Maddeler
İstanbul Ansiklopedisi'nin A harfinden Z harfine tüm maddelerini bir arada inceleyin.
Ciltler
1944 ile 1973 yılları arasında A harfinden G harfine kadar yayımlanmış olan ciltlere göz atın.
Arşiv
Reşad Ekrem Koçu'nun, G ve Z harfleri arasındaki maddelerle ilgili çalışmalarını keşfedin.
Keşfet
Temalar veya belge türlerine göre arama yapın; ilk kez erişime açılan arşiv belgeleri arasında gezinin.
DALKAVUK, DALKAVUK ESNAFI
Batı türkcesinde “dal” sıfatı ile “kavuk” isminden teşekkül etmiş mürekkeb isim (B.: Dal; Kavuk); sâde, lûgat anlamı ile “üstüne her ne şekilde olursa olsun dülbend, yemeni, çenber, şal, herhangi bir şey sarılmamış kavuk giyen”.
Dilimizde bugün mecâzî mânâda bir tiynet, ruh hâletini belirten isim olarak kullanıyoruz; “kendi çıkarı, menfaati için bir zengine, veya devlet kapusunda yüksek mevki sâhibine yardakcılıkda bulunan adam”; uşakdan aşağı ve hattâ şerefsiz, haysiyetsiz köleden zelil bir tipdir; bütün insânî meziyet ve faziletlerden soyunmuş dalkavuk, bugünkü anlamla hacı yatmaz gibidir; para kaynağı yahud timsâlinin önünde eğilir, el, etek, ayak öper, ama her zaman menfaatini sağlar, maddî sıkıntı çekmemek anlamında ayakda durur; ayağını öpdüğü kimse imkân ve kudretini kayb edince de hemen yeni efendilerinin huzurunda zilletle eğilir ve asla tereddüd etmeyerek düşen efendisinin de aleyhinde bulunur. Dalkavuğu tokatlayıp kovabilmek çok zordur ülkeler fethetmiş serdarlar, cihangirler, tahtlar, saltanatlar devirmiş inkılâbcılar bile nabızlarına göre şerbet vermesini bilen dalkavuğu da beslemişdir.
Toplum hayâtımızda Tanzimattan evvelki devirde, bugünkü mecâzî anlamı ile dalkavuklar mevcut olmakla berâber, onlardan tamamen ayrı, kelimenin basit lûgat anlamına göre isim almış lo...
⇓ Devamını okuyunuz...
Batı türkcesinde “dal” sıfatı ile “kavuk” isminden teşekkül etmiş mürekkeb isim (B.: Dal; Kavuk); sâde, lûgat anlamı ile “üstüne her ne şekilde olursa olsun dülbend, yemeni, çenber, şal, herhangi bir şey sarılmamış kavuk giyen”.
Dilimizde bugün mecâzî mânâda bir tiynet, ruh hâletini belirten isim olarak kullanıyoruz; “kendi çıkarı, menfaati için bir zengine, veya devlet kapusunda yüksek mevki sâhibine yardakcılıkda bulunan adam”; uşakdan aşağı ve hattâ şerefsiz, haysiyetsiz köleden zelil bir tipdir; bütün insânî meziyet ve faziletlerden soyunmuş dalkavuk, bugünkü anlamla hacı yatmaz gibidir; para kaynağı yahud timsâlinin önünde eğilir, el, etek, ayak öper, ama her zaman menfaatini sağlar, maddî sıkıntı çekmemek anlamında ayakda durur; ayağını öpdüğü kimse imkân ve kudretini kayb edince de hemen yeni efendilerinin huzurunda zilletle eğilir ve asla tereddüd etmeyerek düşen efendisinin de aleyhinde bulunur. Dalkavuğu tokatlayıp kovabilmek çok zordur ülkeler fethetmiş serdarlar, cihangirler, tahtlar, saltanatlar devirmiş inkılâbcılar bile nabızlarına göre şerbet vermesini bilen dalkavuğu da beslemişdir.
Toplum hayâtımızda Tanzimattan evvelki devirde, bugünkü mecâzî anlamı ile dalkavuklar mevcut olmakla berâber, onlardan tamamen ayrı, kelimenin basit lûgat anlamına göre isim almış loncası ile kâhyası ile ve efrâdı ile, işleri kibarları ve zenginleri ve onların konaklarındaki, meclislerindeki kimseleri eğlendirmek olan bir “dalkavuk esnafı” var idi.
Tanzimatdan önce başa ya külâh, ya kavuk giyilirdi.
Külâhı, külâhın çeşidini ayak takımı ile esnaf ve asker ocaklarında efrad giyerdi. Külâhın üzerine, işlerinin, mesleklerinin alâmeti fârikası olarak beyaz dülbend, yâhud renkli, çenber sararlardı; bâzı gençlerle bilhassa asker dalkülâh olurdu, yâni külâhlarını, üzerine herhangi bir şey sarmadan giyerlerdi.
Kavuk ise tüccarın, memurun, kibarın, ricâlin ulemânın serpuşu idi, ve kavuk, istisnâsız, üzerine mutlakaa bir şey sarılan serpuş idi.
İşleri, meslekleri başkalarını eğlendirmek olan Dalkavuk Esnafına zelil adamlar kabul edilmişdi ve onlara serpuş olarak ayak takımının ve esnafın ve askerin serpuşu olan külâh giydirme imkânı bulunamamışdı; zirâ, külâhlarına ne sararlarsa sarsınlar, yâhud dalkülâh da olsalar muhakkak esnaf veya askerle karışdırılacaklardı. Kavuk ise dâima üzerine bir şey sarılarak giyilen serpuş olduğu için o zelil adamlara serpuş olarak kavuk seçildi ve toplum içinde derhal seçilmeleri için de “dalkavuk” olmaları, yani kavuklarına hiç bir şey sarmamaları emrolundu, bu sûretle kendileri de alâmeti farikaları olan serpuşlarına nisbetle “Dalkavuk” adını aldılar.
Dalkavuk esnafı, zamanımızın mecâzî anlamla isim almış dalkavukları yanında yedi sefer zemzemle yıkanmış bir takım biçârelerdi; tekrar ediyoruz, başkalarını türlü yollardan eğlendirmeyi âlenen iş, meslek edinmişlerdi. Nizamnâmeleri vardı, ve iş, hizmet karşılığı alacakları ücretin narhları vardı. Hürriyetlerin alabildiğine kısıldığı mutlakiyeti mutlaka devrinde, yazın yalısına ve kışın konağına kapanmak zorunda olan devletliler için dalkavuk kullanmak bir ihtiyaç idi.
Topkapu Sarayı Müzesinin eski Müdürü Tahsin Öz tarafından müze arşivinde bulunan kıymetli bir vesika vardır ki dalkavuk esnafının mâhiyetini gereği gibi aydınlatmaktadır. Birinci Sultan Mahmud devrine ait olup kime hitap ettiği belli olmayan bu vesika bir dilekçedir; bugünkü dilimize çevirdiğim sûreti şudur:
“Devletli, inayetli, merhametli efendim”,
“Kimsesiz dalkavuk kullarınızın arzuhalidir:
Her sene Ramazanı Şerif geldiğinde İstanbulda, dâvetli, dâvetsiz iftarlara gideriz. Ulemânın, ricâlin, devletin vesair büyüklerin, mevki sahiplerinin sofralarında çeşitli nefis yemekler, türlü türlü reçeller, süzme âşureler, şerbetler, tavuk göğüsleri, elmaspâreler, helvalar, kaymaklı baklavalar, ekmek kadayıfları, hoşaflar yer ve içeriz, üstüne göbek tütünü ve kahve ile ikram görürüz. Lâkin içimizde bâzı terbiyesizler bulunup edebe uymıyan hareket ve tavırları ile velinimetlerimiz efendilerimizi gücendirmekte, zararı da hepimize dokunmaktadır. Dalkavukluk sağlam bir nizama bağlanmazsa cümlemizin açlıktan öleceğimiz aşikârdır. Kadîm nizam ve kanuna göre yeniden bir nizama bağlanmamızı, içimizden uygunsuzların tard edilmesini, tavır ve hareketleri hepimizin makbulü olan Şâkir Ağanın cümlemize kâhya tâyin olunmasını ve eline memuriyetini bildiren bir kıt’a ruhsatnâme ihsan buyurulmasını niyaz ederiz. Emir ve ferman devletl iinâyetli efendim sultânım hazretlerinindir. İmzâ: Dalkabuk Kulları.”
Bu dilekçe dikkatle okunmuş ve altına şu şâyânı dikkat satırlar yazılmışdır:
“Dalkavuklar kibar ve rical huzurlarına girdiklerinde etek öperler. Oturacakları yer, trabzan yanındaki küçük minderdir. Vâzifeleri, hâne sahibi olan zâtın mizac ve tabiatına uygun şekilde konuşmak, zikri müstekreh tâbirlerden ve küfürlerden gaayetle sakınmaktır. Hâne sâhibi ne söylerse fevkalâde yardakçılıkla tasdik edecekler ve aslaa aykırısında söz söylemiyeceklerdir. Verilen ihsanı gizlice alacaklardır, verilen paranın çokluğu ile meslekdaşları arasında övünmiceklerdir.”
Bu vesikaya bir de dalkavukluk narhı eklenmişdir, hem gülünç, hem hazindir:
Dalkavuğun burnuna fiske vurma (fiske başına) 20 para
Başına kabak vurma, bir seferine 20 para
Yüzünü tokatama, tokat başına 30 para
Oturduğu minderden ve seden aşağı yuvarlama, lâtife başına 30 para
Yüzüne mürekkeb veya kömür sürme 37 para
Ellerini ve ayaklarını domuztopu bağlama 40 para
Bir salkım üzümün sapı ile beraber yedirilmesi 40 para
Kafasına yumruk indirme, yumruk başına 40 para
Çıplak başına tokatlama, tokat başına 45 para
Elinde beş on kıl kalmak ve dişlerini leylek gibi çatırdatmak şartı ile
sakal zelzelesine 60 para
Sakal boyamasına 60 para
Merdivenden aşağı yuvarlama 180 para
Sakalının yarısı veya cümlesi arpa boyunca kırkılırsa, lâtifeyi yapan dalkavuğun üç aylık nafakasını verir, bu nafaka ayda 30 kuruştan 90 kuruştur.
Eyerinin bir tarafında, özengi bulunmıyan haşarıca bir ata bindirilip temâşâsı hoşa giderse 300 para
Kuyruğu dışarıda kalmak üzere bir fındık sıçanını ağzının içine kapatma 400 para
Bostan dolabına bağlanarak su içinde bir müddet durdurulmak şartı ile bostan kuyu içinde bir devrine 600 para
Bu lâtifede birden fazla her devir için ayrıca 100 para
Bu lâtifede dalkavuk boğulup ölürse cenâzesinin masrafı lâtifeyi yapana aittir.
Dalkavuklar bazan kendi isimleri ile anılmışlar, fakat ekseriyâ Şâpur Çelebi, Hande Çelebi, Letâif Çelebi, Kahkaha Molla, Süğlün Bey, Ebülenf Efendi, Burnaz Ağa, Malak Ağa, Sansar Ağa, Çıplak Kadı, Kız Pehlivan, Kabrankulak Ağa, Hacı Fışfış, Hacı Şamandıra gibi takma isimler taşımışlardır.
Müverrih Peçevili İbrahim Efendi, dalkavuklara ve şaklabanlara aşırı düşkün olan Üçüncü Sultan Muradın hal tercemesinde şirin bir fıkra nakleder; müverrinin kalemiyle naklediyoruz:
“Maskaranın biri şetâret ve mahâretini gösterip de ihsanını alacağı sırada:
— Yok hünkarım, bugün altın istemem, yüz değnek isterim!.. der.
“Pâdişah sebebini sorunca:
— Hele önce ellisini vurdurun da sebebini o zaman sorun!... der.
“Pâdişah emreder, maskarayı falakaya yıkarlar, değnekler elli olunca herif:
— Durun!.. bir ortağım vardır, ellisini de ona vurun! der.
“Ortağının kim olduğunu sorarlar:
— Beni hergün dâvetle gelen bostancıdır, Pâdişahımızın ihsanını alıp gider iken seni ben çağırdım, yarısı benimdir diye paranın yarısını elimden zorla alır, bugün de degneğin yarısı onun hakkıdır!.. der.
“Padişah gülmekden katılır, maskaraya mûtad ihsanının iki mislini verir, bostancıyı da elli değnek için falakaya yıkarlar.”
Geçen asırda yaşamış mirasyedilerden Veliefendizâde Mehmed Efendi de meclislerindeki dalkavukları ile meşhurdur; hoş fıkralardır:
Bir yaz günü dalkavuk esnafından sekiz on kadar kör toplatıp yalısına getirtmiş, onların birbirini görmeden lag cengi etmelerine hayli güldükden sonra, uşaklar: “Namaza buyrun!..” diyerek körlerin koltuklarına girmişler ve bağçeye çıkarıp rıhtımın tâ kenarına serilmiş seccâdelere götürmüşler, uşaklardan biri de kayığa binmiş, sözde imam olmuş, “Allahüekber” deyince biçâre kör dalkavuklar secdeye varırlarken denize yuvarlanmışlar.
Veliefendizâde bir yaz günü, kış oyunu, ortalığın çakıl çakıl buz tuttuğu bir kış günü de yaz oyunu oynamışdı. Yaz günü kendisi sırtında ince patiska entâri, yalın ayak, küfür küfür oturmuş buzlu şerbet içerken sırtlarına hırkalar, kürkler, ayaklarına kalın yün çorablar giydirilmiş dalkavuklara sahleb ikram edilirmiş; kış oyununda aksi, efendi tandır başına oturur, sırtında kürkü sahleb içer, bütün pencereler açılır, dalkavuklar yazlık entariler ve çıplak ayakla titreşir iken dondurmalar ikram edilirmiş.
Yine bir kış günü Veliefendizâde balığa çıkmış, kendisi sarınmış, sarmalanmış, dalkavuklarından birine de : “Çırılçıplak soyunub bir iç donu ile gelebilir, ve deniz üstünde soğuğa dayanabilir isen sana şu kadar altın var!..” demiş. Yüklü bahşişi duyunca dalkavuk hemen soyunmuş, pusarık buzlu havada bir donca çıplak balığa çıkmış. Bir ara efendi dalkavuğa:
— Burnumun ucu üşüdü!.. deyince külkâni herif mirasyedinin beklediği cevâbı vermiş:
— Velînimetim efendimm.. sıcak olarak bir tek yerim kaldı, burnunuzu da oraya sokun!.. demiş.
Yukarıdaki dalkavuk nizamnâmesinde müstehcen, müstekreh tâbirlerden ve küfürden gaayetle sakınacaklardır” kaydi mü çeşid lâtifeler olsa gerekdir.
Dalkavuk kelimesi edebiyatımızda manzum metinlerde de görülür:
Dalkavuklar serefrâzıyım efendimin yine
Takkesin kapdım bugün başımda tâc itsem gerek
Sürûri, Hezeliyat
Söyliyem sana zamiri dil bir kıt’a ile
Münfail olma hatâ var ise de bunda bana
Himmetin yok ne ararsın ikide birde beni
Dalkavukluk idemem doğrus beyhûde sana.
Fatin
Tema
Folklor
Emeği Geçen
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.
TÜM KAYIT
Kod
IAM080359
Tema
Folklor
Tür
Ansiklopedi sayfası
Biçim
Baskı
Dil
Türkçe
Haklar
Açık erişim
Hak Sahibi
Kadir Has Üniversitesi
Tanım
Cilt 8, sayfalar 4212-4214
Bakınız Notu
B.: Dal; Kavuk
Tema
Folklor
Emeği Geçen
Tür
Ansiklopedi sayfası
Paylaş
X
FB
Bağlantılar
→ Kullanım Şartları
→ Geri Bildirim
İstanbul Ansiklopedisi kayıtlarıyla ilgili önerilerinizi istanbul.ansiklopedisi@saltonline.org adresine gönderebilirsiniz.