından oltalık kıl çeken hırpâni külâhlı veledi zinâ... “Dolap niçin inlersin” ilâhisi ile Unkapanı Köprüsünden tamam üç saatde geçen ağıraksak Rûhi Dede.. Kadir geceleri cami pabuçluğunda “Kaçak ki Hazreti Yunus Aleyisselâm balığın karnında ikaamet buyururken..” cümlei iftitâhiyesiyle etrâfına bakınan cemaatsiz vâiz Molla Uryânî... baharlarda sarığını koltuğuna sıkışdırarak Silâhdarağa meygedesinde “Ceyhun arayan dîdei giryânımı görsün!” ibrâmiyle birkaç kadeh daha çeken Zom Sâlih.. sakat oldukdan sonra azad edilmiş yarı belinden aşağısı tutmaz zencî Şetâret Kadın... bu ayarda mortocu meşâhiri heb bu sürüye dâhildi.
“Bunların değnekcileri, sakatlığından dolayı çürüğe çıkarılmış Şirketi Hayriye çımacısı Ömer Ağa seelei mağşûşeden topalları, çolakları, körleri, kanburları tasnif etmek terekkiperverliğinde bulunmuşdu. Her malûlü mütecânis takımına ayırarak yola düzdü. Kendisi, tek bacakları ile iki müttekâ arasında hevenk gibi sallana sallana yürüyen topalların önüne düşdü. Körleri şimendifer vagonları gibi el ele birbirine tutturarak en önüne yek çeşim bir lokomotif koydu, bu tek gözlü, sekiz körü yokuş yukarı dişli tiren gibi süratle çekiyordu...” (Hüseyin Rahmî, Hayatdan Sayfalar).
Geçen asır sonlarında bir Dilenci Sâniyenin Üsküdar’da mükellef bir konağı vardı; okumuş oğlu da, tahsiline eklenen güzelliğinin câzibesi ile kibar bir âileye damad olmuşdu.
17 haziran 1306 (30 haziran 1890) tarihli Sabah gazetesinde şöyle bir fıkra vardır: “Zengin bir dilencinin karısı bir hizmetci tutar; akşam dilenci hânesine geldikde hizmetci: — İnâyet olsun!.. diyerek kapudan koğar. Mesele anlaşıldıkda hizmetci dilenci kapusunda çalışmayacağını söyleyüb gitmişdir”.
Dârülaceze açıldıktan sonra dilencilik yasağı yenilendi; bu yeni yasağın mesnedi de 16 kânunusânî 1311 (28 ocak 1896) tarihli Dârülaceze Nızamnâmesi oldu; kısaltılmış sûreti şudur:
“Kendisini geçindirecek hâli tâkatı olmayan sakatlar ve hastalar, kendilerine şer’an bakmakla mükellef kimseleri yok ise, yahud yakınları bulunub da onlar da kendilerin geçindirmekden âciz ise, bu gibileri barındırmak ve beslemek için Dârulaceze açılmışdır. Kadın erkek, müslim gayri müslim herkes alınır.
“Dârülacezeye müracaat etmeyip dilenmeye devam edenler zâbıta tarafından toplanıp Dârülacezeye sevkedilecceklerdir, taşralı olanlar de memleketlerine sevkedileceklerdir. Halkı izac etmeyerek bir şey satarak dolaşacak dilencilere dokunulmayacaktır..”
Ahmed Rasim Mâlûmât Gazetesinde “Şehir Mektubları” başlıklı fıkralarından birinde şunları yazıyor:
“Halkı bî huzur eden fukarâyı gayri sâbirin nerede diye düşünüyordum.. meğer her biri bir tüccar olmuş!.. Polis bizi yakalar, Dârümacezeye götürür korkusu ile ufak bir mum kutusuna on onbeş şem’alı kibrit koymuşlar, sokak başlarını yine kesmiş oturuyorlar. Gördünüz mü? Fikri ticâreti!.. Herifleri bir az dha sıkışdıracak olurlarsa belki her biri birer köşe sarrafı olur!..”
Zamanımızda dilencilik, mevcud yasağa rağmen tam bir serbestî içindedir. Kadın erkek, çocuk ihtiyar, kılık ve kıyâfetleri ne olursa olsun sadakaya muhtac durumda tek dilenci yoktur. Sakatların büyük bir kısmı işe, her sabah sahneye çıkacak aktör dikkati ile makiyajını yapan sapa sağlam insanlardır. Aşağıdaki satırlar günün gazetelerinden derlenmiş dilenci haberleridir:
“Belediye Zabıtası ekipleri dün Yenicami önünde, üzerinde üç banka cüzdanı ile 301 lira 53 kuruş nakit para çıkan bir dilenciyi yakalamışlardır.
Davud Arıcıgül adında ve 61 yaşındaki bu dilenci uzun zamandan beri Yenicami içinde icrayi sanat etmektedir. İstanbul’a Kırşehir’den gelen ve bir müddetten beri dilenciliği meslek (!) haline getiren Arıcıgül, dün dilencileri toplayan Mısırçarşısı Belediye Zabıtasının dikkatini çekmiş ve cami içinde yakalanmıştır. Üzeri arandığı vakit üç banka cüzdanı ile 301 lira 53 kuruş nakit parası olduğu görülmüştür. Cüzdanlardaki mevduat, 11.681 lira 66 kuruştur” (Hürriyet Gazetisi, 17 ekim 1959).
“Adı: Hacı, Soyadı: Taş, 18 yaşında Diyarbakırlı bir genç kendisine sakat süsü vererek dilencilik yapıyordu. Galata Köprüsünde yakalandı. Sonra karakolda ellerindeki sargı bezlerini çıkardılar. Foyası meydana çıkan sahte dilenci, yarım saatte 31 lira topladığını söyledi. Ellerini böyle ustaca saran kimsenin hüviyetini açıklamadı: — Eczâhâneden 10 liralık sargı bezi ile pamuk aldım bir hamala da 5 lira verdim, sardırdım... dedi” (Hürriyet Gazetesi, 22 ağustos 1963).
“Kendisine sakat süsü vererek, insanların merhamet ve acıma hislerini istismar eden 17 kişilik bir dilenci şebekesi meydana çıkarılmıştır. Günlük hasılatın dörtte birini alması lâzım gelirken şebeke reisinin bunu vermemesi üzerine, 25 yaşındaki Kamber Gündoğan, durumu Savılığa bildirmiş ve reis muavini İbrahim Karaman adındaki şahıs, evvelki günün hasılatı olan 927 lira 20 kuruşu bankaya götürürken yakalanmıştır. Büyük bir dilenci şebekesinin mevcudiyeti bu şekilde ortaya çıkınca, Galata Belediye Zabıtası harekete geçerek şebekenin diğer elemanlarını aramış, fakat bunlar durumu öğrendiklerinden çil yavrusu gibi dağılıvermişlerdir. Yapılan soruşturmada, şebekenin İbrahim Pelivan adında birinin reisliğinde faaliyet gösterdiği meydna çıkmıştır. Dün bu şahıs aranmışsa da, bulunmamıştır. İhbarı yapan dilenci Kamber Gündoğan şebekenin diğer elemanları gibi Malatya’dan geldiğini ve iki aydır İbrahim Pelivan’ın emrinde çalıştığını söylemiştir. Tophane Karabaş Didek sokaktaki bir gece konduda yatıp kalkan 17 dilenci hakkında geniş bilgi veren Kamber Gündoğan, her bakımdan teşkilâtlanmış bu şebeke hakkında şöyle konuşmuştur:
— “Memleketten beni İbrahim çağırdı. Geldiğim gün, beni alıp Feriköy’e götürdü ve bir köşeye çömeltti. Sen burada akşam saat 22 ye kadar kalacaksın ve hâsilatı bana getireceksin dedi. İlk günü 40 lira topladım. Bunun, anlaşmaya göre dörtte biri bana verilecekti. Daha sonraları günlük hâsılatım 60-70 lirayı buldu. Geceleri İbrahim’in gecekondusunda kalıyordum. Yemek ve yatak ücreti yoktu. Benim gibi daha 16 kişi var. Hepsi de kazandıklarını İbrahim Pelivan’a veriyorlar. Bunlardan bazıları, en iyi yerlerde çalıştıklarından, günde 150-200 lira topluyorlar. İbrahim’in muavini İbrahim Karaman ile diğer muavini Şeho Çelik, günde bir iki kere gelip, bulunduğumuz yerde bizi kontrol ederler.”
“Yakalanan İbrahim Karaman, bir SAS çantası içinde bankaya götürdüğü paraların reisleri İbrahim Pelivan’a ait olduğunu söylemiştir. Hâlen şebekenin Şeho Çelik, Kamer Gündoğan ve İbrahim Karaman adlarında üç elemanı yakalanmıştır. Belediye Zabıtası, şebekenin diğer elemanlarını da aramaktadır.” (Hürriyet Gazetesi, 1 şubat 1963).
“Mısırçarşısı’nda dilenirken yakalanan bir kadının üzerinde 10 bin 113 lira bulunmuştur. Giresun’un Şebinkarahisar ilçesinden olan dilenci kadın Havva Hanco, Belediye Zabıtası memurlarına önce karşı koymuş, sonra merkeze getirilmiştir. Aralarında kâğıt 1000 ve 500 liralıkların da bulunduğu paralar 73 yaşındaki Havva’nın belindeki bir kuşaktan çıkmıştır. Havva Hanco mahkemeye sevkedilmek üzere nezarete alınmıştır.” (Hürriyet Gazetesi, 16 aralık 1961).
Dilenci hayatı dilenci tipi, her yerde olduğu gibi bizde de, türlü nüktelerle zengin bir karikatür konusu ola gelmiştir.
Karikatürde Dilenci
(Ali Ulvi, Cumhuriyet, 1963)
Karakütürde Dilenci
(Cafer Zorlu, Akbaba, 1965)
Theme
Other
Contributor
Ali Ulvi, Cafer Zorlu
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.
TÜM KAYIT
Identifier
IAM080985
Theme
Other
Type
Page of encyclopedia
Format
Print
Language
Turkish
Rights
Open access
Rights Holder
Kadir Has University
Contributor
Ali Ulvi, Cafer Zorlu
Description
Volume 8, pages 4572-4577
Note
Image: volume 8, pages 4573, 4574
See Also Note
B.: Alay Köşkü; B.: Hâcer, Sürtük
Theme
Other
Contributor
Ali Ulvi, Cafer Zorlu
Type
Page of encyclopedia
Share
X
FB
Links
→ Rights Statement
→ Feedback
Please send your feedback regarding Istanbul Encyclopedia records to istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org.